Kemal Burkay’la
röportaj (*)
(7 Haziran tarihli Birgün’de
yayınlandı)
DEVRİM
BARIŞÇI YÖNTEMLERLE DE OLUR
Neden siyaseti bıraktınız?
Siyaseti bırakmadım, yalnızca partideki
yönetici görevleri bıraktım; üyeliğim devam
ediyor. 29 yıl Kürdistan Sosyalist Partisi’nin Genel
Sekreterliğini yaptım, ondan önce 10 yıla
yakın Türkiye İşçi Partisi içinde merkezi
görevlerde çalıştım, yani 40 yıla
yakın bir süre aralıksız ve yönetici planda
siyasî çalışma yaptım. Bir ölçüde yoruldum
diyebiliriz. Yetişmiş bir hayli arkadaşımız
vardı bu görevi devralabilecek. Deneyim kazanmaları
için onlara fırsat vermek istedim.
Irak’taki son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel olarak Irak’ın Amerika ve müttefikleri tarafından işgal
edilmesinin yaratabileceği durum konusunda biz bazı
sol çevrelerden daha farklı düşünüyoruz. Bizim
isteğimiz diktatörlüğün yıkılması
ve halkın söz sahibi olması, Kürtlerin baskı
altından kurtulması, yani Saddam rejiminin yıkılmasıydı.
Ama bunun bizzat Iraklılar tarafından yapılmasını
istiyorduk. Ne yazık ki, Irak halkı bunu başaramadı.
Bu, Amerika’nın öncülük ettiği güçler tarafından
gerçekleştirildi. Buna rağmen biz sonucu Irak
halkı açısından olumlu buluyoruz.
Yani size göre Amerika demokrasiyi getirmek için
mi geldi?
Amerika’nın kendi çıkarlarına göre hareket ettiğine, oraya
başkalarına iyilik yapmak için gelmediğine,
kendi çıkarlarını gözettiğine ve Irak
Savaşını da bunun için yaptığına
kuşku yok. Ama Amerika’nın amacı ne olursa
olsun, sonuç Irak halkı açısından olumlu
olacaktır.
Bence tarihte bazı eylemlerin sonuçları bu eylemleri yapanların
niyetlerinden farklı olabilir, bunların düşünmediği
sonuçlar yaratabilir. Bu açıdan baktığımız
zaman Amerika’nın kendi çıkarları için
Ortadoğu’da giriştiği savaşın
bazı olumlu sonuçları da olabilir. Bu, Ortadoğu’da
Afganistan’dan, belki Kuzey Afrika’ya kadar olan bir bölgede
mevcut olan tutucu rejimlerin sarsılmasına,
statükonun yıkılmasına yol açabilir. Nitekim
şimdiden Taliban rejimi yıkıldı, Saddam
diktatörlüğü yıkıldı. Ama özellikle
Taliban rejiminin, El Kaide’nin ortaya çıkışında
Amerika’nın da payı var, bunu unutmamak gerekiyor.
El Kaide veya Taliban Amerika’ya karşı
mücadele ettiler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yapılar sosyalizme karşı, bölgedeki
ulusal kurtuluş hareketlerine, demokratik hareketlere
karşı yeşil kuşak oluşturma politikasının
ürünleri idi. Yani bunlar başta ABD olmak üzere emperyalist
güçlerinin yarattığı zehirli otlardı
diyebiliriz. Dolayısıyla, biz solcular bunları
çok iyi tanıyoruz. Bize karşı kullanıldılar,
çünkü Türkiye’de de aynı çevrelerce beslenen, kışkırtılan
ve kullanılan bu kesimler vardı. Ama öyle bir
dönem geldi ki, bizzat Amerika bunlarla ters düştü.
Özellikle Sovyetler Birliğinin yıkılışından
sonra soğuk savaşın sona ermesi bu kesimleri
bir bakıma işsiz bıraktı, ama bunlar
teröre koşullanmışlardı. El Kaide
türünden gruplar geçmişte büyük şeytan diye
Sovyetler Birliğine karşı savaşırken,
şimdi Amerika’ya yöneldiler. Ama bunlar insanlığa
bir gelecek vaat edemeyecek, veremeyecek olan gruplar.
Yani bunlar sosyalizm gibi, demokrasi gibi, ulusal kurtuluş
hareketi gibi topluma bir gelecek sunabilecek hareketler
değil. Şimdi Amerika, kendi eseri olan bu gruplara
karşı bir saha temizliğini yapıyor.
Biz bunu olumlu buluyoruz. Ama bu Ortadoğu halklarının
çıkarlarının her konuda Amerika’yla artık
bütünleştiği anlamına da gelmiyor.
Irak’ta federe devlet mi yoksa üç parçaya bölünen bir
Irak mı daha sorunsuz bir sürecin önünü açar?
Federal ve demokratik bir Irak olmalı, benim kişisel olarak tercihim
de partimizin görüşü de bu yönde. Kürdistan bölgesi
federal yapının bir parçası olmalı
ve bu da Kürtlerin çoğunlukta olduğu coğrafya
olmalı. Bizim Güney Kürdistan dediğimiz bölge
Kürtlerin çoğunlukta olduğu illeri kapsamalı.
Şii bölgesinin geleceği ve bir bütün olarak
Irak’ın, Irak’taki sistemin ne olacağı
son derece önemli. Şiiler özellikle Sistani’nin liderliğini
yaptığı kesim İslam’a dayalı,
daha doğrusu şeriata dayalı bir devlet
istiyor. Ama Irak’taki lâik kesimler ve Kürtler bunu istemiyorlar.
Kürtler’in ezici çoğunluğu Müslüman’dır;
ama onlar bir şeriat devleti istemiyorlar, demokratik
bir Irak istiyorlar. Tabiî Irak’ta şeriat istemeyen
diğer kesimler de var, kendi hakları için laik
bir toplumu tercih eden kadınlar mesela. Irak’ın
ciddî zorlukları olacak. Amerika ikinci bir İran
yaratmak istemez orada. Bu kendi yaptığı
işin kendi aleyhine dönmesi olur.
Dolayısıyla, Irak’ın kendi halkı
ve bölge için iyi bir örnek olmasını istiyorsak
demokratik Irak’ın oluşmasına destek vermemiz
gerekir. Bu elbette oldukça zor. Zaten demokrasinin Avrupa’da
gördüğümüz biçimleriyle Ortadoğu ülkelerinde
gerçekleşmesini beklememeli. Ama bu yönde bir başlangıç
olur, adımlar atılır ve gelişkin bir
demokrasi zaman ister.
Türkiye’de de AB uyum süreci çerçevesinde önemli gelişmeler
yaşanıyor. Türkiye’deki Kürt sorunu hakkında
ne düşünüyorsunuz. Kürt sorunu çözülüyor mu?
Kesinlikle hayır. Ne Türkiye’deki yönetimin
Kürt sorununu çözme diye bir arzusu var, ne de Avrupa
Birliği bu sorunun boyutlarına uygun köklü bir
çözüm öneriyor. Kopenhag Kriterleri’ne uyum için yapılanlarsa
göstermelik. Kürtlerin kültürel haklarını tanıdığı
ileri sürülen reformların durumu ortada. Örneğin
özel dil kursları. Bu da bin bir şarta bağlanmış,
yani İngilizce veya İspanyolca’yı nasıl
para verip öğreniyorsanız Kürtçe okuma yazmayı
da öyle öğreneceksiniz. Bu son derece komik bir şey.
Kürt dilinde radyo televizyon yayını da öyle. Günde yarım saati,
haftada 2 saati aşmayacakmış ve o da
birtakım şartlara bağlanmış.
Her ikisi de henüz uygulamaya konmadı; ama uygulansa
bile sorunu çözmekten çok uzak. Bu yaklaşımı
komik ve onur kırıcı buluyoruz. Kürt sorunu
çözülecekse başka yerlerde nasıl çözülmüşse
öyle çözülmelidir. Kıbrıs’taki çözüm bence aynen
Türkiye’de Kürt sorununa uygulanabilir. Kürt bölgesi Güney
Kürdistan’da olduğu gibi federal bir statü kazanabilir.
Yani Belçika türü bir çözüm olabilir. Dünyada başka
da federal biçimler var, ama federasyon dışında
bir çözüm Kürt sorununu çözmez, sadece erteler.
AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt sorunu bakımından AKP ve diğerleri arasında bir fark
yok. Bazı başka konularda fark olabilir, kendilerini
Türkiye’nin zencileri gibi görebilirler. Dün karşı
oldukları Avrupa Birliğine bugün militarist
çevrelerin baskılarından kurtulabilmek için
girmek isteyebilirler. AKP hangi nedenle olursa olsun
ordunun gücünün sınırlandırılması
gibi bazı olumlu şeyler yapabilir. Avrupa Birliğinin
birtakım işlemlerini hayata geçirirken, Kıbrıs
sorununu çözmek isterken olumlu şeyler yapabilir
ve yapıyor da bence. Ama Kürt sorunu konusunda ötekilerden
farkı yok. Sosyal demokrat geçinen Baykal, Ecevit
gibileriyle yahut liberal geçinen Demirel gibileriyle
İslamcıların bu noktada bir farkları
yok.
Büyük Ortadoğu Projesinden söz ediliyor, Ortadoğu ve kafkaslar
yeniden şekillendirilecek deniliyor…
Büyük Ortadoğu Projesinin ne olduğu pek öyle açığa kavuşmuş
bir şey değil. Yani Amerika’nın bundan
niyeti ne? Amerika’nın çıkarları belki
Orta Çağ rejimlerinin, belki belli diktatörlüklerin
artık değişmesini gerektirir, gerektiriyor.
Amerika büyük bir güç ve çıkarları bugün eğer
bunu gerektiriyorsa bu olumludur. Çünkü çıkarları
geçmişte bu tür diktatörlüklerin yaratılmasını,
güçlendirilmesini ve yaşatılmasını
gerektiriyordu.
Bugün Batının ve Amerika’nın çıkarları
bölge ülkelerinin demokratikleşmesini gerektiriyorsa
bu noktada halkların çıkarıyla çakışıyor
demektir. Bu iyi bir şeydir. Ortadoğu halkları
da demokratikleşmeyi istemeli; bunda korkacak bir
şey yok. Tabiî Amerika’nın perde gerisinde başka
plânları da vardır; bölgenin hammadde kaynaklarını,
özellikle petrol ve gaz kaynaklarını daha iyi
denetlemek, daha büyük etkinlik kurmak, bölgede üslenmek
gibi.
Bölgenin kaynakları zaten emperyalistler tarafından
büyük ölçüde denetleniyor. Amerikalılar kendi paylarını
artırmak istiyor olabilirler. Bölgenin gaz ve petrol
kaynakları halkların hizmetinde değil,
emperyalistlerle birlikte bölgedeki şeyhlerin, emirlerin
hizmetinde. Rantı onlar topluyor. Suudi Arabistan’da,
Kuveyt’te ve öteki Körfez ülkelerinde olduğu gibi.
Dolayısıyla demokratikleşmeden halkların
hiçbir kaybı olmaz.
Hayat ne gösterir onu bilemeyiz, yalnız şu da bir gerçek: Bölgedeki
bütün tutucu rejimler Amerikan politikasındaki bu
değişimden dolayı telaşlandılar,
panik içindeler. Mesela Hüsnü Mübarek Ankara’ya geldi
koşarak. Bunların hepsi korku içindeler. Körfez
Savaşından bu yana olan şey şudur:
Ortadoğu’da taşlar yerinden oynuyor ve bu sarsıntı
giderek yayılacaktır. Çok hızlı olmasa
bile bir domino etkisi yapacaktır. Bu nedenle meseleye
anti Amerikancılık açısından bakmıyorum.
Bu değişim sürecinde halkın istemlerini
dile getirmek, Amerikan’ın kuyruğuna takılmak
ya da Amerika’ya alkış çalmak da değildir.
Gelişimin yönünü iyi belirleyip, halkın çıkarına
olan istemlerle ortaya çıkmak gerekiyor. Ben bütün
bu diktatörlüklerin yıkılmasının iyi
olduğunu düşünüyorum. Amerikan askerleri her
tarafta bu tip rejimleri yıkacak falan da demiyorum.
Peki ne oldu sosyalizme, tarihin sonu geldi mi, sosyalizm bitti mi gerçekten?
Biz havlu atan partilerden değiliz. Dün sosyalisttik,
bugün de sosyalistiz. Benim kişi olarak görüşlerimde
hiçbir değişiklik yok. Yani sosyalizme inanç
bakımından, sosyalizmin gerekliliği bakımından
40 yıl önce nasıl düşünüyorsam bugün de
öyle düşünüyorum. Görüşlerimde yöntemler bakımından
değişiklikler oldu tabiî. Biz geçmişte
sosyalizmi oldukça yakın bir hedef olarak görüyorduk,
bunun kolay olmadığını anladık.
Ne yazık ki, reel sosyalizm dediğimiz şey
başarısız oldu ve ülkeler peş peşe
yıkıldılar. Ama tarih bir raunttan ibaret
değil. Eğer sosyalizme ulaşmayı tarihsel
bir süreç olarak düşünürsek; biz 19. yüzyıl
ve 20. yüzyılın ilk yarısında ilerledik,
ikinci yarısında durduk, yüzyılın
sonunda da yenildik. Yani bir bakıma bir raundu kaybettik.
21.yüzyılda dünya ölçeğinde neler olabilir?
21. yüzyılda neler olacağını bilemeyiz. Ben yine de geleceğin
sosyalizmin olduğuna inanıyorum. Gelişmiş
kapitalist ülkelerde, Avrupa’da, Amerika, Japonya vs.
gibi demokrasinin, sosyal hakların gelişkin
olduğu toplumlarda ayaklanmalarla, silâhlı savaşlarla,
yani bu türden devrimlerle sosyalizmin kurulacağına
inanmıyorum. Devrim olacaksa bile bu, kitle hareketleriyle
ve barışçı yöntemlerle olur. Dönüşüm
devrimci olur diye düşünüyorum. Yani 19. ve 20. yüzyılın
ilk yarısında olduğu gibi silâhlı
savaşlarla, büyük halk ayaklanmalarıyla, kanlı
çatışmalarla iktidarın ele geçirilmesi,
üretim araçlarının kamulaştırılması
gibi toptancı bir biçimde değil, toplumun olgunlaşması
sosyalizm için dünyanın çok daha geniş bir kesiminde
insanların sosyal ve demokratik haklara kavuşması,
kitlelerin bilinçlenmesi daha örgütlü bir hale gelmesi,
sivil toplum kuruluşlarının daha etkili
olması, sosyalist, Marksist partilerin de kendilerini
yeni döneme uyarlamaları ve kitlelerin nabzını
tutmaları, kitleleri kazanmaları sayesinde olacaktır.
Küreselleşme sürecinde sol hangi tarafta
yer almalı?
Ben küreselleşmeyi kaçınılmaz bir
olgu olarak görüyorum. Yani ilkesel olarak küreselleşmeye
karşı değilim. Doğal olarak küreselleşmeden
sermayenin beklentileri farklıdır, emeğin
beklentileri de farklıdır, böyle de olması
gerekir.
Sol toptancı bir şekilde küreselleşmeye karşı durmamalı,
tam tersine küreselleşmeyi emekten yana nasıl
etkileyebileceğini düşünmeli, yeni döneme göre
örgütlenmeli, yeni döneme göre istemler ortaya koymalıdır.
Avrupa Birliği bu bakımdan tipik ve ilginçtir.
Daha türdeş yapılardan oluştuğu için
kaynaşma süreci bu ülkelerde gelişiyor. Bir
kesim Avrupa Birliğine de karşı, sermayenin
birliği filan gibi görüyorlar. Halbuki o aynı
zamanda emeğin birliğidir, uluslar arasındaki
tel örgülerin, sınırların kalkması
olayıdır, güzel bir şeydir. Küreselleşme
bence dünya ölçüsünde böylesi bir bütünlüğe doğru
gidiyor.
KEMAL BURKAY:
1937 yılında Tunceli’nin Mazgirt İlçesi’nin
Kızılkale Köyü’nde doğdu. 1949 yılında
Akçadağ Köy Enstitüsü’ne girdi. 1960 yılında
Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1964 yılında
ilk romanı “Yaşamanın Ötesinde” Vatan gazetesinde
tefrika edildi. İlk şiir kitabı “Prangalar”
1967 yılında basıldı. 1965 yılında
Elazığ’da “Çıra” adlı edebiyat dergisini
çıkarıp yönetti. 1965 yılında Türkiye
İşçi Partisi’ne üye oldu. 12 Mart döneminde
1972 yılında yurt dışına çıktı.
1974 yılında bir grup arkadaşıyla
birlikte Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi’ni
(PSK) kurdu ve genel sekreterliğe seçildi. Arkadaşlarıyla
1975 yılında Özgürlük Yolu dergisini, 1977 yılında
ise, 15 günlük Roja Welat gazetesini çıkardılar.
Burkay, Mart 1980’de yurt dışına çıktı.
Edebi ve siyasi çok sayıda kitabı var. İsveç’ten
politik iltica alan Burkay, çalışmalarını
yurt dışında sürdürüyor.
--------------------------------------
(*) Bu röportaj, daha Birgün gazetesi yayın
hayatına başlamadan önce, yani yaklaşık
iki ay önce yapılmıştı ve oldukça
uzundu. Yukarda yayınlanan hali gazetenin yaptığı
ve Burkay’ın da gözden geçirdiği bir özettir.
|