psk@kurdistan.nu
PSK PSK Bulten Komkar Komjin Roja Nû Weşan / Yayın Arşiv Link Webmaster
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
Komjin
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Webmaster
 
Bir Soykırım ve Asimilasyon Projesi Olarak 1934 İskan Kanunu-III

Ali Haydar Koç

1934 iskan kanununun yürürlüğe girmesiyle, Kürt kimliği ve Kürtler tamamiyle inkar edilmiş, Kürt ulusal değerleri sınırsız şiddet uygulamaları-cezai tedbirlerle aşağılanarak tümden yok sayılmış, bu kanuna göre yapılan sosyal, kültürel ve dil programlarıyla bütün Kürtler kendilerini Türkçenin yeni terim ve kelimeleriyle ifade etmek zorunda bırakılmıştı.

Örneğin:Kütahya milletvekili Naşit Hakkı Bey kanun hakkındaki görüşlerini şöyle açıklamaktadir; „..Türk olmanın şeref ve değerini bu topraklarda yaşayanların iliklerine kadar işletecektir..,Türkiye cumhuriyeti de ancak gönül ve kafa birliği ile dil birliğini göz önüne alarak bir soyun tek çocuğu saydığı Türklüğün iç ve dış güçlerini bileştirip yükselterek her şeyi ancak bu büyük Türke başlamayı kendisine ülkü ve amaç yapmıştır..,Türkiye’de, Türküm diyen herkesin bu Türklüğü devlet için belli ve açık olmalıdır..“ Yine aynı görüşmede Edirne mebusu Şeref Bey kanun için şunları dile getiriyordu:„Bütün ülkümüz, bütün Türklüğümüzle içimizde kaynayan şuurla, Türklük ülküsüne koşturan duygularla...“(bkz. Tbmm zabıt ceridesi, devre.5,içtima 3,c.23).Yani Türklüğü ve Türk ırkçılığının korkusunu iliklerine kadar hissetmeyen, Türklük şuurunu red eden Kürtlerin soykırım ve zorunlu göçertmelerle yok edilmeleri, Ankara meclisinde açıkça tartışılarak dile getirilmişti. 1930’larda devletin temel Kürt politikası olarak da kabul edilen bu görüşler, bütün Türk aydınları, siyasetçileri, sanatçıları ve bilim ile uğraşan kesimleri tarafından desteklenmiş ve  bunun bir insanlık suçu olduğunu bilmelerine rağmen, yıllardır bu insanlik suçunu gerici Kürt reislerinin modern Türklük içinde terbiye edilmeleri biçiminde yorumlamaktadırlar.

İçişleri bakanı Şükrü Kaya iskan kanununda ırk tabiri ilgili bilgileri şöyle açıklamaktadır; „..burada kullanılan soydan amacın ırk olduğunu belirtmiş, soy tabiri yerine Türk ırkı tabiri kullanmanın daha faydalı olacağını,soy kelimesinin aile manasında da kullanıldığını savunmuş itirazlar üzerine de şimdilik ırk diyelim sonra iltibas olur..“. Yine Tatar Sadri Maksudi bey (Arsal) ise,„..Türk ırkının istikbalini temin etmek, Türkün,Türk olarak yaşamasını temin etmek için en büyük çarelerden birisi, lisanın Türkçelestirilmesidir..“(bkz. Tbmm zabıt ceridesi, devre.4, içtima 3, c.23, Celal Nuri ileri, iskan kanunu ve yurtlandırma politikamız, Ulus gazetesi, Agustos 1935). Ulus ve cemaatlerin birliğinden oluşan Osmanlı imparatorluğunun yıkılışına kadar Kürdistan’da yüzyıllarca kendi geleneksel değerleriyle yaşamlarını sürdüren Kürtler, osmanlı devletinin son yıllarında bu geleneksel yapı üzerinde Kürt milliyetçiliğini biçimlendirmeye çalışıyordular. Fakat daha sonraları diktatör Atatürk liderliğinde kurulan Türkiye cumhuriyeti döneminde, Türk ırkçılığının ideolojik sistemine kurban edilerek, iskan kanunlarıyla soykırımlarla, asimilasyon programlarıyla ya toplu katliamlarla yok edildiler, ya da zorunlu iskan etme tedbirleriyle topraklarından sürüldüler. Sözde bütün bunlar Türk ırkının istikbalini güvence altına almak için yapıldı. 1934 iskan kanununda askeri seferler gerekçe gösterilerek, Kürdistan’ın hemen hemen bütün bölgeleri yasak bölge ilan edilmişti. Yasak bölge ilan edilmesinin ana sebepleri arasında; göçertilen Kürtlerin yeniden topraklarına geri dönüşlerini önlemek ve en önemlisi ise, insanlar birlikte yakılan köyler, kasabalar ve şehirlerde gerçekleştirilen Kürt soykırımını dünya kamuoyundan gizlemek idi.

1934 iskan yasasının 11.maddesine göre;ana dili Türkçe  olmayanların yani zorunlu olarak batı anadoluya göçertilen Kürtlerin bulundukları alanlarda yeniden köy, mahalle, işçi, iç kurmaları, bir arada toplu olarak yaşamaları umumi yerlerde Türkçeden başka bir dil konuşulmasını;beş yıl, on yıl gibi atamaklı muayyen müddetlerde önce umumi yerlerde, sonra, çatı altında müsterek yerlerde, daha sonra evlerde veya sanatçı kümesi kurması engellenmişti. Ayrıca „..çarşı ve pazarlarda, meydanlarda, bütün ve en sonra her yerde Türkçeden başka dil söylenmesini yasak etmek ve başka kıyafet taşınmasını,başka adetleri, başka oyunları, başka türkü ve şarkıları velhasıl başkalığı delalet eden her şeyi kaldırmak..”(bkz. Tbmm zabıt ceridesi,devre 4,içtima 3, c.23, Naci Kökdemir, eski ve yeni toprak, iskan hükümleri ve uygulama klavuzu, 1952). Ankara yönetimi, Kürtlerin ancak bu şekilde daha kolayca asimile edilebilecekleri düşüncesiyle,böylesi uygulamalara başvurmustu. 1934 iskan kanununun 16.maddesi ise, Kürtlerin iç örgütleme biçimlerinden biri  olan geleneksel aile yapısını Türkleştirme politikası içinde eritmek, Kürtlerin toplumsal iç dinamiklerini parçalamak ve buna bağlı olarak sosyal, kültürel ve manevi değerleri yoketmeye yönelik idi. Örneğin; „..Karı-koca ve henüz evlenmemiş olan çocuklar birer aile kabul edilmiş olup onlardan bir iskan grubu meydana getirilmişti. Küçük çocuklar ailelerinden ayrı tutularak, kendi başlarına birer aile olarak kabul edilip iskanları çoğu zaman ayrı illerde yerleştirilecek şekilde yapılmıştı. (bkz.İsmail Beşikçi,Kürtlerin mecburi iskanı. Hüseyin Koca,Yakın tarihten günümüze hükümetlerin doğu-güneydoğu anadolu politikaları). 1934 iskan talimatına göre, ailelerinden alınarak göçertilen Kürt çocukların çoğunun toplu olarak gruplar halinde öldürüldüğü veya gürbüz ocaklarında Türkleştirilerek, daha sonraları asker temini yönünde eğitilerek, Türk ordusuna alındıkları da bilinmektedir. İçişleri bakanı Sükrü Kaya, 1934 iskan yasasını ve Kürtlere uygulama biçimini şöyle açıklamaktadır; “..kanun tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleketi adeta yeni baştan inşa etmek düşüncesiyle hazırlanmıştır...“ (bkz.Tbmm zabıt ceridesi, devre 4,içtima 3, c.2).

1930’lardan itibaren Türkiye’deki toplumsal yapı, ırkçılık temeleinde geliştirilerek, ırkçılık yani Türkçülük yönünde oluşuturulan kamuoyu ile göç yollarındaki güzergahlarda, göçertilenlerin yerleştirildikleri yerleşim alanlarında ve Kürdistan’ın genelinde yapılan çok yönlü propagandalarla, Kürtlerin aşağılanması sağlanıyordu. Örneğin;Türk aydınlarından bir olan Falih Rıfkı’nın düşüncesi bu konuya iyi bir örnek teşkil  etmektedir;“...Bir kaç vilayet daha doğru tabirle, geniş bir alan tasavvur ediniz ki halkı birbiriyle mütefik bir efendiler şapkasının pençesi altındadır. Ahali esirdir, esiri devlet müesseselerinden hiç biri bu şapka ile çarpışarak uyuz beylerce vatandaşa insanlık hukukunu ve zevkini tattıramaz. Müessir olmak iddiasında bulunan bir devlet haritası üzerinde bu manzara kadar utandırıcı ve haysiyet rezillik ne olabilir? Bu şapka dağıtıldığı vakit bütün ülke halkı zincirleri çözülmüş köleler gibi mesud ve hür olacaklardır...”(bkz.Falih Rıfkı Atay,Ayın tarihi dergilerindeki ve ulus gazetesi başyazıları. Atatürkçülük Nedir?). 1934 iskan kanununun en önemli destekçileri ve propagandacıları arasında yeralan kesimlerin başında elit kesimin talimatlarıyla hareket eden muhafazakar Türk aydınları gelmekte idi. 1930’larda devletin birer maaslı memuru gibi görev yapan dönemin Türk aydınlari, bir yandan anadolu ve Kürdistan’da kamuoyuna yönelik yaptıkları çok yönlü aşağılayıcı propgandalarla „gericilik ve cahillik“ sınırları içinde bir Kürt algısını oluşturma çalışmalarını yaparlarken, diğer taraftan Türkçülüğü temel ideolojik felsefe olarak kabul ettikleri Türk ırkçılığını modern ve çağdaş bir ilerlemeci gelişme olarak kamuoyuna sunuyordular. Buna benzer siyasal ırkçı faaliyetlerle Kürt ulusu gibi ötekileri inkar eden Türk aydınları, Türkler için tarif ettikleri ırkçılık fenomenini 20.yy. boyunca Kürtlere karşı önemli bir siyasal tavır olarak kullandılar. Kürtlere karşı aynı siyasal tavrı günümüzde „vatan hainligi, bölücülük ve terör“ olgusu suçlamalarıyla kamuoyunda propaganda eden muhafazakar Türk aydınları, bununla Türk ırkçılığınının sömürge Kürdistan’daki hakimiyetine devamlılık kazandırmaya çalışmaktadırlar…..

 
   
Dengê Kurdistan © 2011