SÖMÜRGE
KÜRDİSTAN -ŞEYH SAİT İSYANI
VE ARNOLD TOYNBEE’NİN MAKALESİ
Ali Haydar Koç; Araştırmacı-yazar
20. yüzyıl dünya
tarihinde önemli sahnelere yolaçtığı
gibi, Kürdistan tarihi açından da çok önem
arzeden bir dönemdir. Kürt cografyasında 21.
yüzyılda yaşanan haksız durumun köklerini
derinliğine ve genişliğine bilimsel
olarak incelenmesinde ortaya çıkacak sonuçlar,
kürtleri yeniden siyasal ve sosyal düşünmeye
sevkedeceği fikrindeyim. Kürdistan’ın
sömürgeleştirilmesi, Kürtlerin soykırımlara
tabi tutulması, göçertilmesi, inkar edilmesi
ve dış boyutu ile uluslararası diplomatik
ilişkilerde hiç bir şekilde dikkate alınmamasının
temel nedenlerini 20. yüzyılın ilk çeyreğinde
yaşanan siyasal olayların olgularında
aramak gerektiğini düşünüyorum. Bu gün
hala 20. yüzyılın ilk başlarında
Kürtler hakkında alınan haksız kararlara
dayalı acıları, ulus-devlet olma
varlığını gösterememe ve herşeyden
önce sömürge Kürdistan’ın değişmeyen
tarihi kaderini daha yeni giriş yaptığımız
21. yüzyılda da yaşamaktayız. Bu
olgu bize Kürt düşünce ve siyaset tarihinin
gerek bilimsel, gerekse siyasal olarak geniş
bir şekilde araştırılarak anlaşılmadığı
yada anlaşılmak istenmediğini göstermektedir.
Yakın tarihimizde
yaşanan Kürt milli hareketlerinin (1918-40)
kendi koşulları içerisinde detaylı
bir şekilde olgusal olarak incelenip Kürt düşünce
ve diplomasi tarihine dair yapılan araştırmaların
yetersiz veya taraflı olmasından dolayı
önemli bir katkı sunduğunu söyleyemeyiz.
Şimdiye kadar yapılan Kürt tarih araştırmalarına
baktığımızda karşılaşılan
en büyük meselenin yakın tarih incelemelerinde
karşımıza çıktığını,
yani araştırılan dönemin özellik
ve koşulları dikatte alınmaksızın,
onun içinde yaşadığımız
değer ve inanç prensipleri ile değerlendirilmesidir.
Özellikle Şeyh Sait İsyanı üzerine
yapılan incelemelere baktığımızda,
çoğunlukla solculuk, sağcılık,
gericilik, ilericilik, islamcılık ve türkçülük
gibi kavramsal düsünceye dayalı fikirlerin
öne çıkarılarak taraflı yapıldığının
sonucuna varıyoruz. Türk fikir adamlarının
bu türden taraflı siyasal düşüncelerin
yazılmasında ve yayılmasında
kendi devletlerinin çıkarları temel alınarak
yaptıkları katkılar anlaşlır
bir durumdur, ama bu türden Kürt karşıtı
fikirlerin bir çok Kürt siyaset ve düşünce
adamı tarafından da yukarıdaki kavramlar
içerisinde ele alınarak desteklenmesi ise sömürge
Kürdistan ve Kürt milli çıkarlarına ters
siyasal düşünsel bir durumu arzetmektedir.
20. yüzyılın
ilk çeyreğinde Türkiye Cumhuriyeti bütün güvenlik
mekanizmalarıyla Kürdistan’da soykırım,
talan, idam, ömür boyu hapis cezası, kurşuna
dizme ve göçertme gibi görevleri üstlenirken, TC‘nin
yedek bir kolu olan resmi düşüncenin temsilcileri
ise Kürtleri yazdıkları yazılarla
cezalandırma görevini yerine getirmişlerdi/
getiriyorlar. Kısmi olarak bir çok Kürt grubunun
ve şahsiyetininde bu türden resmi ideolojiye
dayalı fikirlere katkı sunduğu biliniyor.
Yüzyıldır Kürtler varmı, yok mu?
Şeyh Sait ve Seyit Rıza isyanları
ilerici mi gericimiydi? tartışmalarına
alet olmak Kürt milli düşünce tarihine çok
büyük zararlar verdiği gerçeği olgularıyla
birlikte ortadadır.
Şeyh Sait ve Seyit
Rıza ne başka toplumları soykırıma
tabi tuttular, ne başka ulusların topraklarını
ilhak ettiler, ne başka milletleri göçertmeye
zorladılar, ne başka toplumlardan insanlara
hakaret edip cezalandırdılar, ne de yabancı
toprakları işgal edip köyleri, kasabaları
ve şehirleri yaktılar, ne başka ulusların
liderlerinin cesetlerini yokedip sakladılar,
kısacası iki Kürt lider bunlardan hiçbirini
yapmadığı gibi, insanlığa
ve torunlarına karşı utanacak hiç
bir şeyde yapmadılar ve sadece kendi topraklarını
işgalden ve hakarette uğrayan milletlerini
kötü durumdan kurtamak için isyan ettiler.
Sömürge Kürdistan’ın
coğrafik zenginlikleri üzerinde Türkiye Cumhuriyeti
ve Büyük Britanya arasında o dönemde paylaşım
konusunda anlaşma sağlanamıyordu
ve özellikle Musul-Kerkük bölgesi iki ülke arasında
büyük bir sorun teşkil ederek, daha çok pay
elde yarışına girmişlerdi. TC,
Güney Kürdistan’ı da kendi sömürge sınırlarına
katmak isteğinde idi. Büyük Britanya ise Güney
Kürdistan’ın önemli bölgesi olan Musul-Kerkük’ü
kendi denetiminde kuracağı Arap-Irak mandasına
bağlanmasını istiyordu. Ayrıca
iki ülkenin çıkarları o dönemde bir Kürt
devletinin kuruluşunu engellemekte buluşuyor
ve iki ülkenin birbirleriyle sıkı işbirliği
yapmalarına yol açıyordu. Aynı dönemde
İngilizler, Güney Kürdistan’da Kürtlere karşı
büyük askeri operasyonlar düzenlerken, Türkler ise
Kuzey Kürdistan’da İngiliz ve Fransız’ların
yardımı ile Kürtlere karşı gerçekleştirdikleri
askeri seferlerle katliamlar gerçekleştirmiştiler.
Kısaca bu olguya baktığımızda,
Şeyh Sait İsyanı’nın 1925‘ten
günümüze kadar Musul meselesi ile bağdaşlaştırılarak
İngiliz yanlısı bir tepki olarak
göstermek kadar büyük bir tarihi yanlış
ve yanılgı yoktur. Bu düşünceye yakından
bakıldığında söz konusu ülkelerin
Şeyh Sait Kürt isyanıyla işbirliği
yapabilecekleri siyasi bir zeminin ve girişimin
olması için gereken koşulların olmadığını
görüyoruz. Şeyh Sait isyanı Türkiye Cumhuriyeti
ve Büyük Britanya’nın sömürgeci çıkarlarına
ters düşerek, Kürt milli çıkarlarını
esas alıyordu.
Türkiye Kürdistan’ın
büyük parcasını Misak-ı Milli olarak
adlandırdığı topraklarına
katarak sömürgeleştirmiş ve bununlada
yetinmeyerek, Güney Kürdistan’ın önemli bölgeleri
olan Musul-Kerkük’üde kendi milli sınırlarına
katmak istiyordu. İngiltere Musul-Kerkük bölgelerini
Irak (Arap) Mandasına katmayı hedefliyordu.
Sömürge Kürdistan üzerindeki
paylaşımı daha da kolaylaştırmak
için Türkiye ve İngiltere kendi aralarındaki
uyuşmazlığı gidermek amacıyla
19 Mayıs 1924'de İstanbul'da toplandılar.
Başlayan ikili görüşmelerde İngiltere'nin
Irak lehine Hakkari üzerinde de hak idia etmesi
üzerine Konferans'tan iki ülkenin istediği
sonuçlar alınamamış ve bunun üzerine
İngiltere, Musul meselesini 6 Ağustos'ta
Cemiyet-i Akvam'a (Milletler Cemiyeti) götürmüştür.
Cemiyet-i Akvam (Milletler
Cemiyeti) Musul meselesini, 20 Eylül 1924'te görüşmeye
başlamıştır. Görüşmelerde
iki tarafta pek başarı elde edememiş
ve iki ülkenin Kürtler hakkındaki bir başka
aşağılayıcı düşüncesinin
ortaya çıktığını görüyoruz.
O düşünce şöyledir: "bölgede
yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır
işlerinden anlamadığı"
fikri iki ülke tarafından ortaya atılmıştır.
Ama şu gerçek ortadır; Kürtler bu iki
ülkeye karşı kendi Coğrafik sınırlarını
korumak için savaş yürütüyordular ve bundan
dolayıda iki ülkenin gerçekleştirdiği
katliamlardan nasiplerini alıyordular. Milletler
Cemiyeti, 30 Eylül 1924'te bir soruşturma kurulu
kurulmasını kararlaştırmış,
komisyon başkanlığına da eski
Macar Başbakanlarından Kont Teleki getirilmişti.
Komisyon Irak'ta incelemede bulunarak Musul halkının
görüşlerine başvuracaktı. Komisyon,
çalışmalarını sürdürdüğü
sırada İngilizlerin saldırgan tavırları
ve kuzeye doğru yeni toprakları işgal
etmesi, kanlı olayların meydana gelmesine
neden olmuştur. Bunun üzerine Konsey, 28 Ekim
1924'te bir sınır tanımı yaparak
"Brüksel Hattı" adıyla
ve geçici mahiyette bir Türk-Irak (Artık Kürdistan
sınırlarından bahsetmek mümkün olmuyordu)
sınırı tespit etmiştir. Soruşturma
Komisyonu hazırladığı raporu
16 Temmuz I925'te Cemiyet Meclisi'ne sundu.
Musul meselesi Lozan
Antlaşması'ndan sonra Haziran 1926 tarihine
kadar sürüncemede kalarak, üç yıllık bir
zaman dilimi içerisinde mesele önce 19 Mayıs
1924 tarihinden itibaren Haliç (İstanbul) Konferansı'nda
ele alınıyor, daha sonra Cemiyet-i Akvam
Meclisi'nde görüşülerek ve nihayet, Haziran
1926 tarihli Ankara Antlaşması ile Kürt
devleti iki ülke tarafından fiili olarak engellenerek
neticelendirilmiş oluyordu. Fiili uluslararası
sömürge Kürdistan süreci başlamış
ve Kürt meselesi uluslararası diplomaside raflara
kaldırılarak konuşulmaz bir sorun
halini almış oluyordu.
1918-1940 yılları
arasında Kürdistan’ın değişik
bölgelerinde bir çok Kürt isyanına tanık
olmaktayız. Bunlardan en önemlisi ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin Kürdistan’ı kendi egemenliğine
alma girişimlerine karşı ilk gösterilmiş
tepki Şeyh Sait İsyanı’nda kendini
göstermiş ve bu isyanın düşünsel
ve siyasal etkisi hem iç kamuoyunda ve hem de dış
boyutu ile uluslararası kamuoyunda çok büyük
olmuştur.
İsyan hakkında
1925‘ten beri bir çok bilimadamı, tarihçi,
düşünce/siyaset adamı ve gazeteci tarafından
kitaplar ve makaleler yazıldı ve isyan
hakkındaki incelemeler daha da devam etmekle
birlikte, Şeyh Sait İsyanı aynı
zamanda bütün boyutlarıyla incelenmesi gereken
bir konu olarak araştırılmayı
beklemektedir. Bende Şeyh Sait isyanının
dışarıda nasıl anlaşıldığına
dair aşağıda o dönemde dünyaca tanınmış
tarihçi Arnold Toynbee tarafından yazılmış
olan makale ile okuyucuya küçük bir katkı
sunmayı bir görev biliyorum.
Bu yazının
asıl konusunu teşkil eden bölüm ise tarihçi
Arnold Toynbee’nin Şeyh Sait isyanı üzerine
yazdığı makalesidir. Bu Makale İngilizceden
Türkçeye çevrisi yapılarak olduğu gibi
aşağıda okuyucunun beğenisine
sunuyorum.
ULUSLARARASI İLİŞKİLERE
BAKIŞ – 1925
İslam Dünyası (Oxford
Üniversitesi yayini, Londra, 1927)
Barış sürecine kadar
Arnold J.Toynbee
Şubat’tan
Nisan 1925‘e kadar Türkiye’de başlayan Kürt
ayaklanması
Ulusal Birlik Kongresi
Şubat 1925’te Brüksel kararalarını
görüştüğü esnada, Türkiye’nin doğusunda
ciddi bir ayaklanma başladı. Kürtlere
ait olan bu bölge Türkiye sınırları
içindeydi ve başka devletlerde bunu kabul ediyordu.
Ayaklanmayı Palulu Şeyh Sait yürütüyordu.
Şeyh Sait bölgede etkin olan Nakşibendi
tarikatındandı. Şeyh Sait’in tekkesi
inançlı bir çok insanın uğrak yeriydi
ve ailesinin dini prestiji etraftaki Kürt ağalarıyla
yapılan evliliklerle daha da güçlendirilmişti [1] . Özellikle Fırat’ın yukarı
bölgesindeki
[2] Dersim dağlarında yaşayan
Zaza aşiretleriyle olan ilişkileri güçlüydü.
Ayaklanmanın iki olası nedeni vardı[3]
: Birinci nedeni Ankara hükümetinin merkezi Türkleştirme
politikasına karşı bir Kürt Ulusal
Muhaleftini oluşturarak kürt ulusal çıkarlarını
korumaktı. İkinci neden ise, Türk hükümetinin
batılılaşma yaklaşımına
karşı duyulan kızgınlık
ve bu durum aynı zamanda bölgedeki ağa
ve din adamlarının sahip oldukları
ayrıcalıklarla birlikte, Türkiyenin doğusunda
yaşayan geri kalmış, cahil ve fanatik
insanlar, ki bu insanlar bundan dolayı onların
peşinden gidiyordu, üzerindeki etkilerini kaybedeceklerinden
korkuyorlardı. Bu iki etken isyanın çıkmasında
etkili olmuş olabilir. Ama nedenların
ne kadar etkili oldukalarını kestirmek
oldukça zor. Çünkü ayaklanma öncesi ve ayaklanma
esnasında elde edilen bütün bilgiler Türk kaynaklarına
dayanıyordu. Türk hükümeti de ayaklanmanın
ulusal yanını bir kenara bırakarak,
daha çok gerici olanını ön plana çıkarıyordu.
[4]
Ayaklanmanın asıl
nedeni ise, jandarmaların Şeyhin iki müridini
tutuklamak istemesiydi. Şeyh ise buna karşı
çıkmıştı. 23 Şubat 1925
tarihinde ayaklanmanın büyümesinden dolayı,
Ankara hükümeti Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki
12 il ve Erzurum’un bir kısmında Olağanüstü
Hal ilan etti< [5] . Ayaklananlar Harput’un bir
kısmını ele geçirirken, Diyarbakır,
Ergani ve Malatya da ise başarısız
oldular [6] . Ayın sonuna doğru ise ayaklanmanın
genişlemesi durduruldu [7] . Ama bu pek de
kolay olmadı. Bölgenin dağlık ve
bu mevsimde her tarafın karla kaplı olması
gerilla savaşına uygundu. Türk askerlerinı
taşıyacak tek Tren hattı ise Bağdat
hattıydı. Bu hat fransızların
yönetiminde olan Suriye sınırları
içerisindeki Halep şehrinin içinden geçiyordu.
Fransa ve Türkiye arasında 20 Ekim 1921’de
yapılan antlaşma uyarınca (10. maddeye
göre) fransızlar asker nakliyatına izin
verdiler [8] . Şeyh Said bu takviye yardımı
gelmeden önce Diyarbakır’a saldırdı.
7 ve 8 Mart 1925’te ki bu saldırının
bastırılması ayaklanmanın gidişatını
belirledi. [9] Mart’ın son haftasında
ise Türkler karşı atağa geçtiler
[10] . Genel Kurmay’ın amacı ayaklanmayı
çember altına alarak, gerilla mücadelesi için
uygun olan bu bölgede böylesi bir savaş tarzının
yayılmasını engellemekti [11] . 8
Nisan’da ayaklanma bastırıldı ve
Bingöl bölgesindeki kuvvetler dağıtıldı[12]
. Genç ise 12 Nisan’da tekrar ele geçirildi. Şehy
Sait ve 34 arkadaşı kaçmak isterken yakalandılar.
Geri kalanlar ise silahlarını bıraktılar
[13] . Askeriye 28 Nisan’da ayaklanmanın bastırıldığını
açıkladı [14] .
Şeyh Sait ve 29 arkadaşının
davası 27 Mayıs’ta Diyarbakır’da
Doğu İlleri İstiklal (Bağımsız)
Mahkemesi’nde başladı [15] . Bu mahkeme
Şeyh ve 40 kişiye (9 ayrı Şeyh
dahil olmak üzere) [16] idam cezası verdi ve
Doğu illerindeki bütün tekkelerin kapatılmasını
kararlaştırdı name="_ftnref17" title="">
[17] . Karar hemen yerine getirildi title=""> [18].
Türk hükümeti kürt ayaklanmasını büyük
bir enerjı ve kurnaz bir politika ile bastırdı;
fakat askeri olarak bu başarı, sivil politikanın
prensipleriyle bağdaşmıyordu [19]
. Bu kadar çok insanın idam edilmesi kabul
edilebilir bir yanı yoktu ve diplomsi çerçevesi
içerisinde aynı şey geçerlidir. Ayaklanma
hükümetin şimdiye kadar ki politikasında
bir takım şeylerin yanlış olduğunun
da göstergesiydi. Hükümet otoritesini tekrar sağlamak
için ne kadar sertliğe başvurmuş
olsada, sonra ki politikası da bir o kadar
yapıcı ve barışçıl olmalıydı.
Örneğin ingilizler 1920 yılında Irak’ta
ki ayaklanmayı bastırdıktan sonra,
Arap milliyetçiliğini kabul ederek, burdaki
İngiliz hükümetini devre dışı
bırakmıştı. Türk hükümeti ise,
1925 Kürt ayaklanmasına neden olan merkeziyetçilik,
batılılaşma, laikleşme ve türkleştirme
politikasını ayaklanmacılara karşı
daha da sertleştirdi. Bitlis, Muş ve Şemdinan
bölgelerindeki direnişçiler tamamen ortadan
kaldırıldı. Özellikle Dersimli Zazaların
sistematik bir şekilde sürgün politikasına
maruz kaldıkları görülüyor. Goyan Kürtleri
ve Keldanilere karşı alınan bu şiddetli
önlemler Bürüksel Hattı’nın yakınlarından
geçiyordu ve aynı zamanda Musul sorunundan
dolayı tartışan parlamenterler üzerinde
önemli bir etki biraktığı gibi, tartışma
konusunuda teşkil ederek Türkiye için dezavantaj
sağlayan bir siyasi etki bırakmıştı.
Kaynaklar;
[1] The Times, 3 Mart 1925. Istanbul Tanin’den alinti.
Süleymaniyeli Seyh Mahmud Berzenci’nin bakis açisinin
karsilastirilmasi.
2 Murat ve Karasu
3 bakiniz 9 Mart 1925 tarihli
Le Temps.
4 Ismet Pasa 7 Nisan 1925‘te
TBMM yaptigi bir konusmada ayaklanmanin gerici,
özellikle dini tarafini ön plana çikardi. (Derleme
28 Nisan 1925, The Times); Olagan Üstü Hal Bölge
Valisi Hilmi Bey’in, 11 Nisan 1925 tarihli Tanin;
Seyh Said’in dava tutanaklarindan, 29 Mayis 1925
tarihli The Times. Türk hükümeti Brüksel Hatti’nin
güneyinde kalan Kürtleri egemenligi altina almak
için ugrasirken, bu hattin kuzeyinde kalan Kürtler
ise bagimsizligini kazanmak için silaha sarildilar.
Türk hükümeti ayaklanmaya destek veren Istanbul
ve Ankara‘daki
muhalefeti bastirmak için,
ayaklanmanin ulusal tarafini bir kenara birakarak
daha çok ilericilik ve gericilik arasindaki farkini
öne çikariyordu. Ayaklanmanin bastirilmasinda bir
çok ünlü Türk aydini baskilara maruz kaldi. Örnegin
Tanin’in sahibi Hüseyin Cahid Bey 17 Nisan 1925
tutuklandiktan sonra 7 Mayis 1925;te arak Çorum’a
ömür boyu sürgüne gönderildi. (The Times, 20 ve
29 Nisan, 7 ve 9 Mayis 1925).
Fakat 1925‘te istiklal mahkemeleri
tarafindan cezalandirilan kati bir batililasma yanlisi
olan Hüseyin Cahid Bey ne de muhalefette bulunanlarin
Seyh Sait ya da ayaklanma ile her hangi bir sekilde
baglantilari oldugu konusunda yeterli delil yoktu.
Fakat dini ve gerici etkenlerin Kürt ayaklanmasinda
Kürt miiliyetçiliginden daha güçlü oldugu konusunda
bazi deliller mevcut. (The Manchester Guardian,
29 Subat 1925).
Ulusal komite Süleymaniye’nin
Kürtlük bilincinin yeri oldugunu belirtiyordu. Kuzeybati’daki
Kürtlük bilinci ise giderek zayifliyordu. (bakiniz
sayfa 506). Bundan yola çikarak, Kürt ulusal ruhu
giderek zayifliyordu ve Dersim Zazalari ise izole
edilmisti. Diger taraftari ise bu ayaklanma Türk
nüfusunun bulundugu ve Kürtlere nazaran daha gerici
ve tutucu olan Erzurum, Trabzon ve Samsun’da yayilmadi.
Bundan kisa bir süre sonra (Kasim 1925) kendi güçleriyle
(The Times 26 kasim 1925) Ankara hükümetinin batililasma
politikasina karsi ayaklandilar. (bakiniz yukaridaki
bölüm 1, Paragraf (ii) (e),). Bu konuda daha fazla
bilgi sahibi olan bir Türk arkadastan alinan bazi
bilgilere göre ayaklanmanin gösterildigi gibi gericilik
ile ilericilik arasinda degil, Türkler ile Kürtler
arasindaki bir çatisma oldugunu destekleyen belgeler
mevcut. Ayaklananlar Harput girdiklerinde, sehirdeki
herkes ikinci bir seçimde (Ilericilik Partisi)
nden milletvekili aday olan Nuri Efendi’nin önderliginde
karsi çiktilar.
Gerçekten de ayaklananlar
harput;a girdikten bir gün sonra, iki ayri parti
üyesi olan burdaki halk ve hatiri sayilir kisiler
tarafindan sehirden sürüldüler. Harput’un Dogu Anadolu’nun
en gerici sehirlerinden biri oldugu düsünüldügünde,
burdaki halk ayaklanmasinin dini bir yani ve muhalefetin
bunlarla bir baglantisinin olmadigini ayaklanmanin
ile bir baglantisinin olmadigini ispatlamak için
çaba gösterdiler.
5 The Times, 25 Subat 1925.
6 Ibid 28 Subat 1925.
7 Ibid 2 Mart 1925.
8 Le Temps 1 Mart 1925. Fransiz
askeri makamlari Türk askerlerine geçis izni verdiklerinde,
Musul sinirlarinin kötüye kullanilmamasi için önlem
aldilar.
9 The Times 11 Mart 1925.
10 Ibid 28 Mart 1925.
11 The Times 1 Nisan 1925.
12 Türkisch Communique, 9 Nisan 1925. Orient Moderne,
V, 5, S. 239-240 ff; The Times ve Le Temps, 13 Nisan.
13 Offizielle türkische Communique von 15. April
1925. In Orient Moderne S. 240; The Times, 16 ve
17 Nisan; Le Temps 17 Nisan 1925. Tutanaklarda Seyh
Sait kendisini Mücahit olarak tanimladi. (Inanç
koruyucusu olarak)
14 Orient Moderne, S. 239-240. Savas yasasi 1
Mayis’ta kaldirildi. Fakat bu galiba dogru degildi.
15 The Times 29 Mayis 1925. Bakiniz The Manchester
Guardian, 21 Mayis
16 Bunlardan biri eski osmanli senatörü Hakkari’ye
bagli Semdinan‘da bulunan Nehrili Seyh Ubeydulla’in
oglu Seyit Abdulkadir di. (Orient Moderne, V, 5,
S. 242, 6, S. 281) ve Irak’a hakim olan Ingilizlerin
1923 Revanduz Kaymakam yapilan kuzeni Sait Taha.
17 The Times, 30 Haziran 1925.
18 Ibid, 1 Temmuz 1925.
19 Idamlar Musul’da ki Kürtler
üzerinde, Türkiye için hiçte avantaj saglamayan
baski yarattigi bildirildi. (The Times 17 Agutos
1925). Iraka hakim olan Ingilizler Türk hükümetine
ragmen Kürt agalarina Irak’ta iltica etmelerine
izin verdi. Bakiniz 1925 tarihli Irak raporu S.
22.
[1] The Times, 3 Mart 1925. Istanbul Tanin’den alinti.
Süleymaniyeli Seyh Mahmud Berzenci’nin bakis açisinin
karsilastirilmasi.
|