|
Sömürge Kürdistan
ve Türkiye’nin Mazlum Milletler Söylemi
Ali Haydar Koç
Türkiye’nin kurucu kadroları, 20.yüzyılın
ilk çeyreğinden itibaren, çok yönlü siyasal porpagandalarla
Türk ırkçılığını güçlendirme
yönünde şekillendirdikleri iç kamuoyunu Kürdistan’a
ve Kürtlere yönelik önemli bir baskı aracı olarak
kullanıyordular. Kamuoyunda gericilik ve Türk vatanını
bölmeye çalışan hainler olarak bilinen Kürtlerin,
Türk yönetimi tarafından yönlendirilen askeri seferler
sonucunda soykırıma ve zorunlu göçertmelere
tabi tutulmaları, ırkçılık fikirleriyle
meşgul edilen Türk kamuoyunun hiç bir zaman ilgisini
çekmedi. Kürdistan’daki soykırımların Türk
vatanının kutsallığı adına
yapıldığına inandırılan
Anadolu Türkleri, Kürdistan’ın bir başka ülke,
Kürtlerin başka bir ulus olduğunu kabullenmedi
ve hala bu siyasal olguyu kabul etmemek için, Kürtleri
bölücülük ve terör faaliyetleriyle suçlamaktadırlar.
1923’ten sonra Türk ulusal kurtuluş savaşını
emperyalizm ve sömürgeciliğin karşıtı
olarak propaganda eden Türk milliyetçileri, Türkiye devletinin
sömürgecilere karşı mücadele eden „mazlum milletlere“
örnek teşkil ettiğini propaganda ederek, Türk
yönetiminin mazlumların yanında olduğuna
dair kamuoyunda biçimsel bir siyasal imaj yaratmaya çalışıyordular.
Kürdistan'da Türk milli hakimiyetini ifade eden ve içişleri
bakanlığı tarafından yönlendirilen
idari sistemden vazgeçmeyen Türk yönetiminin mazlum milletlerin
yanında olduğu propagandasına inanan Türk
kamuoyu-Anadolu Türkleri, aynı tepkiyi,düşünceyi
ve dayanışma duygusunu sömürge Kürdistan/Kürt
ulusuna karşı ortaya koyamadı ve hala koyamamaktadır.
Uzak Asya ve Afrika kitalarında sömürgeleştirilmiş
mazlum milletlere sözde sahip çıkan Anadolu Türk
kamuoyunun, Türkiye’nin sömürge Kürdistan’da mazlum Kürt
ulusu üzerinde gerçekleştirdiği soykırım
facialarını görmezlikten gelerek, sömürgeci
idari yapısını Kürdistan’ da uygulayan
Türkiye’nin de mazlum Kürt ulusunu ezen sömürgeci bir
devlet olduğunu kabullenmemesi düşündürücüdür.
Özellikle Anadolu Türklerine öncülük etmiş olan Türkiye’nin
kurucu kadroları ve onların takipçileri, 20.yüzyıl
boyunca muhafazakar Türk aydınlarını,Türk
idarecilerini, üniversitelerde çalışan akademisyenleri,
basın-yayın ve bütün iletişim araçlarını
propganda faaliyetlerinde kullanarak, Türkiye’nin „Doğu
ve Güney Doğu Anadolu“ bölgesi olarak adlandırdıkları
sömürge Kürdistan politikalarını kamuoyunun
tepkisini almadan yönlendirmeye çalışıyordular/çalışmaktadırlar.
Yaklaşık yüzyıldır diğer mazlum
uluslara yönelik yapılan haksızlıkları
Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde düzenlenen miting
ve protestolarda gösteren Türk kamuoyu, sömürge Kürdistan
konusunda her zaman tepkisiz ve sessiz kalmayı tercih
etmesi, Anadolu Türk ırkçılığının
iki yüzlülüğüne işaret etmektedir. 1913’ten
günümüze kadar Türk ırkçıları ve onlar
tarafından yönlendirilen Anadolu Türk kamuoyu Kürt
meselesi konusunda çıkarları gereği sürekli
olarak çelişkili ifadelerle hareket etmiş/etmektedir.
Anadolu Türklerinden oluşan kamuoyunun yönlendirilmsiyle,
yirminci yüzyıl boyunca Asya ve Afrika’daki mazlum
milletler için anti emperyalist ve anti sömürgeci mitinglerin
Türk yönetiminin sömürgesi altında bulunan Kürdistan’da
da düzenlenmesi, Kürdistan’daki soykırım faaliyetlerini
„kutsal Türk vatanı“ adına normal yaşamın
bir parçası olarak karşılayan Türk yönetiminin
ve Türk yönetimi tarafından yönlendirilen Türk kamuoyunun
iki yüzlülüğe dayanan ırkçı faaliyetlerinin
üst siyasal boyutlarını karşımıza
çıkarmaktadır. Gerek cumhuriyet döneminde ve
gerekse günümüzde bir çok ulus ve cemaatin bağımsızlık
ve özgürlüğüne vurgu yaparak çeşitli miting
ve dayanışma gösterileriyle destekleyen Türk
yönetimi ve Türk kamuoyu, ayni siyasal tepkiyi mazlum
Kürt ulusu ve sömürge Kürdistan söz konusu olduğunda
uzak durmayı tercih etmektedir. Örneğin; Filistin,
Kıbrıs,Bosna Somali, Kosova,Makedonya,Mısır,Tunus,Suriye
ve Libya vs..halklarının bağımısızlığına
ve özgürlüğüne yönelik Türk yöneticileri tarafından
sarfedilen söylemler ve Türk kamuoyu tarafından yapılan
dayanışma mitinglerinde Kürtlerden ve sömürge
Kürdistan’dan hiç sözedilmemektedir.
Diktatör
Atatürk döneminde bir yandan Kürdistan’da soykırım
ve zorunlu göçertmelerle Kürt ulusunun bağımsızlığı
ve özgürlüğü yokedilirken, diğer taraftan iç
ve dış kamuoyuna yönelik yapılan propgandalarda
mazlum milletlerin bağımsızlık ve
özgürlüğüne sık sık vurgu yapılırdı.
Örneğin; diktatör Atatürk bu konu hakkında şunları
dile getirmektedir:“...Bütün mazlum milletler zalimleri
bir gün mahv ve nabut edecektir. O zaman dünya yüzünden
zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine
yakışan bir haleti içtimaiyeye mazhar olacaktır..veya
bir başka konuşmada; “...Türkiye’nin bugünkü
mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı
belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha
çabuk bitebilirdi. Çünkü, müdafaa ettiği bütün mazlum
milletlerin, bütün şarkın davasıdır
ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle
beraber olan şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden
emindir...“ (bkz.Hakimiyeti milliye, 4 Ocak 1922 ve 9
Temmuz 1922 sayıları. Atatürk’ün söylev ve demeçleri,
cilt II). Diktatör M.Kemal Atatürk bir başka propaganda
demecinde ise, şunları dillendirmektedir:“..Bugün,
günün ağardığını nasıl görüyorsam,
uzaktan, bütün şark milletlerinin de uyanışlarım
öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak
olan çok kardeş millet vardır, müstemlekecilik
ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler
arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı
gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı
hakim olacaktır...”(bkz. Enver Ziya Karal, Atatürkten
düşünceler). Kürtler hariç diğer uluslara özgürlük
ve bağımsızlık temmeni eden bu söylemlerin
dile getirildiği aynı tarihlerde Kürtlerin yokedilmeleri
ve Kürdistan’ın işgal edilmesi gerektiği
yönünde kararlar alınıyordu. Yüzbinlerce Kürt
sözde başka milletlerin hürriyetini isteyen diktatör
M.Kemal Atatürk’ün talimatları doğrultusunda
öldürüldü veya Kürtler vatanlarından sürüldüler.
Başka milletleri mazlum ilan ederek, sözde onların
bağımsızlık haklarını destekleyen
Türkçü kadrolar-Türk kamuoyu, buna karşılık
Kürdistan’da bağımsız bir devlet ile hürriyetlerine
kavuşmayi ümit eden Kürtleri düşman ilan ederek,
yoketmeyi hedefleyen Türk yönetiminin çelişkilerle
dolu bu propaganda faaliyetlerini tamamıyle şiddet
olgusunu esas alan azgın bir ırkçılıkla
açıklamak mümkün olmaktadır. Türkiyenin kurucuları
ve onların takipçilerinin yaklaşık yüzyıldır
mazlum milletlerin yanında olduklarını
propaganda etmelerinin ana nedenlerinden biri, genel anlamda
sömürge Kürdistan’daki insanlık dışı
uygulamalarını gizlemeye yönelik olduğudur.
Yaklaşık yüzyıldır Kürt ulusu için
soykırımcı, asimilasyoncu, inkarcı,
zalimde, işgalcide, sömürgecide Türkiye devleti,Türk
idarecileri ve onlar tarafından yönlendirilen Anadolu’daki
Türk kamuoyudur.
1930’larda
Asya, kuzey Afrika ve balkanlardaki bütün müslüman halklara
çağdaşlık yönünde örnek teşkil ettiği
iddiasını sık sık proganda eden Türk
yönetimi, islam dinine dayanan ümmet olgusunu da kullanarak,
sömürge Kürdistan’daki ırkçı politikalara yön
verme siyaseti izliyordu. Günümüz Türk yönetimi de aynı
siyasal ve diplomatik zemini kullanarak, Asya, kuzey Afrika
ve Balkan islam topluluklarına sözde demokrasi ve
barış elini uzatarak onların yanında
olduğunu dillendirmektedir. Türkiye Başbakanı
ise, 1930’lu yılların sloganlarını
olduğu gibi kullanarak;„..Türkiye mazlum halkların
umudu oldu..“ gibi benzeri sloganları kamuoyu nezdinde
propganda ederek, Türkiye’nin yeni yüzyıl iç ve dış
politikalarına yön vermeye çalışarak, terör
ve güvenlik maskesi adı altında Kürdistan’da
topyekün savaş ilan ederek, bir başka ülke olan
Kürdistan ve başka bir ulus olan Kürtler üzerinde
20.yy.’ın ilk çeyreğinden beri işgal altında
bulunan Kürt coğrafyasında sömürgeci Türk hakimiyetinin
korunmasından yana olduğunu ilan etmektedir.
Özellikle son yıllarda bağımsız bir
Kürdistan devletinin ortaya çıkmaması için Türkiye
yönetiminin Fars ve Irak yönetimleriyle yaptığı
işbirliği, Türkiye yönetiminin Kürtlere yönelik
zihniyetini açıkça ifade etmektedir. Örneğin;
Irak hükümetine tavsiyelerde bulunarak, onlari teşvik
ederek, Arap ordularının tekrardan güney Kürdistan’a
girişlerini sağlamaya çalışmaktadır.
Irak başbakanı Maliki’nin „Kürt terörüne karşı
Irak Arap ordusunu güney Kürdistan’a gönderebiliriz“ biçimindeki
söylemi, Ankara yönetiminin yaptığı diplomatik
çalışmalarının bir sonucu olduğunu
söylemek mümkündür. Türkiye yönetimi açısından
Filistinliler, Kıbrıslılar,Bosnalılar,
Kosavalılar yada kuzey Afrika’da diktatörlüklere
karşı Arap özgürlük baharına öncülük edenler
özgürlükçü ve demokrasi mücadelecileri olarak ilan edilmektedir.
Buna karşılık yaklaşık yüzyıldır
kendi vatanlarında özgürlük, demokrasi ve bağımsız
bir devlet kurmak için çaba harcayan Kürtler ise „cani
ve terörist“ olarak anılmaktadır. Arap başbakan
Maliki’nin Kürt kökenli bir cumhurbaşkanının
yönetiminde Kürtleri „terörist“ olarak nitelendirmesi,
Bağdat’ta bulunan (başta Kürt lider Celal Talabani
olmak üzere) Kürtler ile Güney Kürdistan yönetiminin önemli
bir eksikliğini ve tepkisizliğini de karşımıza
çıkarmakadır.
Diktatör
M.Kemal Atatürk 1930’larda yayınladığı
bir beyanatında, Kürtlere karşı üstün bir
ırk olarak telaki edilen Türk ırkçılığını
şöyle ifade etmektedir; “Türk milliyetçiliği,
ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası
temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere
paralel ve onlarla bir uyum içinde yürümekle beraber,
Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına
bağımsız kimliğini korumaktır
...,ve Komşuları ile ve bütün devletlerle iyi
geçinmek Türkiye siyasetinin esasıdır..” (bkz.
Afet İnan, Atatürkçülük, Atatürk'ün görüş ve
direktifleri, birinci kitap). Kürtler hariç,bütün komşularına
ve uluslararasi devletlere karşı barış
içinde yaşama istemini sözde de olsa defalarca dile
getiren Türkiye yönetimi, Kürtler ve Kürdistan’ı
komşu bir ulus veya komşu ülke olarak kabul
etmeme siyaseti izleyerek, tam aksine barış
ve iyi diplomatik ilişkilerden uzak askeri tedbirlerle
Kürdistan’da soykırım ve baskı uygulamalarıyla
Kürtlerin yabancısı olduğu kendi idari
sistemini yerleştirmeye çalışıyordu.
Yaklaşık yüzyıldır Kürtleri düşman
olarak algılayan Türkiye yönetimi ve Anadolu Türklerinden
oluşan kamuoyunun Kürtleri komşu bir ulus olarak
kabul etmemeleri, Kürt sorununun çözümünü daha da zorlaştırmaktadır.
Diktatör
Atatürk bir yandan Kürdistan’ın yıkımını
talimatlarla tanzim ederken,diğer taraftan “ulusa
efendilik yoktur, hizmet vardır” biçimindeki söylemleri,
Kürt ulusu açısından çok düşündürücüdür.
Günümüz Türk yönetiminin temsilcileri de “Türk milletine
hizmet aşkı” gibi aynı söylemlerle Kürtlere
yaklaşmayı denemektedirler.1930’larda Kürdistan’da
gerçekleştirilen etnik temizlik ve Kürtlerin yokedilmesi
gibi siyasal ve askeri uygulamalar, Kürdistan’nın
bütün zenginlik kaynakları-Kürtlerden talan edilen
nimetler Anadolu Türklerine birer hizmet olarak sunulmuştu
ve hala sunulmaktadır. Yani Kürdistan’da efendilik
sadece Türk idari sistemini temsil edenlere devredilmiş,
yok edilme uygulamalarına tabi tutulan Kürtler ise
hizmetçi olarak bile kabul edilmemişti. Yine Diktatör
Atatürk bir başka demecinde şunları dile
getirmişti: “Biz Türkler, ruhen demokrat doğmuş
milletiz. Şuna emin olabilirsiniz ki, dünya üzerinde
yaşamış ve yaşayan milletler arasında
ruhen demokrat doğan yegane millet Türk milletidir..“(bkz.
Atatürk’ün söylev ve demeçleri). Bu sözlerin sarfedildiği
yıllarda (1930) Kürdistan’da yüzbinlerce Kürt soykırıma
tabi tutuluyordu ve Kürdistan coğrafyası Türk
ordusu tarafından yakılıyordu. Kürtler
yirminci yüzyıl boyunca sözde ruhen demokrat olan
Türk yönetiminden ve Anadolu Türk kamuoyundan zulümden
başka bir şey görmedi. Madem ruhen demokrat
olan Türk milleti, o zaman en azından günümüz koşullarında
Kürtlerin yaşadığı topraklara karşı
saygılı davranmayı öğrensin veya hayali
bir düşünce bile olsa Kürt ulusu ile komşu
olma becerisini gösterebilme saygınlığını
göstersin. Sömürge Kürdistan’da soykırım, zorunlu
göcertme, asimilasyon, Kürtleri aşağılama,
Kürtlere zulüm etme ve Kürtleri Türkleştirme alışkanlığını
uzun yıllarca ruhunun bir parçası yapan Türkiye
yönetimi ve onların yönlendirdiği Anadolu Türk
kamuoyunun Kürt ulusuna karşı yakın bir
zamanda ruhen demokrat olması pek mümkün görünmemektedir.
Sonuç
itibariyle gerek Türkiye’nin kurucu kadroları ve
gerekse onların günümüzdeki takipçileri, Kürt ve
Kürdistan meselesini gündemlerinin dışında
tutarak, „mazlum milletlerin“ haklarını savunduklarına
dair biçimsel propgandalarla, uluslararası diplomatik
ilişkilerine yön vermeye çalışarak, içinde
bulunduğumuz 21.yüzyılda da Kürdistan’daki egemenliklerine
güç katma siyaseti izlemektedirler. Türkiye başbakanının
birleşmiş milletlerde yaptığı
konuşma, Türk yönetiminin 1930’lardaki Kürt politikalarını
örnek alacağının işaretlerini vermektedir.
Örneğin;Filistin’i ve Kıbrısı devlet
olarak tanıma isteminde olan Türkiye yönetimi, 40
milyon gibi bir nüfusa sahip Kürtlere karşı
savaş ilan ederek, inkar etmeyi tercih etmektedir.
Dünyanın her köşesinde „mazlum milletleri“ görebilen
Türkiye yönetimi/Türkiye kamuoyu, yanı başında
ve kendileri tarafından zulüm edilerek mazlumlaştırılan
Kürt ulusunu hiç bir zaman görmedi ve hala görmemeyi tercih
etmektedirler.
|