|
Kemal
Burkay: Öcalan tüm Kürtler
adına protokol imzalayamaz
A Haber-3 Ekim
31 yıllık sürgünün ardından Kürt sorununu iki aydır
Türkiye'de yerinden gözlemleyen Kemal Burkay, BDP'li milletvekillerinin
yemin etmesiyle ilgili "Şu anda Meclis'te olmamayı
şans sayarım" dedi. Burkay, dönüşünü
eleştirenlere yanıt verdi. MİT- PKK görüşmesi
ve hazırlandığı iddia edilen protokolle
ilgili "Öcalan Tüm Kürtler adına İmralı’daki
hücresinde protokol imzalayamaz, bu protokolde ne yazılı
olduğunu bile Kürt halkı hala bilmiyor,"
dedi.
Kürt aydın Kemal Burkay, A Haber'de Selin
Ongun'un sunduğu "Bi Sormak Lazım"
programında soruları yanıtladı. İşte
o söyleşi:
Gelişinizle birlikte medyada sevinçli manşetler
oldu, artan beklentiler eşliğinde ağır
eleştiriler de oldu; iyi ki geldim mi diyorsunuz
yoksa bunca telaşa ne gerek vardı mı?
İyi ki geldim diyorum. Ben gelmeden bir gün önce
Genelkurmay Başkanı ve 4 kuvvet komutanı
istifa etti. İlk aklıma gelen, olağanüstü
gelişmelerin olabileceğiydi; ama "Ne olacaksa
olsun, döneceğim" dedim. Ordudan bir şey
gelmedi ama PKK'nın silahlı eylemleri başladı,
ortam gerildi, bu hala devam ediyor ne yazık ki...
'Yıllarca beni görmezden gelenler dönüşümü eleştirdi'
Yıllarca Kürt siyasi hareketine destek veren aydınlardan
eleştiriler oldu en çok dillendirilen " AK parti'nin
politikalarına enstrüman oldu Kemal Burkay",
nasıl yorumladınız?
Eleştirenler, ben 31 yıllık sürgündeyken
benimle ilgili tek söz etmeyen kişilerdi, beni tanımazlıktan
gelenlerdi. Niye öyle tepkiler gösterdiler anlayamadım.
Belki sizin dikkatinizi çekti ama, sanıldığı
kadar çok eleştiri olmadı, olumlu yazılar
daha fazlaydı, en önemlisi de kitlenin gösterdiği
ilgiydi. Bu ilgi herhangi bir partinin örgütlediği
bir şey değildi. HAK-PAR'dan arkadaşlar
beni karşılamak için komite oluşturmuşlardı.
Onun dışında insanlar, dost ve tanıdıklarım,
havaalanına koşup gelmişlerdi.
Musa Anter'in oğlu Anter Anter, ben Kemal Burkay
gibi affedilerek dönmem dedi, bu laflar sizi incitti mi?
Ben affedilerek dönmüş biri değilim, Hakkımdaki
dava 30 yıl sonra düştü ve ben adam öldürmedim,
siyasi görüşlerim nedeniyle yurtdışına
çıktım, 30 yıl geçtikten sonra çok daha
ağır davalar düştü, benimki geç bile kaldı.
Anter Anter'i 30 yıl kaldığım İsveç'te
hiçbir toplantıda görmedim. İsveç’te onlarca
konferans verdim, kendisini bir kez bile görmedim, tanışmadım.
Niye dönüşümü böyle yargıladı, anlamadım.
Dönememesinin belki birtakım nedenleri vardır.
'Aynı kişiyim, gelince değişmedim'
Diğer Kürt aydınları için değil
de neden sizin dönüşünüz başka bir Kürt aydınının
oğlu tarafından eleştiri konusu oluyor?
Ben Musa Anter'i çok seven biriyim, dostum ve arkadaşımdı.
Oğlunun tepkisi yersiz
bir tepkiydi, önemsemiyorum. Beni Stockholm'den uğurlamak
için de pek çok kişi geldi, yakınlarım
da vardı. Burada da büyük ilgiyle karşılandım;
yalnız Kürtler tarafından değil, Türkler
tarafından da. Karşı olanlar benim görüşlerimden
rahatsız olan kişiler. AK Parti'nin benim için
'dönebilir' demesi beni mahkum etmeye yetmez; ben aynı
kişiyim, gelince değişmedim.
Şivan Perwer ile irtibatınız oldu mu
geldikten sonra?
Geldikten sonra fırsat olmadı, ama gelmeden
önce görüşmüştüm. Benim dönüşümle ilgili
olumlu bir açıklama da yaptı. Ben Şivan
Perwer'in dönmesini isterim, ama bu koşullara bağlı.
Onun durumu daha değişik, Diyarbakır'a
gidip, onbinlerin, yüzbinlerin katılacağı
konser verecek, buna uygun psikolojik ortam olmalı.
Bazı çevreler onun dönmesine gereksiz tepki gösterdiler,
bu anlaşılır bir şey değil.
'Sırf o yemin yüzünden Meclis'te olmak istemem'
HEP ve DEP'in kurulmasında sizin yazılarınızın
katkısı var. Bir gün önce BDP'lilerin Meclis'teki
fotoğrafları kıymetliydi, siz orada olmak
ister miydiniz?
Öyle bir tutkum olmadı hiç. Ben 1969 seçimlerine
katıldım, az bir farkla kaybettim. Türkiye İşçi
Partili idim o zaman. İki milletvekili seçiyordu
Dersim yöresi, sosyalist bir partiden yüzde yirmi oy aldım.
O bir rekordu. O zaman seçilsem Meclis'e giderdim elbet.
Ama o zaman da öyle bir tutkum olmadı, şimdi
de yok. Aksine, seçilmemiş olmamı şans
sayıyorum, şu ırkçı yemini yapmadığım
için. Parlamentonun ilk görevlerinden biri şu ırkçı
yemini kaldırmak olmalıdır. O yemin hiç
yakışmıyor.
Bu koşullarda parlamentoda olmak istemem. Prensip
sahibi bir insanım. Milletvekili de olsam, bakan
da olsam, sırf o yemin hatırına olmak istemem.
Bence sadece o sözcük değil, o yemin baştan
sona ırkçı bir yemin, demokratik bir ülkeye
yakışmıyor, salt bir etnik grubun varlığı
üzerine kurulmuş, Kürtleri yok sayan bir yemin. O
yemini Türklere de yaptırmak kötü. Demokrat insanlar
için onur kırıcı. Bu geçmişten kalan
bir yara, küçük görünür ama önemlidir.
'12 Eylül ve PKK barışçı Kürt siyasi hareketini
ezdi'
Köprüler altından çok sular aktı. Mehdi Zana
1970'lerde adayınızdı, sizce PKK dışında
niye kuvvetli tabanı olan bir Kürt siyasi partisi
yok?
Biliyorsunuz 12 Eylül darbesi dengeleri çok değiştirdi,
Kürt demokratik hareketini ve Türkiye solunu ezdi. Barış
Derneği bile yargılandı, cezalandırıldı.
Meydan savaşanlara kaldı. Bir tarafta ordu,
militarizm, bir tarafta PKK, toplum buna göre kutuplaştı.
Öteki demokratik güçler sahneden silindi, zayıfladı.
Halbuki 12 Eylül öncesi böyle değildi, biz kitleseldik.
Sizi 12 Eylül mü ezdi PKK mı ezdi?
Meydan PKK'ya bırakıldı. 1984 yılında
silahların patlamasıyla, onun sesi duyulur oldu,
muhalefetin gözü oraya çevrildi. Tabi bunun dışında
da PKK'nın bize yönelik tavrı olumsuzdu. PKK
baştan itibaren diğer Kürt örgütlerini düşmandan
saydı, hedef gösterdi, Bunlar işbirlikçidir
dedi. Benim önce bunları ortadan kaldırmam lazım
dedi. Bunun gerçekle ilgisi yoktu, durum bunun tam tersiydi.
Bazı bakanlarla görüştüm diye nasıl şimdi
'AK Parti’nin adamı' diye nitelendiriliyorsam… Ben
sosyalistim, çizgim bellidir. Şunu diyorum: PKK ortaya
çıktığı günden beri bizi hedef olarak
gösterdi. Niye yaptı bunu ve bugün bile niye hala
rahatsızdır, niçin farklı aydın seslerine
tahammül edemiyor? Bunun üstünde düşünmeli.
Şunu not düşmek lazım, önceki gün Karayılan'ın
aydınlara verdiği muhtıra diyebileceğimiz
paragraf şöyleydi, aydınlar işimize karışmasın,
elini Kürtlerin üzerinden çeksin, neden bu o geleneğin
değişmeyeceğinin kanıtı mı?
Eski alışkanlığın devamı.
STK'lar niye suçlanıyor? Çünkü açıklamalar yapıyorlar,
silahlar sussun diyorlar. Niye bundan rahatsız oluyorlar?
Diyelim PKK'yı da eleştiriyorlar, sivillere
zarar veren eylemlerini eleştiriyorlar… Buna niçin
tahammül edemiyorlar?
'HAKPAR demokratik özerklikten fazlasını istiyor'
Kürt kamuoyundan gelen sesler, Kürt siyasetinde kıdemli
isimlerin söylemediği şeyleri gençler söyledi,
benim için ölme, öldürme dediler. Bu son şiddet saldırıları
eşliğinde örneğin Kürtler neden Hak-PAR'a
teveccüh göstermiyor?
HAK-PAR, BDP ile kıyaslandığında küçük
bir örgüt. Aradan 30 sene geçti, çatışmayla
geçti. Düşünün 1990'da HEP kurulduğu zaman,
ki benim de katkım var, partimin katkısı
var. Legal kitlesel partinin oluşması fikrinin
oluşması benimdi, bunu onurla söylüyorum. Diğer
gelişmelerle birleşti, ortaya HEP çıktı.
Biz etkindik orada. PKK ise onu kendisine karşı
kurulmuş saydı. Zaten bir şey ya PKK’ya
yakındır, ya da düşmandır; anlayışları
bu! Bu yüzden başlangıçta HEP'e karşı
çıktılar, sonra içine girdiler ve etkinlik sağladılar.
Yani o dönemde bile etkindik. Diyarbakır seçimlerini
bize yakın bir arkadaş kıl payı farkla
kaybetti, yoksa ikinci Mehdi Zana olayıydı,
ondan sonra durum değişti, çatışmalar
ilerlerdi, güç dengeleri değişti.
Federasyon öneriyor HAK-PAR, bu nedenle anayasa mahkemesi
dava açtı, kapatılmadı, parti neden Kürtlerden
ilgi görmüyor? Tırmanan şiddete karşı
olan eleştirilerle birlikte yeni bir süreç başlayabilir
mi Kürt siyasetinde?
Değişim işaretleri var. Her şey olduğu
gibi kalmıyor. Toplum şu anda barış
istiyor. Ben sokakta, işyerinde lokantada tanımadığım
birçok insanla karşılaştım, geldiler
benimle tanıştılar, boynuma sarıldılar.
Bunların hepsi Kürt değildi. Sanıyorum
böylesi bir kitle eğilimi var, bu eğilim kendi
ürünlerini verecek politik alanda. Siyaset çok renkli
olmalı. Kürtler tek bir parti olmak zorunda değil,
Kürtlerin diktatöre ihtiyacı yok, bence bu değişim
başladı.
Nedir bu değişimin göstergeleri?
Toplum barış istiyor. Bana gösterilen ilgiyi
de böyle yorumluyorum Bir bakıma barışın
sesi olduğum için bu ilgiyi gördüm
PKK çevrelerinde sizin için en çok dillendirilen "Devlet
projesi olarak Burkay döndü, devlet sorunu PKK ile çözmek
istemiyor, bu nedenle Burkay getirilmiştir"
Bu tamamıyla spekülasyon. Ben koşulları
değerlendirdim, döndüm. HAK-PAR federasyon istiyor.
BDP ve PKK'nın istediğinden fazla. PKK ve BDP
kesimi daha düne kadar ne bağımsızlık,
ne federasyon ne otonomi diyor, yani hiçbir şey istemiyorlardı.
Sonra demokratik özerklik istemeye başladılar;
çünkü ayıp oluyordu, turistlere ve kamuoyuna karşı…
Bir şey isteme gereği duydular ve demokratik
özerklik diye bir şey istemeye başladılar.
Ne var ki o demokratik özerklik otonomi bile değil.
Biz eşitlik temelinde federasyon istiyoruz. Bundan
rahatsız olmaları için sebep yok, o tür suçlamalar
için uygun değil; ben MİT ile hiç görüşmedim,
hiç pazarlık yapmadım.
Size MİT olur, devletin başka bir kurumu
olur hiçbir talep, davet, konuşma olmadı mı?
Hayır olmadı. İlk kez geçen yıl, Başbakan,
"Kemal Burkay dönebilir" dedi ve İçişleri
bakanı da bana telefon etti. 1993 yılında
o zamanki İçişleri Bakını İsmet
Sezgin, benimle Öcalan arasında yapılan protokolün
ardından "Kemal Bey dönebilir" dedi. Ben
o zaman koşulları uygun bulmadım, dönmedim.
O zaman da PKK çevreleri, "Kemal Burkay dönecek,
ona otonomi verecekler" dediler. Hep korktular. Ben
de, "Arkadaşlar telaşlanmayın, panik
yapmayın, otonomi o kadar basit bir şey değil,
onu altın tepsi içinde sunmazlar," dedim.
Protokol konusu çok güncel, Öcalan ile devlet arasında
protokol hazırlandığı Kandil'e gittiği
gibi iddialar var. Şerafettin Elçi, devlet tabiî
ki böyle bir protokole imza atmaz demişti. 93'te
de siz bu süreci yaşadınız. Sabote edilmesinde
benzer bir süreç mi yaşanıyor?
Bugün sözü edilen protokolle, bizim Öcalan’la Şam’da
imzaladığımız protokol farklı
şeyler. 1993’te Talabani, Özal’ın isteği
üzerine, silahların susması için bir girişimde
bulunmuş ve PKK tek yanlı ateş kesmişti.
Biz de o günlerde Şam’da, Talabani’nin kaldığı
evde PKK ile bir protokol imzaladık, ortak istemlerimizi
Türk tarafına ilettik, ki bu istemler arasında
federasyon da vardı, silahların susması
da vardı. 10 maddelik bir demokratikleşme programı
önermiştik. Şimdiki protokol ise MİT ile
Öcalan arasında yapıldığı söylenen
protokoldür. Kürtler adına yapılıyor. İmralı'da
yatan bir kişi bütün Kürtler adına bir çözüm
haritası öneriyor. Hem de bunu “devletin Kürtlerle
yaptığı tarihin en büyük anlaşması”
diye niteliyor. Ben bunu komik buluyorum. Nasıl oluyor
da bir tek Kürt bütün Kürtler adına protokol imzalıyor.
Kürtlerin haberi var mı içeriğinden?
Kürt halkı ne düşünüyor? Nasıl bu kadar
insan adına böyle bir şeyi tek kişi yapabilir?
Bu düşünceniz tabanda kabul görüyor mu?
Görüşlerimin tabanda kabul görüp görmemesi ayrı
bir konudur. Tarihte kitleler belli dönemlerde belli sloganların
ve bazı kişilerin arkasına takılır
giderler. Ama bu her zaman doğru yönde gittiklerini
göstermez. Kaldı ki Kürtlerin hepsinin Öcalan'ın
arkasından gittiği kanısında değilim.
Örneğin Ak Parti, Kürtlerin çoğunlukta olduğu
bölgede, yani Kürdistan’da da BDP'den daha fazla oy alıyor.
İkincisi Kürtlerin sessiz bir çoğunluğu
var, bu çoğunluk PKK'lı falan değil. Taraftarları
Öcalan'ı böylesine kutsayıp peygambere çevirdiler.
Oysa bize putlar, diktatörler gerekli değil. Biz
demokrasi ve özgürlük istiyoruz. İşin kötüsü,
Türk aydınları içinde de PKK’nin temsil gücünü
abartanlar, Öcalan’ı efsaneleştirip tüm Kürtleri
onun arkasında gösterenler var. Elbet Öcalan'ın
bir taraftar kitlesi var, onlar belli. Gidip köyünden
toprak alacak kadar kutsayanlar var… Ama bütün Kürtler
değil. Kürtler de değişiyor, örneğin
büyük çoğunluk PKK'nın son şiddet eylemlerini
onaylamıyor. Bugün herkes sesini çıkartamıyor
özgürce, bunun zamanı var.
Bakın bir Arap Baharı yaşanıyor, Saddam
çöktü gitti, Esad çöküp gitmekte… Bunlar Öcalan'ın
örnek aldığı kişilerdir, taklit ettikleridir.
Siz Öcalan'ı uzun zamandır tanıyorsunuz.
Tecrit altında bir tarafta. Sizinle ilgili gelmeden
önce sert sözleri oldu, gelirken sürece katkıda bulunması
gerekir dedi.
'Öcalan'ın özgürlüğüne kavuşmasından
rahatsızlık duymam'
Tamam, ben Öcalan'ı kendime rakip olarak görmüyorum,
onunla kişiliğimiz ve politikalarımız
çok farklı. Düşman olarak da görmüyorum. Tutuklu
bir insan. Özgürlüğüne kavuşursa bundan rahatsız
olmam. Yalnızca Öcalan değil, içerdekilerin
hepsi tahliye olsun. Ama bunun için ülkeye barış
gelmesi ve Kürt sorununun çözümü gerekli. Geçmişte
Öcalan’la yalnızca sürtüşmedik, diyaloglarımız
da oldu.
Orhan Miroğlu, "Kürtler kendi savaşları ile yüzleşmek
istemiyorlar" dedi, katılıyor musunuz?
Kürtler, tek kalıptan çıkmış değil,
Kürtlerin politik tavırları bir değil.
Örneğin biz geçmişten beri PKK'yi çok eleştirdik,
başkaları da eleştirdi. Dolayısıyla
Kürtler arasında kimse PKK'yı eleştirmiyor
değil. Bunu düne kadar PKK’nın yanında
olan, onun listesinden milletvekili olan veya olmaya çalışanlara
sormak lazım. Görmediler mi PKK’nın yanlışlarını?
Ayrılanlara bir şey demiyorum, ya hala yanında
olanlar görmüyorlar mı?
'Ahmet Altan uzun süre bizi görmezden geldi'
Sizce Kürt Siyasetinde BDP'li vekiller bu noktaya yaklaştılar
mı?
BDP'liler hala kendilerinden beklenen tavrı gösteriyor
değiller, yanlışlara karşı seslerinin
yükselmesi lazım. Ben geçmişten beri korkmadan
yaptım bunu, tehditlere pabuç bırakmadan söyledim.
1983'te PKK üzerine yazdığım kitap var:
“Devrimcilik mi Terörizm mi?” PKK'nin yanlışlarını
hep söyledim, arkadaşlarım da söylediler. Kürtler
içinde PKK'nin yanlışları eleştirilmiyor
demek haksızlık. Bunlar bizi görmezden geliyorlar.
Taraf gazetesi Kürt sorununun tartışılmasında
önemli rol oynadı. Devletin Kürtlere karşı
politikalarını eleştirdiler.Öyle ki PKK
yandaşları bir dönem Ahmet Altan'ı ve
Taraf’ı göklere çıkarttılar. Şimdi
ise Taraf gazetesi PKK'yı eleştirirken yine
iyi bir şey yapıyor, kişilikli bir yayın
yapıyor; ama bu kez aynı PKK ve yandaşları
Taraf’a ateş püskürüyor, onu suçluyorlar. Öte yandan
Taraf Gazetesi de, Ahmet Altan da bizi görmezden geldi,
sık sık “Kürtler içinde PKK’nın yanlışlarına
karşı çıkacak cesur insan yok mu?” diye
yazdı. Vardı, hep vardı, ama kendileri
bu sesleri niye görmezden geldiler ve niye hala görmezden
geliyorlar?
Sadece PKK'nın değil, Türk aydın çevrelerinin
de bize ilgisi olmadı mı diyorsunuz?
Medya uzunca bir dönem bize boykot uyguladı, ambargo
uyguladı. Bu boykot Özal döneminde kısa bir
süre kırıldı, ama tekrar başladı,
son birkaç yıla gelinceye kadar.
Selim Temo'dan eleştiri vardı, "Avrupa Kürtleri sürgün değil,
kaçmış insanlardır, orada lobi faaliyeti,
etkin soluklu harekette bulunmadılar" diyerek
hareketinizin katkısı olmadığını
söyledi.
O bahsettiğiniz kişinin etkisi nedir, çapı nedir, ayrı
bir konu; ama bu kişinin bizim Avrupa'daki yoğun
ve etkin çalışmalarımızdan haberdar
olmadığı ortada. Veya haberi var da bilmezden
geliyor. Kaldı ki 1990'lara kadar yurt içinde de
kitlesel biçimde etkindik. HEP’in, DEP’in kuruluşunda
ve yönetilmesinde önemli pay sahibi idik.. Bu kişinin
başka bir yazısı daha vardı, bir dönem
bazı aydınlar tehdit edilmişti. O ise medyanın
olaya geniş yer vermesine tepki göstermiş,
“ Bunlar kendilerini gündemde tutmak istiyorlar, neden
kimse beni tehdit etmiyor?” demişti… Kendisi ne ölçüde
aydından sayılıyor, ciddiye alınıyor,
bence ona bakmalı. Ben bu tür eleştirileri önemsemedim
ve cevap vermeye değer bulmadım.
Şimdi MİT- PKK görüşmesi infial yaratmadı, ama halının
altına attığımız bir şey
var, ben kanlımla barışmam diyenler de
var. Siz hala barışa inanıyor musunuz?
Barışa inanmayan ve karşı olan Türkler
de var Kürtler de var; ama büyük çoğunluk bugün silahların
susmasını istiyor. Bu güçler el ele vermeli,
barışı engelleyenlerin hakkından gelmeliyiz.
|