|
Kemal
Burkay Ağabey, 31 sene sonra memlekete döndü nihayet.
Türkiye'de olmadığım için “Hoş geldininiz,
Kemal Ağabey!” yerine, biraz gecikmeli de olsa, “
Türkiye'ye Hoş gittiniz, Kemal Ağabey!” diyorum.
Yazılarını
severek okuduğum Kemal Burkay, siyasi duruşunu,
şiddete prim vermeyisini, barışseverliğini
takdir ettiğim, Kürdlerin sahip olduğu ender
insanlardan biridir. Kürdlerin bilgelerindendir. Radikal’den
Oral Çalıslar’a verdiği mülakatı okumadıysanız
mutlaka okumanızı tavsiye ederim (30 Temmuz
2011 tarihli “Silahlar Özgürleşmeye Engeldir” ve
31 Temmuz 2011 tarihli “Kürdler Tek Partili Olamaz” başlıklı
yazılar).
Röportajın
birinci bölümünden (http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&Date=30.07.2011&ArticleID=1058171),
Burkay’in HAK-PAR birlikte hareket edeceğini öğreniyoruz.
Bu isabetli karar hem Burkay için, hem HAK-PAR için, hem
de BDP’ye sıcak bakmayan ve maalesef dağınık
bir görüntü veren muhalif Kürdler için çok yararlı
olacağına; BDP, AK Parti ve diğer partileri
içlerine sindiremeyen Kürdlerin HAK-PAR çatısı
altında örgütlenmelerinin Demokratik Kürd Hareketi’nin
faydasına olacağına inanıyorum. BDP’nin
karşısında güçlü bir Kürd partisinin olması
Kürdlerin yararına olacaktır. Rekabet olacağından
partiler Kürdlere daha iyi hizmet götürmek için yarışacaklardır.
Röportajın ikinci bölümünde Burkay “Kürdler tek partili
olamaz” ifadesiyle buna işaret ediyor, çoğulculuğa
önem verdiğini gösteriyor (http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1058242&Yazar=ORAL%20%C7ALI%DELAR&Date=31.07.2011&CategoryID=98).
Burkay’ın,
Öcalan ve PKK ile polemikten uzak durma, asıl ağırlığını
barışçıl çözüm üzerinde yoğunlaştırma
kararını da fevkalede olumlu buluyorum. Sayın
Burkay, şiddetin çözüm olmadığına
inanıyor. 30 senedir çözüm getirmeyen şiddet,
aradan 300 sene geçse de çözüm getiremez. Onun için, Burkay’ın
“silahlar susmalı” ve "silahları güvence
olarak görmek yanlış" söylemleri çok önemli.
Elimizdeki silahlar aleyhimizde çalışan Derin
Devleti besleyerek güçlendirmekten, cinayetlerini mesrulastirmaktan
başka bir ise yaramadı. Verilen ağır
bedele karşılık elde edilen kazanımlar
da (eğer bunlara kazanım diyorsanız) ortada.
Bütün bu sözde kazanımlar toplansa, kaybedilen bir
cana bile değmez.
Sayın
Burkay’ın Anayasa referandumunu desteklemesi; Ergenekon
Davası’nın demokratikleşme sürecine yararlı
olduğuna inanması; TRT Şeş’i desteklemesi;
önyargılardan uzak olarak, yaptığı
iyilesmelerden dolayı AK Parti’yi takdir etmesi Kürdler
lehine olan her kazanımın çok önemli olduğuna
inanan gerçekçi bir siyasetçi olduğunu gösteriyor.
AK Parti’nin hakkını vermek sayın Burkay’ı
AK Parti’li yapmadığı gibi, 1990’ların
başındaki kısmı iyileşmeleri
bile takdir eden Musa Anter’i de ANAP’lı veya DYP’li/SHP’li
yapmadı.
Musa
Anter, Kürdçe çevrilen ve kendisinin de rol aldığı
Mem u Zin filmi münasebetiyle yaptığı ve
“Kürdce ıslık” hatırasını anlattığı
konuşmasından bahsediyorum (http://www.youtube.com/watch?v=SXm0ts7-GH4&feature=related).
Hatırlayalım tekrar:
“1943
yılında İstanbul Dicle Talebe Yurdu Müdürü
idim. Birgün iki polis beni ikinci şubeye götürdüler.
İçeri girer girmez üç beş polis ve komiser bana
saldırdı. Tekme, tokat, küfür bini bir para.
Sebebini sordum. Komiser ‘Ulan hain oğlu hain, kusurunu
bilmiyor musun?’ ‘Yok’ dedim. Komiser: ‘Radyonuz yok mudur?’
‘Var’ dedim. ‘Peki, plak çalan pikabınız da
yok mu?’ ‘O da var’ dedim. ‘Peki, it oğlu it! Bu
kadar güzel Türkçe plak varken, ne bok yemeğe yurtta
Kürdçe ıslık çalışıyorsun?’ İşte
biz buradan geliyoruz aziz Türk ve Kürd gençleri. Şimdi
aynı İstanbul’da meşhur Kürd klasik destanından
esinlenerek Mem u Zin filmini çekiyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı, gala gecesine tebrik mesajı
yolluyor; Türkiye İnsan Hakları Vakfı da
bana yaptığım hizmetten dolayı plaket
veriyor."
Şiddetin,
ırkçılığın had safhada olduğu,
faili meçhul cinayetlerin işlendiği, öldürülmeden
birkaç ay önce, yani 1992'de sarfediyor bu sözleri. Biz
o dönem etrafa baktığımızda karanlık
ve umutsuzluk görüyorduk; o ise o boğucu şartlarda
bile ışık ve umut görüyordu. Gerçekçiydi.
Çok küçük bir kazanımı bile hiç küçümsemedi
ama yetinip mücadelesine de ara vermedi. Hep ileriye baktı,
ümitvar oldu. Mesela aynı konuşmada sarfettiği
şu ifadeler onun barışa ve demokrasiye
olan inancını gösteriyor: “Öyle düşünüyorum
ki, bundan bin yıl önce nasıl ki biz Türk kardeşlerimizi
Kürdistan’da müslüman edip terbiye etmişsek, hatta
Selçuk Han’ı bile sünet edip adını değiştirerek
Muhammed yapmışsak bugün de yine Kürdler Türkiye’ye
ve Türklere demokrasiyi getireceğiz.”
Ape
Musa’nın demokrasi hakkındaki bu sözleri, başka
bir Kürd bilgesinin (sadece Kürdlerin değil herkese
malolmuş Üstad Bediuzzaman’ın) bundan yüz yıl
önce demokrasi hakkındaki ileri görüşlülügünü
ve müjdesini hatırlatıyor. Aşağıdaki
ifadeleri, herkesin, özellikle de Kürd Sorunu’nu çözmek
isteyen siyasetçilerin mutlaka okuması gereken “Münazarat”
isimli eserinde geçiyor. 1910’un sonlarında Kürdistan’ı
gezip Kürd aşiret reis ve mensuplarına hürriyeti
anlatırken kendisine sorulan sorudan birisi şöyleydi:
“Tarif ettiğin meşrûtiyetin (parlamenter demokrasinin)
ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”
Bu soruya su güzel ve müjdeli cevabı veriyor Üstad
Bediüzzaman:
“Ancak
on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş.
Zîrâ sizin şu vahşetengiz (vahşet dolu),
cehâletperver (bilgisizliği koruyup yetiştiren)
husûmetefzâ olan (kin besleyen) sarp dağ ve derelerinizdeki
vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından,
husûmet (düşmanlık) kurtlarından bîçare
meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret
edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu
yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen
cemâlini göreceksiniz.” Kürdistan’da cereyan eden
vahset, cehalet ve husumet, devletin ihmalkarligi ve biz
Kürdlerin tembelligi demokrasinin bize gelmesini engelledi.
Ama Ustad’in isaret ettigi zaman dilimi icerisindeyiz;
demokrasi ve onun yardimiyla baris cok yakinda cemalini
gorecek diye umit ediyorum (sırası gelmişken,
Musa Anter’in Üstad Bediüzzaman ile ilgili kendi kaleminden
tatlı bir hatırası su adreste okunabilir:
http://www.nasname.com/tr/1116.html).
PKK’nin
“gerici zihniyetin saldırıları karşısında
artık gerilla güçleri olarak sessiz kalmayacağız”
tehditleri, belki bir süre daha kaos ve şiddetin
devam edeceğini gösterse de sonunda kazanan barış
olacaktır. Şiddet ve kaosun fazla ses çıkartması,
mücadeleyi onun kazanacağı anlamına gelmez.
Bir şehirde binlerce ev yapılır, bazen
o şehrin ahalisinin bile haberi olmaz; aynı
şehirde 5 katlı bir ev yıkılsa sadece
o şehir değil, bütün memleket, hatta bazen dünya
duyar. Evi tahrip eden bir örgüt üyesi ise, kötü namıyla
bir anda meşhur olur, “mechul” tamir ve inşacıların
eserleri ise yayılmaya ve göklere yükselmeye devam
eder. Kazananın demokrasi ve barış olacağını
görebilmek için bugünü ve bundan on sene öncesini kıyaslamak
bile yeter. Bundan 10 sene önce hayal edemediğimiz
iyi gelişmeler oluyor bugün; bundan 10 yıl sonra
da bugün hayal bile edemediğimiz güzel gelişmeler
olacak. Şiddet taraftarlarının zırıltılarına
değil, Bediüzzaman Said Kürdi’nin bundan 100 sene
önce verdiği müjdeli habere, Ape Musa’nın bundan
20 sene önceki öngörüsüne, Kemal Burkay’ın barış
vurgusuna kulak vermeliyiz.
Gelelim
Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) 5. Genel Kurulu’nun
sonuç bildirgesine.
Demokratik
Toplum Kongresi’nin 5. Genel Kurulu Sonuc Bildirgesini
Nasil Anlamaliyiz?
Geçen
gün Türkiye genelinde bitkisel hayatta bulunan Kemalist
rejimi Kürdistan’da canlandırmak için, iddialara
göre Kandil’in diktesiyle, “Kemalist Ozerklik” ilan eden
Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin 5. Genel Kurulu’nun
sonuç bildirgesi açıklandı (http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=47433).
Öncelikle,
DTK 5. Genel Kurulu’nun bedenlerini ateşe veren Mustafa
Malçok, Evrim Demir ve Mehmet Ayık'a adanmasi, kendini
yakan gençlerin ailelerine jest gibi görünse de, bana
göre şüpheli ve çok yanlış olan bu tür
eylemleri özendirecek DTK’nin bu kararı hiçbir şekilde
insani değildir. 21. Yüzyılda, ilkel toplumların
“ilahlara insan kurban etme” geleneğini canlandırmak
ilkelliktir, bu ilkelliğin Kürdlere faydası
olmadığı gibi Kemalist Kürd Hareketi’ne
de bir faydası olmayacaktır. Kürd Halkı,
son 30 yıl içinde Öcalan ve hareketine 50 binden
fazla kurban vermiş, bir de “yanmis kurban” mı
istiyor?
Gelelim
parağraflar arasına sıkıştırılan
mesajlara… "Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah
Öcalan inanılmaz bir emek ve çabayla barışı
inşa iradesini açığa çıkarmada belirleyici
rolü oynamıştır. Heyet ile yapılan
görüşmeler, oluşan protokol metinleri ve kamuoyunda
gelişen çözüm umudu doğruya ve ahlaka yakınlığın
iyi birer sonuçları olarak topluma nefes aldırmıştır.
Ancak AKP hükümeti süreci sabote etmiş, bugüne kadar
uygulanan ve sonuç alınmayan yöntemleri esas alarak
büyük bir savaş ve tasfiye planının hazırlığı
içinde olmuştur. Uluslararası tekelci güçlerin
desteği ile askeri operasyonları yoğunlaştırmış,
kirli bir Türkiye İran, Irak ittifakı ile Kürt
özgürlük mücadelesini imha konseptini devreye koymuştur.
Tüm Kürdistan halkının oluşan statüsünü
ortadan kaldırmayı ve Ortadoğu da gelişecek
yeni dizaynın Kürtsüz olmasını hedeflemiştir"
Bu
paragrafta, kafa karışıklığı,
güvensizlik ve samimiyetsizlik karışımı
duygularla devletle yaptığı “barış
görüşmeleri”ni tam beceremeyen Öcalan’in bu süreçteki
başarısızlığı örtbas edilmeye
çalışılıyor. Öcalan’ın kafa karışıklığı,
Türkiye’yi hala eski Türkiye sanmasindan ve sivil yönetime
rağmen hala omuzu kabarık askerlerle iş
bitirebilecegine inanmasından kaynaklanıyor.
Güvensizliği, TSK’yi “ilerici”, AK Parti’yi de “gerici”
olarak görmesinden kaynaklanıyor; Kemalist Ergenekonculara
gözü kapalı güvendiği halde kendi ideolojik
saplantilarindan dolayı AK Parti’ye bir türlü güvenemiyor.
Samimiyetsizliği, barışa inanmamasindan
kaynaklanıyor; herşeyini şiddete ve kaosa
borçlu olan birisinden birden “barisci” olması beklenmez
zaten.
Başarısızlığın
faturası AK Parti Hükümeti’ne kesilerek sivil irade
köşeye sıkıştırılmaya ve
Öcalan’in şartlarını kabule zorlanmaya
çalışılıyor. Oysa, en son asker kaçırmalar
ve Silvan saldırısında görüldüğü gibi
(bunun geçmiş örnekleri de var), Öcalan bir taraftan
“baris gorusmeleri” yaparken, diğer taraftan elini
güçlendirmek için eski adetlerine sarılmış,
yani şiddeti tırmandırmaya çalışmış.
Kulağı hala “ciddiye alinman için şiddeti
tirmandirman lazim” diyen Ergenekoncu apoletlilerin tavsiyelerinde.
Oysa Silivri’deki Ergenekoncu askerlerin kendilerine bile
bir faydası yok ki Öcalan’a olsun. Haylaz çocukların
sıklıkla başvurduğu “Ne kadar hırgür
çıkartırsam sözümü o derece dinletirim” taktikleri
işe yaramıyor artık. Ergenekoncu generallerin
dönemi bitti, içine sinmese de sivil hükümetle masaya
oturmak zorunda Öcalan.
Öcalan
zamanla ev hapsine çıkabilmesi, ardından da
serbest kalması tamamen barışa bağlıdır.
Evlatlarını bu kirli savaşta kaybeden Kürd
ve Türk halklarının ikna edilmesi şarttır.
Barış gelmeden, halkla ikna olmadan Öcalan’in
İmrali’nin dışına adım bile atamaz.
İktidar olabilmek için halkın desteğine
muhtaç olan hiçbir hükümet, hiçbir parti böyle bir ise
girişemez. PKK içinde “tezinden ölse de postuna otursam”
diyen epey insan olmasına rağmen, şuan
itibariyle PKK’nin bütün eylemlerinin Öcalan’in bilgisi
ve direktifi doğrultusunda olduğu sır değil
(bazılarının pompaladığı
“Öcalan iyi, etrafındakiler kötü” durumu gerçek değil).
Bu durum ortadayken, günde onlarca cenazenin kaldırıldığı
bir ortamda Öcalan’ın, bırakın serbest
bırakılması, “Ev Hapsi”ni görmesi bile
mümkün değil.
Tatlı
canını çok seven Öcalan, zamanla serbest kalmak
istiyorsa, PKK hala etkisi altındayken barış
için ciddi olarak adım atmak zorundadır çünkü
onun için en kötü barış bile en cılız
“savas”tan daha iyidir. Erken davranmazsa PKK’yi ona hediye
edenler, elinden de alabilirler (Saddam’ı iktidardan
edenlerin, onu iktidara getirenlerin olduğunu unutmayalım).
DTK’nin açıklamasında hafiften kendini hissetiren
Kemalist Kurd Hareketi içindeki çift başlılık
zamanla derinleşir ve kontrolden çıkabilir;
PKK kanadındaki “daha derin” klik, Derin Devlet’in
bir operasyonuyla ipleri ele geçirebilir (yani Kemalist
CHP’ye uygulanan operasyonun bir benzeri Kemalist Kurd
Hareketi’ne de uygulanabilir). Sözkonusu “daha derin”
kliğin “Onderligimiz oyalaniyor” gibi masum bir söylemle
harekete geçirildiği anlaşılıyor.
Peki
Kemalist Kurd Hareketi’ndeki bu şimdilik hafif ama
derinleşmeye namzet “catlaklik” nereden kaynaklanıyor?
Görebildiğim kadarıyla, TSK içindeki, özellikle
Genelkurmay Karargahi’ndaki sağlam kadrosunun önemli
bir kısmını kaybederek çok ağır
darbe alan Derin Devlet, AK Parti’nin da parçası
olduğu “Legal Devlet” ile mücadeleye devam etmek
için Kuzey Kürdistan Cephesi’ne geçmiş durumda. Kandil
ve DTK içindeki “derin Kemalist”lerin baskısıyla
alelacele ilan edilen “Kemalist Ozerklik” bunun belirtilerinden.
Fakat Derin Devlet açısından herşey pürüzsüz
değil. içinde “siddet taraftarı derin Kemalistler”
olsa da DTK’nin önemli bir çoğunluğu barıştan
yana. Ayrıca, Kandil’deki kadronun çoğunluğu
“siddet taraftari” olsa da şiddetin artık çözüm
olmadığına inanan bir azınlık
da var orada.
Derin
Devlet’in hedefi, Kandil’deki “savas karsiti” azınlığı
tasfiye etmek, DTK’daki “savas taraftari” azınlığı
da güçlendirmek. Kaybettiği mevzileri tekrar ele
geçirmek için şiddetin tirmandirilmasina ihtiyacı
var. Şiddetin tırmandırılması
ise, yukarıda da özetlediğimiz gibi, Öcalan’in
işine gelmiyor. Burada Derin Devlet ile Öcalan arasında
bir çıkar çatışması ortaya çıkıyor.
Öcalan ikilem içinde kalmış durumda; şiddetten
yana tavır takinsa özgürlüğünü ebediyen kaybetmekle
karşı karşıya kalacak; PKK’ya silah
bırak çağrısı yaparak açıktan
barış çağrısı yapsa, Derin Devlet’in
Deniz Baykal’a yaptığını kendisine
de yapacağından çekiniyor (Derin Devlet’in elinde
Öcalan hakkında birsürü malzeme olduğu malum).
Bu son ihtimal Öcalan’i derin derin düşündürüyor
çünkü o da biliyor ki sıradan bir kadastro memurundan
“Kürd Halk Onderi” çıkartan Derin Devlet, elindeki
malzemelerle onu “Kürd İhanet Onderi” de ilan edebilir.
Derin
Devlet denen kirli yapılarda “vefa” olmadığını
bildiğimiz için, tetikçilerini gözünü kırpmadan
harcadığı gibi Öcalan’i da tereddüt etmeden
harcayabilir. Öcalan, ya Deniz Baykal’in durumuna düşmemek
için ömürboyu İmrali’da kalmaya razı olacak
ve “Derin Devlet”e bağlı kalmaya devam edecek
(bu durumda Derin Devlet’in kendisini harcamayacagina
dair hiçbir garanti de yok), ya da özgürlüğüne kavuşabilmek
için biraz hasar görmeyi göze alarak “Legal Devlet” ile
çalışmayı seçecek. Önünde bundan başka
seçeneği ve karar vermek için fazla zamanı olduğunu
sanmıyorum.
Öcalan
son Avukatlar Gorusmesi’nde “Bundan sonra benim rolümü
sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket
alanının sağlanması gerekiyor” ifadesiyle
barış görüşmesine devam etmek isteğini
gösteriyor. Fakat Derin Devlet ve PKK içindeki uzantılarından
çekindiğinden dolayı tavrını net oraya
koyamıyor. Çok açık ve net olarak “siddeti bırakıp
barış istiyorum; PKK Güney Kürdistan’a çekilecek,
Türkiye sınırları içinde hiçbir şiddet
eyleminde bulunmayacak, bulunanlar cezalandirilacak” dese
eli güçlenmiş olacak. Aksi halde çok geç olmuş
olacak çünkü Derin Devlet hızlı hareket ediyor;
hatta denebilir ki DTK ve Kandil’deki “Gundi Kemal” adayları
bile belli. DTK içindeki en güçlü “Guni Kemal” adayının,
yazdığı kitaplarla 28 Şubat cuntacılarına
büyük hizmetler sunan, ulusalcı panellerin demirbaş
katılımcısı, düne kadar Ergenekon’un
sanal alem merkezi ODATV’nin güçlü kalemi olan Faik Bulut
olduğu iddia ediliyor. Kandil’in “Gundi Kemal” adayları
ise muhtelif.
DTK
bildirisini okumaya devam edelim: “Kürt Halk Önderi Sayın
Abdullah Öcalan'ın 'çekiliyorum' açıklaması
karşısında 5. DTK kurulu kendi çalışmalarını
gözden geçirmiş, barış için direniş
ve mücadele zenginliğini yeterince pratikleştiremediği
için özeleştirisini geliştirmiştir. Demokratik
çözüm için Sayın Öcalan'ın ifade ettiği
‘sağlık, güvenlik ve özgürlük’ ilkelerini DTK
temel politik hedefler olarak belirlemiş, bu ilkelerin
hayata geçirilmemesi durumunda bir çözümün gelişme
umudu olmayacağından hareketle demokratik kamuoyunu
duyarlı olmaya ve tarihi bir sorumluluk üstlenmeye
çağırmıştır. DTK dönem anlayışını
Sayın Öcalan'ın geliştirdiği ilkesel
bir tutumun gereği olarak, kendisi ile samimi ve
dürüst müzakere geliştirilinceye, sağlık,
güvenlik, özgürlük ilkeleri uygulanıncaya kadar bir
topyekün direniş iradesi olarak tanımlamıştır.”
Buradan,
DTK’nin ağırlıklı olarak Öcalan’in
arkasında saf tuttuğunu anlıyoruz. Barıştan
yana olan üyelerin Öcalan’i da barış çizgisine
çekmeye çalıştığı seziliyor bu
ifadelerden. DTK içindeki barıştan yana olanlar,
Legal Devlet’in Öcalan ile yaptığı görüşmelerin
ciddiyetine inandığını tahmin ediyorum.
Bugünkü devlet eski devlet değil; “Derin” olan eski
devlet, varlığını devam ettirebilmek
için savaşa ve şiddete muhtaçtı, şimdiki
Legal Devlet’in savaştan hiçbir çıkarı
yok, aksine barışa ihtiyacı var; onun için
Derin Devlet’in eseri olan mevcut kirli savaşı
en kısa zamanda bitirmek istiyor. Onun için, Legal
Devlet’in, Öcalan’la yapmakta olduğu barış
görüşmelerinde ciddi ve samimi olduğu söyleniyor.
DTK’in,
“demokratik çözüm için Sayın Öcalan'ın ifade
ettiği ‘sağlık, güvenlik ve özgürlük’ ilkelerini
DTK temel politik hedefler olarak belirlemiş” ifadesinden,
DTK’nin Öcalan’in özgürlüğü için devrede olduğunu,
verdikleri mücadelenin Kürdler için değil Öcalan
için olduğunu gösteriyor. Bu da, Kemalist Kurd Hareketi’nin
Kurd Sorunu’nda değil Öcalan/PKK Sorunu’nda muhatap
alınmak istediğini gösteriyor. Kürdlerin ekserisini
temsil etmeyen Kemalist Kurd Hareketi’nin Kurd Sorunu’nda
tek muhatap olmadığı malumdur ama Öcalan/PKK
Sorunu’nda doğrudan muhataptır ve en doğrusu
da budur.
DTK’nin
Öcalan için “sağlık, güvenlik ve özgürlük” şartlarının
altını ısrarla çizmesi, DTK’nin, Öcalan’in
Derin Devlet tarafından ortadan kaldırılmaya
çalışıldığına inandığını
gösteriyor. Bu korku, Öcalan’daki korkunun yansımasıdır.
Öcalan, Derin Devlet’e sırt dönmenin kendisine pahalıya
malolabileceginin bilincinde. Onun için, İmrali’daki
Derin Devlet’e bağlı unsurlar tarafından
zehirlenerek ortadan kaldırılmaktan korkuyor
ve Legal Devlet’ten “saglik” konusunda güvence istiyor,
DTK da bunu yüksek sesle dillendiriyor. Devlet’in bu konuda
Öcalan’a güvence verdiği, İmrali’da geniş
çaplı önlem aldığı, personel dahil
birçok radikal değişiklik yaptığı
iddia ediliyor.
“Güvenlik”
konusu, hem İmrali’daki güvenliği kasdediliyor
ama daha çok yakın bir gelecekte düşünülen “Ev
Hapsi” seçeneği için daha ağırlıklı.
Öcalan, güvenliğinin kendisine sadık silahlı
PKK tarafından sağlanmasını istediği
iddia ediliyor. Devlet, Öcalan’in ev hapsi süresince güvenliğini
sağlama garantisi veriyor ama güvenliği sağlama
görevini PKK’ya devretmeyi kabul etmiyor (hem toplumdan
gelecek tepkiler hem de PKK üzerindeki Derin Devlet ağırlığından).
Barış görüşmeleri “Ev Hapsi”ne kadar kazasız
belâsız gidebilirse Öcalan için “Özgürlük” bir adım
ötede olacak. Tabi bu son adım atılmadan, PKK’nin
tamamen silah bırakması istenecek.
Bildirideki
“Sayın Abdullah Öcalan'ın muhataplıkta
tek adres rolüne yönelik yanlış hesapları
Kürt halkının siyasal iradesine saldırı
saymakta, Kürt halkını topyekûn direnişe
davet etmektedir. Bu temelde Kürt Halk Önderi Sayın
Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü için siyasi, diplomatik
ve hukuki alanda çalışmalar yürütecek bir inisiyatifin
oluşması kararına varmıştır”
ifadelerin muhatabı kısmen Öcalan ile görüşen
devlet olmakla birlikte, asıl muhatabı Derin
Devlet’e sırtını dayayıp hafiften
Öcalan’a kafa tutan, şiddeti tırmandırma
eğilimi gösteren derin-Kandil ve onun DTK içindeki
uzantilaridirlar.
Bildirgedeki
“Türkiye, İran ve Irak kirli ittifakı öncelikle
oluşan Kürt ulusal birliğini ciddi bir tehdit
olarak görmekte ve ulusal birliğin kurumsal yapısının
oluşmasını engellemek için her türlü yönteme
başvurmaktadır. Türkiye destekli, İran
devletinin işgal girişiminin ulusal birlik ve
ulusal konferans çalışmalarına saldırı
olduğu açıktır. DTK Kürt halkının
statüsüzleştirilmesi planına karşılık,
tüm ulusal güçlerin birliğini daha da ilerleterek
cevap verilmesi inancını tazelemiştir” ifadesinde
DTK içindeki “derin-Kandil” uzantılarının
etkisi hissediliyor. Buradaki ifadenin, Özgür Gundem’e
“Kandil’e saldıran İran’ın arkasında
Türkiye var” şeklinde özetlenecek mesaj veren ve
adeta savaş kışkırtıcılığı
yapan Faik Bulut’a ait olduğu söylenebilir.
Bu
tehditvari ifadenin ardıdan gelen “Demokratik Özerklik
asla ve asla devlete karşı devlet, iktidara
karşı iktidar kurmak değildir. Toplumun
devletleştirilmesi ve millileştirilmesine karşı
toplumun devlet dışı örgütlenmesidir. Yani
az devlet çok toplumdur. Bu anlamıyla demokratik
özerklik canlı bir organizma gibi sürekli gelişim
ve inşa halindedir… Kürtler ve DTK ayrı bir
devlet ilanı gerçekleştirmiş gibi bir tutum
ve saldırı söz konusudur. Bu şekilde çarpıtılarak
tartışmalar başka bir mecraya çekilmek
istenmektedir. Bunun bir devlet ilanı ya da ayrılma
veya kopuş ilanı olmadığı bilinmektedir”
ifadelerde barış yanlısı DTK üyelerinin
ağırlığı hissediliyor. Bu açıklama
ile Öcalan ile barış görüşmesi yapan Legal
Devlet’e barış konusunda teminat veriliyor.
Verilen bu teminat DTK içindeki “derin” unsurlara rağmen
tutulabilirse, devlet/hükümet tarafından da ciddiye
alınacağını tahmin edebiliriz. Bu
konuda en büyük engel devletten çok Derin Devlet’in güdümündeki
DTK üyeleri ve Kandil’den gelebilir.
Bildirideki
“Sonuç olarak, Kürt halkı ve demokrasi güçleri olarak
kirli ittifaklarla, inkar ve imhaya dayalı politikalarla
Kürt ulusal birliğimize ve kendimizi yönetme irademize
dönük bu saldırıları kınamakla birlikte
bu politikaları boşa çıkarmaya dönük güç,
birlik ve iradeye sahip olduğumuzu ve direneceğimizi
bir kez daha vurgulamak isteriz. Her koşul altında
Kürt halkı olarak 'ulusal varlığımızı
koruyacak, özgürlüğümüzü sağlayacağız”
ifadeler meydan okuma gibi gelse de nabza göre şerbet
babindan her kesime mesaj var. Buradaki “kirli ittifaklarla”dan
kasdin, Derin Devlet ile Kandil (ve DTK içindeki bazı
üyeler) arasındaki kirli ittifak olduğunu tahmin
ediyorum. “İnkar ve imha” ile ilgili kısmın
muhatabı da devlettir. Eğer DTK, yayınladığı
bildirgesinde samimiyse ve olağanüstü bir değişim
olmaz ise “DTK’nin 5. Genel Kurulu’nda ağırlıklı
olarak barış mesajı cikti” diyebiliriz.
Savaş
kolay, barış zordur. Bu süreçte birçok sabotajlar
olacaktır muhakkak ama barışta samimi iseler,
er veya geç barışa ulaşılabilir. Ortam
barışa uygun, bu ortamı barış
mevsimine dönüştürmek mümkün. Her iki tarafın
samimi ve adil olmaları gerekir. “Ne kopartirsam
kar” mantığıyla değil, “kazan-kazan
(win-win) prensibi”ne göre hareket ederlerse herkes kazanır.
Barış sağlanabilirse, Kemalist Kurd Hareketi’nin
silahlı gücü PKK seçimlerde “baski unsuru” olarak
kullanılamayacak, kullanılmamalıdır.
Kemalist rejimin baskısından kurtulup Kemalist
Kürdlerin baskısına girmek istemeyiz. Muhalif
Kürdler de rekabete açık, özgür Kürdistan’da kendi
siyasi hareketlerini rahatlıkla kurabilmeli, siyasi
faaliyetlerini serbestçe yapabilmeliler. Yapacaklar da.
Öcalan
bir nebze gördü sanıyorum, derin-Kandil de Derin
Devlet’in dişlerinin sokulduğunu artık
görmeli. Derin Devlet’e güvenerek adım atar ve şiddeti
koruklerse, körüklediği şiddetin çok kurbanı
olur ama en büyük kurbanı kendileri olur, belki bu
son kirli savaş kendilerinin de sonları olur.
5
Ağustos 2011
http://www.nasname.com/Yazarlar/cakbay/9599.html
|