ŞIVAN PERWER-ARINÇ GÖRÜŞMESİ,
TRT-6 VE BİR „ELEŞTİRİ“ YÖNETEMİNE
DAİR
D. Mîrza
Kısa bir süe önce, Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç ile yaptığı görüşme
ve bununla bağlantılı olarak basına
yansıyan kimi haberler yüzünden Şıvan Perwer
yoğun „eleştiri“lere hedef oldu. Burada „eleştiri“
sözcüğünü tırnak içerisinde veriyorum çünkü
bu konuda yazılanlar, gerçekten de eleştiri
boyutunu aşan bir yıpratma ve mahkum etme kampanyası
şeklindeydi.
Bu konuya değinirken, öncelikle şu noktanın
altını çizmek isterim: Ben şahsen Şıvan`ın
Türk politikacıları ile bu tür medyatik görüşmeler
yapmasını doğru bulanlardan değilim,
hatta onu bazı yönlerden sakıncalı kabul
ediyorum. Çünkü Şıvan, halkımızın
çok sevdiği, çok değer verdiği büyük bir
sanatçıdır. O, bir bakıma, ülkesi parçalanmış,
kölelikten daha geri koşullarda yaşamaya mecbur
edilmiş bir halkın direniş çığlığıdır.
Bir semboldür o. Bu yüzden de, attığı her
adımda bu gerçeği gözden uzak tutmamak ve çok
dikkatli davranmak her kesten önce de Sıvan`ın
kendisine düşer.
Kaldı ki Şıvan`la yapılan bu tür
görüşmelerin arkasında kimi politik hesaplar
bulunduğu bir sır da değil. Kürt dili ile
eğitim gibi temel bir hak söz konusu olduğunda
bile en katı kemalistlerden farksız bir tutumla,
ırkçı „tek dil, tek bayrak, tek millet“ sloganını
haykıranlara bu yönden güven duymak için fazla bir
neden olmasa gerek.
Beri taraftan, sırf bir görüşmede bulundu ya
da her hangi bir konuda, hoşa gitmeyen sözler söyledi
diye Şıvan`ı ya da başkasını
suçlu sandalyesine oturtmaya çalışmak, onun
ilgili cadı kazanları kaynatmak ise sadece yanlış
değil, demokratlıkla ilgisi olmayan çok tehlikeli
bir yaklaşımın ifadesidir. Unutmayalım
ki tekçi ve totaliter bir rejime giden yolun parke taşlarının
döşenmesine, en başta kendi gibi düşünüp
davranmayanı, paranoyak bir yaklaşımla
tehlikeli ve düşman olarak görme eğilimi ile
başlar. Kafalarda tartışılamaz doğrular
bir kez yaratıldı mı, onları sahiplenme
ve koruma uğruna meşru kabul edilmeyecek kötülük
kalmaz. Bu eğilim giderek her türlü hoşgörüyü
ortadan kaldırmaya ve yerini düşmanca bir yok
etme duygusuna terk etmeye kadar varabilir.
Devlet sahibi olmayı bir yana bırakalım,
henüz asgari ölçüde kendi kendini yönetme hakkına
dahi kavuşamamış Kürtlerin, bu konuda dünden
bu güne yaşadıkları sorunlar, çektikleri
acılar bilinmeyen şeyler değil. Küt politikasındaki
kimi eğilimlere baktığımızda,
bu yönden ciddi endişelere kapılmak için de
yeterli nedenler mevcuttur sanıyorum.
Şıvan`a yönelik politik linç kampanyasın
sırasında, Başbakan Yardımcısı
ile yaptığı görüşmenin yanısıra,
TRT-6 ve Şıvan`ın bu kanalın programlarına
katılması da gündemde sıkça yer aldı.
Özgür Politika gazetesinin kimi köşe yazıları
bu vesile ile TRT-6`i bilinen sert ve redçi tutumları
ile eleştirilerken, onu programlarına katılmayı
da adeta bağışlanamaz bir günah şeklinde
lanse etmeye kalkıştılar. Bu yazarların
dolaylı ve dolaysız mesajlarına bakarsanız,
TRT-6`te program yapmak adeta Kürt halkına ihanet
etmek ile eşdeğerdedir.
Benim bu konuda da görüşüm söz konusu arkadaşlarınkinden
farklıdır. Bir kere TRT-6`in varlığına
karşı çıkma anlayışı bana
yanlış geliyor. Örneğin konuya ilişkin
olarak ileri sürülen gerekçelerden biri, Devletin bu televizyon
kanalını faaliyete geçirmesinin arkasında
politik hesaplar olduğudur ki ben de buna aynen katılıyorum.
Devlet elbette bir takım hesaplar yaparak böyle bir
adımı attı.
Ama yine de devletin hesaplarını, demokratiklik
ölçütünü ve yayın kalitesi gibi etkenleri öne sürerek
Kürt dili ile 24 saat yayın yapan bir TV kanalına
karşı çıkmak doğru bir tutum değil
diye düşünüyorum. Neden?
1)
TRT-6, devletin kendiliğinden, kendi Kürt politikasını
gözden geçirme sonucu atılmış bir adımın
ürünü değil. Bu, Kürt halkının önüne geçilemez
özgürleşme mücadelesinin devleti mecbur bırakması
sonucu atılmış bir adımdır. Yani
bağışlanan değil, direnilerek kazanılan
bir haktır.
2)
TRT-6`in yayına başlaması, kemalizm bakımından
tam bir geri adım, bir yenilgidir. Bir, 1923`lerden
yani kurulduğundan bu güne kadar devletin Kürt dili,
kimliği ve kültürü ile ilgili olarak söylediklerini
ve yaptıklarını göz önüne getirin, bir
de TRT-6`in yayına başlamasını. Bu,
Türk sömürgeci sistemi için tam bir ideolojik yenilgi,
zırhtan örülmüş sisteme ait duvarlarda koca
bir gedik açılması olayı değil mi?
3)
Nitelik açısından yöneltilebilecek eleştirilerin
haklılık derecesi ne olursa olsun, 24 saatlik
Kürtçe yayının, Kürt dilinin gelişmesine
katkı sağlayacağı da bir başka
gerçektir.
4)
TRT-6`in, Kürt televizyonlarını, özellikle de
Roj TV`yi kendi yayın kalitesini gözden geçirmeye
ve geliştirmeye zorlayan rekabetçi bir yanı
da var ki bunun yararını da gözden uzak tutmamak
gerekir. Tabi Roj TV de TRT-6 bakımından böyle
bir özelliğe sahiptir.
Sonuç olarak TRT-6`e çıkmak, onun programlarında
yer almak bir başına bir suç teşkil etmez.
Bunu yaptı diye Özgür Politika yazarlarının
öteden beri yaptıkları gibi insanları adeta
hain ilan etmek haksız ve yanlış bir tutumdur.
Burada önemli olan, bu programlara katılan kişinin
söyledikleri, verdikleri mesajlardır. Türk basınında,
demokrat ve halkımıza dost olan kesimlerin varlığı
ve bunların sorunun çözümüne katkı sunmaya yönelik
samimi çabaları tartışma götürmez. Ama
bu basında, her fırsattan yararlanarak halkımızın
haklı davasını haksız göstermeye,
sahte kurtuluş reçeteleri ile onu sistemin sınırları
içerisine çekmeye hatta kışkırtıcılık
yaparak Kürtleri birbirine düşürmeye yönelik çabaların
varlığı da görmezlikten gelinecek gibi
değil. Kanımca basınla ilişkilerde
asıl göz önünde tutulması gereken noktalar bunlar
olmalıdır.
Tersini yaparsak, yani eğer sırf “politik hesaplar
var” ya da „Türk sömürgecilerine aittir“ diyerek Türk
basını ile ilişkiye karşı çıkacaksak,
o zaman bunu her kesime uygulamamız gerekir. Örneğin,
Özgür Politika yazarlarının savundukları
politik çevre, Kütler içerisinde Türk basınında
en fazla yer alan çevredir. Söz konusu yazar arkadaşların,
TRT`6 programlarına katılma konusunda Şıvan
Perwer veya başkalarına uygulamaya kalkıştıkları
ölçüler kendilerine yakın çevreye uygulansa sonuç
nereye varır, bir düşünün! TRT-6 “tu kaka” da
Hürriyet, Milliyet, Sabah gibi yazılı basın
organları ile düzinelerle Türk televizyonu çok mu
iyi ya da farklılar? Bu basın, zaman zaman PKK
yöneticileri ile yaptığı röportajları
yayınlamıyor mu? DBP yöneticileri Türk basınında
az mı boy gösteriyorlar? Peki onların kullandıkları
bu hak, başkaları için neden günah oluyor?
Kaldı ki TRT-6`e esastan karşı çıkmak,
bir başka yönden de ciddi bir tutarsızlık
örneğidir. Kürtler olarak bizler, öteden beri devletin
Kürt dili üzerindeki baskılarından yakınıyor
ve bu haksız durumun sona erdirilmesini istiyoruz.
Kendi dilimizle yayın yapan radyo ve televizyonlara
kavuşmak, sürekli vurgu yaptığımız
haklar arasındadır. Şimdi tüm eleştiri
götürecek yanlarına rağmen, bu doğrultuda
atılmış bir adım var ve içimizden
bazıları ona ateş püskürtüyorlar; bu ne
perhiz ne lahana turşusu!
Yine örneğin, Kürtler şu sıralarda dil
hakları ile ilgili önemli taleplerde bulunuyorlar.
Diyelim ki gün geldi, devlet Kürtçenin eğitim dili
ya da ders olarak okullara girmesini kabul etti. Peki
ne diyeceğiz o bunu yaptığı zaman?
Devletin hesapları var ya da eğitim demokratik
değil diye öğretmenlere derslere girmeme, anne
ve babalara ise çocuklarını okula göndermeme
çağrısı mı yapacağız? Kürtçe
bilen Kürt öğretmenler bu işi yapmazlarsa, kim
yapacak? Uzaydan birilerini mi düşünüyoruz yoksa?
Üzerinde durduğumuz konu ile bağlantılı
olarak düşünüldüğünde, Kürt hareketinin en kitlesel
ve politik olarak ta en etkin durumda olan kesiminin iki
temel noktada zorlandığını görmek
güç değil.
Birincisi, bu hareket, öteden beri sürdürdüğü tekçi
anlayıştan henüz kurtulabilmiş değil.
Son yıllarda, bu yönde kimi olumlu emareler ortaya
çıkmış olsa da, temel bir değişimin
gerçekleştiğini söylemek için zaman henüz hayli
erken.
İkincisi, bu hareket, devletin Kürt politikasındaki
kimi değişikliklere uygun yeni politik projeler
üretmekte zorlanıyor. Kuşkusuz, Türk devleti,
1923`lerden beri sahip olduğu Kürt politikasında
henüz stratejik anlamda bir değişiklik yapmış
değil. TRT-6`in yayına başlaması türünden
şeyler, taktiksel düzeyde atılan adımlardır.
Ancak böyle bile olsa, bunları abartarak zamansız
hayallere kapılmak ne kadar yanlışsa, onları
küçümsemek ya da hepten görmezlikten gelmek de o derece
yanlıştır.
Konuyu, eleştiri anlayışına ilişkin
bir değerlendirme ve öneri ile kapatayım:
Kürt politik yaşamında farklılıkların
değerlendirilmesi ve tartışma, maalesef
bu güne kadar sağlıklı bir çizgi üzerinde
yürümedi. Siyah-beyaz anlayışı, diğer
bir deyişle “Benden ya da bana ait olan iyi, olmayan
ise kötüdür” anlayışı yıllarca tartışmalarımıza
damgasını vurdu. Ne var ki Kürtlerin bu gün
artık bu kısır döngüyü aşacak olgunluk
düzeyine eriştikleri de bir gerçektir ki bu çok sevindirici,
umut verici bir durumdur.
Dünyaya ayak uyduran, gerçekten özgür bir toplum olarak
yaşamak istiyorsak, sadece sömürgeci boyunduruğun
kırılması için değil, kendi içimizdeki
anti-demokratik eğilimlere ve tabulara karşı
da çok açık şekilde tavır almamız
gerekir. Bütün toplumlar gibi bizi de ileriye götürecek
en önemli etken açıklık, sorunlarımızı
özgürce tartışma, farklılıklarımızı
uygarca ölçüler içerisinde ortaya koyma ve kabullenme
alışkanlığıdır. Dile getirdiğimiz
görüş ne kadar haklı olursa olsun, onu başkalarına
hakaret edecek ya da çamur atacak tarzda ifade etme hakkına
sahip olmadığımızı bilmek zorundayız.
Karşılıklı saygı ve değerlendirmelerde
objektiflik, eleştirinin vazgeçilemez iki temel kuralını
oluşturmaktalar. Bunların göz ardı edildiği
noktada, tren raydan çıkmış demektir.
|