PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Pirs û Bersîv
Soru / Cevap
Webmaster
1
 
 
DİN VE DEVLET

Yılmaz Çamlıbel

Dünyanın her yerinde din ile devlet, toplumu derinden etkileyen en önemli iki kurumdur. Bu kurumlar, bazı toplumlarda iş ve güç birliği yaparken, bazıların da ise bir birine rakip konumdadırlar.

Ortaçağ Avrupa’sında kilise, en büyük toprak ağasıydı. Örneğin Fransa’da, ülkede mevcut toprağın yarısı kiliselere aitti. Bu nedenle din, toplum içinde, mal, mülk, para, dolayısıyla itibar ve güç sahibiydi. Bu rantın kaymağını yiyen kilise üst yöneticileri süreç içinde, bir ruhban sınıfını -kilise bürokrasisini- oluşturdu. Bu sınıf yalnız halkın değil, kral ve imparatorların üstünde bile büyük bir egemenlik kurdu ve onları denetledi.

Feodalizmi yıkan burjuva sınıfı, kilise ile feodal beylerin toprakları başta olmak üzere tüm varlıklarına el koyarak, ekonomik damarlarını kesti. Onların gücünü kırarak, kendisine rekabet edemeyecek bir konuma soktu. Kiliseyi, ekonomik yaşamın dışına attı. Boşalan bu ekonomik alana devleti yerleştirdi. Buna da laisizm adını koydu. Osmanlı’da, camilerin kiliseler gibi malı, mülkü ve toprağı yoktu. Bu nedenle dolayı İslamiyet’te bir ruhban sınıfı oluşmadı.

Yıkılan Osmanlı feodalizminin enkazı üzerinde ulusal bir devlet kuran Kemalistler, bir taraftan batının laisizmini savunurken, diğer taraftan batının yaptıklarının tam tersini yaptılar. Kurdukları Diyanet İşleri Başkanlığı makamıyla, dini devletin içine soktular.

Osmanlı döneminde, din işleri, gönüllülük esasına göre, parasız yapılırdı. Her hangi bir insan, cemaate namaz kıldırır, hutbe okurdu. Hutbenin konusunu kendi seçerdi. Cumhuriyet döneminde, resmi ideolojisini beyinlere kazıyan hutbelerin konularını, bizzat devlet seçti ve bunu maaşla çalıştırdığı imamlara okutturdu. Laik diye nitelendirilen cumhuriyet rejiminin bu uygulaması sonucunda, İslamiyet’te bir ruhban sınıfı meydana geldi. Bu gün, Diyanet İşleri Başkanlığında maaşla çalışan din adamlarının adedi 80 bine ulaşmış bulunuyor. Devletin çalıştırdığı doktor adede ise 60 bin civarındadır. İşte Kemalist laiklik budur.

Kısacası, demokrasi, adalet, hukuk, çağdaşlık gibi konularda olduğu gibi, laiklik konusunda da, Kemalistlerin fikriyle zikri, bir birleriyle uyuşmuyor. Köylü kurnazlığıyla herkesi uyutmaya, kandırmaya çalışıyorlar. Bazı insanları kıtıpiyos bir maaşla  satın alarak, kendisini satmayanları ise baskı altına alarak, hapse atarak, gerektiğinde öldürerek, İslam dininin resmi ideolojiye rakip hale gelmesini önlemeye çalışıyorlar. Daha doğrusu, Kuran’ı Allah’ın emrinden çıkarıp, Türk sermaye sınıfının emrine koyuyorlar. Diyanetin bütçesinden sevaplanan din adamları da, kurulu düzenin bekası için, Allah adına cihada çıkmış bulunuyorlar.

Rejim savunucularının sık sık dile getirdikleri bir ikiyüzlülüğüne daha dikkat çekmek istiyorum. Bu kişiler sürekli olarak “Okula, kışlaya, camiye politika sokmayalım.” diyip duruyorlar. Ama kendileri bu kurumları, resmi ideolojinin propaganda alanı haline getiriyorlar. Generaller, Diyanet ve YÖK yöneticileri laiklik adına, rejim yanlısı dindarları yücelten, rejim karşıtlarını ise aşağılayan propagandalar yapıyorlar.

Özellikle camiler, tıpkı Taliban, El Kaide ve Hamas misali, resmi ideolojisinin propaganda merkezleri haline getirilmiş bulunuyor. Derin Devletin hazırladığı hutbeler, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla camilerde tam bir beyin yıkama işlevi görüyor. Bu hutbelerde, camideki ahalinin ırk, sınıf, cins, dil ve kültürü üzerine yapılan demagojik konuşmalarla halk kitleleri hem aşağılanıyor, hem de düzenin sadık kulları haline getiriliyor. Bu uygulamalar sonucunda, zaman zaman kutsal değerler, alay konusu bile oluyor.

23 Nisan 2004 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde çıkan bir haberde, söylediklerimi kanıtlayan bir olaydı. Habere göre Diyanet İşleri Başkanlığı, 18 haziranda camilerde okunmak üzere “ Ülkemizi kalkındırmak, toplumsal bir görevdir.”  Başlıklı bir hutbe hazırlamış.

Hutbede, İslam Dini’nin helal yoldan servet sahibi olmayı teşvik ettiği belirtildikten sonra şu ayet örnek göstermiş. “Size rızk olarak verdiğimiz şeyleri Allah yolunda harcayın. Size ne oluyor da, Allah yolunda harcamıyorsunuz?”

Yine hutbeye göre iş adamlarının kazançlarını yatırıma çevirmeleri öneriliyor ve şu ayete dikkat çekiliyor. “Bunu yapmayanlar ahrette göğüs, sırt ve alınlarından dağlanacaktır.” Gel de bu işe şaşma.

Siz ömrünüzde böyle bir ayet olduğunu hiç duydunuz mu?  Ama Türk devletinin bütçesinden geçinen din adamlarımız, egemenlerin işine gelen ayet ve hadisler yaratarak, maaşlarını hak etmeye çalışıyorlar.

Bu haber üzerinde düşünürken, bu sefer 7. kanalda, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı, Fetva bölümü başkanının konuşmasını dinleyince şaşırıp kaldım. Bu din adamı da, kendilerine soru soran bir vatandaşa şu fetvayı veriyordu. “Futbolda şike için verilen para haram, galibiyet için verilen para ise helaldır.”

Bilindiği gibi, İslam peygamberine inen ayetlerle, peygambere ait olan hadislerin ortaya çıkış tarihi, 1400 yıl önceye dayanıyor. O dönemlerde Mekke ile Medine halkı, bir biriyle savaşıyordu. Ama benim bildiğim, Mekke Spor ile Medine Spor arasında futbol maçı oynanmıyordu. O halde, futbolla ilgili bu fetva,  nereden çıktı? Bu dinle alay etmek, onu komik duruma düşürmek değil midir?

Böyle giderse, yarın öbür gün, “Önündeki arabayı sollayan kişinin namazı kılınmaz. Greve giden işçinin karısı boş düşer. Kemalizmi savunmayanlar cehennemliktir.” Biçiminde fetva duyarsak şaşmamalıyız.

Ben bu köşeden Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan şu sorularıma fetva vermesini rica ediyorum. Kuran’ı Allah’ın emrinden çıkarıp, Türk kapitalist sınıfın emrine koyan bir kişi, Müslüman sayılır mı? Devletin verdiği maaş karşılığında, düzenin devamı ve güçlendirilmesi için yapılan baskı, zorbalık ve sömürüye dini kılıf uyduran bir imam, cennete mi gider, yoksa cehenneme mi?

“Atatürk olmasaydı, camiler kapanır, ezan sesi duyulmazdı, Müslümanlığın sonu gelirdi.” Ne anlama geliyor? Yani Allah, Atatürk olmadan, camiyi, ezanı ve İslamiyet’i koruyamıyor mu? Bu Allah’a şirk koşmak değil midir?

“Tüm bitki, hayvan ve ulusları Allah yarattı. Onlara farklı diller ihsan etti.” Demesine rağmen, Türk yöneticilerinin Kürtçe’yi yasaklamasına ses çıkarmayanlar, Allah’a karşı çıkmış olmuyorlar mı?

Kafkasya ve Kosova’lı Müslümanlara yapılan mezalime karşı çıkıp, Halepçe’de kimyasal silahlarla katledilen Kürt Müslümanları gömemezlikten gelen insanlara, Müslüman mı, yoksa münafık mı demek daha doğrudur?

Belediyenin yol yapmak amacıyla kestiği bir ağaç için çıngar çıkaran, Kürdistan ormanlarının yakılmasına ise ses çıkarmayan, çevreciler insan sayılır mı?

Terörle mücadele bahanesiyle, Müslüman Kürt halkının, tarla, orman ve köylerinin yakılıp yıkıldığı, sivil Kürt halkın öldürüldüğü günlerde, camilerde “Karada, havada ve denizde, ordumuzu muzaffer eyle ya Rabbi.” Biçiminde sözler söyleyen bir din adamıyla, bu duaya “Amin” diyen bir cemaat Müslüman sayılır mı?

 

 

  Dengê Kurdistan © 2003