|
Geçmişi
bilmeden geleceğe yürümek
Fehmi Atmaca
Kürt
sorunu ile ilgilenen ve bu sorunu kendine dert edinen
kişi ya da çevrelerin gündemlerinde doğal olarak
birinci sırada Kürt sorunu bulunmaktadır.
Her
sorunda olduğu gibi, Kürt sorunun çözümü de önce
doğru bir teşhisten geçmesi gerekir. Bir doktor
hastasını iyileştirmek için nasıl
ki hastanın geçmişini araştırıp,
genetik yapısını, beslenme şeklini
ve alışkanlığını vs. inceleyerek
doğru bir teşhisde bulduktan sonra tedaviye
başlıyorsa, Kürt sorunun çözüm anahtarını
da, aynı yol ve yöntemlerde aramanın doğru
olacağı kanısındayım.
Bu
yazıda benim amacım bilimsel bir analiz yapmak
değil, benim haddim de değil, amacım, yakın
tarihte yaşanmış ve günümüzde polemik konusu
yapılan ve bazı kişi ve kurumların
siyasi rant elde etmek amacıyla kullanmaya ve çarpıtmaya
çalıştıkları bazı hususlara bildiğim
kadarı ile, az da olsa açıklık getirmektir.
Bilindiği
gibi Kürt ulusal hareketi 1937-38 Dersim Katliamından
sonra uzun bir süre suskun kaldı. Taki, “49lular”
olarak tarihe geçen 50 Kürt aydının (birisi
cezaevinde ölmüştür) kamuoyuna yayımladıkları
bir bildiri ile, bu suskunluk bozulmuştur. TİP
içinde Kürtlerin sesi tekrar yükselmeye başlamış,
ancak bu partinin içindeki ulusalcı sözde Kemalist
solcuların provakasyonları nedeniyle TİP
Kürt sorunundan uzaklaştığı halde,
işlemez hale getirilince; Kürtler kendi öz ve ulusal
güçlerini oluşturmak için, ülkenin siyasal ve idari
yapısı legal örgütlenmeye elverişli olmadığından,
o dönemin iki kutuplu dünyanın koşullarına
göre en uygun safta konumlanarak, illegal olarak örgütlenmek
zorunda kaldılar. Bu örgütlerden bir tanesi de Kemal
BURKAY ve arkadaşlarının 1974 yılının
sonunda kurdukları, o günkü adıyla TKSP, bugünkü
adıyla PSK’dir. TKSP, Özgürlük Yolu adıyla halk
içinde kısa sürede, halkı bilinçlendirmek suretiyle,
demokratik, barışçıl yol ve yöntemler kullanarak
halkı örgütlemeyi başardı. Bu başarıyı,
1977 yılında Diyarbakır’da, 1979 yılında
da Ağrı’da belediye başkanlıklarını,
halkın ezici çoğunluğunun oyları ile
kazanarak gösterdi. Ancak bu süreç 12 Eylül 1980 askeri
darbesi ile sekteye uğratıldı ve militarizmin
doğası gereği Kürt ulusal mücadelesinde
yeni bir yöntem devreye girdi, halen de devam ediyor.
Militarist
mücadele yönteminin çıkmaz yol olduğu yavaş
yavaş görülmeye başladığından,
halk Özgürlük Yolunu arar duruma gelmiştir. Bunu
haz edemeyen kişi ve çevrelerin de boş duracağını
sanmak safdilliktir.
Bu
nedenle, Özgürlük Yolu’nun geçmiş dönemlerindeki
başarılarının ve eksikliklerinin ya
da kadrolarının başarı ve zaaflarını
bilen o dönemin tanıkları, o dönemin başarılarını
da sahiplenerek, halka doğru anlatırlarsa, tarihi
sorumluluklarını yerine getirmiş olurlar.
Özgürlük Yolu’nun geçmişini anlatmak ve analiz etmek;
ona gönül veren ve perdenin gerisini ve önünü tüm detayları
ile bilenlerin işi olmalı; maalesef son zamanlarda,
gelişen teknolojiyi de fırsat bilen bazı
kişiler bilerek ya da bilmeden, Özgürlük Yolu’nun
altın harflerle tarihe yazılması gereken
bu dönemini çarpıtmaya ve kişiselleştirmeye
çalıştıkları üzüntü ile izlenmektedir.
İşin acı tarafı, bu duruma,”Kemal
BURKAY anılarında bu döneme açıklık
getirmiştir” olgusunu bahane göstererek müdahale
etmesi gerekenlerin vurdum duymazlığıdır.
İşin
esasına gelelim.
Bilen de bilmeyen de yanlış, yalan kaynaklara
dayanarak bir hareketin Diyarbakır’daki, altın
harflerle tarihe yazılması gereken bir dönemini,
Mehdi Zana’nın kişisel başarısı
gibi göstererek başlattıkları karalama
ve yok etme çabasının bir benzeri de Ağrı’da
yaşanmaktadır. Ağrı’da Özgürlük Yolu
hareketinin adayı olarak belediye başkanlığını
kazanan Urfan Alpaslan’ın 6 aylık gibi kısa
bir başkanlık dönemi hafızalarda halen
silinmemiştir. Yakıtın, şekerin ve
yağın karaborsadan bin bir zorlukla, alım
olanağı olanların ancak temin edebildiği
bir ortamda halka bu sıkıntı yaşatılmamış,
hareketin tüm kadrolarının fedakarca çalışması
ve bu fedakarlıktan etkilenen halkın yardımı
ile, karaborsa malları yakalanarak “satış
tanzim mağazalarında” maliyetine alım gücü
olmayanlara da bedava dağıtılırdı.
O dönemin, başarılarını ve kazanımlarını
kollektif ve sorumluluk bilinci ile yürütülen çalışmaların
ürünü olarak görmek gerekir.
Doğal
olarak, başarılar kendilerine rol verilen kişilerin
şahsında değer bulmakta, bu kişilerin
daha sonraki süreçlerde koşullar değiştiğinde,
şayet olumsuz tutum ve davranış içine girmişlerse,
onların bu tutumundan dolayı, tarihe mal olmuş
bir dönemi, onların olumsuzluklarını gerekçe
göstererek mahkum etmek ya da sahip çıkmamak devrimci
ahlak ve yurtsever anlayışı ile bağdaşmadığını
bilmek gerekir.
Kişilerin
zaaf ve hataları olabilir, bu da doğal bir şeydir.
Bin bir emekle elde edilen bu kazanımlarda, ”Kimin
başarı payı daha büyük, kimin ne kadar
hatası vardı”, ayrı bir değerlendirme
konusu, umarım bu konuda objektif değerlendirmeler
yapacak kişiler çıkar.
Bu
günlerde, Urfan Alpaslan ile ilgili, sosyal paylaşım
medyasında bir tartışma başlattılar,
İlgisi ve bilgisi olmayan bazı kişiler
onun kahramanlıklarını anlatır dururlar.
Bu kişilere bakıyorum, gerçekten de Urfan Alpaslan’ı
ne kadar tanıyorlar; tanıdıklarını
ve onun hakkında bilgi sahibi olduklarını
da sanmıyorum. Neden böyle bir şeye gereksinim
duyduklarını ya da nereden dürtüldüklerini de
bilecek durumda değilim.
İşin
daha ilginç tarafı, sorumluluk duyması gerekenlerin,
sorumsuzca, ilgi ve bilgi sahibi olmayan bu kişilere
yine sosyal paylaşım medyasında verdikleri
ilginç cevaplar; onlar da aksini ileri sürmek için verdikleri
cevaplarla, sahip çıkılması gereken bir
dönemi nasıl heba ettiklerinin farkında bile
değiller.
Her
türlü yolu deneyerek Özgürlük Yolu’nu tarih sahnesindeki
yerinden koparamayan bazı çevreler Urfan Alpaslan’ın,
Özgürlük Yolu’ndan ayrılarak silahlı mücadele
yolunu seçerek şehit düştüğünü ve Özgürlük
Yolu’nun o dönemdeki başarılarını
onun şahsına mal ederek kendi hanelerine yazmaya
çabaladıkları bir ortamda, böyle gereksiz ve
anlamsız bir tartışmanın kime ne yararı
dokunacaktır diye kendi kendimize sormamız gerekmiyor
mu? Hele buna duyarsız ve ilgisiz kalan, yeri geldiğinde
mangalda kül bırakmayan sorumlulara ne demeli.
Oyunun
son perdesi; 1989 yılında, CHP’den Belediye
Başkanı seçilen rahmetli Fevzi Bulut, Cumhuriyet
tarihinden beri belediye başkanlığı
yapan tüm başkanlar adına şehrin değişik
yerlerinde birer çeşme yaptırdı. Bu çeşmelerden
bir tanesine de Urfan Alpaslan adı verildi, üzerlerine
de “bu çeşme 1992 yılında Belediye Başkanı
Fevzi Bulut tarafından yaptırılmıştır”
şeklinde bir ibare yazıldı. Aradan yaklaşık
20 yıl geçmesine rağmen bu çeşmelerden
su akmadığı gibi bakımsızlıktan
dolayı yıkıldılar ve birer enkaz haline
geldiler. Daha sonra sırası ile Fazilet Partisi,
HADEP ve son iki dönem AKP belediye başkanlıklarını
kazandılar. Bu dönemlerde çeşmelerin restorasyonu
ya da daha uygun bir yere yapılması hiç birisinin
aklına bile gelmedi. Zaten köy görünümde olan Ağrı’nın
estetiğini iyice bozan bu enkazlara hiçbir belediye
başkanı dokunmadı, zamanla da aşınarak
üzerlerine yazılı isimlerde okunmayacak duruma
geldiler. Bu günlerde şehirde yeni bir yapılanma
çalışması kapsamında bu enkazlarında
kaldırıldığı göze çarpıyor.
Bu
durumu siyasi ranta çevirmek isteyenlere sormak gerekir.
Siz 4 yıl belediyede kaldınız Urfan Alpaslan’ın
adını neden bir caddeye veya bir parka vermediniz?
Cevabı da çok basit. Çünkü siz o dönemi inkar ediyorsunuz
ve hatırlanmasını istemiyorsunuz. Sadece
Orhan’ın isminin etrafından dönerek siyasi ranta
çevirmek istiyorsunuz. Unutulmasın ki, o dönem Mustafaların,
Metinlerin, Yılmazların, Burhanların ve
Hasanların şehadetlerinin şahididir. Hiç
kimsenin bu dönemi karartmaya ve tarihten silmeye gücü
yetmeyecektir.
|