Balıklar ve İnsanlar
Fikret Başkaya
Eskiden,
“Ol mâhiler ki derya içredirler, deryayı’ bilmezler”
denirdi... “Balıklar denizde yaşar da denizi
bilmezler”... Maalesef ‘insanlar da ‘kapitalist bir dünyada
yaşıyorlar ama kapitalizmi bilmiyorlar...” Oysa
şu kapitalizm denilen musîbet, şu Allahın
belası sistem, insan yaşamının her
veçhesini, her anını, belirliyor, biçimlendiriyor,
biçimsizleştiriyor, çarpıtıyor, dejenere
ediyor, her gözeneğine nüfûz ediyor, akıl almaz
bir tisünami gibi her şeyi kapsıyor, sayısız
insânî, toplumsal, ekolojik kötülüklere kaynaklık
ediyor. Velhasıl tam bir sürdürülemezlik, sürdürülebilemezlik
durumu ortaya çıkarmış bulunuyor...
Ve
fakat, egemen söylem, tam da kapitalizmin sürdürülebilemezlik
durumu ortaya çıkardığı bir zamanda
ve tuhaf bir şekilde, sürdürülebilir kalkınma
söylemini peydahlamış bulunuyor. Bilindiği
veya bilinmesi gerektiği gibi, bu tam bir ideolojik
manipülasyondur. Zihinsel bir dalaveredir. Bu bir oxymoredur
ki, oxymore, yanyana getirilmesi caiz olmayan,
uygun olmayan, antinomik, karşıt anlamlı
iki kelimeyi veya kavramı yan yana getirmeye deniyor:
Faizsiz bankacılık gibi, parlak karanlık
gibi... Hem banka olacak hem de faizsiz olacak! Böyle
bir şey mümkün müdür? Oysa, bu dünyada ve kapitalizm
geçerliyken kalkınma diye bir şey mümkün
değildir. Ve esasen kapitalizm koşullarında
kalkınma denilen sermayenin büyümesidir,
sermayenin genişletilmiş ölçekte yeniden üretilmesidir.
Sermayenin büyümesi eşittir kalkınma şeklinde
bir özdeşlik varsaymak abestir. Kalkınma diye
bir şey mi var da, sürdürülebilirliğinden
söz edilsin?
Eğer
balıklar ‘denizde yaşadıklarını
bilselerdi’ durum değişir miydi? Zira, balıklar
ölüyor, hızla yok oluyor... Bu soruyu tartışmayı
sonraya bırakarak, geçerken şu kadarını
söyleyebiliriz: Eğer insanlar ‘kapitalist bir toplumda
yaşadıklarını bilselerdi, velhasıl
kapitalizmi bilselerdi, anlasalardı, onu anlayacak
yüksekliğe çıkabilselerdi, balıkların
ölümünü engelleyebilirlerdi... Başka türlü ifade
edersek, insan soyu böyle bir saçmalığa izin
vermezdi... Balıkların ölümü, kapitalist mantığa
göre işleyen bir yıkıcı bir sistemden,
bir üretim, tüketim ve yaşam tarzından kaynaklandığına
göre...
Şimdilerde
kapitalist sistemin [ki, kapitalizm emperyalizmdir] tartışmasız
bir sürdürülebilemezlik tablosu ortaya çıkardığı
bir vakıa ise eğer, bu, neden böyle bir durumun
ortaya çıktığına açıklık
getirmeyi, anlaşılır kılmayı,
bilince çıkarmayı gerektirir... Bunun da yolu
kapitalizmi anlamaktan geçebilir... Fakat daha önce kısaca
da olsa, kapitalizmin anlaşılmama sorunu
üzerinde durmamız gerekiyor. Ya da anlaşılmama
ne ile ilgilidir? Hangi nedenler kapitalizmin anlaşılmasını
engelliyor, değilse zorlaştırıyor?
Bu soruya açıklık getirmek için de, başka
bir soruyla devam edebiliriz: Kaptalizmi kendinden önceki
üretim tarzlarından, sosyal formasyonlarlardan, medeniyetlerden
ayırd eden hangi özellikler/ farklılıklar
söz konusudur?
İlk hatırda tutulması gereken şudur: Kapitalizmin
eni-sonu 500 yüzyıllık geçmişi var. Oysa
insan soyunun geçmişinin bir kaç milyon yıl
kadar, akıl sahibi insan anlamına gelen homo
sapiens’in de 50 bin yıl kadar geriye giden tarihi
olduğu söyleniyor.
Dikkat edilirse, 500 yüzyıllık kapitalizm çağı, insanlık
tarihinde sadece küçük bir parantez. Buna rağmen
bu kadarcık zamanda insanlığın ve
uygarlığın geleceğini tehlikeye atmış
bulunuyor. O halde vakitlice kapitalizmden çıkmak,
parantezi kapatmak gerekiyor.
Kapitalizmin anlaşılmama sorunu söz konusu olduğunda
iki tür nedenden söz edebiliriz: 1. Anlamamanın/anlaşılmanın
engellenmesinin bilinçle veya ideolojiyle ilgili nedenleri;
2. Kapitalizmin yapısından, işleyişinden,
temel dinamik ve eğilimlerinden, velhasıl kapitalizmin
bizzat kendisinden kaynaklanan nedenler.
Bilinçle ilgili unsurların başında da, kapitalizmi neredeyse
bir dünya cenneti olarak sunan şu iktisat
bilimi denilen ideolojik safsatalar geliyor. Üniversitelerde
sadece bilim değil, sosyal bilim dallarının
en serti [doğa bilimlerine en yakın olan
anlamında] olarak okutulan iktisat, [economics diyorlar],
aslında bilimler dünyasıyla değil, ideolojiler
dünyasıyla ilgilidir. Kapitalist sınıfın
ihtiyacına cevap verdiği için, kapitalizmi meşrulaştırdığı
için, bilim sayılıyor ve yere göğe de konmuyor.
Oysa, iktisat bilimi denilen ideolojik safsataların
iki şeyle ilgisi yoktur: Birincisi, bilimle bir ilgisi
yoktur; ve ikincisi de bu dünyanın gerçekliğiyle
bir ilgisi yoktur.
Marx’ın
devasa eseri Kapitil’in alt-başlığı:
bir ideoloji olarak Ekonomi Politiğin Eleştirisidir.
Sadece Ekonomi Politiğin Eleştirisi
değil. Eğer Samir Amin’in de isabetli bir şekilde
söylediği gibi, “ekonomi politik ideolojisinin eleştirisi”
olarak değil de, sadece “ekonomi politiğin eleştirisi”
olarak alınırsa, o zaman onu bazı kötülüklerden,
bazı olumsuzluklardan arındırarak işe
yarar hale getirmek mümküdür anlamı çıkar. Ama
ideoloji söz konusuysa eğer, tartışmanın
zemini de bambaşka olacak demektir. Şimdilerde
zaten ekonomi politik de denmiyor. Sadece economics
[iktisat] deniyor... Öyleyse sadece ideolojiden arınmış
değil, politikadan da arınmış saf
bilim hoş geldi safa geldi...
Netice itibariyle, bilimselllik retoriği altında kapitalist
sınıfın [burjuvazinin] sınıfsal/tarihsel
çıkarına uygun olarak üretilmiş ideolojik
tezler sayesinde, tam bir ücretli kölelik sistemi olan
kapitalizmi meşrulaştırmak mümkün hale
gelebiliyor. Onun için bu alanda yürütülecek radikal ideolojik
mücadele, karşı hegemonya oluşturmak için
vazgeçilmezdir. Nitekim, geçerli ikitisat ideolojisi,
kapitalizmi rasyonel yegane sistem olarak sunmayı
şimdilik başarabiliyor.
Kapitalizmin
kendisinden kaynaklanan neden, kapitalizmde sömürünün
gizlenmişliği, saklanmışlığı,
görünmezliğidir. Bilindiği gibi, kapitalizmi
önceleyen üretim tarzlarında sömürü saydamdır.
Kölecilik durumu söz konusu olduğunda, efendinin
zenginliğinin köle emeğine dayandığı
açıktır. Kapitalizm öncesi dönemin haraca dayalı
sosyal formasyonlarında ve onun feodal denilen versiyonunda
yönetici/bürokratik elitin ve soylular sınıfının
zenginliğinin de üretici köylüden [reaya, serf] alınan
haraca ve/veya zorunlu çalışmaya dayandığı
açıktır. Oysa, kapitalizmde saydamlığı
ortadan kaldıran, sömürüyü gizleyen bir şey
var: Orada işçi kapitalist patrona emeğini
değil, iş gücünü, çalışma kapasitesini,
çalışma/üretme yeteneğini satıyor
ama emeğini sattığını sanıyor...
Şöyle: diyelim ki, bir işçi bir kapitalist
için günde 8 saat çalışıyor, ve diyelim
ki, çalışma gününün ilk 4 saatinde aldığı
ücerete eşit bir değer üretiyor. Geri kalan
4 saatte ürettiği değere kapitalist artı-değer
olarak el koyuyor. İşçi 8 saatlik iş
gününün sonunda eve dönerken, 8 saatin karşılığını
aldığını sanıyor. Eğer,
işci de feodal dönemdeki serf gibi, haftanın
üç günü kendine, üç günü de kapitaliste çalışsaydı
durum açıkça görünürdü ama kapitalist üretimde işçi
hep aynı yerde, aynı makinaları kullanmak
zorunda olduğu için, sömürünün görünürlülüğü
ortadan kalkıyor. Oysa, aslında verdiğimiz
örnekte işçi her bir dakikanın 30 saniyesini
kapitalist için çalışmış oluyor...
İşte bu durum kapitalizmin anlaşılması
bakımından bir zorluk ortaya çıkarıyor.
Marx, artı-değer teorisini ortaya atarak, kapitalist
sömürüyü teşhir ederek, kapitalizmin büyüsünü çözerek,
devasa bir teorik buluş yapıyor ve kapitalizmin
sömürülen ve ezilen sınıflarına kapitalizmi
aşmayı, komünist perspektifi işaret ediyordu...
Kapitalzimin yapısından ve işleyişinde kaynaklanan
ikinci bir neden de, kapitalizm koşullarında
sınıf atlamanın, sınıf değiştirmenin
mümkün olmasıdır. Kapitalizm öncesinin üretim
tarzlarında veya prekapitalist sosyal formasyonlarda,
sınıf değiştirme yolu kapalıydı.
Mesela Osmanlı sisteminde: reaya oğlu reaya
olur denirdi. Oysa kaptalizm geçerliyken madenci
oğlu madenci olur denmiyor, köylü oğlu
köylü kalır denmiyor... Kapitalizm koşullarında
bir madencinin oğlunun egemen sınıf katına
veya oligarşiye terfi etmesinin yolu kapalı
değildir. Bir madencinin çocuğunun milyonerler,
milyarderler katına çıkması potansiyel
olarak mümkündür. Fakat orada gözden kaçan bir şey
var: Gerçi bir madenci çocuğu ülkenin en büyük kapitalistleri
arasına dahil olabilir ama böyle bir şeyin gerçekleşme
olasılığı, eni-sonu lotodan büyük
ikramiye kazanma olasılığı kadardır...
Durum böyledir ama sıfırdan başlayıp
mültimilyarder olanların başarı öyküleri
dillerden düşmez... Ve bu boşuna yapılmaz...
Bir kişinin milyarder olması için kaç yüzbin,
veya kaç milyon kişinin mülksüzleşmesi, proleterleşmesi,
üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum
olması ‘gerektiği’ sorun edilmez...
Bu
tür meşrulaştırmalar, sonuç itibariyle
‘kapitalizmin insanlığın normal hâli’
olduğu bilincini canlı tutuyor ve söz konusu
bilinci yeniden üretiyor. Burjuva ideolojisinin derin
çekirdeğini iktisat bilimi denilen oluştursa
da, kapitalizmin insanlığın normal hali
sayılmasında, öyle sunulmasında ve
meşrulaştırılmasında diğer
sosyal bilim disiplinlerinin rolünü de hafife almamak
gerekir.
Kapitalizm koşullarında işlerin sarpa sarması, kapitalizmin
bir dizi özelliğinden, özgünlüğünden, orijinalliğinden
kaynaklanıyor:
1. Kapitalizmde ekonomi toplumun diğer kertelerinden,
veçhelerinden, bileşenlerinden, yapıcı
unsurlarından bağımsızlaşmış
durumdadır. Oysa, bir toplumsal yapının
sağlıklı işleyebilmesi için toplumsal
yapıyı veya bütünlüğü oluşturan ekonomik,
sosyal, politik, etik, estetik... kerteler veya belirleyicilikler
arasında uygun bir denge ve tatamlayıcılılık
olması gerekir. Kapitalizmde ekonomik kertenin
sadece diğerleri aleyhine belirleyiciliği
artmakla kalmıyor, aynı zamanda diğerlerini
kolonize ediyor ve tabii kendine bağımlı
hale getiriyor... Karl Polanyi bu duruma dikkat
çekiyor, itiraz ediyordu. Polanyi’ye göre ekonominin topluma
değil de toplumun ekonomiye tâbi olduğu durum,
bir sapmaydı ve toplumun normal hâli değildir...
Şimdilerde sürdürülemezliğin belirginleşmesinin
gerisindeki nedenlerlerden biri işte bu sapmadır...
Dolayısıyla bu tersliğin aşılması
gerekiyor.
2. Kapitalizmin bir başka özgünlüğü veya orijinalliği,
üretici sınıf olan işçi sınıfının
toplumdaki durumuyla ilgilidir. Kapitalist toplumun üretici
sınıfı olan işçi sınıfı,
yaşam için gerekli araçlardan [üretmek ve geçinmek
için gerekli şeyler] yoksunlaştırılmış,
mülksüzleştirilmiş durumdadır. Zaten kapitalizm
demek, mülksüzleştirirek sermaye biriktirmek demektir.
Kapitalizm varolabilmek için mülksüzleştirilmiş
bir sınıfa ihtiyaç duyuyor/ dayanıyor ve
her ileri aşamada da mülksüzleştirilmiş
kitleyi [proletarya] büyütüyor. Bu niteliğinden ötürü
kapitalizm yıkıcı/tahrip edici [destructive]
bir sistemdir. Her ileri aşamada işsizliği,
yoksulluğu, sefaleti, insânî yabancılaşmayı
ve doğal çevre tahribatını derinleştirmek
durumunda ve başka türlü yapması mümkün değil...
Durum böyleyken, insanlara sabrederlerse ilerde işlerin
düzeleceği, yoluna gireceği söyleniyor...
3. Kapitalizmin bir başka özgünlüğü de üretimin
yapılış amacıyla ilgilidir.. Bir meta
uygarlığı olan kapitalizmde, üretimle ihtiyaçların
tatmini [karşılanması] arasındaki
bağ kopmuş durumdadır. Kapitalist, pazarda
satmak, kâr etmek için üretim yapar. Asıl amaç kullanım
değeri değil, değişim değeri
üretmektir. Her üretim çevrimi sonucunda elde edilen
kârın [ artı–değerin] en büyük bölümünün
de sermayeye dönüştürülmek üzere, yeniden yatırıma
yönlendirilme zorunluluğu [yıkıcı
rekabetten ötürü] vardır. Ve sonuç itibareyle şöyle
bir durum ortaya çıkarıyor: Her seferinde
daha çok üretim, daha çok kâr, daha büyük sermaye... Bu
da araçlarla amaçların ters/ yüz olması, öküzün
arabanın arkasına koşulmasadır.
Marx, Kapitalde, kapitalistin amacını
şöyle özetliyordu: Amacı, yalnız kullanım-değeri
değil, onunla birlikte meta üretmektir; yalnız
kullanım değeri değil, değer üretmektir;
yalnız değer değil, aynı zamanda artı
değer üretmektir” Böyle bir sistemin toplumun
asgari ihtiyaçlarına bile cevap vermesi mümkün müdür?
4. Dördüncü bir özellik de, kapitalizmle birlikte iktibas
yolunun artık kapanmış olduğudur.
Bilindiği gibi, kapitalizm öncesi dönemin üretim
tarzlarında veya sosyal formasyonlarında, bir
uygarlığın ilerlemesi, diğerlerinin
de ilerlemesinin, ileri doğru hamle yapmasının
koşuluydu. Bir uygarlık, üretimi ve yaşamı
kolaylaştıran bir şey keşfettiğinde,
başka toplumlar iktibas yoluyla aynı teknik
buluşu kulllanarak bir üst düzeye çıkabiliyorlardı.
Kapitalizm kendi dışındaki sosyal formasyonları
biçimlendirme, biçimsizleştirme, çarpıtma, kendi
ihtiyaçlarıyla uyumlandırma eğilimine
ve dinamiğine sahip olduğu için, söz konusu
yol kapanmış bulunuyor...
5. Beşinci önemli özellik de, kapitalizmin kutuplaştırıcı
bir temel eğilime sahip olmasıdır.
Bir sömürü metabolizması olarak işlemesi, sermaye
birikiminin her aşamada mülksüzleştirirek yol
almasının bir sonucu olarak, bir kutupta zenginlik
yaratması karşı kutupta yoksulluk yaratmasına
bağlıdır. Bu da muasır medeniyet
seviyesini yakalama perspektifinin, kapitalizm koşullarında
bir kıymet-i harbiyesinin olmaması, yakalamanın
imkânsızlığı demektir...
6. Kapitalizm her aşamada ileri teknoloji üretmeye
mecburdur ve kapitalist mantığın gereği
olarak üretilen teknoloji, insanlar kolay üretsinler,
kolay yaşasınlar diye üretilmiyor. Sömürüyü
derinleştirmek, kâr oranını ve kâr kütlesini,
yani sermayeyi büyütmek amacıyla üretiliyor. Aksi
halde bunca teknik ilerlemeye rağmen, işlerin
sarpa sarmasını anlamak zorlaşırdı...
7. Kapitalizmin mantığı, temel eğilimleri
ve dinamikleri veri iken, sistemin insânî, toplumsal ve
ekolojik kötülükleri büyütüp/ derinleştirmeden yol
alması mümkün değildir.
8. Kapitalizm kendini sınırlamayı
bilmez, durmayı bilmez /duramaz. Freni patlamış
bir kamyon gibi, nereye çarpacağı belirsizdir.
9. Kapitalizmin bir tuhaflığı da etik
kaygılara külliyen yabancılaşmış
bir sistem oluşudur. Amoral [ ahlâk dışı]
deniyor ama aslında ahlâksız denmesi gerekiyor...
Kapitalist bir yere gelip üretim yaptığında,
bir şey ürettiğinde, doğal çevreyi tahrip
eder, canlıları yok eder, havayı ve suyu
kirletir, biyolojik çeşitlliği yok eder, doğal
dengeyi tahrip eder ve başka türlü yapması
mümkün değildir. Durum böyledir ama insanlara
ekseri yıkılan değil, yapılan
gösterilir ve yapılan da ilerleme, modernleşme,
bizde çağdaşlaşma, büyüme, kalkınma,
vb. olarak sunulur...
10. Nihayet kapitalizm emperyalizm üretmeden, emperyalizm
savaşsız ve hegemonya da düşmansız
yapamaz...
İşte, kısaca sözünü ettiğimiz temel eğilimlerin
ve dinamiklerin bir sonucu olarak, artık genel bir
sürdürülemezlik tablosu ortaya çıkmış
bulunuyor.
Bu durumdan çıkmak, kapitalizmi aşmak, yeni bir şey
yapmak, mümkün ve gereklidir. Gereklidir zira, bütün
bu olup-bitenler, insan iradesini aşan insan üstü
güçlerin marifeti değildir... Eğer yüzyüze geldiğimiz
insâni ve sosyal kötülüklür, ekolojik riskler, birilerinin
verdiği kararların, tercihlerin, politikaların
sonucuysa ki, öyledir... o zaman başka insanların,
başka tercihleri, başka politik pratikleriyle
de pekâlâ başka şey yapmanın, başka
türlü yapmanın da yolu açık demektir...
|