HAK VE ÖZGÜRLÜKLER
PARTİSİ
SEÇİM BİLDİRGESİ
Türkiye bir kez daha zamanından önce bir
erken seçim ile karşı karşıyadır.
Son yılarda hemen hemen her seçimin zamanından
önce yapılması nedensiz değil. Bunun
temel nedeni artık süreklilik kazanan siyasal
istikrarsızlık, bu alanda yaşanan
kirlilik ve yozlaşma ile soygun ve talan mekanizmalarının
yol açtığı ekonomik krizlerdir. Bunlardan
da önemlisi Türkiye’de yıllardır çözümsüz
bırakılan Kürt sorunu ve gerçek anlamda
bir demokrasinin yokluğudur.
Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin
yaşadığı ekonomik, sosyal ve
siyasal sorunlar, izlenen yanlış politikalardan
dolayı gün geçtikçe daha da ağırlaşmakta,
ülkenin zaman ve enerji kaybına yol açarak
onun geleceğini karartmaktadır. Söz konusu
sorunlar toplumu bunaltmakta Türkiye’nin giderek
dünyada itibar kaybına yol açmaktadır.
Sorunların kaynağı otoriter
ve inkarcı sistemdir;
Yüzyılın başında cumhuriyeti
kuranlar bu toprakların çok dilli, çok kültürlü
çoğulcu yapısını bir yana iterek
cumhuriyeti tekçi, otoriter, baskıcı ve
inkara dayalı bir temelde kurdular. Yüzyıllardır
bu coğrafyanın bir gerçeği olan Kürtler
başta olmak üzere diğer etnik ve dini
renkler yok sayılarak eritilmeye, ortadan kaldırılmaya
çalışıldı. İnkarcı
ve tekçi politikalar kendisiyle birlikte otoriterizmin
kurumlaşmasına, baskı ve şiddetin
bir yönetim mekanizması şeklini almasına
yol açtı. Kürt sorununda izlenen baskı
ve şiddete dayalı politikalar bir yanda
militarizmi güçlendirdi, öte yandan toplumda şovenizmi
besledi. Bu çağdışı tutum Türkiye’ye
on binlerce cana, yüz milyarlarca maddi kayba, binlerce
yerleşim merkezinin yakılıp yıkılmasına
yol açtı. Milyonlarca Kürt insanı yerinden
yurdundan zorla göç eritilerek insanlık dışı
koşullara itildi. Bu zora dayalı göçten
dolayı büyük şehirlerin sosyal ve mimari
dokusu bozuldu, toplumsal ve ahlaki sorunlar arttı.
Şiddetin başlıca yönetim aygıtına
dönüştüğü böyle bir toplumda hukuk dışılığın
egemen hale gelmesi, demokratik toplumsal denetim
mekanizmalarından yoksun kalan sistemin çeteleşmesi
kaçınılmaz oldu.
Bütün bu gelişmeler sonunda devlet ve mafya
iç içe geçmiş, ülkenin kilit noktalarını
çeteler ele geçirmiş, karanlık güçler
devletin olanaklarıyla infazlar gerçekleştirmiş,
siyaset kirlenerek büyük bir güven erozyonuna uğramıştır.
Son yıllarda iyice açığa çıkan
ekonomik krizlerin başlıca nedenlerinden
birisi de ekonomiye çöreklenen, bankaları hortumlayan
devletle iç içe geçmiş bu çetelerdir. Üretimden
çok soygun ve rantiyeciliğin hakim olduğu
ekonomik politikaların faturaları geniş
halk yığınlarına yoksulluk ve
pahalılık olarak yansımaktadır.
Öte yandan asıl yönetim aygıtı
olan parlamento ve hükümetler, küçük bir sınıfsal-bürokratik
elitin, tek etnik/ulusal çıkarlarına bile
hizmet edemez duruma gelmiş, bu kurumlar etkinliklerini
kaybederek bir avuç azınlığa hizmet
aygıtına dönüşmüştür. Yargı
mekanizması adalet dağıtma işlevini
yitirmiş durumda. Eğitim ve sağlık
sistemleri ise herkesin yeterince faydalandığı
kamu hizmetleri olmaktan çıkmış,
sosyal güvenlik kurumları asıl işlevlerini
yitirerek devletin açıklarını kapatan
kaynaklara dönüştürülmüştür. Bugün Türkiye
de saygın bir siyaset kurumundan, adil bir
yargı mekanizmasından, geniş toplumsal
kesimlerin yararlandığı bir sosyal
adaletten, işleyen ve üreten bir ekonomiden
söz etmek mümkün değil.
19 şubat krizi bir sonuçtur
Kasım 2000 ve 19 Şubat 2001 krizleri
sadece dönemsel olmaktan çok yapısal-sistemsel
niteliktedir ve yıllardır ekonomik ve
siyasal alanda izlenen yanlış politikaların
sonuçlarıdır. Özellikle 19 Şubat
kriziyle ortaya çıkan tablo, bugüne dek süregelen
yönetim anlayışı bakımından
denizin tükenmiş olduğunun bir işaretidir.
Faiz ve borç döngüsüyle çevrilmeye çalışılan
ekonomi bir anda tıkanarak rekor düzeyde küçüldü.
Kişi başına düşen milli gelir
1/3 oranında geriledi. Sadece son bir yılda
yaşanan ekonomik kriz sonucundan yüz binlerce
işyeri kapandı. İki milyondan fazla
insan işinden oldu. Toplumun geniş kesimleri
daha da yoksullaştı. Bölgeler arasındaki
dengesizlik ve uçurum daha da derinleşti. Türkiye
giderek artan iç ve dış borçlarını
yine yeni borçlarla çevirmeye çalışmakta,
toplanan vergilerle ancak borçların faizleri
karşılanmaktadır.
İnsan Hakları ve Demokrasi
Türkiye insan hakları ve demokrasi
alanında da son derece kötü bir sicile sahiptir.
Belirli oranda bir azalışa rağmen,
insan hakları ihlalleri, gözaltında işkence,
kötü muamele ve kayıplar, Türkiye’de devam
ediyor. Cezaevlerinde izlenen yanlış politikalardan
dolayı yüzlerce insan yaşamını
yitirdi yada sakat kaldı ve bu olumsuz durum
hala sürüyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü
bir çok yasal ve fiili engel ile karşı
kaşıya. Düşüncelerinden dolayı
yargılamalar ve cezalandırmalar devam
ediyor.
Kürt sorununda izlenen politikalarda da durum
farklı değil. Sözde kimi iyileştirmelere
karşın, Kürtçe isimler yasaklanmakta,
Kürtçe kasetler toplanmakta, Kürtçe yayın yapan
radyo ve TV kapatılmaktadır. Kürtçe yayınlanan
yada Kürt sorununu konu edinen yayınların
toplatılması, yasaklanması ve yargılanması
gibi uygulamalar devam etmektedir.
Örgütlenme alanında da yasakçı ve baskıcı
uygulamalar sürmektedir. Kamu çalışanları
hala grevli toplusözleşme hakkından yoksundur.
İçinde partimizin de bulunduğu bir
çok parti hakkında, programlarındaki Kürt
sorunuyla ilgili belirlemelerden dolayı kapatma
davası açıldı, birçoğu kapatıldı.
MGK, ülke yönetimindeki ağırlığını
korumakta. Son olarak resmen iki ilde kalmasına
rağmen, gerçekte OHAL uygulamaları bir
çok Kürt ilinde devam etmektedir. Bir toplumsal
yara olan Köy koruculuğu sistemi varlığını
korumaktadır.
Bu olumsuz tablo Türkiye’nin dışarıdaki
imajını büyük ölçüde zedeliyor. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinde aleyhine açılan
davalar bakımından Türkiye’nin ilk sırada
olduğu biliniyor. İnsani kalkınmışlık
standartları bakımından dünyada 85.
sırada yer alan Türkiye’nin, askeri harcamalar
bakımından ise ilk beş sırada
bulunması çarpıcı değil mi?
Bugüne dek ülkeyi yönetenlerin Türkiye’ye ve topluma
reva gördüğü tablo budur. Bu ise insanlarımızın
yüzünü içerde ve dışarıda ağartan
değil utandıran bir tablodur.
AB Türkiye için bir fırsat;
1999 yılında Helsinki’de Avrupa Birliğine
aday üye olarak kabul edilmesi Türkiye için önemli
bir fırsat yarattı. Ne var ki aradan yaklaşık
üç yıl geçmesine rağmen Türkiye’nin bu
fırsatı yeterince değerlendirdiği
söylenemez. Tam üyelik gerektirdiği müzakerelerin
başlaması için hükümet ve parlamento,
Kopenhag kriterlerini yerine getirmekten ısrarla
kaçındı, demokratikleşme ve Kürt
sorununu çözme yolunda ayak diretti. Antidemokratik
sisteme ve soygun düzenine borçlu olan şoven
kesimler bu alanda adım atılmaması
için büyük direnç gösteriyor.
2 ağustos 2002 tarihinde Avrupa Birliği
uyum yasaları adı altında gerçekleştirilen
yasal değişiklikler ise toplumun beklentilerini
ve Kopenhag kriterlerini yerine getirmekten oldukça
uzaktır. Özellikle Kürtçe yayın ve eğitim
konusunda yapılan düzenlemeler bütünüyle iç
ve dış kamuoyunun gözünü boyamaya yönelik
bir düzmecedir.
Toplumun, özel olarak da Kürtlerin AB sürecine
katılımcı kılınmaması
apaçık ortada. Gerçekleştirilen yasal
düzenlemeler Kürtçe eğitimi salt bazı
özel kurslarla, Kürtçe yayını ise kısa
sürelerle sınırlı tutulmayı
öngörmektedir. Bu ise toplumla alay etmekten başka
bir şey değildir. Bu ülkenin eşit
ve birinci sınıf vatandaşı olduğu
iddia edilen, vergi vermede ülkeyi savunmada eşit
vatandaş olarak kabul edilen Kürt insanının
kendi diliyle eğitim ve yayın konusunda
böylesine antidemokratik ve eşitliğe aykırı
davranılmasını anlamak mümkün değil.
Bu yaklaşım ne Kürt sorunun çözülmesine
katkıda bulunur ne de Kopenhag Kriterlerinin
gereklerine uygun düşer. Oysa bunun için, hem
eksiksiz bir demokrasi yönünde düzenlemelerin yapılması,
hem de Kürtçe yayın ve eğitim konusunda
hukukun evrensel ve genelliğine uygun eşitlikçi
adımların atılması, Kürtçe yayın
ve eğitim konusunda sınırlayıcı
tavırlardan kaçınılması gerekir.
Bölgede İzlenen Yanlış politika
Türkiye’de, ABD’nin Irak’a müdahalesinin gündeme
geldiği günlerden sonra Irak’taki Kürtlere
ve Kürt bölgesine karşı bir savaş
atmosferi estirilmeye başlandı ve maceracı
eğilimler dışa vuruldu: Bu aşamada
da aynı tutumda ısrar edilmektedir..
Partimiz, bu tutum ve davranışın,
Türkiye’de, bölgede ve Irak’ta sorunların çözümüne
hizmet etmeyeceğini, sorunları artıracağını,
toplumsal barışı daha da yaralayacağını
saptamaktadır. Bu nedenle, Türkiye resmi yetkililerinin
ve temsili kurumlarının bu tutum ve davranışlardan
vazgeçmesi, sorumlu ve basiretli davranmaları
hem Türkiye’nin lehinedir, hem de uluslar arası
sözleşmelerin bir gereğidir.
Siyasi Katılım ve Kürtler
Kürtlerin varlığını
ve temsilini red eden, Türkiye’nin etnik/ulusal,
sınıfsal çoğulculuğunu dışlayan
12 Eylül Anayasası, Siyasal Partiler, Seçim
ve ilgili diğer yasalar; siyaset platformunu
alabildiğine daraltmış, devletçi
kesimler dışındakileri siyaset ve
temsil alanının dışına
itmiştir. Zaten varolmayan çoğulcu temsilin
evrimleşmesinin önü de tümden kapatılmıştır.
Ayrıca, tekçi/otoriter temsilin korunması
için, değişik toplumsal, etnik, dini kesimleri
temsil eden siyasi partiler ya kapatılmış
ya da önüne büyük engeller çıkarılmıştır.
Partimiz hakkında kapatılma davasının
Anayasa Mahkemesinde devam etmesi bunun göstergelerinden
biridir.
Bilindiği gibi Partimiz yeni kurudu. Kuruluşundan
üç hafta sonra hakkında dava açıldı.
Bu arada erken seçim kararı baskın bir
şekilde alındı. Ülkemizde 20 yıla
yakın silahlı çatışma döneminde
halkımız üzerindeki çok yönlü ve çok
taraflı baskılar; örgütlenme, düşünce/ifade
özgürlüğünün demokratik ölçülerde kullanılmasını
engelledi. Demokratik örgütlenme refleksi kayboldu.
Bu gibi hayati nedenlerde dolayı partimizin,
seçim için teknik, hukuki şartları olgunlaştırması
olanaklı olmamıştır. Böylece,
Kürt sorununun çözüm projelerini üretmek konusunda
tek alternatif olan partimiz, erken genel seçimlerde
devre dışı kalmıştır.
Kürtlerin siyaset yapmasına tahammül göstermeyen
ve Kürtlerin temsilini kabul etmeyen bir sistemin;
çoğulcu, katılımcı demokrasi
olması olanaksızdır. Bu durumun aşılması
için, ısrarlı olmak ve projeler üretmek,
Avrupa Birliği standartlarında çoğulcu
ve katılımcı bir demokrasi için gerekli
değişiklikleri yapmak, toplumsal değişimi
gerçekleştirmek partimizin temel görevlerinden
biridir.
Erken seçim / Siyasi
Yasaklar / Erken Genel Seçimin Doğuracağı
Sonuçlar...
Bütün yasaklara ve engellemelere rağmen,
Kürtlerin, erken seçime kendi kimliği ile katılmasını
ve TBMM’de temsilini sağlamaktan yanayız.
Kürtleri geleneksel Türkiye siyasi hareketi içinde
eritmek isteyenlerin kirli emellerini halkımıza
anlatmak, Kürtler için hazırlanan tuzakları
halkımıza açıklamak için, seçim siyaseti
tayin ettik: Seçimlere “bağımsız
adaylarla” katılma ve bağımsız
adayları destekleme kararı aldık.
Bu erken seçim siyasetinin sonucu olarak, Genel
Başkanımız Diyarbakır’da bağımsız
milletvekili adayı oldu.
12 Eylül sonrasında gündeme gelenler
kadar kapsamlı olan siyasi yasaklar, siyasetin
Türkiye’de doğal demokratik mecrasında
yürümediğinin bir göstergesidir. Bu, bir özel
güç odağının ciddi bir müdahalesi
ve belirli güçleri siyasi iktidar/hükümet yapma
operasyonudur. Bu siyasi yasakların da amacı,
hem çoğulcu, katılımcı demokrasinin
yer etmesini engellemek ve hem de çoğulcu demokratik
temsil kurumunun daha da daraltılmasını
sağlamaktır.
Bu aynı zamanda Kürtleri siyaset ve
temsil kurumu dışında tutma çabası
olan İmralı projesiyle bir paralellik
taşımaktadır.
Bu gelişmeler, partimizin, Avrupa
Birliği yolunda atılan adımların
günah savuşturma niteliğinde olduğu
yönündeki açıklamalarını haklı
çıkarmıştır.
Erken genel seçimler sonrasında, Türkiye’de
köklü bir değişiklik olmayacak. Türkiye
insanı, basiretsiz, rantçı siyasi partilerden
birine oy verecek. Bu siyasi partilerden biri ya
da birkaçı da koalisyon şeklinde hükümet
kuracaklardır.
Kurulacak hükümet de, “görünen köy kılavuz
istemez” misali eskiyi devam ettirmekte ısrarlı
olacak: reformları gerçekleştirmeyecek,
toplumsal değişimi sağlamayacaktır.
Seçim sonrası hükümeti, demokratikleşme
için gerekli kurumlaşmaları yaratmada,
Avrupa Birliği için şartları olgunlaştırmada,
Kürt sorununu çözmede cömert ve eli açık davranmayacaktır.
Demokrasi için vazgeçilmez olan Demokratik Çoğulcu
Temsil Kurumunu yapılandırmamakta ve tekçi/otoriter
temsili yapıyı muhafaza etmekte ısrarlı
olacaktır.
Bütün bu nedenlerden dolayı da, erken genel
seçimden kısa bir süre sonra, her zamanki gibi
bir erken genel seçim Türkiye’nin gündemine girecektir.
Bu siyasi istikrarsızlığın
son bulması, siyasetin doğal dengesine
oturması, ekonomik krizlerin ve yoksulluğun
bir an önce ortadan kaldırılması
gerekir. Bunun için Türkiye’de adalete, eşitliğe,
demokratik hukuka, uluslar arası sözleşmelere,
evrensel demokrasiye ve etnik/diğer renklerdeki
çoğulculuğuna dayalı yeniden yapılanmaya,
köklü reformlara ihtiyaç vardır. Partimiz bu
yeni sistemi inşaya taliptir. Bunun başarılması
için uluslar arası, ulusal ve toplumsal koşulların
olgunlaşmış olduğunu da görmektedir.
Çözüm için;
Partimiz Kopenhag kriterlerini son derece önemsemekle
birlikte, esas çözümü Türkiye’nin kendi gerçekliklerine,
etnik ve kültürel çoğulculuğuna, evrensel
normlara uygun eşitlikçi bir anlayışta
görür. Aralarındaki kopmaz bağlara rağmen
gerçek bir demokrasi ile Kürt sorununun eşitlikçi,
adil ve demokratik çözümünü Türkiye’nin geleceği
için hayati bulmaktadır.
Bu çerçevede Kürt sorununun tam ve kalıcı
çözümü için;
Partimiz sorunun özgürce tartışılması
için bütün yasakçı ve engelleyici unsurların
ortadan kaldırılmasını,
Temsili kurumlar vasıtasıyla Kürtlerin
siyasi sisteme katılmasını,
Kürtçe yayın ve eğitim konusunda eşitlikçi
düzenlemelerin yapılmasını,
Kürt dili, kültürü ve tarihinin bütün unsurlarıyla
gün yüzüne çıkartılması için devlet
desteğiyle gerekli kurumların oluşmasını,
varolanların desteklenmesini,
Kürtçe insan ve yer isimlerinin kullanımının
her türlü engelden arındırılmasını,
OHAL’in ortadan kaldırılmasını,
Köy koruculuğunun kaldırılarak
açtığı yaraların sarılmasını,
Zorla göç ettirilen insanların yerlerine
dönüşleri sağlanarak yaşamlarının
idamesi için gerekli olanakların sağlanmasını,
Genel bir siyasi af ile toplumsal barışın
sağlanmasını savunur.
Partimiz, Türkiye’de eksiksiz bir demokrasinin
inşası için öncelikli olarak;
12 eylül anayasasının bütün kurum ve
sonuçlarıyla kaldırılarak yerine
bütün toplumsal katmanların katılımıyla
Türkiye’nin çoğulcu yapısına uygun
demokratik bir anayasanın hazırlanmasını,
Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü
önündeki bütün engellerin Kürtler açısından
da ortadan kaldırılmasını,
MGK’nın anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmasını,
Parlamentoya çoğulcu temsili bir kişilik
kazandırılarak daha etkin kılınmasını,
Yargının hızlı ve etkin işlemesi
için gerekli düzenlemelerin yapılmasını,
Ordunun ve askeri harcamaların AB standartlarında
yeniden düzenlenmesini,
Kamu çalışanlara grevli toplu sözleşmeli
hakların tanınmasını öngörür.
Partimiz üretimci ve paylaşımcı
bir ekonomiden,
Tam ve işleyen bir sosyal güvenlik, herkesin
eşit olarak yararlanabileceği bir sağlık,
ırkçı ve şoven öğelerden arınmış
bir eğitim sisteminden,
Bütün toplumsal kesimlere insanca ve onurlu bir
yaşam olanağı sağlayacak sosyal
adalet işleyişinden yanadır.
Partimiz, yerel yönetimlerin güçlendirilerek
bunların birer yerel parlamento işlevine
kavuşmasını,
Dış politikada da karşılıklı
çıkarlara saygıyı, her ülkenin hak
eşitliğini gözeten, ülkeler arası
sorunların diyalog ve barışçıl
yöntemlerle çözümünden yana bir anlayışı
savunur.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ
|