psk@kurdistan.nu
PSK PSK Bulten Komkar Komjin Roja Nû Weşan / Yayın Arşiv Link Webmaster
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
Komjin
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Webmaster
 

Prilly şehri Parlamenteri İhsan Kurt: “Batının Kürt sorununa bakışı oportünist bir politikadır”

12 Eylül faşist askeri darbesinin bir sonucu olan imha ve inkara dayalı politikalardan kurtulmak amacıyla yüzbinlerce Kürt Avrupa’ya göç etti ve bu halen sürüyor. Çoğu siyasi mülteci olan bu Kürtler yaşadıkları ülkelerde hayatta , bir anlamda da ayakta kalma mücadelesi veriyorlar. Sürgündeki bu yaşamda birçok kişi de yaşadığı ülkenin kültürel, sosyal ve siyasal hayatına birer vatandaş bilinciyle katılım sağlıyor.

İhsan Kurt, yaklaşık 80 bin Kürdistanlı’nın yasadığı İsviçre’ye 1996’da göç etmiş bir Kürt gazeteci. Geçtiğimiz günlerde İsviçre’nin Vad Kantonunda gerçekleşen seçimlerde Prilly şehri parlamentosuna seçilen Kurt’la Berne’de, İsviçre Ulusal parlementosu önünde güneşli bir Newroz ertesinde, bir terasta kahvelerimizi yudumlayarak samimi bir havada; Kürt Sorunu ve Kürt Diasporası üzerine bir söyleşi yaptık. Bu söyleşiyi okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.

Aydoğan İNAL/Bern

İsviçre’ye iltica ettiğiniz dönemde ülkedeki genel durum nasıldı?

Ülke’deyken 5 yıl boyunca gazetecilik yaptım. 90’lı yıllar çok kötü bir süreçti. Ülkede ilan edilmemiş bir savaş vardı. İnsanlar öldürülüyor, göçe zorlanıyorlardı, köyler yakılıyordu. Göç eden insanlar ekonomik, sosyal alanlarda büyük zorluk yaşıyordu. Devlet, köylerinden kaçıp büyük şehirlerde sığınak ve ekmek arayan Kürtleri’de potansiyel suçlu görüyor ve sürekli baskı uyguluyordu. Biz gazeteciler de bunları yazıyorduk. Türkiye, eski Yugoslavya’dan sonra gazetecilere baskı konusunda birinci sıradaydı 1993’te. Hiçbir illegal örgütle bağım olmamasına rağmen, salt gazeteci kimliğimden dolayı defalarca gözaltına alındım, işkence gördüm , ölümle tehdit edildim, hakkımda davalar açıldı. Gazeteci arkadaşlarım öldürüldü. Bir dönem sonra bize orada yaşama şansı bırakılmadığı için gelip Isviçre’ye sığındık. Yanılmıyorsam 1996 başında Türkiye’yi terk ettiğimde, 157 gazeteci yargılanıyordu ki bunların çoğu tutukluydu.  O dönem öldürülen 21 gazeteciden 11’i mesai arkadaşımdı.

İsviçre’ye ilk geldiğiniz dönemlerde, burada ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Asıl sorun iletişimden kaynaklı; yalnızlık sorunuydu. Ayakta kalabilmek için irade, kararlılık ve hedeflerinin olması gerekir insanın.  Etrafımızda bize yardımcı olmaya çalışan profesyonel insanlar vardı ama yetersizdi. Bir yandan kişiyi sığınmacı olarak bir yerlere koymaya çalışan bir sistem diğer yandan da Kürtlerin buradaki kurumsal eksikliği, örgütsüzlüğü, içlerine kapanıklılığı gibi sorunlarla boğuştuk. Ama aynı zamanda da  devletin sağladığı sınırlı ve kıt imkanlarla dil öğrenmeye, uyum sağlamaya çalışıyorduk. Ama bu çabalarımızdan dolayı da yine “entegre oluyorsunuz” diye Kürt kurumları tarafından dıştalanıyorduk. Kürt dernekleri ya hemşehrilerin buluştukları bir kahvehane yada ibadethane gibi işliyorlardı ki malesef bugün de bu konuda halen eksiklikler var. Dolayısıyla bu durum hedeflerimize ulaşmamızı zorlaştırıyordu. Bundan dolayı da bizi geliştirmesi, moral kaynağımız olması gereken Kürt dernekleri rollerini oynamadıkları için bizler de kendi başımıza ayakta kalmaya ve yaşadığımız ülkelere birer vatandaş bilinciyle kök salmak için başka siyasal ve sosyal arayışlara yöneldik.

Kürt sorunundan kaynaklı acılar yaşamış birisi olarak bu konuya bakış açınız nedir?

Bizim kuşağı bir çok eksiği ve hatasıyla kendi kimliğini tanıyan isyancı bir gençlik olarak tanımlıyorum. 90’lı yıllarda gençlik çağına girmiş bu kuşak, kimliği doğrultusunda başkaldırdı. Birşeyler bize dayatıldı. Anne-Babalarımız Türkçe bilmediği için onlardan utanılan bir tablo yaratıldı sistem tarafından. Kürt direnişi sayesinde bu kara tabloyu kırdık. Kürt direnişi de elbette bir partiye veya bir örgüte tek başına mal edilemez. Bu bir mirastır ve Şeyh Saitler’e ve hatta daha ötesine uzanan tarihi bir süreçtir günümüze dek gelen. Bunda gücü oranında tüm örgütlerin ve bedel veren Kürt aydınların da önemli katkısı var. Biz o dönemde “Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan” diyorduk. Zaman değişti,dünya değişti. Dolayısıyla bakış açımız da değişiyor. Ben bir birey olarak İsviçre Modeline çok hayranım; dört dil, dört değişik kültür ve birçok dini inancıyla bir arada barış içinde yaşayabiliyorlar. Bu felsefeye “farklılılkların gönüllü birlikteliği”deniyor. Neden Türkiye’de federal bir çözüm olmasın, Kürtler ve otonom olarak yaşamak isteyen başka halklar federal bir ülkede bütün farklılıklarıyla bir arada yaşamasınlar ki?

Yani sizce İsviçre, Türkiye’ye Kürt sorunu konusunda model olabilir mi?

İsviçre modeli, Türkiye için tam olarak örnek teşkil etmese bile, Kürt sorununun çözümünde incelenmeye değer bir sistem. Bu bir süreçtir. İsviçre sistemi siyasi bir kültür modelidir. Farklı insanların bir arada yaşayabilmesi için bir demokrasi kültürü olması gerek. Bu da sadece yasalarla değil, eğitimle, kültürle ve siyasi irade ile olur. Devletin de bunu anayasal güvenceye alması gerekir. Dünyanın hiçbir yerinde asimilasyoncu sistemler kalmadı. Türkiye’de milliyetçi, asimilasyoncu zihniyetin değişmesi gerek. Ondan sonra da kurumlaşmaya gidilmeli. İsviçre’de yasal olarak azınlıkları koruma ve yaşatma anlayışı vardır.Bu anasayanın temel maddeleri arasında yer alır ve topluma siyasi bir kültür olarak yerleşmiş. En küçük, siyasi ve etnik grubun bile parlamentoda temsil hakkı var. Oysa, Türk devleti kendi farklılıklarını bir tehlike olarak görmeye devam ediyor halen. Bunlara karşı da halen güvenlik ve asimilasyon politikaları izliyor. Geçmişte yaşanan toplu katliamları sürekli bir etnosid, yani kültürel kıyım izlemiş.

Sizce Isviçre kantonal sisteminin artıları ve eksileri nelerdir?

Aslında bunu federatif sistemin artıları ve eksileri diye görmek gerek. İki teori var. Federal sistemlerde etnik, dini kimlikler tanıma ve doyuma ulaşır, zira tanınma duygusu insana özgü güçlü bir duygudur. Kanadalı felsefeci Chales Taylor “Tanımak sadece insanlara sunduğumuz bir nezaket değil: insana özgü hayati bir ihtiyaçtır.”diyor. Federatif sistem farklılıkların tanınması ve bunların barışık olmalarını gerektirir, iç çatışmayı ortadan kaldırır. Federalizm, sosyal, siyasal ve ekonomik güvencelerle korunduğu zaman ideal bir sistemdir. Aksi halde, insanlar eşit paylaşım duygusunu yaşamamış olurlar ki bu da sorunlara yol açar.Bir federalizmi güçlü kılan eşit paylaşımdır. Dezavantajları da genel olarak aynı ülkenin vatandaşları aynı anayasayı benimsemiş olmalarına rağmen vergi, seçim, iç güvenlik gibi sistemlerdeki farklılıklardan dolayı zaman zaman ayırımcılığa ugramış duygusuna kapılabilirler. Kısacası, bölgeler arası eşit paylaşım olmadığı zaman federalizmde sorunlar yaşanabilinir.

Avrupa’ya zorunlu göçü yaşayan Kürt nüfusu milyon ile ifade edilmektedir. Böylesine yoğun bir göç yaşayan bir halkın, siyasal anlamda bir  diasporasının olmamasının nedenlerini siz neye bağlıyorsunuz?

Sorun diasporanın tanımıyla ilgili, yani ne anladığımıza bağlı diasporadan. Bence bir Kürt diasprası var  ama bunu bir Ermeni, Yahudi veya Lübnan diasporaları gibi ekonomik ve siyasi olarak güçlü diasporalarla kıyaslamak yanlış olur. Bugün Kürt siyasal diasporasının dört temel sorunu var. Birincisi, Kürtlerin bir ulus devletlerinin olmamasından kaynaklı olarak Avrupa ülkelerinin Kürtlere yaklaşımı ile ilgili. Örneğin Kürtlerin kayıtlara Türk olarak geçmesi. Bu durum egemen ülkelere (Türkiye, İran, Suriye...), uluslararası ilişkilerde de Kürtler üzerinde söz hakkı veriyor. İkincisi, Avrupa ülkeleri Kürtleri mültecelikle yani zorunlu göçle tanıdılar. Dolayısıyla genel göç sorunlarına  baktıkları gibi bu meseleye de güvenlik açısından bakıyorlar. Üçüncüsü, Kürtler’in yaşadıkları ülkelerdeki meşruiyet sorunu. Kürt örgütlerinin Avrupa’daki meşruiyet eksikliği. Bu eksiklikler özellikle de uluslararası kurumlar nezdinde vardır. Dördüncü sorun da Kürtlerin iç sorunlarından kaynaklı eksiklikleri. Kürtlerin kendi aralarındaki siyasi ve ideolojik çatışmaların daha bir kaç yıl öncesine kadar kardeş kavgasına, şiddete dönüşmesi. Bu durum bir yandan temsiliyet sorununu, diğer yandan da güvenlik sorunlarını beraberinde getiriyor. Batı ülkeleri göçmenlerin kendi aralarındaki örgütsel problemlerden dolayı huzursuz olmak ve kamu güvenliğinin tehlikeye düşmesini istemiyor.

Konuşmanızın bir yerinde Kürt sorunu hakkında “ilan edilmemiş savaş” tabirini kullandınız. Bu tabirinize katılmakla beraber bu savaşta onbinlerce insan hayatını kaybetti, binlerce köy yakıldı ve milyonlarla ifade edilen zorunlu bir göç yaşandı. Tüm dünyanın gözleri önünde Kürtlere karşı bu vahşet uygulanırken Avrupa tabiri caizse kılını dahi kıpırdatmadı. Fakat daha dün Libya’da muhalif bir ayaklanmayı bahane ederek bu ülkeye ekonomik ve askeri müdahalede bulunuldu. Avrupa’nın çifte standartlı bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu oportünsit bir politikadir. Ama rasyonel bir tercih meselesidir. Bu durumu,Türkiye’nin bölgedeki konumu ve Ankara’nın Batı’nın müttefiki olması, Kürt sorununun yakıcılığı ve karmaşıklığıyla açıklamak lazım. Türkiye, Avrupa’nın gözünde 80 milyon nüfuslu tüketici bir toplum. Beyaz eşyadan tutalım, otomobile, kozmetiğe, ilaca, silaha kadar bütün ihtiyaçlarını Batıdan karşılıyor. Yani, önemli bir müşteri. Jeopolitik anlamda, Arap-Müslüman ülkelerle arasına set çeken bir ülke aynı zamanda. Türkiye, NATO’dan tutalım, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konseyi’ne kadar birçok uluslararası kuruluşun üyesidir. Dolayısıyla sadece, Kürt sorunu için, insan hakları ihlalleri için Batılılar Türkiye ile ters düşmek istemezler. Çünkü Türkiye ile çıkarlarını tehlikeye sokmak istemiyorlar. Kürtler de ekonomik ve siyasi olarak Avrupa ile partner olabilecek düzeyde değil. Tabi Güney Kürdistan’ı bu belirlemenin dışında tutmak gerek. Geçmişte onlar da Türkiye Kürtlerinin konumundayken, bugün ekonomik ve siyasal anlamda Batı’nın bir partneri düzeyindeler.

Son olarak; Türkiye’de Kürt Sorununun çözümüne yönelik önerileriniz nelerdir?

Kürtler kendi taleplerini netleştirmeli. Tüm kesimlerini kapsayan, değişik siyasi parti ve kurumların üzerinde uzlaşabileceği bir çözüm projeleri olmalı. Devletten bir çözüm projesi talep etmeleri gerekir. En başta temel haklarının tanınarak anayasal güvenceye alınmasını kabul ettirmeleri gerekir. Türkiye’deki seçim barajı kaldırılmalı ve Kürtler bir değil birçok partiyle Ankara’da temsil edilmeli.

İhsan Kurt Kimdir?  Aslen Amedli. 12 Eylülden kısa bir süre önce ailesi Hatay’a göç etti. 1991-1996 yıllarında Yeni Ülke, Özgür Gündem ve Evrensel gibi gazetelerde çalıştı. Ocak 1996 yılında siyasi mülteci olarak İsviçre’ye gelip  Lozan’a yerleşti Lozan ve Neuchatel Universiteleri’nde Sosyoloji ve iletişim bilimlerinde çift ana dalda lisans ve ardından Göç sosyolojisi ve Vatandaşlık alanlarında master yaptı. Daha çok gençlik, vatandaşlık, kimlikler, siyasal islam ve diaspora konuları üzerine çalıştı. Neuchatel Üniversitesi’nde Kürt siyasal diasporası üzerine master çalışması yaptı. Ceşitli resmi ve sivil toplum kuruluşlarında Entegrasyon, çok kültürlülük, ilticacıların hakları konularında çalıştı. 2007’den beri kanton Eğitim Bakanlığı’na bağlı Gençleri ve Çocuklar koruma dairesinde uzman olarak çalışıyor. Altı yıldan beri Sosyalist partide siyaset yapiyor ve 13 Mart’ta Prilly şehri parlamentosuna seçildi. Lozan üniversitesi kütüphanesiyle işbirliği çerçevesinde kurulan İsmet Şerif Vanlı Kürt Kültür Mirası (AFKICV) derneğinin başkanı. Aynı zamanda serbest gazeteci olarak da Kürt ve İsviçre basınına yazıyor.

 
   
Dengê Kurdistan © 2011