Şengal
Kejê Bêmal
3.bölüm
Yola bakıyorum. Upuzun simsiyah bir yılan gibi
kıvrılıp duruyor önümüzde. Dağın
çepeçevre sardığı küçük köylerden oluşuyor
Şengal bölgesi. Her köyün ayrı bir güzelliği
ama hepsinin ortak trajedisi var. Yokluk! Acı! Ölüm!..
Şengal Dağını seyrederek ilerliyoruz…
Yolda çok dindar bir Ezidi’nin evine uğruyoruz. Dinleri
ile ilgili bazı sorular soruyorum. İçtenlikle
cevap veriyor. O ara Risale bir soru sormamı istiyor.
Dürtüp duruyor beni sorunun hoş kaçmayacağını
biliyorum ama Risale’nin ısrarı karşısında
dayanamayıp soruyorum. Xalo başını
önüne eğip bıyık altı gülüyor. Ali
kıpkırmızı! Adam bize doğru dönüp
‘’Rahat dur istersen Risale’’diyor. Şimdi kıpkırmızı
olma sırası Risalede. Kız ömrümde gördüğüm
en anarşist kadınlardan biri. Dünya umurunda
değil. Dindarları kızdırmaktan ayrıca
keyif alıyor. Sanırım bu özelliği
de tüm köylerde biliniyor.
Yola devam ediyoruz. Yol boyunca hiçbir sorun yaşamadan
Şerfedin’e geliyoruz. Şerfedin Ezidlerin kutsal
saydığı bir bölge. Tıpkı Laleş’teki
yapılara benzeyen bir mimarisi olan yere giriyoruz.
Saçları uzun örgülü ve şalvarlı adamlar
bekliyor burayı. Saygı ve sevgiyle karşılıyorlar
bizi. İçeriye giriyoruz. Ben Ezidi olmama rağmen
Risale’den daha fazla meraklıyım ritüellere
ve daha bilgi sahibi. Duamı ediyorum. Dileğimi
tutuyorum, saten kumaşlara düğümümü atıyorum
ve ortada duran kare taşı kucaklamaya çalışıyorum.
Tabi ki ellerim kavuşmuyor. Risale gülüyor olabilecek
bir dilek tut bari diyor. Tüm ritüelleri eksiksiz bilmem
dışarıdaki ruhbanların dikkatini çekiyor.
E ne de olsa ben Laleş talebesiyim. Gülerek bana
kopya veriyorlar. Ne yapıyorsak olmuyor umudumu kesip
vazgeçiyorum dileğimden… Zaten olur şeyde değildi?
Dilerken ben bile inanmamıştım.
Biz ziyaretten çıkarken yeni grup kadınlar
geliyor. Kapının sağını öperek
giriyorlar içeri. Ne çok dilekleri var bu kadın cinsinin.
Erkekler pek ilgilenmiyor bu tür işlerle. İyi
ki yaşamda kadın cinsi var yoksa bütün sıra
dışı istemler ve masallar sahipsiz kalırdı.
Kapıdan çıkarken sol yanımızdaki mezarlığı
ferk ediyorum. Xalo ve Ali sohbet ediyorlar kamyonetin
önünde. Sesleniyorum “mezarlığa gideceğim”
diye. Xalo gülerek “tamam” diyor.
Ben Risale ve Aziz giriyoruz mezarlıktan içeri.
Bir halkın kültürünü tanımanın en kestirme
yoludur mezarlıklarını gezmek. Ölüler yattıkları
yerden sizi bilgilendirirler bağlı bulundukları
kavimin yaşadıkları ile ilgili…Yeter ki
dinlemeyi bilin!
Mezar taşları süslü. Üzerinde çaydanlık
olan var, çay bardağı olan var. Mezarların
üzerine basmamaya çalışarak fotoğraflarını
çekip ilerliyorum ki bir de ne göreyim. İki tahta
sırığın üzerine geçirilmiş bir
ipe saç örgüleri asılmış.
Kanım donuyor.
Arkada kalan Risaleyi çağırıp ‘’bu ne?’’diye
soruyorum. Risale alışmış olmanın
getirdiği ses tonuyla anlatıyor.’’Ezidi kadınları,
ailelerinden bir erkek öldüğünde saçlarının
örgülerinden birini kesip mezara asarlar. Kesilen saç
diğer örüğe yetişene kadar yası devam
eder!’’
“Aman Allah’ım” diye mırıldanıyorum.
“Aman Allahım Kürdlerin ’porkurê’ dedikleri şey
bu!”
Çocukken bir yaz tatilinde dedemin komşularından
biri ölmüştü. Meraklı bir çocuk olduğum
için bir şekilde komşuya gidip içeri sızmıştım.
Yerde upuzun yatan adamın üzerine beyaz bir çarşaf
kapatıp tam göğsüne de bir bıçak bırakmışlardı.
Kadınlar tırnaklarını yüzlerine geçirip
kanatıyor, saçlarını yolup beyaz çarşafın
üstüne atıyordu. Tam o sırada feryatla bir kadın
içeri girip yüzünü yolarak tülbendini aşağı
indirmiş sonrada örgülerinden birini o bıçakla
keserek ölünün üzerine atmıştı. Sonra diğer
kadınlar…
O kadar korkmuştum ki çarşafın üzerinde
biriken siyah saç örgülerinden, terliğimi giymeden
kaçmıştım dedemin evine… Ve koca kadın
oldum hala rüyama girer ter içinde uyanırım.
Rüzgarda kurumayı bekleyen çamaşırlar
gibi asılmış ve sağa sola sallanıp
duran saç örgülerine bakıyorum. Risale ilerliyor
yukarıya doğru bana sesleniyor. Oraya doğru
ilerliyorum görünüşünden belikli yeni bir mezar.
Upuzun gerilmiş ipin üzerine sırayla saç örgüleri
asılmış. Kimisi beyazlamış, kimi
kalın, kimi ince, kimi uzun, kimi kısa bir sürür
örülmüş saç.
Risale çok üzgün ‘’Geçen sen ki bombalanma olayında
ölen bir genç bu.Daha 28 yaşındaydı…Bu
nenesinin, bu annesinin, bu halasının, bunlarda
bacılarının örgüleri.”
Sinirlerim boşalıyor…Hıçkıra hıçkıra
ağlıyorum mezarın başında dakikalarca.
Risale sarılıyor bana. Çıkalım diyor.
Hayır diyorum gezeceğim. Genç kızların
mezarına geliyoruz. Yine aynı şekilde gerilmiş
ipin üzerine, ayna, tarak, toka, rengarenk kumaşlardan
başörtüler asılmış. İçim yanıyor.
Boğazım düğümleniyor.
“Çıkalım” diyorum. Kamyonete doğru ilerliyoruz.
Xalo ağladığımı görünce Ali’yle
beraber hızla yanımıza geliyor.Telaşla
ne olduğunu soruyor. Risale anlatıyor Xalo üzgün.
“Kej Xan üzülme” diyor.”Hem bak şimdi seni çok güzel
bir yere götürecem. Bayram kutlamasının yapıldığı
yer. Gideceğimiz yerin adı ‘’Li çiyayê Şengalê
geliye Qerse Laleşê Şebil Qasım!’’
gözyaşlarımı silip gülümsemeye çalışarak
“Şengal dağına mı çıkacağız”
diyorum sevinçle. Gülüyor Xalo! “Evet” diyor. “Şengal’in
Laleş’ine yani buraların en kutsal yerine götüreceğim
seni. Şebil Qasım ziyaretine. Dağa çıkıp
dileğini dileyeceksin ve olacak!” “Gerçekten mi”,
diyorum sevinçle. “Yaşasın!’’ Ne dilersem olacak
mı Xalo?’’ diyorum sevinçle… “Olacak Kejê olacak.
Gideceğimiz yer çok kutsaldır!Kendin için iyi
şeyler dilemeye bak!’’
Şengal dağlarının eteğindeyiz
şimdi. Durmadan fotoğraflarını çekiyorum.
Aklıma Renas Jiyan’ın ‘’hebhinarkê’’şiirinden
dizeler geliyor. Özenerek bir fotoğrafta onun için
çekiyorum. Bir gün karşılaşırsak ona
hediye edeceğim. Şairleri seviyorum. Ana dillerinde
şiir yazan şairleri hele herkesten çok seviyorum.
Sağ tarafta park etmiş bir kamyonetin kasasında
tripot’un üzerine yerleştirilmiş bir biksi yanında
ayaklarını uzatmış piknik yapar gibi
oturan askeri görüyorum. Umurumda bile olmuyor artık
bu görüntü kanıksadım! “Ben sizin üniformasız
olanlarınızdan da gördüm” diyesim geliyor. Asker
asker işte isterse babamın oğlu olsun.
Sevimsiz bir tarafları var!
Dağların hemen hemen gökyüzünü kapattığı
bir vadiden geçip sola doğru kıvrılıyoruz
ve düz yola çıktığımız anda kilometrelerce
uzayıp giden bir taşıt trafiğinin
en arkasında duruyoruz. Xalo sıkıntılı
bakıyor ve “tahmin etmiştim ama bu satte bu
kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim”
diyor.
Ellerinde keleşler, kar maskeleri o sıcakta
yüzlerinde, üniformalı askerler arabalara eğilip
sorular soruyor. Bize yaklaştığında
fotoğrafını çekiyorum umursamadan. O da
poz veriyor. Memed’e ne oluyorsa pek bir kızarıyor
yine. Korkudan sesini de çıkaramıyor. Araba
santim santim ilerliyor.
Camdan başımı çıkarıp bakıyorum
ucu görünmeyen kilometrelerce araç kuyruğu ve insan
seli…Yollar…Dağların etekleri, yol kenarları
her yer insan dolu. “Noluyor” diyorum Xalo’ya “Bayram
Kejê. Burası Şengal, Ezidlerinin kutsal mekanı.
O yüzden her yerden toplanıp buraya gelirler Çarşemê
Sor’da. Piknik yaparlar, ziyarete çıkarlar, gençler
eğlenir halay çekerler…”
Gıdım gıdım ilerleyen arabada sıkılıyorum
‘’ben inip biraz fotoğraf çekebilir miyim?’’diyorum.Xalo
gülümseyerek “evet” diyor. Risale ve Aziz’de iniyor. Ali
tedirgin. Etrafımı seyrediyorum önce. Kum gibi
insan kaynıyor. Rengarenk giysileri içinde Ezidi
kadınları. Gayet modern kıyafetli gençler.
O sıcakta abartılı makyajlarıyla kızlar…
Tam bayram yeri. Gençlerin beden dilinden anladığım
kadarıyla burada tanışıp evleniyorlar.
Yani bir anlamda birbirlerini görüp beğendikleri
yer burası.
Sol tarafım Şengal dağı! Heyecanlanıyorum.
Çıksam Derweş’i görür müyüm? Eğer görürsem
kulağına bir şey fısıldayacağım.
Biliyorum beni dinlemeyecek ama yine de söyleyeceğim.
Aşkı için bu halka kıymamalı! Yazık
Ezidiler! İbrahim Paşa’da oyun çok. Başının
çaresine bakabilir.Yazık Derweş’e? Peki Edûle
ne olacak? Bu destanı kansız ve hilesiz yeniden
yazmanın bir yolu var mı acep?
Dağa doğru tırmanıyorum. Ayağımın
altındaki toprağın Şengal Dağı’na
ait olduğunu bilmenin özeni ve heyecanıyla basıyorum
toprağa. Yolun altındaki taşlı tarlalarda
halay çekiyorlar. Rengarenk insan toplulukları. Öbek
öbek…Uzun uzun seyrediyorum. İnsanlar tabiattan fışkıran
çiçekler gibi güzel görünüyorlar uzaktan. Dağlara
doğru tırmanıyorlar farkında olmadan
mırıldanıyorum:
’’Benim güzel Ezidilerim! Benim sahipsiz çöl çiçeklerim!’’
Yavaşça iniyorum kalabalık yola. Gördüğüm
her suretin fotoğrafını çekerek. Dikkatimi
sarhoş gençler çekiyor. O sıcakta durmadan içiyorlar
üstelik. Risale’ye içkinin yasak olduğunu söylediğini
hatırlatıyorum Bavê Çavuş’un. Risale gülüyor.
“Bave Çavuş’a söylemezsin olur biter” diyor.
Buradakiler Laleş’tekiler kadar dindar değil.
Fotoğraflarını çekmeye devam ediyorum.
Bir ara yanıma bir adam yaklaşıyor. Kim
olduğumu ve nereden geldiğimi soruyor. Ardından
da hangi örgütten olduğumu. Şaşırarak
yüzüne bakıyorum. Ali ısrarla tembihledi gazeteci
olduğunu söyleme diye. Ne diyeyim şimdi ben
bu tuhaf adama? O sırada Ali yetişiyor. Ve adama
ne istiyorsun gibilerinden bir şeyler soruyor. Adamla
tartışır gibi konuşuyor. Risale zeki
ve şık bir hareketle araya girip ‘’Teyzemin
kızı. Avrupa’da yaşıyor.Orada doğdu
büyüdü o yüzden tam anlamıyor seni, üstelik sana
ne, ne diye soruyorsun?’’deyince adam acayip bozulup özür
dileyerek gidiyor. Risale’de kolumdan tutup beni ters
tarafa doğru götürüyor. Ali arkamızdan yetişip
‘’gidelim artık Kejê’’ diyor.’’Nereye?’’ diye soruyorum?
“Eve” demez mi? “Allah Allah” diyorum.”Daha yeni geldik
ben etrafı görmedim.Yeterince fotoğraf çekmedim.Eve
gidecekmişiz. Sen git ben gelmiyorum.”
Ali acayip geriliyor. “Bak Kejê” diyor “Gençler sarhoş.
Önüne gelenin fotoğrafını çekiyorsun.Biri
bişey diyecek. Yapma. Üstelik bizim için senin hissettiğin
kadar güvenli değil bu bölge’’diyor ve kıyamet
kopuyor.Bas bas bağırıyorum Ali’ye! “Ben
buraya gezmeye gelmedim anlıyor musun!”Canımı
tehlikeye attım.”Şu anda da çalışıyorum.”Seyretmeden
anlamadan dinlemeden neyi yazacağım?”Git diyorum
Ali başımdan! Def ol git!”Sana elli kere söyledim
sen benden sorumlu değilsin.”Başıma bela
mı aldım seni?’’
Herkes bize bakıyor çünkü anlamadıkları
bir dilde bağırıyorum… O ara davul zurnayla
halay çeken bir gurubu görüp aralarına karışıyorum!
Ha bire fotoğraf çekiyorum. Açıkçası Ali
hiç umurumda değil! Halay çeken gurubun ortasında
hem eğleniyorum, hem fotoğraf çekiyorum. Tam
o sırada biri kolumdan tutuyor bakıyorum Ali!
Neredeyse sürükleyerek çıkarıyor beni oradan.
Sen misin bunu yapan! ayağına bir tekme atıyorum.
Ali can yangınıyla kolumu bırakıp
bana dönüyor ve ilk defa bağırmaya başlıyor.
Risale ve Azizi köşede durmuş bizi seyrederken
ve biz avaz avaz bağırırken birden yanımızda
Keko bitiveriyor. Her zamanki gibi sakin ve gülümseyerek
ne olduğunu soruyor.Ali olanı biteni anlatıyor
hızla. Keko bu sefer Ali’ye kızıyor. “Kejê’ye
kimse bişey yapmaz, yapamaz” diyor…”Bırak ne
istiyorsa onu yapsın.”
Ali küsüp yola doğru gidiyor.Keko bana “ne istiyorsan
onu yap Kejê, ben buradayım. İstediğinin
resmini çek. Git onlarla halay çek hiç kimse sana bişey
yapmaz. Bu gün bayram” diyor.
Durur muyum. Hemen koşarak kalabalığa
karışıyorum. Bir ara kalabalık bir
erkek gurubu ile halay bile çekiyorum. Biraz sonra yolun
köşesinde üstü sazlıklarla kaplı bir kahvede
oturan Keko’nun yanına gidip ‘’Hadi Ziyarete çıkalım
artık’’ diyorum. Keko gülüyor.”Hadi” diyor. Ama önce
otur soğuk bişeyler iç öyle. Ben Keko’yu çok
seviyorum. S oğuk su ve çay içiyorum. Ali ile Xalo
da geliyor. Ali perişan görünüyor. Çocuğu iki
günde bu hale sokabildiğime ben bile inanamıyorum.
Sanki kilo verdi çekti garip. Küçüldü bişey oldu.
Yerimden kalkıyorum yanına oturuyorum’’Küstün
mü bana Ali?’’diyorum. Önce pas vermiyor sonra barışıyor
benimle. Sonra da klasik Ali konuşmalarını
yapıyor. İşte benim can güvenliğim,
yok bilmediğim bölge, yok benim gördüğüm gibi
değil hiç bir şey. Bir daha onu kırmak
istemediğim için her şeye “tamam” diyorum. Keyifleniyor.
Ali benim için endişeleniyor sadece, şunu bilmiyor,
ben benim için endişelenen ve bunu bana hissettirip
beni yapmak istediğim şeylerden alıkoymak
isteyen herkesten nefret ediyorum!
Yola çıkıyoruz ama ilerlemek ne mümkün.Saatlerce
arabada olmamıza rağmen bir kilometre bile gidemiyoruz.Xalo
sıkıntıyla bana “Kejê bu gidişle ziyarete
ulaşmamız mümkün değil.Bir de bunun dönüşü
var.Eğer senin de rızan varsa dönelim!Hem şu
merak ettiğin konu var ya onunla ilgili seni birine
götüreceğim” diyor.Hemen kabul ediyorum.Bulduğumuz
ilk boşluktan Xalo önde Keko arkada dönüp geri gidiyoruz.Son
bir defa daha kafamı camdan çıkarıp geride
bıraktığım insan seline bakıyorum.
“Çok şükür” diyorum “o kadar ölüme ve soykırıma
rağmen hala varsınız! Umarım daha
da çoğalırsınız.Benim güzel Ezdilerim!”
Geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz. Bir süre sonra
trafik hafifliyor.Hızlanıyoruz…Güneş artık
gücünü kaybetti.Akşam üstü…Yine o tuhaf huzursuzluk
ve durgunluk çöküyor üzerime.Arabadakiler fark ediyor.Ali
kendisinden kaynaklı zannedip ha bire ‘’neyin var
Canê.Bak seni ben üzdümse özür dilerim.Hepsi senin güvenliğin
içindi” falan diyor “bi sus be Ali!Ben yıllardır
bu saatte neyi kaybettiğimi ve neyi aradığımı
yada neye üzüldüğümü biliyor muyum ki sana söyleyeyim?Yok
canım bişeyim.Sevgilimi özledim geçer birazdan”
diyorum. Xalo merakla Ali’ye bakıyor. “Nesi var?”
gibilerinden? Risale sarıp sarılıp öpüyor.
Bunalıyorum! Nefes alamıyorum ve arabadan inip
güneşin ardında kaybolmaya hazırlandığı
Şengal Dağ’ına doğru koşmak istiyorum!
Biliyorum birazdan batacak ve ben düzeleceğim ama
rahat bırakmıyor ki yanımdakiler…
Güneş batıyor.Her yer kızıla kesiyor!
Ateş alazının rengi şimdi toprak.
Seyrediyorum toprağı, dağı, bozkırı,
köyleri, çölü… Araba ardını dağa yaslamış
yanında yöresinde hiçbir yerleşim yeri olmayan
kendi başına öylece ortada duran bir tek katlı
evin önünde duruyor.
’’Burası’’diyor Xalo.Dışarıya esmer
iri yarı, uzun boylu orta yaşın biraz üzerinde
bıyıklarını yüzüne doğru burmuş
bir adam çıkıyor. Xalo’yla sarılıp
bayramlaşıyorlar. Bize yöneliyor.Xalo bizi tanıştırıyor.İlk
defa benim hakkımda gerçeği söylüyorlar. Gazeteci
olduğumu, Kuzey Kurdistan’dan geldiğimi ve Şengal’i
kimin bombaladığını merak ettiğimi…Sesizce
dinliyor. Hiç konuşmadan. Sonra içeri gelin bir karnınızı
doyuralım hele konuşuruz diyor. Xalo bana bakıp
göz kırpıyor. Ben de ona.. “Konuşacak yaşasın!
Oldu bu iş!”
İki odadan oluşan betonarme bir eve giriyoruz.
Yerde özenle hazırlanmış bayram sofrası.Her
zamanki gibi tüm yoksulluğa inat pırıl
pırıl ve çeşitli gıdalar, rengarenk
yumurtalar uzun bir muşamba üzerine serilmiş
yer sofrasını donatmış. Tüm bu görüntülere
rağmen Şengal’e geldiğimden beri hiç kendimi
huzurlu hissetmedim.
Nasıl anlatayım; Laleş’ten çok farklı.
Laleş huzurluydu…Güvenli..Ruhani…
Şengal öyle değil.Her an tedirgin, şüpheci
ve bir tarafı hep karanlık!
Laleş’teki herkesin yüzünde huzur ve adanmışlık
vardı…Buradakiler sert! Yaşanan acılar
yüzlerinde siyah bir bulut bırakmış.
Şüpheli ve kesinlikle ruhani değil.
Bu durumda beni tedirgin kılıyor. Laleş’teki
kadar rahat ve mutlu değilim. Bir şey var biliyorum
ve ben bu ‘’bir şey’’i bulduğumda bu düğümü
çözeceğim. İçeri girdiğimden beri sanki
düğüm burada çözülecekmiş gibi geliyor.
Çaylarımızı içtik. Sıra sohbete
geldi de…
Sorduğum sorulara aldığım yarı
gizemli cevaplar ve tepkiler beni öyle ürkekleştirmiş
ki nereden başlayacağımı bilemiyorum.
Xalo yüzüme bakıyor ‘’Hadi’’dercesine…E hadiyse hadi!
Başlayalım o zaman…
K.B: Öncelikle benimle görüşmeyi kabul ettiğiniz
için teşekkür ederim. Sorduğum sorulara kimse
yanıt vermeyip, tepki gösterdiği için size gelmek
zorunda kaldım. Bu bayram günü, kötü olaylar hakkında
konuşacağım için şimdiden özür dilerim.
Şengal katliamı ile ilgili konuşmak istiyorum.
Katliamı El-Kaide mi yaptı?
X.Ş: Öncelikle özür dilenecek bir şey yok Kej
Xan.Senden geçen seneden haberim var.Biz dışa
kapalı bir toplum olduğumuz için Laleş’e
gelişin ilgimizi çekmişti. Dolayısıyla
seni dostumuz, kardeşimiz ve kızımız
olarak görürüz. Asıl ben teşekkür etmek istiyorum
buralara kadar yorulup bizim için zahmete girmen bizi
mutlu etti. Soracağın sorulara elimden geldikçe
cevap vereceğim.Bunlar benim fikirlerim tabi.Sağlamasını
yapmak senin işin…
Katliamı El-Kaide’mi yaptı? Bu kadar kapsamlı
ve ciddi ve tamamen sivil halka yönelik bir eylemi sence
El-Kaide yaptı deyip işin içinden sıyrılmak
kolaycı bir yaklaşım olmaz mı?
K.B: Olur! Kafama bişey yatmadığı
ve altında bişeyler aradığım
için buradayım…
X.Ş:O zaman söyleyeceğim her şeyi yazacağına
söz verirsen ben de sana olanı biteni anlatırım…
K.B:Söz!
X.Ş:Biz Ezdiler tarih boyunca dini inançlarımız
yüzünden katliama uğradık.Hakkımızda
tan 72 ferman çıkarıldı.Bunların bir
çoğu direk amacı jenosid olan katliamlardı.Her
biri birbirinden acıdır. İslamiyet döneminden
yakın tarihe kadar inancımız için öldürüldük.
Diyar diyar sürüldük. Yeryüzünde hiçbir halkın görmediği
aşağılanmalara tabi tutulduk. Yine de ne
dinimizden ne de inancımızın gereklerinden
vazgeçmeyerek bu günlere kadar geldik. Geldik ama sayımız
gittikçe azaldı. Bu da bizi gün geçtikçe, daha fakir,
mazlum, hakkına hukukuna sahip çıkamayan, dışarıdan
izole ve kapalı bir toplum haline getirdi. Örneğin
geçmişte Kuzey Kurdistan’da oldukça geniş Ezidi
popülasyonu vardı.Bu gün arasan birkaç haneden öteye
gitmezler. Bir çok yerde durum böyle.
En acı olanı kendi halkımız tarafından
yok edilmekti.
Biz Kürdüz Kej Xan!Kutsal Kitabımız ‘’Mushaf’ı
Reş’’Kürdçe.Dilimiz Kürdçe.
Örneğin şu an geldiğin bölgede bize Saddam
tarafından sadece Araplaşmamız ve Müslüman
olmamız yönünde görülmemiş baskı uygulandı.
Ama direndik. Bu güne kendimizi attık. Bu gün en
kolayı bizim din ve mezhep adına Radikal aşırı
İslamcı gruplar tarafından öldürüldüğümüzü
iddia etmek. Hele hele bu bölgede, kazın ayağı
hiç te öyle değil!
K.B:Şaşırtıcı… Oysaki ben tüm
katliamlarda hep dininiz gerekçe gösterilerek öldürüldüğünüzü
düşünmüşümdür.
X.Ş:Eskiden öyleydi. Aslında sorarsan eskiden
de öyle adlandırılıyordu. Dünya dengeleri
hep kirliydi. Sadece son yıllarda artık aleni
kirli olmaya başladı.Derweş’in hikayesini
bilir misin?
K.B:Derweş’e Evdi mi? Evet hem de çok iyi.
X.Ş:Mesele yok o zaman. Normal zamanlarda kardeş
kardeş yaşarken çıkarlar çatıştığı
anda sürgüne gönderilirler Şengal’e. Çıkarlar
birleştiğinde de geri davet edilirler. Sadece
din gerekçe olsa başka zamanlarda niye ortak yaşasınlar?
Din ortalık kızıştığında
katledilmeleri için en önemli gerekçedir. Ama tek gerekçe
değil.Bu gerekçenin işler hale gelip sahneye
konulabilmesi için mutlak çıkar sahiplerinin bu aracı
kullanarak ortalığı karıştırması
gerekir.Ortaya çıkan katliamlara sadece din adına
yapıldı demekte sağ duyu ve akıl sahiplerinden
çok romantiklerin işidir.
K.B:Yani?Son yapılan katliamında dinle ilişkisi
yok?
X.Ş: Olmaz olur mu? Muhakkak var ama ortalığı
kızıştırmakta geçer akçe olduğu
ve araç olduğu için…
K.B:Sizin gibi kendi halinde yaşayan ve tamamen
dış dünyadan izole edilmiş bir topluma
saldırı kimin ne işine yarayabilir ki?
X.Ş:Ortadoğu’da hiçbir halk senin düşündüğün
kadar mazlum ve masum değildir Kej Xan! Mutlak bir
işe yarar yada yaraması sağlanır.
K.B:Anlamadım?
X.Ş:Anlatayım… Hiç 140:Madde diye bir şey
duydun mu?
K.B:Kısmen. Ama üzerinde fazla bilgim yok.
X.Ş:Peki dinle o zaman. Bu madde anayasal bir maddedir
ve azınlıkların nereye tabi olacağını
belirler. Kerkük meselesi hakkında bilgin var mı?
K.B:Olmaz olur mu? Bizim işgalcilerin çok yakından
takip ettiği bir meseledir.
X.Ş: (ilk defa gülümsüyor) Mesele yok o zaman. Musul
ve kaderini bu madde belirleyecek.En sade haliyle anlatayım
kafan karışmasın.Yaşayan nüfusun sayısı
ve kökenini bu durumda çok önemli.Kim daha fazla çıkarsa
o yönetime bağlı olacak? Yani eğer Kürt
nüfusu fazla ise Kurdistan Hükümetine, ya değilse
diğer hükümetlere bağlanacak… Dolayısıyla
bu bölgede şu anda ibre Kurd nüfusundan yana olduğu
için, referandum her gündeme geldiğinde bir karışıklık
yapılıp hasır altı edilir ve ertelenir.
Suriye, Türkiye ve İran ellerinden geleni yapıp
bu referandumu geciktirmek için kirli oyunlar oynarlar.Şu
anda biz neredeyiz. Şengal’de, Şengal nereye
bağlı yarı Kurdistan’da saymamıza
rağmen resmiyette Musul’a. Biz kimiz Kej Xan? Ezidi
Kürdler. Yani Kürd nüfusu! Anlatabildim mi?
K.B;Aman Allah’ım hayır burada da mı derin
devlet?
X:Ş:(bu sefer kahkahalarla gülüyor) Kej Xan, seni
nasıl Kurdistan’ın dört parçası ilgilendiriyorsa
onları da ilgilendiriyor.Yani bu kadar hayret etme
yoğun olarak Irak’ta olmakla beraber gittiğin
her parçada onlara çıkar kirli oyunların yolu…
K.B:Yani Şengal katliamını ve sivil halkı
hedef alan tüm saldırıları onlar mı
yapıyor?
X.Ş:Sadece onlar yapmıyor içlerinde senin mazlum
halkından olanlar da var? Hatta az da olsa Ezidiler
bile?
K:B:Anlamadım? Ne dediniz? Bu çok ciddi ve fena
bir iddia olmadı mı?
X.Ş: Olmadı olmadı.Bu kadar hayret etme.
Hele hele bu coğrafyanın çocuğu olarak
senin ihaneti çok iyi tanıman lazım.
K.B:Tanımak başka, kabullenmek başka bir
şey olsa gerek. Şaşkınlığım
kanıksamamaktan. Çok yadırgamayın.
X.Ş:Anlaşıldı biz taaa en başa
dönelim. Ben sana tek tek anlatayım. Eminim iyi dinlediğinde
buradaki dengeleri rahatlıkla çözüp, daha rahat anlayabilirsin.
K.B:Peki buyurun.
X.Ş:Leto ağa diye birini duydun mu hiç? Ya
da Zebari aşireti?
K.B:Hayır.
X.Ş: Saddam dönemimde, daha önce Barzani aşireti
ve KDP’ile kan davası olan Heriki, Sürcü, Zebari,
Rekani vb.gibi aşiretler Saddam’a sığınıp
koruculuk yaptılar. Bu aşiretlerden Zebari aşiretinin
reisi Leto Ağa’nın kardeşi eski BAAS’çı
ve Saddam’ın fedaisi olan biri tarafından Musul’da
öldürüldü. Leto Ağa bu olayda Berzani aşiretini
suçladı. Musul düştüğünde Rabia kasabasına
geçerek Suriye’ye sığınmak istedi.Her ne
kadar KDP ve YNK temsilci gönderip onun Kurdistan’a gelmesini
istedilerse de o bunu kabul etmedi. Esas amacı eskiden
beri KDP ile kan davalı ve rahatsızlığı
olan aşiretleri kendi çatısı altında
toplayıp Kürd halkı ve Kurdistan’a karşı
bir korucu ordusu yaratmak isteyen Türkiye ve Suriye bunu
fırsat bilip Leto Ağayla yakından ilgilendi.
Leto Ağa’nın Saddam’ın geri döneceğine
dair umutları Saddam’ın idamıyla son bulunca,
Rabia’dan Ürdün’e geçti. Ürdün bunlara pek de destek olmadı.Burda-Türkiye
–Suriye ve İran üçlüsü devreye girdi. Senaryonun
amacı belliydi. Leto ağa ve etrafındakilerden
oluşan gücü örgütleyim Kürdistan’ın kazanımlarını
geriletmek, inkar –imha politikalarını beslemek.
Daha sonra bu kişiler hatta bunların arasında
Ürdün’lü bazı eski askerlerin, BAAS’çıların
ve bazı Sünni aşiretlerin olduğu söylenir.
Türkiye’nin desteği ile Ankara’da çok gizli bir toplantı
yaptılar. Burada bu kişiler sözde partileşti
ve partinin başına Leto Ağa’nın oğlu
Eşref Zebari getirildi. Musuldaki radikal İslamcılar,
Baas’çılar bu örgüte açık destek sunarlar.Bu
partinin asıl misyonu Türkiye ve Suriye devletine
ajanlıktır. KDP ve Berzani aşiretlerine
duyulan düşmanlık temelinde şekillendiği,
Kürdistan’ı geriletmek konusunda bunlardan her anlamda
her şey beklenmekle beraber, güdümlü oldukları
Türkiye ve Suriye yüzünden nihai hedefleri Kerkük referandumunu
erteleme, bu referandumun nerde olursa olsun çalışmalarını
sabote etme bunun sonucunda Musul ve Kerkük’ün Kurdistan’a
katılımını engelleme.
K.B:Peki bu harekete Ezidiler ne zaman bulaştı?
Ya da ilişkilendi.
X.Ş: Kej Xan, halkımızın halini gördün,
bu çağda hala toprak damlarda, elektriksiz, susuz,
yolsuz, işsiz, adına yaşamak dersen yaşamaya
çalışıyorlar. Geçmişten gelen dışlanmışlık
yüzünden kimse kendilerine iş vermez, verse de çok
ağır koşullarda yarı fiyata çalıştırır.
Çoğu zaman hem çalışır, hem paralarını
alamaz bir de üzerine hakaret ve dayak yiyerek dönerler.
Çok fazla okumuş yazmış insan bulamazsın.
Dindar olanlarımızda sadece dini işlerle
ilgilenirler. Bir de iki de bir patlayan bombalar ve bunların
dinimiz adı altında yapılması, toplumumuzu
maalesef kullanıma açık hale getirdi. Bunlar
çoğu zaman maddi yardımda bulunarak bizimkileri
yanlarına çekerler. Bu da yetmezmiş gibi yine
Suriye ve Türkiye’nin katkısıyla ciddi şekilde
bir çalışma yürütüp Ezidi’leri yurt dışına
kaçırırlar.Bu organizasyon müthiş tıkır
tıkır işleyip, içinde hiçbir riski barındırmadan
yerine getirildiği için, Ezidi nüfusunun büyük bir
bölümünü yurtdışına kaçırarak Kurdistan’ın
içini boşaltıyorlar. Aynı zamanda oradaki
nüfusun zaman ve şartlar karşısında
dayanamayıp asimile olacağını bildikleri
için bu ayrıca hem Kürd hem Ezidi kimliğinin
yok oluşunu hızlandırmak adına işlerine
yarıyor. Bir düşün Şengal’den Avrupa’ya
geçen bir daha döner mi?
K.B:Demek her geldiğimde evin nüfusundan eksilen
insanların nedeni bu. Sorduğumda gayet mutlu
olarak Avrupa’ya gittiklerini söylüyorlardı.Üstelik
bunun için bir de o zavallılardan ciddi para alıyorlardı.
Kahretsin! Bu kadar mı sinsi bu kadar mı hain
bir plan olur!
X.Ş:Bak Kej Xan çözmeye başladın. Olur
olur. Bu hesaplar bu günün hesapları değil.
Bizler birbirimize sahip çıkmayıp birbirimiz
bunların kucağına attıkça her şey
olur! Üstelik bunu yaparken kendileri bile ortada görünmeden
halledebiliyorlar. Örneğin sana bahsettiğim
yurtdışsı organizasyonunu kendi elleriyle
kurdukları sözde ‘’Ezdileri ilerletme ve kalkındırma’’hareketi
adı altında, bizimkilere yaptırıyorlar.Bunu
yapmakta çok zor olmuyor nasılsa Ezidilerin içinde
de KDP’ye karşı olan bir kesim var.Bu kesimi
Kürd değil ‘’Ezdi’’olduklarına ikna ederek Kürd
düşmanlığını körüklemek.
K.B: Bi dakika bi dakika .Nasıl olacak bu iş.O
kadar kolay mı? Hiç bozulmadan bu güne kadar kendini
taşımış, Kürdlerin has ataları
ve orjini olan bir halka bu söylediğiniz kabul ettirmek
mümkün mü? Bana çok gerçekçi gelmedi?
X.Ş:Gerçek nedir Kejê Xan? Yazın yılan
ve akrep sokmasından kaç çocuk ölüyor burada biliyor
musun? Burada ki yaz şartlarından haberin var
mı? Güneşin evidir burası. Hiç gitmeyecekmiş
gibi burada oturur. En yakın hastane Duhok’ta. İstersen
burada ortalama insan ömrü konusunda bir çalışma
yap. Bak bakalım ne çıkacak? Gerçek çocuklarını,
sıcaktan, açlıktan, sefaletten, itilmişlikten,
aşağılanmaktan, bombadan, ölümden kurtarmaksa
neyin önemi kalır bu ortamda. Araştırdığın
katliamın görüntüleri var, izledin mi?
K.B:Gördüm ama içim kaldırmadı bakamadım!
X.Ş:Biz onları ellerimizle toplayıp toprağa
verdik.Bana gerçeği değil de çözümü sor.Belki
daha mantıklı olur.
K.B:Kusura bakmayın.Kendimi duyduklarım karşısında
hiç iyi hissetmiyorum.Üstelik oldum olası karanlık
yapılandırmalardan,grift işlerden,karmaşık
ilişkilerden nefret ederim.Yolum kesişsin istemem.Mümkün
olduğunca da uzak kaçmaya çalışırım.Anlattıklarınız
beni fena halde sarstı.
X.Ş:(gülümsüyor)Hem Kürdsün, Hem Kurdistan’ın
özgürlüğünü istiyorsun,hem halkını sevdiğini
söylüyorsun, Ortadoğu’ya geliyorsun ve Ezdi’leri
bulup, seni El-Kaide cevabı tatmin etmemiş ki
Şengal katliamını soruyorsun ve karmaşık
ilişkilerden rahatsız oluyorsun.Bilmeden nasıl
anlayacaksın bu durumu ve anlamadan çözümüne nasıl
gideceksin? Bayramda boyanan yumurtaları anlatarak
mı Kejê Xan? Gerçek can acıtır. Ve konuşulmadıkça
daha derinden can yakmaya devam eder. Gel ne var ne yok
hepsini konuşalım.Belki bundan yola çıkarak
bir çare bir çözüm üreten olur?
K.B:Peki.Buyurun…
X.Ş:Şimdi Leto Ağa’yı ve Zebari aşiretini
kullanarak kimlerin bu projeden ne gibi faydası olduğunu
ortalama öğrenmiş oldun.Leto Ağa ve etrafındaki
aşiretler biraz daha etkili hale gelirse ve KDP karşısında
ciddi bir mevzi kazanırsa, kendince sıkıntısı
olan bir çok aşiret bunların yanında yer
alacaktır. Bunların sayıları azımsanmayacak
bir rakama ulaşabilir. Ve bu Kurdistan’ın geleceğini
rahatlıkla zorlar. Bu zor durumdan kurulmanın
tek yolu halkımızı aşiret değil
Ulus mantığıyla hareket etmek için eğitip,
Kürd halkını ve Kürdistan’ı yok etmek isteyenlerin
eline bu tarihi fırsatı vermemektir. Bunun için
herkes göreve çağrılmalı, Kürd Hükümeti,
Kurumlar, Sivil Toplum Örgütleri, Kişiler. Herkes
karınca kararınca işin bir ucundan tutup
bu oyunu bozmalı.
Diğer parçalardaki tüm Kürdlere düşen görev
Güneydeki Kurdistan’ı ve biz Ezdiler’i koruyup kollamak,
varlığımız ve birliğimize sahip
çıkmaktır. Bu ve bezeri katliamların mezhep
ve din çelişkisine dönüşmesine engel olmalı.
Şengal katliamı yakından izlendiğinde,
ilk bomba patlatılıp, olay yerine insanlar biriktikten
sonra ikici bomba patlatılıyor. Amaç hiçbir
canlı bırakmamak. Bunu sadece din temelinde
yapılmış olarak görmek ne kadar gerçekçi
bir yaklaşım olur? Bu kesinlikle Kürd Halkı’nın
maddi varlığına yapılmış
bir saldırıdır.
Ezdiler Kürdtür. Ve her zaman Kürd kalacaktır.Sizlerin
görevi tüm bu meselelerin getirdiği tehlikeleri bilerek
bizimle daha yakından ilgilenmektir.
Bizi yalnız bırakmamalı, bu saldırıyı
tüm Kürd halkına yapılmış bir saldırı
olarak görmeli ve amaçlarının bölgeyi istikrarsızlaştırmak,
mezhep çelişkilerini kullanarak bölgede terör vasıtasıyla
karışıklık yaratmak,Kerkük referandumunda
Ezdileri etkisizleştirmek göz korkutup referandumda
çok fazla hak talep etmemelerini sağlamak olduğunu
bilerek bunu siyasal bir saldırı olarak değerlendirip
teşhir etmek olmalı.
Şengal, Maxmur, Kerkük’
te belli referandumlar yapılacak.Buralar statüsü
netleşmeyen bölgelerdir.Irak parselleniyor.Statüler
netleşiyor.Komşu ülkeler buradan pay sahibi
olarak söz hakkı elde etmek istiyor.Sizler bulabildiğiniz
her arenada bu ve benzeri saldırı ve katliamların
neden sonuçları hakkında kamuoyunu bilgilendirirseniz,
hem bu katliamları dünya gündemine taşıyıp,
hem de unutulmamasını sağlayarak halkınızı
bilinçlendirip, bu oyunu bozarsınız! Bütün bunları
yaparken unutmayın ki, Ezdiler kendi kültürlerinden
taviz vermeyen direnişçi yönleri yüzünden hedef halindedirler.
Dolayısıyla mezhep çatışmalarında
bölgenin en zayıf halkası olarak orta yerde
dururlar.
Bu tür katliamlarda ‘’bunu yapan Müslümanlardır’’yaklaşımı
halkın arasına yerleşirse, inançlar arası
çok ciddi bir düşmanlık doğar ki, bu sadece
son katliamdan sorumlu tutuğumuz ve onların
yaptığına emin olduğumuz Irak-Suriye-ve
İran’ın işine yarar! Başta KDP olmak
üzere buradaki güçlere düşen de halkımızın
güvenini sağlayıp, her zaman yanlarında
olduklarını hissettirmeleri gereken maddi ve
manevi desteği öncelikli olarak sağlamalarıdır.
Ezidilerde kendi içlerinde Kürd kimlikleri öncelikli
bir birlik oluşturup muhataplarını belirlemelidir.
Bu temelde yaklaşılırsa sarılmayacak
yara olmadığı inancındayım.Aksi
halde bu kan kaybı ile hastanın dayanabilmesi
mümkün değil.Meselenin boyutunu anlamanız açısından
söylediklerimin titizlikle değerlendirilip gereken
sonuçları çıkarmanızı dilerim.
Karşınızda öyle basit bir yapılandırma
yok. Onların gücü ve fütursuzlukları karşısında
birlik ve cesaretle durmazsak Kürd Halkının
geleceği pek iç açıcı olmaz.
Biraz daha netleşmesi açısından bir örnek
verip bitireyim, Musul gibi anarşi ve kaosun kol
gezdiği, günde onlarca insanın kafasının
kesildiği bir yerde, doğru düzgün hatta hiç
diyebileceğimiz kadar Türk vatandaşının
olmadığı bir yerde Türk konsolosluğu
var. Sizce neden?
K.B:Ben fazlasıyla bunaldım. Sanırım
bir çok şey de netleşti. Umarım Kürd halkı
birlik ve beraberlik içinde bu kanayan yaralara tampon
basıp kısa zamanda,aklı ve becerisiyle
iyileştirir.Ve umarım halklar bu oyunları
bozar. Aslında anlattıklarınız bize
yabancı şeyler değil. Sadece burada da
bu kadar fütursuz olmalarıydı canımı
acıtan.Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür
ederim.Eğer Kürdistan’ı özgürlük mücadelesinde
geri kılmak isteyen güçler varsa bilsinler ki hiçbir
denge eskisi gibi değil.Çağ değişti.Artık
yeni metotlar var.Nasıl onlar çağa entegre olduysa
biz de oluyoruz.Eskiden olsa Şengal’de patlayan bir
bombanın sesi Rabia’da boğulup örtbas edilirdi.Şimdi
bakın kilometrelerce öteden beni buraya getirdiği
gibi,dünya kamuoyuna da aynı hızla düşüyor.En
son 2010 yılında patlatılan bombaya baktığınızda
2007’dekinden çok daha az kayıp vermenize rağmen
çok daha fazla kamuoyu haberdar olmuş aynı gün
Kürdistan ve dünyanın tüm köşelerinde yankı
yapmıştır.Yani demem o ki ‘’biz bu oyunu
bu sefer bozarız!’’
X.Ş:Umarım Kejê. Umarım her parçada özlemle
beklenen özgürlük ve refah ve mutluluk bunu çoktan hak
edecek kadar acı çekmiş bu halkı kucaklar.
K.B:Tekrar tekrar teşekkür ederim. Ben Şenagal’e
geldiğimden beri çok huzursuz ve tedirgindim. Hiç
bir zaman Laleş’teki rahatlığı ve
huzuru hissedemedim.Hep düşündüm neden diye?Meğerse
çok haklıymışım.
X.Ş:Laleş bizim kutsal mekanımız
ve ziyaretgahımızdır Kej Xan. Sadece sana
değil hepimize huzur verir. Ve unutma tüm ruhani
mekanlarda aynı huzuru ve kadere teslimiyetin getirdiği
tevazzuyu görürüsün. Burası farklı. Burası
kaderine direnmeye ve değiştirmeye çalışan
her yer gibi kendi içinde zıtlıklarını
ve kaosunu taşır. Ve bu zıtlıkların
tüm getiri ve götürülerini…
K.B:Laleş’i ve Bavê Çavuş’u özledim.Hemen bu
gün gitmek istiyorum buradan.
X.Ş:Sen bilirsin. Sordun anlattım. Umarım
faydalı olmuştur.
K.B:Umarım. Tekrar tekrar teşekkür ederim.
X.Ş:Ben teşekkür ederim. Tüm Ezidiler ve kendi
adıma.Laleş’e ve Bavê Çavuşa’a selamımı
söyle.Ha unutmadan Leyla’ya da.
K.B.Siz Leyla’yı nerden tanıyorsunuz?
X.Ş: Ben Leyla’nın abisiyim.
K.B.Tahmin etmeliydim. Gördüğüm en Kürdi, en akıllı
ve en onurlu kadınlardan biri. Hoşça kalın.
Gece iyice çökmüş. Karanlıkta yol alıyoruz.
Çiseleyen yağmur arabanın camlarına vuruyor.
Buradan hemen gitmek istiyorum. Hem de hemen! Laleş’i
çok özledim. Bavê Çawuş’umu çok özledim. Huzur ve
güveni çok özledim. Yağmur hızlanıyor.
’’Ben bu gece gitmek istiyorum Ali’’diyorum. Şaşkınlıkla
arabanın arkasına dönüp ‘’mümkün değil
Kejê’’diyor. Diretiyorum. Telaşla sağı
solu arıyor. Durumun vahametinin farkına varan
badem bıyıklı Xalo beni yatıştırmaya
çalışıyor. Risale öpüyor. Faydası
yok ağlamaya başlıyorum. Hıçkıra
hıçkıra çocuklar gibi ağlayıp diretiyorum
mutlaka gitmeliyim. Ağlayarak Keko’nun evine giriyoruz.
Bütün ev başıma toplanıyor.Herkes bir yandan
bişeyler anlatmaya çalışıyor.Keko
ortada yok.Ne yapıyorlarsa sakinleştiremiyorlar
beni. Üstelik bu şekilde üstüme gelmeleri beni iyice
bunaltıyor.Tutturuyorum ‘’Bavê Çavuş’a gideceğim”
diye. Mir’i arıyorum ağlayarak. Önce korkup
sonra üzülüyor ve o da yarın sabah çıkmam gerektiğini
anlatıyor. An-ne’ye bir şey söylememesini tembih
edip kapatıyorum teli.
Telaşla Keko’yu arıyorlar.Kızlar beni
bir odaya alıp kendilerince oyalamaya çalışıyor.Yağmur
gittikçe hızlanıyor.Hocam’ı özledim. Arayıp
endişelendirmek istemiyorum. Sevgilimi özledim. Aramıyorum
çünkü çok öfkeliyim. Annemi özledim aramıyorum çünkü
suçluyum. Çok mu yalnızım ne?
Sinirlerim tamamen boşalıyor. O arada Keko
içeri giriyor. Gülerek hiçbir şey olmamış
gibi gelip beni öpüyor ve ‘’anne Çavuş noldu sana
diyor’’ boynuna sarılıp ağlıyorum.
Gitmem gerekiyor “Keko” diyorum.”Çok sıkıldım”.
Ali korkudan ortada yok yine. “Hadi gel seni Koçek’e götüreyim.
Görmek istemiyor muydun” diyor? Koçek lafını
duyunca susuyorum.”Nerde*” diyorum? Gülüyor Keko “kalk
gidelim” diyor. Koçeklerden Laleş yazı dizisinde
bahsetmiştim. Hani olacak şeyleri rüyalarında
görüp söyleyenler. Hızla toparlanıyorum.”Hadi
gidelim” diyorum. Bu Keko ne fena. Nasıl başarıyor
benimle bu şekilde başa çıkabilmeyi. Bir
Hocam bir de Keko hiç zorlanmadan yola getirebiliyorlar
beni. Sevgilim gelip bunlardan kurs almalı. Karanlık
ve yağmurda yola çıkıyoruz. Yağmur
iyice hızlanmış. Çamur deryasına dönmüş
bir yolda bata çıka ilerliyoruz. Bazen tekerlekler
çamura batıyor. Ama Keko zor anların adamı.
Müthiş yetkin bu konuda bir iki hamleyle arabayı
çamurdan kurtarıyor. Nihayet bir evin önünde duruyoruz.
Geç saatler olmasına rağmen ayakta ev halkı.
Sanırım bu köy hiç uyumuyor. İçeride bizi
bir nine ve fena halde yakışıklı esmer
bir adam karşılıyor. Keko nineyle konuşuyor.
Nine bir takım dualar eşliğinde bir çay
kaşığına toprak doldurup onu da tükrüğüyle
çamur yapıp bir anda ne olduğumu anlamadan ağzımın
içine sürüyor.Tanrım ölmek istiyorum! Bütün köy sarılıktan
kırılıyor ve benim aşım yok!
Kesin sarılık olacağım! Sonra da saçından
birkaç tel koparıp bir beyaz ipe bağlayıp
profesyonel düğümler atarak boynuma bağlıyor.
Bütün bunları o kadar kısa sürede ve o kadar
profesyonel yapıyor ki tabii olmaktan başka
şansım kalmıyor. Keko gülerek çay içiyor
benim ağzımı elimin tersiyle yüzümü buruşturarak
temizlememe bakıp.Sonra bana Koçek’in evde olmadığını.Bu
ninenin Koçek’in annesi olduğunu yakışıklı
esmerin de kardeşi olduğunu anlatıyor.Şansıma
küseyim.Daha bir tane Koçek göremedim. Ne burada ne Laleş’te.
Oysa sevgilimi soracağım. En azından hangimizin
haksız olduğunu?
Çıkıyoruz evden. Yolda Keko’ya Laleş’e
gitmek istediğimi söylüyorum. Keko söz veriyor. Sabah
çıkacağım. Sözüne güveniyorum. Keko’ya
güveniyorum. Hatta Keko’yu seviyorum. Ali’yi de seviyorum
ama ona yaptıklarımdan dolayı öyle mahcubum
ki şimdilik küs kalmak işime geliyor. Evin önüne
geliyoruz. Keko içeri girmiyor.”Nereye gideceksin bu saatte”
diyorum, “sabah anlatırım hadi sen git yat”
diyor.Giriyorum.Yine tüm ev halkı ayakta.Kesimlikle
bu köy uyumuyor! Ali beni karşılıyor. Boynuna
sarılıyorum. “Sabah gideceğiz di mi?” diyorum.
“Evet” diyor. “Tüm hazırlıkları yaptık.
Merak etme. Senin güvenliğin için.” Tanrım bu
güvenlik lafını artık duymak istemiyorum
ve buradan en kısa zamanda çıkmak istiyorum.
Ve Şengal Kurdistan’â bağlanmadan da bir daha
gelmek istemiyorum.
Baz nerdesin?
Yağmur devam ediyor. Uyuyorum.
Sabah uyandığımda Ali beni bekliyor. “Keko
gelmedi mi?” diyorum. “O bizi Duhok’ta bekliyor” diyor.
Tanrım ne ara Duhok’a gitti.Beni de götürseydi o
zaman.Ah keko! Kahvaltı yaparken bir esmer genç giriyor
içeri. Ali ile Arapça konuşuyorlar. Ali Bağdat’ta
asker olduğunu söylüyor. O bizi götürecekmiş.
“Peki. Götürsün de kim götürürse götürsün” diyorum. Nihayet
tüm ev halkı ve kapıya biriken köylülerle vedalaşıp
çıkıyoruz. Tanrım dönüyorum. Bir an buradan
hiç çıkamayacağımı düşündüm.Yolda
korkaklığım tutuyor gene.Kayıtlı
tek numara var telefonumda Cemşid abe. Hocam vermişti
acil bişey olursa ararsın diye. Doğru düzgün
aramamıştım. İyiki de bir arıyorum.Cemşid
abe de telaşlanıyor. Fotoğraflarımın
olduğu hafıza kartını ayakkabımın
içine yerleştiriyorum.Makinayı da saklıyorum.
Cemşid abe “köprüye gelince haber ver” demişti.
Nihayet köprüdeyiz. Artık her şey geride kaldı.
Duhok’a giriyoruz. Keko bir lokantada bizi bekliyor. Hızla
koşup boynuna sarılıyorum.”Nerelerdeydin
Keko” diyorum? Işıl ışıl gülüyor.Ben
bu adamı seviyorum! En çok ta her şart altına
yüzünde parlayan gülüşünü! Elini cebine atıp
küçük bir mücevher kutusu çıkarıyor. Kalpli.
Kırmızı kadifeden. “Bu ne” diyorum. “Aç
bak bakalım ne” diyor. Nasıl severim hediye
almayı. Açıyorum ve gözlerimden bir anda yaş
boşalıyor. Erkek çocukların kulağında
görüp istediğim sonrada unuttuğum küpeler.Boynuna
sarılıyorum.”Teşekkür ederim Keko diyorum!”
“Bana değil kızkardeşime et!Onun hediyesi”
diyor.Zarafete bak. Siz Kürd erkekleri. Hepiniz ne fenasınız.
Hele söz konusu gizli centilmenlik olduğunda!
Yemekten sonra Laleş’e doğru yola çıkıyoruz.
Küpelerim kulağımda. Bavê Çavuş’a yaklaşıyorum.Ohh
dünya bana güzel! Yolda Keko’ya neden geceleri olmadığını
soruyorum.Gülüyor.”Kejê sence geceleri o köydekiler neden
uyumuyor?” diyor. “Neden?” diyorum merakla? “Anne Çavuş
bizim gelirimiz olmadığını ve iş
olmadığını gördün”. “Eee” diyorum…’’Biz
Suriye’ye kaçağa gideriz.Tek geçim kaynağımız
budur.Tüm sınırda yaşayanlar gibi.Onun
için ailelerimiz sabaha kadar uyumazlar!...’’ Kocaman
açılmış gözlerimle ‘’yani Keko sen kaçakçı
mısın!?’’diye soruyorum.Gürültülü bir kahkaha
patlatıyor! ”Evet” diyor. “Anlamalıydım!Ben
de seni neden bu kadar sevdiğimi düşünüyordum!İlk
çıktığımızda asayişi gördüğünde
elinin ayağının birbirine girmesinden,
tüm ajitasyonlarıma rağmen hiç değişmeyen
yüz ifadenden, geceleri kaybolmandan, duruşundan,
şefkatinden, rahatlığından, her şeyinden
anlamalıydım. Keko biliyor musun ben kaçakçıları
oldum olası çok severim. Güzel at sürüyor musun?”
Gülüyor ‘’oooo hem de nasıl? Dört nala.Benim çok
güzel bir atım var.’’ “Beni de götürür müsün bir
gün kaçağa?” Hep beraber gülüyoruz.”Götürürüm tabi
Anne Çavuş” diyor.”Yeter ki sen ağlama!”
Mir’in evinin önüne geliyoruz. Koşarak iniyorum
arabadan An-ne’nin boynuna sarılıyorum.Sıkı
sıkı.Şaşkın ve mutluyuz ikimizde.Anne
Ali’ye “merhaba” dedikten hemen sonra ‘’kız ne yaptın
cıncıx gibi çocuğa? Bu çocuğun hali
ne nerdeyse tanıyamayacaktım garibi.Anasını
ağlatmışsın!’’diye malını
tanımanın rahatlığıyla fırçalıyor.
Nihayet evimdeyim….Sabah Bavê Çavuş’umu görmeye
gideceğim…
Kalbim küt küt atarak dayanıyorum çıplak
ayaklarımla Laleş tapınağının
önüne. İçeride, Mir söyledi. Mir Amr ve eşi
de yanımda. Her adım attığımda
kalbim kulaklarımda çarpıyor.Yüreğim göğüs
kafesimi zorluyor.Taş avludan geçip merdivenleri
çıkıyoruz. Dizlerim titriyor. Boğazım
kuruyor. Burada ve ona çok yakınım. Merdivenleri
çıktığımda karşımda olacak
Derweş’im. Bir kez daha onu görebileceğim. Yanaklarım
kıpkırmızı oluyor eminim çünkü yüzümün
ateşi kulaklarımı ısıtıyor.
Mir Amr ve eşi gülümsüyorlar. İkisi de üzerime
varmıyor ama Bavê Çavuş’a çok derin bir aşkla
bağlı olduğumu ikisi de biliyor. Dizlerim
tamamen kontrolsüz şimdi. Bıraksam yığılıvereceğim
taş merdivenlere… Gücümü topluyorum. Bir merdiven
daha.
“”Hadi Kejê tam bir yıldır bu günü bekledin.Topla
gücünü.”
Bir merdiven daha ve kapının önündeyiz. Şimdi
sola dön.İçeriden sesler geliyor.Ama uğultu
halinde. Artık algılamıyorum sesleri. Kulaklarımda
sadece kalbim çarpıyor. Kalabalığı
görüyorum.Bir sürü insan oturmuş. Avuçlarımın
içi terliyor. Fotoğraf makinasını tutan
elim su gibi oldu. Diğer alimle boynumdan süzülen
terleri siliyorum. Şimdi kıyamet kopsa umurumda
değil. Ellerim titriyor dizlerimle beraber. Başım
mı dönüyor ne? Beni gören kalabalık ayağa
kalkıp sevgiyle selamlıyor beni. Bayramlaşıyoruz
ama ben gözlerimle onu arıyorum. Yok! Kahve geliyor!
Hala yok! Çay geliyor yok! Geniş avluda kalabalığın
içinde gözlerim etrafı arıyor.Diyo bir ara gelip
Mir Amr’a bişeyler söylüyor.Mir Amr’ın yüzü
allak bullak oluyor. Bir terslik var…
Neredesin? Burada olduğumu hissetmemiş olamazsın!
Mir Amr gelip oturuyor yüzüne bakıp “ne oldu” gibi
bir işaret yapıyorum. Zoraki bir gülümseme ile
geçiştirip bişey yok diyor mimikleriyle? “Nerede
?” gibi bir işaret yapıyorum. Eliyle “Bekle”
diyor. Bekliyorum. Bir ara yanımdakiler sohbet ediyor.
Cevap verirken bembeyaz bir enerjinin bana doğru
geldiğini hissediyorum.
Başımı kaldırıyorum. Herkes ayağı
kalkıyor! Başım dönüyor. Elini tuttum mu
sarıldım mı? Ne dedim hala hatırlamıyorum…Yanında
oturuyorum şimdi ve her yerim zangır zangır
titriyor.
“Seninle sonsuza kadar burada kalsam,sen Laleş’i
ben seni beklesem Derweşo!..”
Bir ara kulağına eğiliyorum ’’biliyor
musun her zor anımda yanıma geliyorsun? Ve sen
geldiğinde her şey düzeliyor?’’ diyorum. Gülümsüyor
hiç şaşırmadan ‘’biliyorum’’diyor.
Seni çok özledim demek istiyorum. Diyemiyorum. Yutkunuyorum.
Şengal’i soruyor. Cevap veriyorum. Şengal’e
gittiğimi nerden bildiğini sormak aklıma
bile gelmiyor. Bir ara toparlanıp yüzüne bakıyorum.Halsiz
ve soluk görünüyor.Göz bebekleri soluklaşmış.
Sapsarı. Zayıflamışta sanki.
“Cizre’ye gitmişsin diyorum.”
“Evet” diyor. ”Ben biraz hastalandım.Cizre’ye ve
İstanbul’a gittim.”Tanım.Şimdi birkez daha,
daha dikkatli bakıyorum. Evet hasta görünüyor.
’’neyin var?” diyorum?’ telaşla.
’’Midem rahatsız’’diyor.
“Ne dedi doktor” diyorum. “Bişey demediler.Araştırıyorlar”
diyor.
Tabi kırk gün yazın o Allah’ın sıcağında,
kırk gün kışın oruç tutmaya mide mi
dayanır? İyice telaşlanıyorum ’’sana
bir şey olmaz değil mi’’diyorum. Yüzüme bakıyor.
İlk defa gözlerimin içine bakıyor. Anında
sulanıyor gözlerim. Yavaşça kalkıyor. Artık
göz yaşlarımı tutamıyorum. Yanımdakiler
sus pus.
“Neyi var Bavê Çavuş’un” diyorum Mir’e. Yere bakıyor
Mir. Bu kötüye işaret. “Bilmiyoruz Kejê” diyor.”Doktorlar
araştırıyor. Yurtdışına
göndereceğiz olmazsa.’’
“yani bu kadar vahim?” O sırada geri dönüyor. Deri
tütün torbasını katlayıp beline bağladığı
kuşağın arasına koymuş.Oturuyor
çıkarıp sarıyor.Sonra da ağızlığına
yerleştiriyor. “Şengal’i sevdin mi Kej xan?”
diyor. ’’Hayır!’’ diyorum. Gülümsüyor ‘’neden’’ diyor.
“İçki içiyorlardı, sana söyleyeceğimi söyledim
onlara” diyorum. Derin bir gülümseme kaplıyor yüzünü.
Derweş’im bir tuhaf. Halsiz ve olduğundan
daha mahsum ve mazlum görünüyor. “Çok mu hastasın?
Çok mu canın yanıyor” diyorum. Yüzüme balkıyor.
Çok derin bakıyor. “Yapma Derweş kölen olam!
Ben yerine ölürüm!” Ne kadar öyle kalıyoruz ne konuşuyoruz
bilmiyorum.Bilsem de size söylemeyeceğim. Araba geldi
gitmem lazım! Ayağı kalkıyorum. Boynuna
sarılıyor muyum? Giderken bişey diyor muyum?
Geri dönüp bakıyor muyum? O bakıyor mu? Giden
var mı peki gerçekten? Ya da bekleyen? Ben ruhumu
ta geçen sene bu tapınağa bırakmamış
mıydım? Beden nedir ki ruhun yanında? “Hep
seninleyim Bawe Çavuş!Hep Laleş’te.” Arabaya
bindiğimde hüngür hüngür ağlayarak Hocam’ı
arıyorum.
-Kej Xanım, noldu kızım?
-Hocam Bavê Çavuş çok hasta.
-Neyi var?
-Midesi ağrıyormuş
-Korkma prenses biz açlık grevinde uzun kaldığımızda
bize de olurdu.Geçer onun tedavisi basit.
-Hayır Hocam çok halsiz görünüyor.
-Hiçbir şey olmaz. Bak sana söz veriyorum.Hiç bir
şey olmayacak.
-Söz mü Hocam?
-Söz prenses. Artık dönsen diyorum.
-Hiç dönmesem ve kalan ömrümü burada Derweşimle
geçirsem diyorum Hocam.?
Duhok’a gitmeye yakın Ali’yi arıyorum.
-Ali nerdesin?Geldim ben Duhok’a?
-Şey Kejê biz acil Şengal’e dönmek zorunda
kaldık.
Ali’nin beni yarı yolda bırakıp gitmeyeceğini
bildiğim için telaşla soruyorum
-noldu Ali?
-Ya Kejê sorma. Sel geldi. Evler yıkıldı.
Senin kaldığın ev de dahil.
-Ne diyorsun sen Ali?
-Valla üzgünüm Suriye sınırında köylülerle
toplandık sele kapılan cesetleri arıyoruz.
Boğazım düğümleniyor. Başım
dönüyor.
-Çocuklarım iyi mi Ali?
-Üzgünüm Kejê. Sakin ol ama.Sadece beş altı
çocuk kayıp.Şimdilik…
Başım dönüyor. Midemde ciddi bir kasılma
var. Sanırım bayılacağım. Aklıma
Diyo’nun Mir’i çağırması geliyor. Mir’in
yüzü. Hemen Mir’i arıyorum. “Neden bana söylemedin”
diyorum.”Sakin ol Kejê” diyor. “Ben sana demedim mi Mir?
Rüya gördüm sudaydı herkes demedim mi? Sen beni suya
sokmaya çalışıyorsun direniyordum demedim
mi? Hadi ben anlamadım sen nasıl anlamadın?”
Boğuluyorum hıçkırıktan.
Kejê kejê sakin ol!
-Ben ne sakin olacaam Mirrrr!Tanrı sakin olsun!
- 03/05 - 09/09/2011/Diyarbakır/İstanbul/Antalya
|