|
PKK
diyalog ve çözüm ortamını sabote ediyor
Süreyya ÜSTÜNEL AKBALIK
Kemal Burkayla yapılan bu söyleşi 14 Ekim
günü İstanbul’da Büyükada’da yapıldı ve
21 Ekim Tarihli Akşam Gazetesi’nde yayınlandı.
(Çukurca olaylarına ilişkin soru ve cevabı
ise sonradan eklendi.) Bu söyleşiyi, gazetede yayınlanan
haliyle okurlarımıza sunuyoruz. (Dengê Kurdistan)
Gönüllü sürgünlerin mesken tuttuğu İsveç'te,
bir yıl önce görmüştüm onu. Stockholm'deki ofisinde,
biraz sanat biraz siyaset biraz da hasret konuşmuştuk.
'Ülkemi ve Dersim'i özledim' derken yüzünde beliren tebessümün
hikayesini dinlemiştim... Son görüşmemizde ise
dönüş biletini 30 Temmuz'a aldığını
söylemişti ve Türkiye'ye geldiğinde arayacağını..
Derken 15 ay sonra yeniden Kemal Burkay'la buluşmak
için sözleştik. Rotamız belli, Büyükada'ya gidecektik.
Bostancı'dan atladık vapura. Başladık
hararetli hararetli konuşmaya. Sonra birden gözlerindeki
hüznü ve kederi gördüm. Nasıl etrafa dikkat kesidiğini.
Bizim kanıksadığımız desenlerin
aslında onun için ne kadar taze kaldığını..
Büyükada'ya vardığımızda öğlen
olmuştu. Önce biraz laflayalım dedik. Siyasetçi
kimliğinin yanı sıra edebiyatçı ve
şair yönüyle de bilinen Burkay'la koyu bir sohbete
koyulduk sonra... 31 yıllık yurtdışı
serüveninden başladık..
- Memleketten uzakta nasıl geçti yıllar?
31 senede insan kendini ülkesine yabancılaşmış
hissedebiliyor. Bu kadar uzun sürede Türkiye'yi sürekli
izledim. Yaşadığımız dönem geçmişten
farklı. 1930'lu, 40'lı yıllarda göçmen
durumuna düşenlerin ülkeyle ilişkileri zayıftı.
Çünkü iletişim zayıftı. Benim yurtdışına
çıktığım dönem koşullar değişti.
Bir kere önemli bir Kürt ve Türk kolonisi vardı.
Yani ülkemizden insanlar orada hem çalışmak
için vardı, hem de politik sürgünler binlerleydi.
Ama buradaki havayı solumanın durumu farklı.
Orada ne de olsa yabancı bir ülkedesiniz. O yabancılık,
30 yıl da geçse bitmiyor.
ŞİDDET DAHA GÖRÜNÜR OLMUŞ
- İstanbul'a ilk ne zaman gelmiştiniz?
1962 yazında, ilk romanımı yayıncılara
göstermek için gelmiştim. İstanbul benim için
hep bir kültür ve sanat merkezi olarak ilginçti. Orhan
Veli ve Yahya Kemal'in şiirleriyle, Sait Faik'in
hikayeleriyle anlatılan bir kentti. 62'de geldiğimde
o kenti aradım. Haydarpaşa'dan Sirkeci'ye geldiğimde
benim için düş kırıklığıydı.
Ama biliyorsunuz böylesine büyük kentler hemen tanınmazlar.
Ben de ilk düş kırıklığının
ardından İstanbul'u tanımaya başladım.
Sultanahmet'i, Süleymaniye'yi, Adalar'ı...
- Çok değişmiş mi Türkiye?
Bir hayli dönüşüm var. Ekonomik değişim
en belirgin olanlardan. Kentler çok büyümüş. İstanbul
mesela gökdelenlerle donanmış. Bu, bir bakıma
betonlaşmaya yol açmış. Yine de boğaz
güzelliği sürüyor. İnsan hayatında da gözleniyor
gelişmenin etkileri. Orta tabakanın yaşam
kalitesi yükselmiş. Ama yoksul kesimleri unutmamak
gerek. Hala ekmeğini taştan çıkaranları
gözleyebiliyorsunuz.
- İnsanlar peki, onlar da değişmiş
mi?
30 yıla yakın süren çatışma ortamı
ne yazık ki şiddeti, toplum yaşamında
çok görünür hale getirmiş. İnsanlar daha sinirli,
daha gergin. Öte yandan o toplumsal cepheleşme, farklı
biçimlerde de olsa devam ediyor. Geçmişte daha çok
sağ-sol çatışması vardı Kürt
sorununun yanı sıra. Şimdi Kürt sorunu
düğüm haline gelmiş. Öte yandan laik-antilaik
ayrışması, siyasal cepheleşme bunlar
da gözlemlenebiliyor. Şunu fark ettim; insanlar olup
biteni objektif olarak anlamaya çalışacaklarına
önyargılarıyla yaklaşıyorlar olaylara.
Bu da uygun tavır belirlenmesini engelliyor.
DARBE OLMAZ, ÇATIŞMA UZAR
- Sağ-sol çatışması bugün çeşitlendi
ve şiddetini artırdı yani?
12 Eylül öncesi sağ-sol çatışması,
şiddet eylemleri biçiminde yüze vuruyordu ve darbeye
yol açtı. Şimdiki yarılmalar ise çatışma
ortamının devamına neden oluyor. İnsanlar
birbirlerini anlamak istemiyor. Bugünkü yarılma darbe
getirmez ama barış süresini uzatır.
- İstanbul'a yerleşmeye nasıl karar
verdiniz?
Ankara'yı kendime daha yakın bulurdum geçmişte.
Ama bu sefer durum değişti. İstanbul'da
kızlarım var, kardeşlerimden biri burada
Sabriye, yeğenim Seher Dilovan. Çok da arkadaşım
var tabii. 3-5 milyon arasında bir Kürt nüfusunun
yaşadığı söyleniyor. Dolayısıyla
Kürt politikasıyla ilgilenen biri için İstanbul
yabancı bir yer değil. Eğer kendimi emekli
sayıp köşeme çekilmeyi düşünseydim tercih
edeceğim yer Dersim yöresi ve kendi köyüm olurdu.
Memleketim orası, çocukluğum geçti.
DEĞİŞEMEYEN GİDER
- BDP'nin anayasa taleplerine ne diyorsunuz?
Bütün partiler yeni anayasa istiyor ama herkesin istediği
aynı değil. BDP'nin talepleri içerisinde olumlu
şeyler olabilir katılabileceğimiz. Henüz
sürecin başındayız. Tabii yeni anayasa
ne kadar demokratik olabilecek veya ne olursa demokratik
olur o ayrı bir konu.
- Bütün toplumun kabulleneceği bir anayasa çıkar
mı bugünkü Meclis'ten?
Toplumun değişik kesimleri değişik
şeyler bekliyor yeni anayasadan. Bazıları
hiçbir şey beklemiyor. Mesela CHP ve ulusalcı
kesim, mevcut anayasadaki bu Kemalist ideolojik kalıpların
kalmasından yana. Eğer pekiştirilmesini
de istemezlerse! Oysa anayasanın ideolojik kalıplardan
kurtarılması gerekiyor. Değişikliği
yasaklanmış üç maddenin de değişime
tabi tutulması lazım. Çünkü bu statükoyu korumak
için konmuş. Türkiye toplumu eğer rüştünü
ispat edecekse bu tür kalıpları aşmalı.
Bu ne ölçüde yapılır bilemem. Fazla iyimser
değilim. Yine de yeni anayasanın eskisinden
daha iyi olacağını düşünüyorum. Bana
göre Türkiye'nin demokratik bir ülke olması, Kürt
sorununu çözmeye bağlı. Radikal çözüm olmadan
daima sorun yaşamaya devam eder.
- Çözüm federasyon diyorsunuz yani...
Size garip gelecek ama Irak Anayasası bunu çok
daha önce başarmıştır. 1958'de monarşi
yıkılıp cumhuriyet ilan edildiğinde
anayasaya şöyle bir madde kondu; 'Irak toplumu Arap
ve Kürtlerden oluşur.' Başka gruplarda vardı
tabii Türkmenler Süryaniler falan ama ulusal nitelikleri
olan Araplar ve Kürtlerdi. Türkiye'de de aynı şey
söz konusu. Kürtçe de resmi dilin yanında anadil
olarak kabul edildi. Sonra 1970 Anlaşması ile
Kürtlere otonomi tanındı. 2000'li yıllarda
da Irak Anayasası federal bir anayasa haline geldi.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi buna göre oluştu. Bence
Kaba hatlarıyla iyi bir örnek.
- 60'larda siyasallaşan Kürt hareketi bugün nerede
peki? Neden alternatif çıkmıyor?
1991 sanıyorum, Cizre, Nusaybin ve Şırnak'ta
Nevruz'un kana bulanması. Orada barışçı
gösteriler, devletin aşırı şiddet
kullanmasıyla kana boyandı ve o bir dönüm noktası
oldu. Hatta Öcalan bana aynen şunları söyledi:
'Devlet, kitleleri adeta bize hediye etti.' Bu Öcalan'ın
bile beklemediği bir sürprizdi. 90'lı yıllar
aynı zamanda faili meçhul cinayetlerin hız kazandığı
dönem oldu. Bu ortam ister istemez kitleleri PKK'nın
çevresinde topladı... Biz doğru bildiğimiz
yöntemlerle çalışmamızı sürdürdük
ama silahın sesi diğer bütün sesleri boğdu.
Bu, sadece PKK'nın marifeti değildi. Aynı
zamanda Kürt ve Türk tarafındaki demokratik sesleri
boğan sistemin ürünüdür... Sorun çözüldü mü? Hayır.
Hem Türk devleti ve Türk toplumu hem de Kürt tarafı
PKK'da dahil bu işin silahla çözülemeyeceğini
itiraf edecek duruma geldi. Generaller bile aynı
açıklamayı yaptılar. 'Siyaset çözüm bulsun'
dediler. Aynı şeyi PKK'nın başındaki
adam söyledi.
- Sorun nerede o zaman?
Öyle bir aşamadayız ki artık eski yöntemleri
bırakmamız lazım. Hem Türkler hem Kürtler
olarak diyalog ve çözüm sürecini başlatmak lazım.
Bu tabii kolay değil. Çünkü statükocu güçler bunu
engelliyor. Her iki kesimde de var. Savaşa koşullanmış
olanlar, başka türlü düşünemeyenler, kin ve
nefretle yoğrulmuş kesimler ve savaşın
rantını paylaşanlar, bundan güç sağlayanlar
engellemeye çalışıyor. Ama hem Kürt hem
Türk tarafı bence artık barış istiyor.
Bu durumda iki taraf da değişmek zorunda. Değişemeyen
yerini başkasına bırakır. Yani Türk
kesiminde savaş yanlıları gider, barış
yanlıları sahneye gelir. Kürt kesiminde savaştan
ısrar edenler gider, barış ve çözüm isteyenler
ön plana çıkar. Bunu önümüzdeki süreç gösterecek.
BDP, Öcalan'ı putlaştırdı
- BDP nasıl bir rol oynuyor bu süreçte?
Ne yazık ki PKK'nın etkilerinden tümüyle
kurtulup özgürce politika yapamıyor. Nitekim Kürt
sorununun çözümü konusunda bile muhatap olarak Öcalan'ı
gösteriyor. Tamamen silahların susması için
Öcalan görüşülmesi gereken biridir. PKK da öyle,
Kandil de öyle. Ama Kürt sorununun çözümü için Öcalan
ya da Kandil'i muhatap göstermek doğru değil.
Bence BDP gibi bir örgüt, tek başına olmasa
bile çözüm konusunda önemli bir aktör olabilmeli. Ne yazık
ki bunu yapamıyor. Olacak şey değil! Bu
bir insan putlaştırma olayıdır. Kendisine
karşı güvensizliktir. Özgür davranamamaktır.
Kürt politikasının PKK'nın vesayeti altında
olduğunu gösteriyor. Bundan kurtulması lazım.
BDP hem bu değişimi sağlamalı hem
de Kürtlerin gerçek sorunlarına sahip çıkmalı.
İmralı'dan gelen ve sık sık değişen
formüllere göre siyaset yapmamalı... İnsanı
putlaştırma olayı Ortadoğu'da sık
görünen bir durumdur. BAAS Parti'si Irak'ta Saddam Hüseyin'i,
Suriye'de Esad'ı put haline getirmişti. Ama
bu demek değildir ki bütün Kürtler bu putu benimsemiştir.
Bir, Kürt hareketi demokratik olmalı çok sesli olmalı.
İkincisi, Kürt halkının temel taleplerini
savunmalı. Ve üçüncüsü, şiddetten arınmalı.
İnanıyorum ki önümüzdeki aylar güç dengelerini
bu yönde değiştirecek.
- Kürt halkı bunu görmüyor mu?
Bütün Kürtler PKK'nın arkasından gitmiyor.
BDP'ye oy vermiyor. BDP, Kürt seçmeninin yarısının
bile oyunu alsaydı barajı çok rahat aşardı.
KENDİ TABANI TEPKİLİ
- PKK'nın sivilleri hedef alan son saldırıları
tabana nasıl yansıdı?
PKK'nın silah bırakması gerektiğini
söyleyen sesler Kürtler arasında yükseliyor. Türkler
arasında nasıl 'başka şeyler devreye
sokmak lazım, Kürt yurttaşlarımızı
kazanmak lazım' düşüncesi güçlenmeye başladıysa
Kürtler arasında da 'bu iş sırf silahla
olmaz, PKK siyasallaşmalı' eğilimi güçleniyor.
Tam da böyle bir aşamada, diyalog kurulmuşken,
hükümet politikalarında beli bir değişiklik
varken PKK'nın silahlı eylemi tırmandırması,
Kürt kamuoyuna ters düştü. Hatta PKK'ya destek veren
kesimlere de ters düştü. Bu taban bile artık
tepki gösteriyor. Diyarbakır Belediye Başkanı
Osman Baydemir 'Artık silahın miladı dolmuştur'
dedi. Ama Öcalan haşladı onu. 'Sen kim oluyorsun'
dedi. Osman Baydemir sıradan bir insan değil,
sembolik bir isim aynı zamanda. Baydemir gibi birisi
'silahın miladı dolmuş' diyorsa bu sadece
onun görüşü değildir. İnanıyorum ki
BDP içinde açıkça söylemeseler de önde gelen pek
çok politikacı 'silahın miladının
dolduğunu' biliyor ama söyleyemiyor. Ya lafları
ağızlarına tıkanıyor ya da susturuluyorlar.
Yeterince cesur da değiller. Kürt kesiminde PKK'ya
destek veren aydınlar arasında önemli tereddütler
oluştu. Yani hem PKK yanlış eylemler yapacak
hem de Kürtlere destek veren iyi niyetli Türk aydınlardan
destek bekleyecek, buna hakkı yok. Genç insanlardan
bile 'bizim için adam öldürme' diye internet sitelerinde
yansımalar oldu. Bu, önemli bir gösterge.
OYUNLARINI BOŞA ÇIKARALIM
- Bitlis ve Hakkari saldırılarını
nasıl okuyosunuz? Ne yapmaya çalışıyor
örgüt?
PKK uzatmaları oynuyor, bunun böyle gitmeyeceğini
onlar da biliyor. Ama örgüt tek başlı değil.
Her ne kadar Öcalan çok etkin görünüyor ya da gösteriliyorsa
da tek başına hakim değil duruma. Öcalan'ın
tavrı da değişebiliyor bir günden diğerine.
Mesela dün ordu hakim durumdaydı, Öcalan orduyu önemsiyordu.
Şimdi askeri vesayet önemli ölçüde geriletildi, hükümet
daha etkin. Öcalan askerle hükümet arasında gidip
geliyor. Kandil'deki durum da öyle. Orada da tek başlılık
yok. Karayılan ile örneğin Duran Kalkan kesimi.
PKK içinde farklı başka eller de olabilir. Derin
devletin eli, Suriye'nin, İran'ın eli. PKK yaygın
bir örgüt. Böyle bir örgütün tek düşünmesi ve silahları
bir anda bırakması kolay değil. Bırakmak
istediğinde engel olanlar da var. Mesela Öcalan yakalandığında
PKK silah bırakmaya çok hazırdı, derin
devlet buna yanaşmadı. Çünkü PKK'yı kullanmak
istedi. Terör bahanesinin devam etmesini istediler. Öcalan
elimizde, onun eliyle PKK'ya yön verir ve kullanırız
dediler.
- Türk ve Kürt halkına yansıması nasıl
olur sizce?
Kaos ortamı en başta Kürt halkına zarar
veriyor, diyalog ve demokratikleşme ortamını
sabote ediyor, çözümü zora sokuyor. Şimdiye kadarki
uyarılarımız, yanlışta ısrar
edenleri bundan döndermeye ne yazık ki yetmedi. Bundan
sonra yaşanacaklar onlar için öğretici olur
mu, yaşayıp göreceğiz. İçerde ve dışarıda
şiddeti kışkırtan güçlerin varlığını
da unutmamalı. Her şeye rağmen Kürtler
ve Türkler karşılıklı olarak sağduyuya
uygun davranmalıyız. Uzun deneyimlerimiz şiddetin
bir şeyi çözmeyeceğini bize gösterdi. Hem Kürtler
hem Türkler bakımından halkın ezici çoğunluğunun
barışçı bir çözümden yana olduğu kanısındayım.
Kitleler silahlar sussun istiyor. Bunun için el ele vermeli
ve şiddeti tırmandırıp diyalog, çözüm
ve barış sürecini sabote etmek, ülkeyi 90'lı
yıllarda olduğu gibi bir yangın yerine
çevirmek isteyenlerin oyunlarını boşa çıkarmalıyız.
İRAN, KARAYILAN İLE ANLAŞTI
- Karayılan'ın İran'da yakalandığı,
ardından bırakıldığı iddia
edildi...
Karayılan yakalandı dendiğinde bir
süre sessizlik oldu dikkat ederseniz. Karayılan görünmedi.
Ben şahsen şunu düşündüm; bir ihtimal İran
ile görüşmelere gitti ve İran onu tuttu orada.
Anlaşmaya zorladı. Ama şu açık İran
ile PKK arasında bir anlaşma oldu. PEJAK, İran'a
yönelik eylemlerini durdurdu. Bu tam da Suriye ile Türkiye'nin
ilişkilerinin gerginleştiği döneme rastladı.
Bölge devletleri Kürt hareketini birbirlerine karşı
bir kart olarak geçmişten bu yana kullanmaya kalktılar.
İlk değil. PKK mesela 1990'lı yıllarda
Güney'deki Kürtlere savaştı kaç kere. Niye savaştı
buna hakkı var mı? Hatta PKK'nın Kandil'de
üstlenmeye hakkı var mı? Oradaki yerel yönetimi
de zora sokuyor.
- Bir çağrı yapacak olsanız...
Öyle bir noktaya geldik ki artık savaşmak
kimseye yarar sağlamayacak. Çatışma sonlanmalı.
Sorunu da barışçı yöntemlerle eşitlik
temelinde çözmeliyiz. Yani Kürtlere haklarını
tanımakla Türkler bir şey kaybetmez, çok şey
kazanırlar. Bir arada barış içerisinde
yaşarız.
- Şunu mu diyorsunuz, Türkler isterse Kürt sorunu
çözülür...
Tabii, hem de nasıl. Türkler kendilerine yapılmasını
istemedikleri şeyi Kürtlere yapmamalı.
HAYAT HEP OLACAK DOSTUM...
Sohbet uzayıp gitmişti. Ama Büyükada'yı
da görmek istiyordu Kemal Burkay. Atladık bir faytona
ve koyulduk yola. 15 dakika sonra çay molası için
durduğumuz restoranda, garsonlardan biri yaklaştı
yanımıza. Çekingendi önce.. Sonra '30 yıldır
sizi bekliyoruz hocam' diye girdi lafa. Derken rahatladı.
O da dahil oldu bize. Ama zaman geçiyor, dışarıda
faytoncular bekliyordu. Kalkmamız gerekiyordu yani.
'Çaylar ikramım olsun' dedi bizi uğurlarken.
Ve tekrar yoldayız.. İsveç'teyken bana verdiği
şiiri hatırlattım. İlk kez AKŞAM'da
yayımlanan; 'Dün o körfez yoluna saptım. Eski
bir dostu arar gibi. Ama kederli ve buruk. Yüzümü okşayan
yel. Hey transit yolcu, dedi bana. Aradığın
geçmişi bulamazsın. Yıllar onu alıp
gitti...' Biraz durdu, 'Son şiirimi yine İsveç'te
yazdım' dedi. Bu arada yolun da sonuna gelmiştik
hani! Ve o yine Kemal Burkay'ca veda etti, son şiiriyle;
'Hayat hep olacak dostum, sen olsan da olmasan da. Bu
gezegende ya da başkasında...'
|