AVRUPA ÜLKESİ
OLMAK
Hüseyin Kızılocak
e-mail: kizilocak@yahoo.dk
Tarih, dünyanın bütün dillerinde, geçmişte
kalan bir şey için kullanılır; ama
Türkçe öyle bir dil ki, onu güncel bir olay için
kullanmak da mümkün. Türkiye de resmi dili Türkçe
gibi, tarihte kalmış bir yönetim şekliyle
modern olmaya çalışıyor.
Bu gün Türkiye’de tarih deyince hemen Avrupa Birligi
akla geliyor. Sabah tarih, akşam tarih. Türkiye,
AB’nin kendilerine görüşmelerin ne zaman başlayacağına
dair bir tarih vermesini istiyor. Herkes, hep bir
ağızdan bunu konuşuyor ama kimse
AB niye tarih versin demiyor. Öte yandan AB de tarih
vermem, git diger ülkeler gibi kriterleri yerine
getirdigini göster, o zaman gel sana tarih vereyim,
diyor.
AB niye Türkiye’ye tarih versin. Görüşmeleri
başlatacak kriterler gayet açık. Bunları
hem AB hem de Türkiye iyi biliyor; ama Türkiye’nin
derdi, tarih aldığında AB’den gelecek
fazladan para.
Türkiye, uyduruk bir “ulusal program” ve bir iki
kanun degişikligi yaptı. 9 ekim 2002 günü
açıklanan AB Komisyonu raporu bunları
degerlendirdi ve bunların, Kopenhag Politik
Kriterlerini yerine getirmedigini, açıkladı.
Buna rağmen AB, bunları bir ilerleme olarak
kabul ediyor ve düzeltilmesi gerekenleri tek tek
sıralıyor. Kanunları uygulama konusunda,
Türkiye’nin sicilinin bozuk olduğunu bilen
AB Komisyonu, kanunların düzeltilmesini yeterli
görmüyor ve bunların pratikte uygulanmasını
da görmek istiyor. Yani AB, Türkiye’nin Avrupayi
bir ülke olup olamayacığını
görmek istiyor.
Bir Avrupa ülkesi olabilmek için yazılı
olan olmayan temel kıstaslar vardır ve
bunları yerine getirmek gerekir. Şimdi
buna Danimarka’dan aktuel olan bir kaç örnek verelim.
Danimarka kendi egemenligi altındaki halklara,
Gröndland ve Faro Adaları halklarına,
her alanda kendi kendilerini yönetme hakkı
vermiştir. Onların bağımsızlık
isteyenlerini bile, “bölücülük”le suçlayıp,
hapislerde çürütmüyor.
Türkiye resmi olarak Kürt sözcügünü bile ağzına
almıyor. Yeni pakette bile “başka lehçelerde
konuşan” diye bir deyim kullanıyor. Televizyonlarda
görmüşsünüzdür. 28 ekim 2002 günü, Cumhurbaşkanı
Sezer, Danimarka’da AB’ye aday ülkelerin zirvesine
katılıyordu ve burda bir basın toplantısında
konuştu. Bir gazeteci, Kürt kelimesini kullanarak,
AB komisyonu’nun raporuna göre, Türkiye’nin, Kürtlerin
haklarını yeterince verilmedigini belirtmesi
üzerine, şöyle dedi: “Yeni kabul edilen kanunlarla,
Türkçeden başka dil kullanan” vadandaşlara
dil ve yayın hakkı tanınmıştır.”
Yani Kürt kelimesini telefuz etmedi, edemedi.
Son 3 kasım seçimlerinden sonra, şimdi
de halkın büyük destegini alan Erdoğan
aynı şeyleri tekrarlıyor. Avrupa
Birligi tarih versin diyor. Kıbrıs konusunda
Belçika modelini benimseyen (gerçi bunu demesinden
bir gün sonra, birilerinin höt demesi ile geri adım
atması da, bu kadar halk destegine rağmen
onun da ”emirlerden” dışarı çıkmayacağı
belli olmuştur) Erdoğan, Kürt konusunu
ağzına almaktan kaçınıyor. Hani
hepimiz din kardeşiydik. Saddam onlara kardeş
ama Kürt halkı degil.
Yani bir kaç kişi dışında,
Kemalisti, solcusu, dincisiyle hepsi ağız
birligi etmişler. Kürt sorunu olunca birinin
digerinden farkı yok. Hepsi aynı şeyleri
tekrarlıyorlar.
Şimdi bu nasıl hak tanıma. Hem haklarını
verdik diyeceksin, hemde Kürt kelimesini telafuz
etmeyeceksin.
Danimarka’da şiddet kullanılmadıkça
ve başkaşını aşağılamadıkça
herkes görüşlerini, devlete karşı
olsa bile, açıkça, söylüyebiliyor.
Őrnegin: Çeçenlerin Moskova’daki tiyatro
baskının ardından Putin, Kopenhag’da
28 ekim 2002 tarihinde başlayan Çecenistan
Kongresi’nin yasaklanmasını istedi ve
yasaklanmazsa, Kopenhag’da yapılacak AB-Rusya
zirvesine gelmeyecegini açıkladı. Danimarka
hükümeti, (bütün muhalefet destekledi), bu toplantıyı
yasaklamayacağını ve istesede yasaklayamayacığını,
çünkü Danimarka’da toplantı ve fikir özgürlügünün
anayasanın temel ilkelerinden biri olduğunu,
eger Putin, bu kongreye katılacaklar arasında
terörist kimselerin olduğunu ispatlarsa, onlar
hakkında işlem yapılacağı,
bildirildi.
Oysa Türkiye Çeçenleri resmen desteklemesine rağmen,
ilk önce Türkiye’de yapılması kararlaştırılan
bu kongreye Rusya’nın tepkisini çekmemek için
izin vermedi.
Danimarka’da fikirleri ile El-Qaide örgütünü açıkça
desteleyen Hizbul Tahrir adlı bir örgüt, bazılarının
istemesine rağmen yasaklanmadı. Onlar
açıkça toplantılarını yapıyorlar.
Sadece bir sözcüleri hakkında soruşturma
açıldı. Bunun neden ise, onun kendi internet
sayfasına “Nerde bir Yahudi görürsen, öldür“
şeklinde bir yazı koyması.
Türkiye’de olsa devlet onların toplanma özgürlüklerini
bir yana bırak, bir operasyon düzenler ve hepsini
olduğu yerde terörist diye toplu olarak yok
ederdi.
İşte Avrupa’nın bunun gibi oturmuş
normları var. Bunları ne devlet ne askeriye
nede bir başkası yok sayamaz.
Elbet diyeceksiniz, Türkiye sadece başlama
tarihi istiyor, sonrası gelir. Yok yok gelmez.
79 yıldır ve hatta ondan da önce Türkiye
böyleydi. 79 yılı bir yana bırakalım,
Helsinki’den bu yana üç sene geçti ve bir şey
degişmedi.
Avrupalı bunları bilmiyormu? Nerden
mi biliyor. Avrupa yapılanları ve uygulayanları
adım adım izliyor. İşte size
yine Danimarka’dan küçük bir örnek:
14 ekim 2002 günü, aralarında KOMKAR’ın
da bulunduğu, 4 Danimarka ve Kürt örgütü bir
konferans düzenledi. Bu konferansa Türkiye’nin Danimarka
Büyükelçisi, TESEV direktörü ve bir ANAP milletvekilide
çağrıldı. Bunlara, kendileri gelemezse,
yerlerine başka birini gönderebilecekleri de
bildirildi ama onların hiç biri bu konferansa
katılmadı. Hatta çok ilginçtir, konferansta
tercümanlık yapacak bir Türk tercüman bile,
konferansa iki gün kala “hasta oldu”. Türkiye’yi
temsilen kimse katılmadı ama başka
ülkelerin elçilikleri konferansa katıldılar.
Yaptığı “ulusal program”la Kopenhag
Kriterleri’ni yerine getirdigini iddia eden Türkiye,
Kürtlerle bir konferansta biraraya gelmeyi bile
reddiyorsa, Kürt kelimesini ağzına almıyorsa,
hatta Danimarka gazetelerinde, seçim toplantılarında
Kürtçe konuştu diye, HAK-PAR Genel Başkanı’nın
göz altına alındığı yazılıyorsa,
Türkiye Kopenhag Kriterlerini yerine getirdigine,
Danimarkalıları nasıl inandıracak?
Türkiye, sadece politikacılarını
degil, sözüm ona sivil toplum örgütü temsilcilerini
de (ki bunların arasında Türkiye’de Türkleşmeye
can atan ama Avrupa’da, İsmet İnönü misali,
hala Kürt görünmeye çalışanlar da var)
kapı kapı dolaştırıp, kendi
yalanlarına destek bulmaya çalışıyor
ama nafile.
Kürtlerde şu hayale kapılmamalı.
Nasıl olsa Türkiye AB’ye girince, Kürtler de
haklarını alır. Yok, yok öyle olmaz.
Kürtler ancak, istemesini bildikçe ve bunu güçlü
bir şekilde dile getirince haklarını
alır, yoksa otomatik olarak degil. Türkiye,
AB’ye girmek istiyor. AB’de Türkiye’den Kürtlere
az da olsa kimi haklarını vermesini istiyor.
O halde Kürtler bu kozu iyi kullanmalı ve hem
Türkiye’yi, hem de Avrupa Birligini bu konuda zorlamalıdır.
Kısacası, Avrupa’nın kendi temel
ilke ve kuralları var. Diger 12 aday bunları
yerine getirdiler. Türkiye de görüşmelere başlamak
istiyorsa bunları yerine getirmek zorundadır.
AB, Türkiye’nin bu yutturmacalarına bile ilerleme
var diyorsa, bu onları cesaretlendirmek içindir,
yoksa onların yutturmacalarına kandıklarından
degil.
Son günlerde Avrupalı politikacılar
da Türkiye’nin durumunu tartışmaya başladılar.
Avrupa’nın sorunlarına ve gelecegine yönelik
çalışmalar yapan Avrupa Koventi’nin başkanı,
Fransa eski Devletbaşkanı Valéry Giscard
d’Estaing, 8 kasım 2002 tarihinde, Türkiye’nin
coğrafi ve kültürel olarak Avrupalı olmadığını
ve dolayısıyla AB’ye alınmasının
bir hata olduğunu, Türkiye ve Ukranya’nın
birlige alınması halinde, yarın Kuzey
Afrika ülkelerinin de üye olmak isteyeceklerini
söylemsinden sonra, tartışmalar iyice
yoğunlaştı.
Şimdiye kadar, başta Almanya ve İngiltere
olmak üzere, sadece Avrupa Sosyal Demokratları
Türkiye’ye tarih verilmesinden yana tavır koyuyorlardı.
Ama son zamanlarda Sosyal Demokratlar da görüş
degiştirmeye başladılar.
Son olarak, Danimarka Sosyal Demokrat Partisi
Politik Sözcüsü ve eski Dışişleri
Bakanı Mogens Lykketoft, Danimarka Başbakanı
Rasmussen’e, demokratik gelenekleri yerleşmemiş
bir ülke olan Türkiye’ye aralıkta tarih verilmemesini
söyledi. Bunun arkasından, yine Sosyal Demokrat
Partinin Avrupa işlerinden sorumlu milletvekili
Claus Larsen Jensen, hükümet partisi büyük ortağı,
Liberal Partinin Avrupa işlerinden sorumlu
Milletvekili Charlotte Antonson ve Sosyalist Halk
Partisi Başkanı Holger K. Nielsen birer
açıklama yaparak, Türkiye’nin üye olmasına
taraftar olduklarını ama Türkiye’nin de
Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmekten çok uzak
olduğunu, söylediler.
Bu tartışmalardan sonra AB Komisyonu
yetkilileri ve AB dönem başkanılığı
adına, Danimarka Dışişleri Bakanı
Per Stig Möller, Türkiye’nin aday üye olduğunu
ve diger adaylar gibi, politik kriterleri yerine
getirdiginde görüşmelerin başlayacağını
ve tüm kriterleri yerine getirdiginde ise üye olbilecegini,
açıkladılar.
İşte görülüyor ki, Türkiye bu haliyle
ne aralıkta tarih alabilir ne de gelecekte
AB’ye üye olabilir.
Sabah akşam tarih konuşmak ve bunu istemekle
tarih alınmaz. Danimarka Başbakanı
Anders Fogh Rasmussen, Sezer’in de katıldığı,
aday ülkeler toplantısında yaptığı
konuşmada; Türkiye, politik kriterleri yerine
getirmek için adım attı, dedi. Yani bu
sadece bir adımdır. Her şey degil.
AB, genel olarak bu adımın devamını
görmek istiyor. Bunu göstermek de Türkiye’ye düşüyor.
O zaman, Türkiye’de, Türkiye’nin AB’ye girmesini
isteyenler, uyarılarını Avrupa’ya
degil, Türk devletine söylemelidirler.
Bir Avrupa ülkesi olmak, yalan dolanla olmaz, Avrupalının
ilkelerine uymakla olur. Yani, Kürtlerin hakları
verilince, demokratik ilkelere uyulunca ve askeriye
baştan uzaklaştırılınca,
o zaman Avrupa Kapıları açılabilir.
Yoksa kapı önünde beklenilmeye devam edilir.
|