Kürt Ulusal Sorunuyla, Türk Solu
İlişkileri Üzerine
Yılmaz Çamlıbel
Son günlerde Birgün Gazetesinde, Kürt ve Türk solcuları
arasında, Kürt sorunun çözümüyle ilgili yoğun
bir tartışma yaşanıyor. Bu tartışmalarda,
ciddi ideolojik ve politik hatalar yapıldığını,
bu durum da, tartışmaların verimli
bir kanalda sürdürülmesini engellediğini görüyorum.
Bana göre de, bu konunun enine boyuna tartışılması,
iki halkın yararına olan çözümün netleştirilmesi
gerekiyor. Tartışmacıların da
belirttiği gibi Türkiye’deki tüm toplumsal
sorunlar, Kürt sorununa kitlenmiş, diğer
bir deyişle Kürt sorunu, Türkiye’nin başat
sorunu haline gelmiş bulunuyor. Bu sorunun
çözüm yoluna girmesi, diğer sorunların
çözümünün de önünü açacaktır. Bu nedenle, Marksistler
başta olmak üzere, soruna duyarlı olan
tüm Kürt ve Türk aydınlarının bu
konuda akademik, bilimsel bir tartışmaya
öncülük etmesi gerekiyor.
Sorunu tüm yönleriyle kavramak, uygulanabilir ve
kalıcı kazanımlar elde edecek projeler
üretmek için, sorununun çözümü üzerinde tartışan
sosyalistlerin, düşünce ve söylemlerini, Marksizm
ile bilimsel sosyalizmin temel ilkeleri üzerine
oturtmaları gerekiyor. Aksi taktirde sorun
daha da içinden çıkılmaz bir hale gelir.
Şimdi, Marksizm ve bilimsel sosyalizmin bazı
önemli kriterlerini beraberce, yeniden anımsayalım.
Eğer bir toplumda, sosyalist devrimin yahut
milli demokratik devrimin şartları oluşmuş,
ama henüz modern sınıflar, ( proletarya
ile milli burjuvazi) ortaya çıkmamışsa,
o zaman devrime, küçük burjuvalar öncülük eder.
Bu da çeşitli sapmalara, savrulmalara ve hastalıklara
sebep olur. Bir küçük burjuva örgütü, adına
konuştuğu sınıfa, ne kadar yakın
durabilir, onun çıkarını korumaya
özen gösterirse, başarı sansı o kadar
yükselir. Eğer bir ülkede (Türkiye’de olduğu
gibi) hem sosyalist, hem de milli demokratik devrimi
gerçekleştirmek isteyenler bir arada yaşıyorsa,
o zaman bu kadroların bazı kriterlere,
daha da dikkat etmesi ve ona uyması gerekir.
Egemen ulus sosyalistlerinin birinci önceliği,
sınıf çelişkisinin çözmektir. Diğer
bir söylemle, sosyalist devrimi gerçekleştirmektir.
Ezilen ulusun birinci önceliği ise,
ulusal kaderini tayin etmek, yani milli demokratik
devrimi gerçekleştirmektir. Bu iki hareket,
toplumun en güçlü dinamiği ve birbirinin en
yakın dostudur. Bu açıdan, iş ve
güç birliği içinde olmaları gerekir.
Bu iş ve güç birliği çalışmalarındaki
temel ilkelerden biri, başarının
en önemli faktörüdür. Buna göre egemen ulus sosyalistlerinin
görevi, proletarya içindeki egemen ulus milliyetçiliğiyle
kıyasıya mücadele etmek, onlara sınıf
bilinci taşıyarak devrime hazırlamaktır.
Marksizm’e göre ezen ulus milliyetçiliği, sömürü,
ırkçılık ve faşizmi besleyen
bir ideolojidir. Ama ezilen ulus milliyetçiliği,
demokratik ve insani bir taleptir. Milli demokratik
devrimi geçekleştirecek en önemli dinamiktir.
Bu açıdan, egemen ulus sosyalistleri tarafından
desteklenmesi gerekir.
Marksizm, bu işin sapmalara varmaması
ve her iki halkın çıkarı doğrultusunda
sağlıklı bir biçimde yürütülmesi
için, her iki halkın sosyalistleri arasında
önemli bir görev bölümü yapmıştır.
Buna göre, egemen ulus sosyalistlerinin görevi,
ezilen ulusun bağımsız devlet kurma
hakkı başta olmak üzere, kaderini belirleme
konusunda alacağı kararı desteklediğini
her yerde ve her zeminde savunmaktır. Ezilen
ulus sosyalistlerinin görevi ise, iki halkın,
hak eşitliğine dayalı birliğini
savunmaktır. Bu görev bölümü, başarıya
ulaşmanın çok önemli bir kriteridir. Bu
görev bölüşmesi sonucunda, ezen ulus sosyalistlerinin,
diğer ideoloji, sosyal sınıf ve katmanlardan
farklı olduğu, sosyalistlerin, ezilen
halkın düşmanı değil dostu olduğu,
anlaşılır hale gelecektir. Ezilen
ulus sosyalistleri, ezen ulus sosyalistlerinin bu
açık desteğini örnek göstererek, kendi
halkı içindeki sosyalizm karşıtı
insan ve örgütlerin “ Türk değil mi, hepsi
de faşisttir ve Kürt düşmanıdır.”
Biçimindeki propagandalarıyla daha kolay mücadele
edebilecektir. Çünkü, ezilen ulus sosyalistleri,
egemen ulus sosyalistlerinin bu söylemlerini kitlelere
taşıyarak, halkın sola sempati duymalarına
çalışacak ve kendi toplumu içindeki sağ
görüşlülerle mücadelede büyük bir avantaj yakalamış
olacaktır. Böylece, proletarya lokomotif, ulusal
mücadele de vagon olacak ve sonuçta, toplumda bulunan
en önemli iki dinamik, iş ve güç birliği
içinde toplumsal kurtuluşu gerçekleştirme
sansını yakalamış olacaktır..
Şimdi Türkiye pratiğine bir göz atalım.
Hemen burada bir konunun altını çizmek
istiyorum. Şüphesiz, Türk sosyalistlerinin
hepsi aynı değil. İçlerinde az miktarda
olsa bile, Marksizm’in temel ilkelerine uygun davrananlar
da var. Benim sözüm, bilerek veya bilmeyerek, egemen
ulus milliyetçiliği ve Kemalizm’den yakasını
kurtaramayan ve Marksizm’in temel ilkelerini çiğneyenleredir.
Türkiye’deki egemen ulusuna ait sol partilerin,
halk kitlelerini bir yana bırakalım, işçi
sınıfı içinde bile, ciddi bir tabanı
yoktur. Genel ve mahalli seçimlerde aldıkları
oy % birin altında kalmaktadır. 1970 lerde
işçi sendikalarının küçümsenmeyecek
bir bölümü, sosyalist kadroların yönetimindeydi.
Süreç içinde bu sendikalar, önce sosyal demokratların,
daha sonra liberallerin, şimdi de Türk ırkçılarının
eline geçmiş bulunuyor. Bu durum, Türk sosyalist
ve komünistlerinin, ideolojik ve politik görevlerini
yerine getirmediğinin en çarpıcı
göstergesidir.
İşçi sınıfı adına
konuşanların lokomotif olamadığının
en önemli kanıtı ise, PKK’nin kuyruğuna
takılmış olmalarıdır. Bunu
yapanları da ikiye ayırmak gerekiyor.
Birinci gurup, devletin Kürt halkına kurduğu
tuzağa bilerek katılanlar, ikincisi de
bunu bilinçsizce yapanlardır. Sonuç olarak
bu iki gurup da PKK’yi; Kürt ulusunun yegane temsilcisi
ve ulusal kurtuluş mücadelesini veren sosyalist
bir parti olarak tanımladılar ve desteklediler.
Kendileri yan gelip yatarken, Kürt halkı içinde
savaş kışkırtıcılığı
yaptılar. Devletle PKK’nin eşgüdüm halinde
kitlelerin beynine kazıdıkları “Kürt
halkı eşit PKK, o da eşit terörist”
denklemine çanak tuttular. Bu karanlık
savaşa karşı çıkan, Türk ve
Kürt halklarının, hak eşitliğine
dayalı beraberliğini savunan Türk ve Kürt
Marksistlerini, pasifist, teslimiyetçi ve vatan
haini ilan ettiler.
Sivil toplum ve meslek kuruluşlarında,
şiddet karşıtı olan Kürt sosyalistleri
dışlayıp, dışarıda
savaş çığlıkları atan,
içerde ise barış çağrısı
yapan Kürtlerle iş birliği yaparak yönetimleri
ele geçirdiler. Çıkarcı, oportünist davranışlarla,
Kürt halkının dökülen kanları üzerine
politika yaptılar.
Türk milliyetçilerine, Amerikancılarına,
devlet yanlısı Kürt aşiret reislerine
ses çıkarmayan bu Marksistler, sömürgeciliğe
karşı yıllar boyu mücadele eden,
Kürt ulusunun insani ve ulusal haklarını
almak için savaşan Kürt yurtsever birey, örgüt
ve aşiret reislerini, alabildiğine aşağıladılar.
Ezilen, horlanan, insani ve ulusal haklarından
mahrum yaşayan bir ulusun, kurulu düzen karşıtı
olan anti faşist gücünü, işçi sınıfı
mücadelesiyle uyumlu hale getirmek bir yana, onu
küçümsediler ve yok etmeye kalktılar.
Kısacası, Marksizm’e göre lokomotif olması
gerekenler, şaibeli bir hareketin kuyrukçusu
oldular. Onların basın yayın kurumlarında,
toplantılarında, doğru yolda olan
Türk ve Kürt sosyalistlerine saldırdılar.
Böylece, Türk devletinin sömürge politikasına,
Kürt ulusal hareketine düşman olan Kürt gericilerine
ve bölgemizi sömüren dünya emperyalist sistemine
hizmet ettiler.
Bunca yanlışlık ve aymazlığa
karşın, Karanlık güçlerin oyununa
gelmeyen Kürt sosyalistleri, Marksizm’in ve sosyalist
enternasyonalin ilkelerine sadık kalarak, Türklerle
Kürtlerin hak eşitliğine dayalı federal
bir yönetim altında yaşaması konusundaki
kararlı çalışmalarını sürdürdüler.
Yapılan tehditlere, atılan çamurlara karşın,
her iki halka ait sapmalarla mücadele etmeyi inatla
sürdürdüler.
Ne yazık ki Kürt sorunu konusunda, uluslararası
solun durumu, Türk solunun durumundan farklı
değil. Kürt sosyalist ve komünistleri, Marksizm
ve sosyalist enternasyonalin temel ilkeleri gereği,
yıllar boyunca dünya sosyalist sisteminin yandaşı
oldular, onun çıkarlarını korumak
için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Vietnam, Kamboçya, Angola, Mozambik, Filistin v.s.
ulusal kurtuluş mücadelelerine destek verdiler.
Şimdi elimizi vicdanımıza koyup düşünelim,
Kürtlerin bu enternasyonal dayanışması
karşılığında, onlar Kütler
için ne yaptılar? Kürt sorununun çözümü için
hangi projeyi yapıp dünya kamuoyuna sundular?
Kendini devrimci, demokrat, sosyalist ve komünist
diye nitelendiren Türklere buradan sesleniyorum.
Yıllardır, Kürt sorununun çözümü sürecinde,
Türklerin zarar görmesini istemeyen, sosyalizme
açıkça düşmanlık yapmayan, halkların
eşitlik ve kardeşliğini savunan,
milliyetçi, demokrat Kürtlerin bizlere sorduğu
aşağıdaki sorulara, bizim yerimize
lütfen siz cevap verir misiniz “ Mademki sosyalistler
ezilin halkların dostudur, onların da
istedikleri gibi yaşamasını istiyorlar,
neden Sovyet pilotları Sovyet Migleriyle, faşist
Saddam için, Rahmetlik Barzani’nin Pêşmerge’lerini
bombaladılar? Saddam zalim, Kürtler ise mazlumdu.
Hani komünistler mazlumların dostuydu? Siz
her gün Filistinlilerin bağımsız
devletini kurması söyleyip duruyorsunuz. Peki
onlar niye bizim için böyle konuşmuyorlar?
Adımızı bile ağızlarına
almıyorlar. Siz, Vietnam, Kamboçya ve Angola’nın
devlet kurması için bağırdınız
çağırdınız, bildiri dağıttınız,
yürüyüş yaptınız. Peki onlar niye
Kürtlerin devlet kurması için bir şeyler
yapmıyorlar? ” Evet, buyurun bu sorulara yanıt
verin.
Kürtler ve Türkler olarak artık şu gerçeği
kabul etmemiz gerekiyor. Türkiye solu, kendi proletaryasına
sınıf bilinci taşıyarak, onu
devrime yönlendirerek lokomotif olma, diğer
sosyal katmanları ve Kürt ulusal hareketini
de peşine takıp götürme misyonunu yerine
getiremiyor. Buna karşın, Kürt ulusal
hareketi, içinde bulunduğu maddi koşullar
ve sahip olduğu dinamikler, ısrarlı
ve kararlı bir şekilde yürüttüğü
ulusal mücadele sonucunda, işçi sınıfının
önüne geçmiş bulunuyor.
Bu, Marksizm’e ters düşen bir durum değildir.
Toplumsal mücadeleler tarihine baktığımızda,
bazı ülkelerde, ulusal mücadelenin lokomotif
olup, milli demokratik devrim ile sosyalist devrimi
birlikte geçekleştirdiğini görüyoruz.
Eğer Türk solu üzerine düşen tarihi misyonu
yerine getirecek bir konuma gelmezse, Türkiye’de
de, böyle olacaktır. Kürt sorununun Türkiye’de
başat sorun haline gelmesi de, bunu böyle olacağını
açık bir biçimde ortaya koyuyor.
Bu gün Kürt sorunu, insan ve örgütlerin ideolojik
ve politik niteliğini belirleyen temel bir
ölçü haline gelmiş bulunuyor. Kimya biliminde,
bir eriğinin baz mı yoksa asit mi olduğunu
öğrenmek için, içine turnusol kağıdı
batırılır. Eğer turnusol kağıdı
kırmızı olursa eriyik asit, mavi
olursa bazdır. Kısacası Kürt sorunu,
insan ve örgütlerin niteliğini belirleyen “Turnusol”
kağıdı haline gelmiş bulunuyor.
Eğer bir insan, örgüt veya parti, başka
konularda ne kadar çağdaş, ilerici, devrimci
ve ya komünist olursa olsun; eğer bağımsız
devlet kurma başta olmak üzere, Kürtlerin kaderini
kendi özgür iradesiyle belirlemesini savunmuyorsa;
o insan, devrimci, demokrat, sosyalist ve komünist
olarak nitelendirilemez. Marksizm’de de buna benzer
bir kural var.
Örneğin, Marksizm, sınıf ile ulusal
mücadele arasındaki ilişkilerin üzerine
oturduğu temel ilkeleri, şu şekilde
belirliyor. “Ezen ulus Marksistleri ayrılma
hakkını, ezilin ulus Marksistleri ise
beraberliği savunacaktır. Eğer ezen
ulusun bir bireyi, ayrılıp bağımsız
devlet kurma hakkı başta olmak üzere,
ezilen bir halkın kaderini belirlemesini savunmuyorsa,
o bir komünist değil, ezen ulus milliyetçisidir.
Egemen ulus milliyetçiliği gericilik, ezilen
ulusun milliyetçiliği ise, demokratik bir taleptir
ve işçi sınıfının en yakın
dostudur.”
Diğer önemli bir konu da, Türkiye’de başat
sorun haline gelmiş Kürt sorununun ne olduğunun
iyi anlaşılmamış olmasıdır.
Yapılan hataların çoğu da bu nedene
dayanıyor. Bir sorunu çözebilmek için, o sorunun
ne olduğunun iyi bilinmesi gerekir. O halde,
durmadan konuştuğumuz bu sorunun, nasıl
bir sorun olduğunu tüm yönleriyle kavramamız
gerekiyor. Kürt sorunu acaba, bir sınıf,
dil, kültür, ekonomi, cins, din veya mezhep sorunumudur?
Kürt sorunu, bunların hepsini içinde barındıran
ulusal bir sorundur. Ulusal bir mücadele, tüm ulusal
değerlerin eşgüdüm halinde, mücadele alanına
sürülmesiyle kazanılır. Ulusal sorunun
çözümü demek, bir halkın, hangi yerde, hangi
isimle, hangi bayrak altında, hangi ekonomik
ve sosyal rejim içinde yaşayacağına
özgür iradesiyle karar vermesi anlamına gelir.
Yani kararı halk verecek ve her kes de buna
saygı gösterecektir. Sosyalistlerin görevi,
ulusal mücadele sürecinde, herkesten çok çalışarak,
özveride bulunarak, ilkeli davranarak, sözünü tutarak,
kitlelere güven vererek, halkın kararını
sosyalizmden yana kullanmasına çaba göstermektir.
Kendine düşen tarihi görevi yerine getirmeyenlerin
kalkıp bir halka “Sen neden kararını
sosyalizmden yana kullanmadın?” demeye
hakkı yoktur.
Şimdi de bu konunun Türkiye pratiğine
bakalım. Bu konuda Irak olayı, Türk Marksistlerinin
durumunu göz önüne seren bir laboratuar konumundadır.
Irak muhalefeti, Saddam diktatörlüğünden kurtulmak
için 30 yıl mücadele etti, ama başarılı
olamadı. Uluslararası ilerici, devrimci
ve sosyalist çevrelerin, Irak muhalefetine ciddi
bir destek veremediğini hepimiz biliyoruz.
Yeni Dünya Düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi
gereği Amerika Irak’a girdi ve Saddam rejimini
devirdi. Duyarlı çevreler doğal olarak,
buna tepki gösterdiler. Ne yazık ki, bu konuda
da malum Marksist çevreler, olaya sağcılar
gibi idealist felsefesinin gözlüğüyle baktılar.
Bölgemizde meydana gelen ve statükoyu ciddi bir
şekilde sarsan onlarca çelişkinin yer
aldığı bu olayı basite indirgeyerek,
siyah-beyaz mantığıyla düşündüler,
irdelediler, konuştular, yazdılar.
Amerikalılar insan öldürüyor, kadınlar
dul, çocuklar yetim kalıyor, ekolojik denge
bozuluyor, Irak’ın yer altı, yerüstü varlığı
talan ediliyor. Peki, Saddam zamanında farklı
şeyler mi oluyordu?
Hele bir söylem var ki, evlere şenlik. Efendim,
emperyalizm, Ortadoğu’nun haritasını
değiştirip bir Kürt devleti kurmak istiyor.
1639 yılında Pers ve Osmanlı İmparatorlukları
Kürdistan’ı ikiye bölüp sömürgeleştirdiler.
Birinci Paylaşım Savaşı’nda
dünya emperyalist sistemi bu sefer, Osmanlı
toprakları içindeki Kürdistan parçasını;
Türkiye, Suriye ve Irak arasında üçe böldüler.
Bu bölgede, Irak diye bir halk ve Irakistan diye
bir ülke, Suriye diye bir halk ve Suriyeistan diye
bir ülke yoktu. Ama Kürt diye bir halk ve Kürdistan
adında bir ülke vardı. Ama emperyalistler,
Kürdistan yerine suni devletler kurdular ve Kürdistanı
da onlara peşkeş çektiler. Türkiye’de
ki komünistlerin, Emperyalistlerce param parça edilen
bu çoğrafyanın eski haline getirilmesini
ve kürtlerin insani ve ulusal haklarının
verilmesini savunduklarını duyan var mı?
Asırlardır bölge ülkelerinin ve emperyalizmin
baskı ve sömürüsü altında inleyen Kürt
halkının önüne çıkan bu tarihi fırsattan
yararlanıp kaderini belirlemeye kalkması,
eğer gücü yetiyorsa ulusal devletini kurması
bir Marksisti niye rahatsız etsin ki? “Ben
komünistim, Kürtlerin aşiret reisleri ve emperyalistlerin
eliyle bir Kürt devleti kurulmasına karşıyım.”
Diyip sorunu geçiştirmek, Marksist bir
davranış değildir. Böyle düşünenlere,
Marksist literatürleri bir kere daha okumalarını
öneriyorum. Okuyun ve şu soruların cevabını
verin.
Feodal üretim ilişkileri içinde yaşayan
bir toplumda, aşiret reisleri, kasaba eşrafı,
dinsel ve mezhepsel önderlerin itibarlı bir
konumda olması ve önderlik yapması diyalektiğe
uygun bir durum değil mi? O zaman neden buna
şaşırıyorsunuz? Ayrıca,
Suriye, Irak, İran, Ürdün, Pakistan; Afganistan’daki
durum, Kürtlerden çok mu farklı? Irak devletinin
sahibi Tikrit Aşireti; Ürdün ve Suriye devletlerinin
sahibi de Haşimi aşireti değil mi?
Neden bu aşiret reislerini ve devletlerini
değil de, Kürtlerinkini aşağılıyorsunuz?
Arap aşiretleri devlet kuruyor da, Kürt aşiretleri
neden devlet kurmasın? Siz Kürtlere devlet
kurmaları için yardım etmeye kalktınız
da, onlar size, “Hayır bize komünistler
değil, emperyalistler devlet kursun.” mu
dediler?
Sizler, Saddam rejimi altında inleyen, Irak
muhalefet güçleriyle hiç ilişki kurdunuz mu?
Onların neden Amerikan işgaline karşı
çıkmadıklarını onlarla tartıştınız
mı? Onları anlamaya çalıştınız
mı? Irak Komünist Partisiyle iş ve güç
birliği yapıyor musunuz? Güney Kürdistan’da;
genel merkezinin çatısında orak-çekiçli
bayrağın dalgalandığı,
Kürdistan Komünist Partisinden haberiniz var mı?
Onların Kürdistan ulusal Kurtuluş mücadelesiyle;
Barzani ve Talabani’yle ilgili düşüncelerini
öğrenmeye çalıştınız mı?
60 yıldır Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine
öncülük eden, bu uğurda milyonlarca şehit
veren Barzan aşiret reislerini aşağılayıp
duruyorsunuz. Peki ulusal onurdan yoksun, ihanet
içinde olan, Türk anti terör timlerini evinde konuk
eden, devrimcilerin kanını döken Bucak,
Jirki, Babat aşiret reislerine niçin bir şey
demiyorsunuz? Bu ne biçim solculuktur?
Ben şahsen sağ görüşlü beyaz Türkleri
yadırgamıyorum. Bu kapitalizmin felsefesine
uygun bir yaklaşımdır. Zira onların
inandığı idealist felsefeye göre,
“Türkler asildir, efendidir, akıllıdır,
çalışkandır, devlet kurmaya hakkı
vardır. 16 devlet kurarak bu niteliğini
ispat etmiştir. Kürtlerin bu asil ulusa boyun
eğmesi gerekir”. Bunu anladık. Ama Türk
komünistlerine ne oluyor? Maşallah Türkiye’de
beyaz komünistler de var. Bu kişiler durmadan
Kürtleri aşağılıyor ve ona akıl
veriyorlar. Eğer gerçekten Komünistlik yapmak
istiyorsanız, bize dost elinizi uzatın,
akıl vermeyin. Çünkü sizin aklınıza
değil, dostluğunuza ihtiyacımız
var.
|