TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET MECLİSİ ÜYELERİNE AÇIK
MEKTUP
Değerli milletvekilleri
Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'a karşı
yapmak istediği operasyonun hazırlıkları
ilerledikçe,Türkiye'nin geleceğini bütünüyle
riske edecek bir tartışma sürdürülmektedir.
Türkiye'nin, Kürdistan'ın Güney Parçası
olarak bilinen Kuzey Irak'a, bölgenin fiili hakimi
durumunda olan Kürt güçleriyle bir mutabakata varmadan
girmesi, tarihten bugüne intikal eden bir yığın
çözümlenmemiş soruna bir yenisini ekleyecektir.
Kaldı ki, böyle bir girişim, kanlı
bir çatışmaya neden olacak ve sorunu daha
da karmaşık ve içinden çıkılmaz
bir duruma getirecektir.
Türkiye, "güvenlik kaygılarından"
dolayı Kürdistan’a girmek istediğini ileri
sürmektedir. Bir ülke öncelikle sınırlarını
aşmadan güvenliğini sağlamakla yükümlüdür.
Eğer sınırlarının ötesinden
gelen bir saldırı varsa, Birleşmiş
Millietler Anlaşması’nın 51 maddesi
bu durumu düzenliyor. Ancak bu durumda, Türkiye'nin
BM’ye başvurması ve Güvenlik Konseyi’nin
devreye girmesi gerekiyor. Nitekim söz konusu madde,
"Güvenlik Konseyi karar alıncaya kadar"
diyerek söz konusu ülkenin kendini koruması
hakkına vurgu yaparken, BM Güvenlik Konseyi’nin
de sürecin içerisinde olması gerektiğine
dikkat çekmektedir. Bugün böyle bir durum olmadığı
gibi, sözü edilen saldırının gerçekten
o ülkenin güvenliğini tehdit edecek kadar güçlü
olması gerekir. Türkiye'ye bu bölgeden PKK/KADEK'in
saldırıları dışında
bir saldırı söz konusu değildir ve
bu da, açıkça görüldüğü gibi, hem şimdi
yoktur hem de olsa bile, Türkiye'nin sınırlarını
korumakla önleyebileceği bir durumdur.
Türkiye'nin ileri sürdüğü, "PKK'nin
körfez krizinden sonra eylemleri başladı"
savı doğru değildir. Bu kadar çabuk
bir biçimde yakın geçmişi unutmuş
olamayız. Tersine PKK'nin karakol ve koruculara
karşı eylemleri, bu yıllardan öncedir.
Körfez Krizi PKK'ye bir takım avantajlar sağlamış
olabilir, ama PKK'nin buradan çıkış
yaptığı iddiası kamuoyunu maniple
etmeye yönelik ve gerçek dışı bir
savdır. Kaldı ki, PKK'nin buraya yerleşmesi
Iran-Irak savaşıyla başlamıştır
ve buna da Irak rejimi neden olmuştur. Türkiye
bir yandan oluşan otorite boşluğundan
şikayet ederken, öte yandan bölgede otorite
sağlamak isteyen Kürt güçlerine olanak tanımak
istememiştir. Buna karşılık
Türkiye, sadeca Bağdat rejiminin yeniden bölgede
otorite sahibi olmasını istemiş,
bu da Kürt halkının kazanımlarının
tümden yok edilmesi demektir, tabii ki bunu da Kürt
halkı kabul etmedi ve etmeyecektir.
Kaldı ki, bugünün koşulları geçmişle
mukayese edilmeyecek kadar farklıdır.
Körfez Krizi döneminde ABD bu ülkeyi tümden kontrol
altına almadı ve bu nedenle bir boşluktan
söz etmek olanaklı, ancak şimdi, bölge
ülkelerinin güvenliğini tehdit edecek bir boşluğun
olmayacağı açıktır. O günlerde
Kürt Partileri, gelişmeleri kontrol edecek
güçten yoksundular, onlar da şimdi bölgelerinin
güvenliğini sağlacak durumdalar ve bunu
taahhüt etmekteler. Sadece onlara bu olanağı
tanımak gerekiyor. Bu teminata karşın,
esas kaos, Türkiye’nin müdahalesiyle oluşacaktır
ve bu da uzun vadede bir bumerang gibi dönüp sahibini
vuracaktır.
Değerli milletvekilleri!
Bu durumda Türkiye'nin başka amaçları
olmalıdır!. Bu soru pek çok çevrelerce
sorulmakta ve Türk devlet yekililerin açıklamalarında
da sırıtmaktadır. Operasyon sonrası
Irak'ın alacağı federal bir yeniden
yapılanmayı, Türkiye, bir tehdit olarak
algılamaktadır. Bağımsız
bir Kürt devletinin kurulucağını
ileri sürmek sadece bir bahanedir, zira hem iki
güçlü Kürt partisi ve hem de bölgeyi yeniden dizayn
etmek isteyen ABD, böyle bir gelişmenin olmayacağı
konusunda, kamuoyuna da yansıdığı
gibi, defalarca taminat vermişlerdir. Aslında
Türkiye de böyle bir gelişmenin olmayacağını
bilmekte, ancak yine de baskı uygulamaktan
ve tehdit etmekten geri kalmamaktadır. Peki
neden Kürtlerin Irak'ın bütünlüğü içerisinde
bir federal devlete sahip olmaları ve kendi
bölgelerini kalkındırmaları, sorunlarını
çözmeleri ve böylece Türkiye ile daha iyi bir komşuluk
ilişkisi gelıştirmeleri, Türkiye'nin
yararına olmasın?. Kaldı ki 20 miyon
Kürt insanı Türkiye sınırları
içerisinde yaşamakta ve bu kütlenin önemli
bir bölümünün de, devletin uygulamarından rahatsız
olduğunu bilindiği halde, bu düşmanca
politika sürdürülmektedir. Bunun mantıklı
bir izahı yoktur.
Türkiye'nin küçük bir kaç askeri birliği
bögenin siyasi güçlerinin rızasıyla orada
bulunmaktalar. Bu durum, bölgeyi bütünüyle kontrolu
altına almak için bir kapı açmamaktadır,
bir meşruiyet oluşturmamaktadır.
Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Yurtseverler
Birliği ile, oraya girmeyi meşrulaştıracak
bir anlaşması da olmadığına
göre, Türkiye'nin bu toleransı zorlamaması
gerekir.
Türkiye’nin yasaları da böyle bir askeri
harekata el vermemektedir. Ancak TBMM'nin karar
almasıyla söz konusu olabilir, bu da savaş
halinde olanaklıdır. Ortada Türkiye'nin
taraf olduğu bir savaş olmadığına
göre, geriye bir tek ihtimal kalıyor, o da
Türkiye'nin savaş ilan edeceği ihtimali.
Kime karşı? Kürtlere karşı.
Böylesi bir durumda, biline ki Türkiye, tarihinin
en ağır tahribatını yaşayacaktır.
Telafisi asla mümkün olmayan zararlar görecektir.
ABD'nin bölgeye girmesi de Türkiye için bir gerekçe
oluşturamaz. ABD, BM kararlarına dayanmaktadır
ve en önemlisi de Irak Ulusal Kongresi’yle tam bir
mutabakat halindedir. Ayrıca ABD demokratik
federal bir Irak oluşturmak için bir uluslararası
koalisyon oluşturmak istemektedir, oysa Türkiye
federal bir Irak'a karşı olduğunu
açıklamaktadır.
Bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum.
Neden Türkiye Kürdlerle kavagalı bir duruma
getiriliyor? Kim bunu istemektedir? Türkiye’nin
müdahalesiyle çıkacak bir çatışmadan
kimler yararlı çıkacaktır? Bu sorulara
sizler de cevap aramalısınız. Çok
açıktır ki, Kürdlerle çatışmaya
giren bir Türkiye, bundan zararlı ve zayıflıyarak
çıkacaktır. Güç yitiren bir Türkiye’nin
birikmiş sorunlarının üstesinden
gelmesi olanaklı değildir. Kürt Sorunu,
Kıbrıs, Yunanistan ve diğer bölge
ülkeleriyle olan sorunları, zayıflamış
bir Türkiye bunları çözme gücünü yitirir.
Değerli milletvekilleri!
Yeniden önünüze bir teskerenin geleceği kuvvetle
muhtemeldir. Böyle bir durumda çok önemli bir durumla
karşı karşıya kalacaksınız.
Sizler ve özellikle Kürtdistan’dan seçilmiş
olanlarınız, Kürt halkının iradesi
dışında çizilmiş bugünkü sınırların
ötesinde kalan halkınızın diğer
parçasının zarar görmesine neden olmamalısınız.
Bilinız ki, Türk ordusunun oraya girmesi bir
savaş demek olacaktır, bu da kan ve göz
yaşı demektir, bir toplumda onarılması
güç yaraların açılması demektir.
Hala Halepçe katliamının acılarını
yüreğinden taşıyan bir halka ve hem
de kendi halkınıza, daha fazla acılar
reva görülmemeli. Anadolu'lu gençlerin de bir hiç
uğruna gidip tamamen yabancısı olduğu
bir coğrafyada ölmesi, sizin oylarınızla
gerçekleşmemeli.
Bu tarihi bir mebaldır, payınıza
düşmemeli. Kaldı ki, Türk ordusunun gidip
güney Kürdistan'ı işgal etmesi için el
kaldıran her Kürt parlamenter, tarihte halkına
karşı ihanet etmiş biri olarak anılacaktır.
Tabii ki buna layik değilsiniz, eğer tezkere
geçeçekse bile bu sizin oylarınızla olmamalı
ve anlınız açık ve onurunuz zedelenmemelidir.
Binlerce Kürt evladının bir hiç uğruna
öldürülmesine siz neden olmamalısınız.
Hatta, buna engel olmalısınız.
Başarılar diliyorum.
Saygılarımla.
Mahmut Kılınc
19. Dönem Adıyaman Milletvekili
|