PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Pirs û Bersîv
Soru / Cevap
Webmaster
1
 
 
 
ALEVİ AYİNLERİNİ  „KOVALAYAN“  CUMHURİYET  REJİMİ!..

Mehmet  Bayrak

Atatürk’ün danışmanlarından Prof. Hasan Reşit Tankut, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezine verdiği 1949 tarihli bir raporda; Alevi toplumunun  dönemin tek parti yönetimi ve Cumhuriyet rejimiyle ilişkilerini değerlendirirken şu saptamayı yapar:

„Aleviler, Cumhuriyet Halk Partisi’ni, Bektaşi tekkelerini kapattığından, ayinleri kovaladığından , seyyidlerin nüfuzunu kırma gayretinden dolayı muaheze ederlerse de (eleştirir ve dargınlık gösterirlerse de MB); hilafeti ilga ettiğinden (kaldırdığından MB), ehli sünnet fıkhını (Sünni şeriat hükümlerini MB), meşihatı (Şeyhülislamlığı MB) ve medreseleri kaldırdığından ve layiklikten dolayı severler.“ (1)

1949’da Cumhuriyet Halk Partisi’ne verilen bu gizli rapordaki belirlemeler, kuşkusuz birçok açıdan ilginç ve anlamlıdır. Burada; tekke ve dergahların kapatılması, Alevi töre ve törenlerinin izlenip yasaklanması, pirlerin- dedelerin- seyyidlerin etkinliğinin kırılması gibi Alevi toplumunu rencide ve rahatsız eden siyasal/ toplumsal gelişmeler açıkça itiraf edilmekte ve Aleviler’in Cumhuriyet rejimine dönük tek yanlı aşklarının düşünsel ve duygusal temelleri ortaya konmaktadır.

Şunu hemen vurgulamalıyız ki, Hilafetin ve Şeyhülislamlığın kaldırıldığı, medreselerin kapatılığı  doğru, ancak ehli sünnet fıkhının kaldırılıp laikliğin getirildiği bütünüyle doğru değildir.

Herşeyden önce Türkiye’deki dini uygulamanın ve toplumsal yapılanmanın baştan beri laiklikle bağdaşmadığını vurgulamak durumundayız. Evkaf ve Şeriye Vekaleti ile Şeyhülislamlık makamı gerçekten kaldırılmış, ancak bunların yerine birkaç bakanlık gücündeki Diyanet İşleri Başkanlığı ikame edilmiştir. Geçmişte de bu kurumlar din ve diyanet işlerini yürütüyorlardı, Cumhuriyet döneminde de.

Dahası, yeni rejim Halifeliği kaldırdıktan hemen sonra topluma ve dine yeni bir çekidüzen vermek amacıyla ilk iş olarak Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla yeni bir Kur’an tefsirine girişir. Yukarda da itiraf edildiği gibi , İslamdışı ya da heterodoks nitelikte din ve inançlar yasaklanırken; toplumun Kuran’ı nasıl anlaması ve algılaması gerektiğini de bizzat Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal belirler…

Mustafa Kemal (Atatürk), „ yeni tefsirin ehli sünnet itikadına ve Hanefi mezhebinin görüşlerine göre hazırlanmasını, başta Alevilik olmak üzere ehli sünnet yani Sünnilik dışındaki görüşlere ve Hanefilik dışındaki diğer sünni mezheplerini görüşlerine tefsirde yer verilmesini“ istemez. (2)

Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilen direktifte Mustafa Kemal; „ ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan âyetlerin genişçe izah edilmesini, hüküm içeren âyetlerin de Türk- İslam geleneği gözönünde bulundurularak yorumlanmasını’’  ister.

Bu direktif doğrultusunda Diyanet’le Elmalılı Muhammed Hamdi Yazar arasında yedi maddelik bir protokol imzalanır. Bu protokolün 5. maddesi şöyledir:

„İtikadda ehli sünnet ve amelde Hanefi mezhebine bağlı kalınmak üzere ayetlerin ihtiva ettiği dinî, şer’î,hukukî, ictimî ve ahlakî  hükümler açıklanacak.“ (agy)

Görüldüğü gibi, Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra Hıristiyan Asuriler dışarda bırakılarak yalnızca Rum ve Ermeni Hıristiyanlarla Musevi Yahudiler’e azınlık hakları çerçevesinde kimi demokratik haklar verilmiş, ancak başta Aleviler olmak üzere diğer din ve inançlar görmezden gelinmiştir. Dahası, Hanefi Müslümanlığı ekseninde tek tip bir Devlet Müslümanlığı,  başka bir deyişle tek dinli bir toplum yaratılmaya çalışılmıştır.

Üstelik, yukardaki gizli itirafa rağmen Aleviler’in Cumhuriyet rejiminin laiklik şemsiyesi altında rahat bir yaşam sürdürdükleri savunula gelmiştir. Oysa, köy ortamında yaşamış her Alevi bilir ki, Aleviler köy dışına ve dam başlarına gözcü koymadan hiç bir zaman rahatça ibadetlerini yapamamışlardır. Zaten, Alevi ibadet yerlerinin kapatıldığı ve ayinlerinin kovalandığı , yukarda açıkça itiraf edilmektedir.

Bu acılı gerçeklik hemen tüm Aleviler tarafından bilinmekte ve söylenegelmektedir.

Biz burada, birçok kişinin benzerlerini yaşadığı bu acılı olaylardan birini, Maraş yöresindeki bir tanıklığı paylaşmak istiyoruz.

65-70 Yıl Önceki Bir Cem Töreni ve Alevi Takibatı

Olay, eski adı Avanuşağı olup bugün Maraş merkeze bağlı Çiğil köyünde geçer.

Dönemin köy muhtarı İrbami Eli ( İbrahim Uzundere)nin evinde Hakkı Onbaşı adında askeri bir görevli eşiyle birlikte kalmaktalar. Hakkı Onbaşı, Çiğil köyüne yakın Karamıdık  semtinde bir jandarma karakolunda görevli.

Esas amacı Alevi- Kürt köyü Çiğil’i denetlemek olduğu için, karakolda jandarmalar bulunuyor gerekçesiyle, kendisi eşiyle birlikte Köy Muhtarı İbrahim Kâhyanın (İbrahim Uzundere) evinde kalıyor.

Bir akşam, köyde cem töreni yapılacağını hisseden Hakkı Onbaşı, ev sahibi İbrahim Kâhya’nın evden ayrılmamasını istiyor. Oysa, köyün önde gelenlerinden olan İbrahim Kâhya, önceden belirlenmiş olan cem törenine katılmak istemektedir. Bu nedenle, Onbaşıya, davara gideceğini söyleyerek evden ayrılıyor.  Cem törenine katılmak üzere gizlice evden ayrılır ve törenin yapılacağı eve gider.

Hakkı Onbaşı, köyde o gece yapılacak cem törenini haber almış, ancak dağınık köyde hangi evde yapılacağını tesbit edememiştir. Amacı, cem törenini basmak ve katılanları cezalandırmaktır.

Ev sahibi İbrahim Kâhya’nın ortadan kaybolduğunu gören Hakkı Onbaşı, tam kanaat getirerek cem yerini gösterecek birini aramaya koyulur. İbrahim Kâhya’nın Cımo Kavak adında bir çiftçisi vardır. Hakkı Onbaşı, Cımo’yu önüne katarak, kendisini cem yerine götürmesini  ister. Onbaşının amacını kavrayan Cımo, kıvranmakta ve durumu en azından eşine haber vermek istemektedir. Bunun için, ayakkabılarını değiştirme bahanesiyle evine gitmek ister. Ancak Onbaşı buna da izin vermez, ayakkabılarını değiştirmek istiyorsa, kendi çizmelerini giyebileceğini söyleyerek ona izin vermez.

Cuma, bir biçimde cem yerine haber ulaştırmak için yolu uzatmaya çalışır. Yolda Huçê adında bir kadını görürler. Cuma, akşam vakti gizlice ona işaretlerle durumu anlatmak ister. Ancak sağır Huçê , durumu anlamaz.

Bu yol uzatma çabasına rağmen Cımo, cem yerine haber ulaştıramaz ve Hakkı Onbaşı’yla cem yerine ulaşır ve toplumu cem töreni halinde görürler.

Cemiyetin başında oturanlardan biri de , Onbaşının evsahipliğini yapan İbrahim Kâhya’dır. Onbaşı hiddetlenerek;

İbrahim Kâhya, ben sana bu akşam bir yere gitmemeni söylemiştim, oysa seni burada görüyorum, diye çıkışır.

İbrahim Kâhya, mahçuplanıp önüne bakmaktan başka birşey yapamaz…

Onbaşı, tek başına tüm cemiyeti bozar, katılanları ayağa kaldırır  ve tektek isim tesbiti  yapar. Ceme katılanlar yaklaşık 50 kişi kadardırlar. Aralarında bugün hatırlanabilenlerden bazıları şunlardır: Ali Peze, Huski Meyrike, Komki Samke, Savkê Muske, Hasani Abbes, Gulkê Kome, Haski Same …vb.

Bir Onbaşı, tüm cemiyeti toplayıp İbrahim Kâhya’nın evine götürür. Kâhya’nın evinde kaldığı için sözde kendisine torpil yaparak onun yerine Ali Peze’yi götürüleceklerin arasına katar.

Kâhya, ailesine dedeye yatak yapmalarını ve iki döşek sermelerini söyler. Buna karşılık Onbaşı, şu küstahlıkta bulunur:

Kucağına bir de keçik (kız) koyun!..

Onbaşı, yatak konusuna da müdahale ederek, dedenin yatağını evin ortasındaki dört- köşe bir direğin önüne yaptırır. Dedenin ayaklarını kalın dört-köşe direğin etrafında dolayarak iple bağlar. Dede, Kocolar köyünden Ali Eziz’dir.

Aynı gece Dede’nin köyüne de baskın yapılır, kardeşi Mithati Eziz’le birlikte çok sayıda kişi de orada gözaltına alınır.

Sabahleyin  sazını dedenin eline tutuşturarak, ceme katılan tüm insanları kelepçeli olarak 5-6 saat yaya yürütüp Pazarcık’a götürür ve tümü tutuklanarak cezaevine konur.

Tutuklanan kadınlardan Fatkê Hemed , cezaevinde doğum yapar ve bir kızçocuğu olur. Adını, tepki olarak Tırkê (Türk) koyarlar…Tutuklananlardan Uski Meyrike orada hastalık kaparak çok geçmeden ölür.

Onbaşı, ceza olarak evsahipliğini yapan İbrahim Kâhya’nın da sakalını kesmek ister. Sakal-bıyık kesmek bir Alevi için çok daha büyük cezadır. Kâhya ise, Sünni Onbaşı Hakkı’nın elinin sakalına değmemesi için kendi köylüsü bir çobana sakalını kestirir.

Bu arada köylünün biriyse, Kâhya’nın sakalını başkasına kestirdiğini Onbaşıya ihbar eder. Bu da, Onbaşının yeni bir sözlü hakaretine yolaçar.

Zavallı İbrahim Kâhya ise hem kendisinden, hem de çocuklarından utandığı için, çocukları korkmasın ve garipsemesin diye yüzünü bir bez parçasıyla kapatmak zorunda kalır ve bu örtünme aylarca devam eder.

Salt bir cem töreni yüzünden kadınlı- erkekli yaklaşık 50 Alevi aylarca Pazarcık Hapishanesi’nde kalır. Çıktıktan sonra yoğurdu daha da üfleyerek yemek zorunda kalırlar…(3)   

Kaynaklar

l- M.Bayrak: Kürdoloji Belgeleri, Özge yay. Ank.l994,s.298

2- Metin Yüksel: Atatürk’ün Kuran Tefsiri, Hürriyet,l9.ll.l997

3- Kaynak Kişi:Maraş’ın Çiğil köyünden İbrahim Kâhya’nın kızı, 80’li yaşlardaki Ayşe Meneş).

 

  Dengê Kurdistan © 2004