Yeniden Dersim Sözlü Tarih Projesi
Üzerine
Munzur Çem
Proje Yöneticileri
Arasında Karşılıklı Suçlamalar
Prof. Dr. Taner Akçam’ın Sözlü
Dersim Projesi’nde partner olarak seçtiği Avrupa
Dersim Dernekler Federasyonu’nu (FDG) suçlayan bir açıklama yaparak projeyi durdurduklarını duyurmasından
sonra „Dersimle ilgili Bir
Projenin Başına Gelenler”
başlığını taşıyan bir yazı ile görüşlerimi
kamuoyuna duyurmuştum. Bir kaç gün sonra Mehmet Gülmez,
„Munzur Çem ve Allahını Seven Vursun Kampanyası“
başlığı altında, beni de eleştiren
bir yazı yazdı.
Gülmez’in yazısı şu
cümlelerle başlıyor:
„Dersim 38 Sözlü
Tarih projesi konusunda iki art niyetli kişinin yaptığı
asılsız iftira, bazı çevrelerde ‘Allah
için vurun’ kampanyasına döndü.
Bu çevreler yeminli
Dersim düşmanları olduğundan, FDG gibi
ciddi bir Dersim kurumunu linç etme kampanyasına
karnaval coşkusu sevinci ile katılmaktadırlar.
Avrupa Dersim Federasyonu
kurulduğundan beri, bu çevrelerin hedefi oldu. Karalama
ve saldırma da, tehdit etme de tereddütsüz düşmanca
davrandılar...“
Bir kere „ Dersim 38 Sözlü Tarih
projesi konusunda açıklama yapan kişiler için
„art niyetli kişiler“ sözlerini kullanmak, onları
„iftiracı“ diye nitelendirmek kimsenin ciddiye alacağı
bir iddia değil. Gülmez dostumuz, yazısında
FDG’ye yönelik „Karalama ve saldırma“lardan
bahsediyor ama kendisi de başkalarıyla ilgili
aynı şeyi yapıyor. Unutmayalım ki
burada bahsi geçen kişiler, söz konusu projenin en
üst düzey iki yönlendiricisidir. Taner Akçam, böyle bir
projeyi düşünen, gerçekleşmesi için girişimlerde
bulunan, olanak araştıran ve sonuçta da sağlayan
kişi ya da kişilerden biridir. Üstelik Prof.
Dr. Akçam, bu işte birlikte çalışma yapacak
partner olarak ta „Dersim Dernekler Federasyonu’nu seçmiş.
Dicle Akar bakımından da durum bundan farklı
sayılmaz.
Özetle ne diyor projenin en üst düzey
iki yöneticisi?
1.Projeye ait parayı bankadan
çekmekle görevli Federasyon yöneticisi, usule aykırı
olarak iki imza ile çekilmesi gereken parayı tek
imza ile çekmiş ve tüm ısrarlara rağmen
hesap vermeye yanaşmamış.
2. Proje çalışmaları
çerçevesinde yapılan kayıtlar, aralarındaki
anlaşmaya aykırı olarak kendilerine verilmemiş
ve proje çalışmaları da bu iki nedenle
durmuş.
Üstelik Dicle Akar, açıklamasına
bir de belge eklemiş. Belgede, paranın tek imza
ile çekildiği açık şekilde gözüküyor.
Görüldüğü gibi Gülmez’in „art
niyetli“ ve „iftiracı“ diye itham ettiği proje
yönlendiricileri soyut suçlamalarda bulunmuyor, çok somut
şeyler söylüyor ve kanıt gösteriyorlar.
Federasyon yöneticileri de eğer
söylenenlerin doğru olmadığı görüşünde
iseler, bunu somut kanıtlarla ortaya koymaları
gerekir. Örneğin, Dicle Akar’ın açıklamasına
eklediği belgede, Yaşar Kaya’nın tek imza
ile para çektiği açıkça görülüyor. Bu belge
sahte midir? Değilse, FDG yönetimi bunu nasıl
açıklıyor, onu netliğe kavuşturması
gerekir.
Sanıyorum yüz yüze bulunduğumuz
olayın basit bir şey olmadığını
FDG yöneticilerine bir kez daha hatırlatmamız
gerekiyor. Burada olan ne biliyor musunuz? Dersim soykırımının
canlı tanıkları tarafından anlatılanların,
bu işte uzmanlaşmış çok ciddi bir
kuruluş tarafından arşivlenmesi ve böylece
kalıcı hale getirilmesi gibi önemli bir olanak
heder edilmiş durumdadır. FDG yöneticileri,
bunun ne demek olduğunun bilincindeler mi acaba?
Onlar ya da başkaları; kim olursa olsun bu işin
sorumlularının kamuoyuna vermeleri gereken bir
hesap yok mu? Projede fiili olarak çalışıp
çalışmamak fark etmez; hepimiz bu işte
tarafız ve gerçeğin açığa çıkmasını
bekliyoruz.
Somut iddialara somut bilgi ve belgelerle
açıklık getirmek yerine, Gülmez’in yazısında
yapıldığı gibi oraya-buraya saldırmak,
hayali düşmanlar aramak bir işe yaramaz, kimsenin
sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.
Önceki yazımda da yazdım;
bence bu konuda Taner Akçam ile Dicle Akar’a yöneltilmesi
gereken asıl eleştiri, böyle bir projenin gerçekleşmesi
için çalışmaya başlarken, konuyla ilgisi
bulunan farklı çevrelerle diyalog kurabilecek ve
her hangi bir yere bağımlı olmayan bir
oluşum (örneğin bir komite veya inisiyatif)
yerine Avrupa Dersim Dernekler Federasyonu’nu tek partner
olarak seçmeleri ve katkı sağlayabilecek başka
çevrelerle ilişki kurmaktan kaçınmalarıdır.
Yine söz konusu yazımda belirttiğim
gibi, FDG böyle bir projeyi başarıyla sonuçlandırabilecek
bilgi birikimine ve olgunluk düzeyine sahip değil.
İdeolojik saplantıları var, güçlü bir anti-Kürt
eğilim taşıyor. Bu gibi özellikleri nedeniyle
de daha baştan itibaren „Dersim Sözlü Tarih Projesi“ni
sakat doğmuş bir çocuk olarak görmüştüm.
Ancak ne kadarı yapılırsa kârdır anlayışı
ile hareket ettiğimden, müdahale anlamına gelebilecek
her hangi bir davranıştan da kaçındım.
Bu çalışma sırasında,
FDG birçok kitle toplantısı düzenledi. Ne var
ki proje sözcüleri, ama özellikle de bu çorbada hiç tuzu
olmayan Federasyon Başkanı, tarihi kendileri
ile başlatmak gibi bir hastalığa esir düşmekten
kurtulamadılar. Bu çevreler ısrarla, dil, kültür,
tarih ve mücadele alanlarında Dersim ile ilgili yapılmış
önemli çalışmaları görmezlikten geldiler,
onları inkâr ettiler. Projenin asıl yaratıcısı
ve genel koordinatörü Taner Akçam iken Federasyon Başkanı,
katıldığı bir televizyon programında
onu bile „kendi çalışanlarından biri“ olarak
lanse edecek kadar centilmenlik! örneği sergilemekten
geri kalmadı.
Peki, Federasyon yöneticileri özellikle
de Mehmet Gülmez, Kürt örgütleri ile araştırmacıların
1938 jenosidi ile ilgili yaptıkları çalışmalarından
habersiz miydiler? Gülmez, KOMKAR saflarında iken
defalarca kendisi ile böyle bir arşivleme çalışmasının
öneminden bahsettiğimi unutmuş olabilir mi?
Buna „evet“ diyemeyeceğimize göre şu sorulara
yanıt vermek en başta onlara düşüyor.
FDG, yöneticileri olarak neden projeye
katkı sağlayabilecek çevrelerle diyalog kurmaktan
ısrarla kaçındılar ve haberdar oldukları
kimi önemli ürünleri bile böyle bir proje kapsamında
değerlendirme gereği duymadılar?
Bence bu durumu iki
ana nedene dayalı olarak açıklayabiliriz:
1)
Federasyon yönetiminin
Kürt alerjisi ki bu alerji onu her ne şekilde olursa
olsun Kürtler diyalog kurmaktan alıkoyuyor.
2)
Yapılacakları
kendi tekelinde tutma ve gerektiğinde serbestçe at
oynatma istemi.
Şimdi bir de yine Mehmet Gülmez’e
ait şu satırlara bakalım:
„Sayın Munzur
Çem epeydir tanıdığım, yaşı
70 civarında olan bir hemşerimizdir. Geçenlerde
bir sitede konu ile ilgili yazısını okuyunca
doğrusu şaşkına döndüm.
Bu hemşerimin
internet sansarlarının iddiaları ile aynı
söylemlerle Dersim 38 proje çalışmalarını
suçlamasını maalesef kendisine hiç yakıştıramadım
ve üzüldüm.
İnternet sansar
takımının yöntemlerinin aksine, Sayın
Çem’in yapması gereken şu olmalıydı.
FDG’den ve proje
komitesinden bilgi aldıktan sonra, vicdani bir yazı
ile taraflara eleştirilerini ve önerilerini kamuoyu
ile paylaşmak olmalıydı. O zaman saldırı
kampanyasını sürdüren sanalcılardan farklı
algılanırdı. Hele Hüseyin Aygün’ü yıpratma
amaçlı internet kampanyasından Munzur Çem gibi
bir insanın midesinin bulanması gerekirdi.“
Hani bir söz var; deveye „Boynun
neden eğri?” diye sormuşlar, o da “Nerem doğru
ki boynum eğri olmasın” diye karşılık
vermiş. Mehmet’in bu satırları bu sözü
hatırlattı bana.
Bir kere benim, Mehmet’in sözleri
ile “Dersim 38 proje çalışmalarını
suçlama“ diye bir tutumum yok. Tersine ben,
yapılan işin öneminin bilincinde olan biri olarak
eksikliklerine rağmen projeyi hep önemsedim ve gerçekleşmesini
istedim. Mehmet’in bahsettiği yazım,
kaynak olarak Taner Akçam’ın açıklamasına
dayanıyor, onun ortaya koyduğu çerçeveyi esas
alıyor. Ama yazıyı kaleme alırken,
bir kaç noktada Federasyon ile ilgili görüşlerimi
açıklamaktan da geri kalmadım. Kısacası
ben çalışmaları değil, tam tersine
çalışmaların sekteye uğratılması
ve projenin başarısız kılınmasını
eleştiriyorum.
Kimseyi her hangi bir konuda ikna
etmek gibi bir derdim yok ama yeri gelmişken şunu
da söyleyeyim; o yazıyı kaleme aldığım
zaman Akçam’ın bahsi geçen açıklamasından
başka konuya ilişkin bir tek yazı okumuş
değildim. Beni tanıyanlar bilirler; internet
ile televizyon barışık olduğum şeyler
değiller, ender olarak bakarım. Bu bakımdan,
M. Gülmez’in benim söylediklerim ile „internet simsarları“
dediği çevrelerin yazdıkları arasında
bağ kurmaya kalkışması tümüyle keyfi
bir tutumdur. Ben kendi düşündüklerimi yazıyorum,
başkalarının ne dedikleri bu çerçevede
beni ilgilendirmiyor. Üstelik yazımda ne küfür, ne
başka türden hakaret, ne de iftira niteliğinde
şeyler var.
Beri taraftan Mehmet, „FDG’den
ve proje komitesinden bilgi aldıktan sonra“ böyle
bir yazı yazmamın doğru olacağını
söylemesi de pek gerçekçi sayılmaz. Olmazdı
demiyorum, olabilirdi ama zorunlu hatta gerekli değildi.
Kaldı ki FDG yöneticileri, günün birinde somut bilgilerle
haklı olduklarını ortaya koyarlarsa, bunu
yazmaktan çekinmem.
Peki, tersini yapsaydım FDG
yönetimi ile normal bir diyalog kurabilir miydim acaba?
Hiç sanmıyorum. Sanmıyorum, çünkü FDG, ortaya
çıktığından beri bana ambargo uyguluyor.
Örneğin, bu güne kadar tek bir etkinliklerine davet
edilmiş değilim. 40 yıla yakındır
Dersim ve Dersimliler üzerine çalışmalar yapmama
rağmen, üzerinde konuştuğumuz projeye başladıklarında
bile benimle en sıradan bir diyalog kurmak akıllarına
gelmedi. Kitleye açık kimi toplantılarda, kimi
izleyiciler tarafından benimle ilgili olarak yapılan
somut öneriler de hep duymazlıktan gelindi. Geçmişte
çok yakın ve dostane ilişkiler içerisinde olduğumuz
ve aramızda her hangi bir tatsız olayın
yaşanmadığı kimi FDG yöneticileri,
yolda karşılaştığımızda
selam verme gereği bile duymuyorlar. Hal böyle iken
ben neyi halletmek için diyaloga geçecektim acaba? „Seni
ilgilendirmez, bu bizim kendi işimizdir“ denilsin
diye mi?
Mehmet’in yazısındaki şu
satırlar da hayli dikkat çekicidir:
„Sayın Çem’e
hatırlatmak isterim. Bu projeye parasal katkıda
bulunan insanların listesi mutlaka bir gün açıklanacaktır.
Yine bu fedakâr insanların paralarının
özel zimmete geçmediğini para sahipleri bir gün kendileri
açıklayacaktır.
O zaman Sayın
Çem kendisi ile sanal saldırganlar arasındaki
sınırı nasıl belirleyecektir?“
Bence burada Mehmet dostum, topu
yine taca atıyor. Öyle yapıyor çünkü projeye
parasal katkıda bulunan insanların listesinin
açıklanması ile bizim üzerinde durduğumuz
konu farklı şeylerdir. Üzerinde konuşulan,
kimlerin ne kadar katkıda bulundukları konusu
değil. Konuşulan şey, daha önce de defalarca
değindiğim gibi, paranın usulsüz çekilmesi
ve komiteye zamanında hesaplar hakkında gerekli
bilgilerin verilmemiş olmasıdır. Bunun
kimin ne kadar mali yardımda bulunduğu noktası
ile ilgisi ne?
Beri taraftan, „Fedakâr insanların
paralarının özel zimmete geçmediğini para
sahipleri bir gün kendileri açıklayacaktır,“
demek de ne oluyor? Bunlar banka müfettişleri mi
yoksa yönetimin avukatları mı ki böyle bir açıklamada
bulunabilsinler. Onların sonuç ile ilgili kesin bir
şey söyleyebilmeleri için, döne döne söylediğim
gibi ilgili komitenin, bütün bilgi ve belgeleri ortaya
koyması gerekir. Ayrıca Gülmez onlar adına
nasıl bu kadar kesin konuşabiliyor ve geleceğe
ilişkin düşüncelerine tercüman oluyor, anlamak
mümkün değil. Onların bu tür bir açıklamayı
yapacaklarından bu kadar emin konuşması
şaşırtıcı değil mi?
Beri taraftan parasal harcamalardan
çok daha önemli olan işin ikinci yanıdır,
yani projenin durdurulmuş olması. Böylece hepimiz,
yani bir bütün olarak halkımız, 1938 jenosidi
ile ilgili olarak anlatılanları ve öteki kimi
bilgi ve belgeleri uluslararası standartlara uygun
tarzda ve güvenlikli olarak arşivleme, bunu konuya
ilgi duyanların hizmetine sunma olanağını
yitirmiş olduk. En azından şimdilik durum
böyle.
FDG yöneticileri ya konunun önemini
kavrayamıyorlar ya da bile bile pişkinlik örneği
sergiliyorlar ki bana göre doğru olan ikincisidir.
Parasal konuda hiç bir sorun olmasa
bile bu olanağın yitirilmesi az bir şey
mi?
Öte yandan küçümsenemeyecek çabalarla
yapılmış kamera çekimleri var. Bunlar neredeler,
nasıl saklanıyorlar? Yarın-öbür gün bir
„kazaya!“ kurban gitmeyeceklerinin garantisi ne? Bundan
nasıl emin olabiliriz?
FDG, M. Gülmez ya da başkalarının
ağzından kendisini eleştirenlere „Dersim
Düşmanları“ demek türünden komiklikçe yakıştırmaları
bir kenara bırakmalı, sorumluluğunun gereği
olarak, kamuoyuna tatmin edici bilgiler vermeli, buna
uygun pratik adımlar atmalıdır.
Konu İle İlgisi
Olmayan Bir Noktada Söylenenler
Gülmez, aynı yazıda bir
de Hüseyin’in Aygün’den bahsediyor ki bu olayla ilgisi
ne, hala anlayabilmiş değilim. Çünkü bu olayla
ilgili olarak Aygün’den hiç bahsedilmiyor.
Ancak madem sözü edilmiş, bu
konuda da bir kaç söz satır yazmakta yarar var diye
düşüyorum. Aygün’ü topu-topu iki kez görmüşlüğüm
var. Bu bakımdan kendisini tanıdığımı
söyleyemem. Birilerinin ona yönelik eleştiri ya da
suçlamaları varsa, doğal olarak bu da benimle
ilgili bir şey değil. Prensip olarak kimi sömürgeci
Türk yazar ve politikacılara yönelttiğim sert
eleştiriler dışında, normal eleştiri
sınırlarını aşan küfürleşmelere
hoşgörü ile bakmadığımı yazılarımı
okuyanlar bilirler.
Politik açıdan ise şu an
Aygün ile her hangi bir ortak yanımız var sayılmaz.
Onun, 1938 katliamı ilgili olarak katıldığı
toplantılarda CHP’yi katliamcı parti olarak
nitelendirdiğini biliyorum. Ama aynı Hüseyin
bugün „Dersim katili“ dediği partinin saflarındadır.
Onun listesinden milletvekili seçildi. Bunun bir ad vermek
gerekirse ne dememizi önerirsiniz?
Öyle ya, ne değişti ki
Aygün böyle bir yola başvurdu? Bu partinin aslen
Dersimli olan genel başkanı her fırsatta
„Kuvvayi Milliyeci“ ve „Atatürkçü“ olduklarını,
1923 ruhunu taşıdıklarını söylemiyor
mu? Söylüyor. 1923 ruhu, 1938 jenosidini gerçekleştiren
ruh değil mi? Evet, yüzde yüz öyle. Başbakan
olarak Erdoğan’ın bile kınadığı
1938 Dersim jenosidini, CHP Genel Başkanı „Devrim
dönemlerinde böyle şeyler olur“ diyerek meşru
göstermeye çalışmadı mı? Çalıştı.
Hal böyle olunca da Gülmez’in „Hüseyin Aygün de
Dersim 38 davasından ayrı düşünülemeyecek
bir avukattır. Sanalcıların gücü onu yıpratmaya
yetmez,“ demesi neye yarar?
„Ayinesi iştir kişinin,
lafa bakılmaz.“
Seçimler ve FDG
Dersim Federasyonu’nun, son seçimde
bütün gücü ile CHP’yi ve onun adaylarını desteklediği
de bilinmeyen bir şey değil. Zaten seçimden
sonra „CHP’nin zaferini!“ hayli coşku ile karşılayanlar
en başta onlar oldular. M. Gülmez’in yazısının
yer aldığı „jiyarudiyar“ sitesi, seçim
sonucunu „Dersim Kazandı,
Aygün ve Genç meclise“ başlığı ile vermişti.
Sanıyorum yalnız başına
bu örnek bile, FDG yöneticilerinin kimden yana kime karşı
olduklarını yeterince açıklığa
kavuşturuyor.
Dersim’de CHP’nin seçimden başarı
ile çıkmış olmasının bir değil
birçok nedeni olduğu bir gerçek. Bu sonucu objektif
olarak irdelemek, kendi hatalarının payını
görmek ve ileriye yönelik çalışmalar bakımından
dersler çıkartmak, elbette Kürt yurtseverleri ile
Dersimli demokratik ve sol çevrelerin görevidir. Ama bir
şey çok açık, Dersimliler CHP’ye destek olmakla
kendilerine 1938leri yaşatan partiye, onun temsil
ettiği anlayışa güç vermiş oldular.
Bu tutumla onlar, Sey Rıza’yı, Usênê Seydî’yi,
Alişêr Efendi’yi, Zerifa Hanımı, Şahan
Ağa’yı, Îvîsê Seykali’yi değil, Mustafa
Kemal’i, İsmet İnönü ile C. Bayar’ı, Fevzi
Çakmak’ı, A. Alpdoğan’ı ve Sabiha Gökçen’i
desteklemiş oldular.
Ezici çoğunluğunu, bir
zamanlar devrimcilik üzerine mangalda kül bırakmayan
eski solcularla Mehmet Gülmez gibi Kürt yurtsever örgütlerinde
yılarca mücadeleye omuz vermiş kişilerin
oluşturduğu FDG gibi kimi grupların CHP`nin
kuyruğuna takılmaları ve onun Dersim`deki
seçim başarısını zafer diye kutlamaları
ne hazin değil mi? Dersim halkı için bundan
daha büyük talihsizlik düşünülebilir mi?
Beri taraftan ben elbette Dersimlilerin
CHP`ye oy vermiş olmalarından hoşnut değilim,
ondan da öte rahatsızlık duyuyor ve elimden
geldiğince nedenleri üzerinde kafa yoruyorum ama
kimi internet sitelerinde yayınlanan yorumlarda,
Dersim halkı için kullanılan kırıcı
ve yaralayıcı sloganları da yanlış
buluyorum. Kimsenin her hangi bir yörenin halkına
karşı böylesine ölçüsüz bir dil ile saygısızlık
etme hakkı yok, olmamalı. Dersim halkımızın
sağduyusuna ve onurlu geçmişine duyduğum
güvenle bu arızi durumun uzak olmayan bir gelecekte
aşılacağını umuyorum. Kaldı
ki Dersimlilerin CHP`ye sempatisi yeni bir şey de
değil. Bu, eskiden beri bazen zayıflayarak bazen
de güçlenerek süregelen bir eğilimdir.
Bu arada satırlarıma son
vermeden, seçim dönemi ilişkileri ile ilgili bir
noktaya da değinmek isterim. Dersim’de farklı
politik eğilimler her zaman var oldu ama yöre halkı
bunu asla bir kin ve düşmanlık nedeni olarak
görmedi. Birbirine karşı hep toleranslı,
hoşgörülü davrandı. Bunun tek istisnası,
geçmişte sol grupların kendi aralarında
ya da onlardan bazıları ile PKK arasında
yaşanan sürtüşme ve çatışmalardır.
Edindiğim bilgiler, bu seçimde
bahsini ettiğim hoşgörülü tutumun bir hayli
yara aldığını gösteriyor. O bakımdan
herkesin ama mutlaka herkesin, konu ile ilgili olarak
en başta da kendi tutumunu gözden geçirmesi, ateşle
oynama anlamına gelen tahrik edici davranışlardan
kaçınması gerekiyor.
Farklı görüşte olmaya evet!
Farklılıkları uygarca
yöntemlerle ve özgürce tartışmaya evet!
Barışçıl ve demokratik
yöntemlerle politik yarışa evet!
Ama kin ve düşmanlık yaratmaya
yönelik davranışlara kesin olarak hayır!
Bunun, önümüzdeki dönemde Dersimli
hemşerilerimin benimseyecekleri ve sarılacakları
ortak temel ilkelerden biri olacağını umarım.
***
Gerekli bir not: Redaksiyonunda yer
aldığım Vate dergisine gerekli zamanı
ayırabilmek ve elimdeki kitap çalışmalarını
tamamlayabilmek için makale yazmaya bir süre ara vermek
düşüncesindeyim. Umarım, bu kararımı
pratikte hayata geçirme başarısını
gösteririm.
Berlin, 16.06.2011
|