Namus Cinayetleri Üstüne Kopartılan
Fırtına
Necla Morsünbül
İnsanlık tarihi, toplumsal mücadeleler
tarihidir. Ezen-ezilen temeline oturan bu mücadele,
yüzyıllardır devam ediyor.
Dünya insanlık ailesi, sorunlarıyla boğuşup,
var olma mücadelesi verirken, birçok yol ve yönteme
başvurmuştur. İçinde bulunulan maddi
koşulların dayatması sonucunda çeşitli
mücadele yöntemlerini yaratmıştır.
Bazen şiddet, bazen de barışçı
yöntemlerle yapılan mücadeleler, insanlık
ailesi için olumlu ve olumsuz neticeler doğurmuştur.
Toplumların en önemli sorunlarından birisi
de, kadın sorunudur. Bu sorun, tüm dünya da
çözülmemiş sorunların başında
geliyor. Tüm sorunlarda olduğu gibi, bu sorunu
da çözmek için birçok yol ve yöntem denenmiş
ve denenmektedir. Ancak benim bu yazıda üzerinde
durmak istediğim nokta, bu soruna bakış
açısı ve sorunun çözümü temelindeki kimi
yaklaşımlara dikkatinizi çekmek, okuyucuları
bu konuda düşünmeye ve çözüm üretmeye davet
etmektir.
Tüm toplumsal sorunların çözümünde olduğu
gibi, bir sorunu çözmek için, o sorunu doğru
tanımlamamız, neden-sonuç ilişkilerini
iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Sorunları
ve bu sorunun doğurduğu neticelere, farklı
açılardan bakmak, sorunun özünü görmemizi engellememelidir.
Sorunun temel sebeplerini görmeden, ahkam kesmek
ve yorum yapmak doğru değildir. Böyle
davranmak, sorunu sulandırmak ve çarpıtmak
isteyenlerin ekmeğine yağ sürmektir.
Bu tür bakış açıları bana göre,
çözüm yerine çözümsüzlüğü getirir.
Kadın sorunu acaba bir ulus, sınıf,
din, mezhep veya bir kültür sorunumudur? Bu sorunun
sıraladığımız, kimliklerin
hepsini kapsıyor diyebilirsiniz, yada sadece
bir cins sorunudur diyebilirsiniz. Bir toplum içinde,
sahip olduğumuz kimliklerle nasıl bir
statü içinde olacağımızı, içinde
bulunduğuz maddi koşullar belirler. Kadın
sorunu da toplumsal bir sorundur. Bu yüzden içinde
bulunulan toplumsal yapısı içerisinde
ele alınıp çözülebilir. Kadın sorunu,
toplumdaki mevcut sorunlarla şu veya bu nedenlerden
dolayı ilişki içindedir. Bu ilişkiler
her toplumda farklılıklar gösterir. Örneğin,
gelişmiş özgür bir ülkenin kadın
sorunuyla, sömürge statüsünde olan bir toplumun
kadın sorunu bir birlerine benzemez ve aynı
şekilde çözülmez. Kendimizi salt cinsiyet çerçevesine
hapsederek de kadın sorununu çözemeyiz.
Son yıllarda çokta tartışılan,
ancak tamda bir yere oturtulmayan ve her kafadan
bir sesin çıkmasına ve yorumların
yapılmasına sebep olan “namus cinayetleri”,
olayın yaşandığı toplumun
öznel koşulları içinde ele alınıp
irdelenmelidir. Din, kültür, geri kalmışlık,
feodalizm, eğitimsizlik bu sorunu yaratan temel
etkenlerdir.
Olaya böyle bakanlar, sanki Kürtler dünyadaki gelişmelerden
habersiz, biçare, perişan, hiç birşey
bilmeyen teknolojiden, sanayiden, ekonomiden, siyasetten
uzak, Kendini idare demez, dünyadan habersiz, “vahşi
yaratıklar” şeklinde görülmesine; kanı,
ölümü, öldürmeyi seven kişiler şeklinde
tanınmasına neden oluyorlar. Peki bu şeklide
görülmesine neden olan bakış açısı
sağlıklı mıdır?
Kürtlerle namus cinayetlerinin özdeşleştirilmesi,
Kürt sorununu doğru tanımlamak istemeyen
çevrelerin bilinçli olarak ortaya attığı
bir düşüncedir. Böylece çağdaş, demokratik
insanların dikkatını Kürtlerin üzerine
çekerken, Kürtleri sırf bu yönüyle; cinayet
işleyen, eli kanlı insanlar olarak tanıtmak
istiyorlar. Başka halklar arasında da
var olan bir konuyu tamamen Kürtlere özgü bir şey
gibi göstermeye çalışıyorlar. Ne
yazık ki, bazı Kürt kadın, aydın,
politikacıları ve çevreleri, bilmeden
Kürt düşmanı olanların propagandasına
katkı sunmaktadırlar.
Namus cinayetlerinin ilkelliği ve vahşeti
tartışılamaz. Ama bu konu irdelenirken,
sorunu doğuran nedenleri gözönüne almak, bu
ilkelliği bir ırk, sınıf, din
ve kültüre mal etmekten uzak durmak gerekir. Olaylara
düz bir mantıkla bakmak, bir tarafı veya
bir kesimi suçlu göstermek, işin kolayına
kaçmaktır. Bu yaklaşım ne gerçekçi,
ne de ahlakidir.
Özellikle basında veya yapılan konferanslarda,
söylemlerde, yazılanlarda tüm medya da namus
cinayetlerinin en çok Doğu, Güneydoğu
‘da hatta Güney Kürtistan’da işlendiği
dillendiliriliyor. Ne yazık ki, kimi Kürt kadın
ve çevreleri de bu söylem ve yazılanlara ortak
oluyorlar.
Bunu söylerken, kendi içimizde yaşanan çirkinlikleri
ve eksiklikleri söylemeyelim demiyorum. Ancak, bunun
yolu yöntemi ve zamanın iyi belirlenip, hangi
ortamlarda hangi seviye de tartışacağımızın,
halkımızın özgürlük mücadelesinde
bu söylemlerin kimin işine ve kimin ekmeğine
kaymak süreceğini de görmemiz gerektiğine
dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Saddam rejiminin devrilmesi, Güney Kürdistan’daki
ulusal kazanımların elde edilmesi sürecinde,
Türk medyasında namus cinayetlerinin manşetlere
çıkarılması, Özellikle güneyle ilgili
çok abartılı rakamlar verilmesi bir tesadüf
değildir. Kürt ulusal mücadelesinin ivme kazandığı
bir aşamada yapılan bu yayınların
amacı, vahşi, ilkel Kürt imajını
kitlelerin beynine yerleştirmek anlamına
gelmiyor mu?
Diğer taraftan, Türk devleti, Kürtlerin kendi
ulusal haklarına kavuşmaması için
bizleri yoksayarak, dilimizin kültürümüzün yasaklayarak,
varlığımızı inkar ederek,
akla hayale sığmayan teoriler ürettiler.
Halklar arasına nifak sokarken, diğer
taraftan, kendi ırk ve ulusunu yüceltmekten
de geri kalmadılar. “Bir Türk dünya ya beldeldir,
en soylu ırk Türk ırkıdır, en
iyi şarkıyı Türkler söyler, en iyi
yemeği onlar pişirir. En iyi topu onlar
oynar, en iyi yalanı onlar söyler. En iyiler
onlardır, en kötüler ise onların tekerine
çomak sokanlardır.
Bu olayı ve örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Kadın sorunu bir yana, yaşanan “namus
cinayetleri” de aynı amaçlarla kullanıldığı
inancındayım. Egemen erk, devletin egemen
gücü, babanın egemen gücü, patronun egemen
gücü vs. bu erkler “haklılık” adına
eşitsizliği, kültürlerindeki köhne duyguları
mıncıklayarak, insanların beynini
karıştırarak, gerçekleri görmelerini
engellemektir.
Ayrıca önemli bir konuya daha dikkat çekmek
istiyorum. Kadına yönelik şiddet ve cinayetler
sadece geri kalmış toplumlara özgü bir
şey değildir. Gelişmiş Avrupa
ülkelerinde de aynı durumlar yaşanmaktadır.
Her toplumda, sevecen, kültürlü, çağdaş
yapıdaki bazı insanların da kadın
ve çocuklara şiddet kullandıklarını
basında okuyoruz.
Sistemlerde tıpkı insanlar gibidir.
Kendini yetkinleştirmedikleri sürece yozlaşır,
gericileşir ve yok olmaya mahkum olurlar.
Evet, Kürtler de diğer halklar gibi, kendi
değer yargılarına, örf ve adetlerine
bağlı bir toplumdur. Peki bunun olumlu
yönelirini neden görmüyoruz. Bize düşman güçlerin,
yapıların savunduklarını neden
biz savunuyoruz. Evet doğrudur bu konuda söylenenler
tümüyle yalan ve yanlış söylemlerdir demiyorum.
Ama, kendi yayın organlarımızda,
basınımızda, söylemlerimizde, olumsuzlukları
daha da abartarak kamuoyuna sunmak bizlerin görevi
midir?
Hayır, diyorum çünkü, rahatsızlık
duyduğumuz şeyleri kendi toplumumuz, örgütlerimiz
içinde tartışıp, eksiklikleri dillendirebilir,
hatta o sorunları aşma konusundaki öneri,
tezler ve görüşlerimizi bir birimize sunabiliriz.
Ancak, bunu duyumlara dayanarak, sanki yaşanan
namus cinayetleri sırf Kürtler içinde yaşanıyormuş
gibi göstererek, bu da yetmezmiş gibi sanki
Kürtler bilinçli olarak bu cinayetleri işliyormuş
gibi sunmak doğru değildir. Bunda içinde
yaşadığı sistem ve ortamın
payı yokmuşcasına yorum yapmak, “baltayı,
kendi ayağına vurmak” ya da “kaş
yapayım derken, gözü çıkarmak” anlamına
gelir.
Örneğin, Türk yöneticilerinin, Kürdistan’daki
feodal yapının dağılmaması
için çaba gösterdiğini ve bu amaçla, feodalleri
koruduğunu unutmayalım.
Eğer bir ülkede ciddi toplumsal sorunlar varsa
ve bunların çözümü için uygun projeler yapılmıyorsa,
bu sorunlar çözülebilinir mi?
Eşitsizliğin olduğu yerde, bunlar
gercidir, bunlar ilerlemeyi bilmezler, bunlar bölücüdür,
ayrımcıdırlar, dinine çok bağlılar
gelenek ve göreneklerine çok bağlıdırlar
demek doğru bir yaklaşım mıdır
ve sorunu çözmeye yeterli midir?
Yabancı kamuoyu başta olmak üzere, demokratik
kamuoyu da şunu bilmelidir ki, Kürtler söylenildiği
kadar ne vahşi, ne gerici, ne ölümü ve kanı
seven, ne de kadınlarını ezmek için
özel bir yaşam tarzları vardır.
Kürtlerin, aksine modernleşmeye açık
bir toplumdur. Son iki yıl içinde basına
baktığımızda, özellikle Güney
Kürdistan’daki gelişmeler ve onun paralelinde
toplumsal ve ekonomik gelişmeler tüm dünya
basınında yenraldı. Arap ve Kürt
bölgeleri kıyaslandığında,
Kürt bölgesinin her açıdan daha ilerde olduğunu
görüyoruz.
Sömürgecilerin baskısı ve sömürüsünden
kurtulması halinde, Kürdistan’ın çok kısa
bir süre içinde, bölgenin en gelişkin, demokrat
ve çağdaş ülkesi olabileceği görülecektir.
Kürt toplumunun feodal yapı içinde yaşaması
kendi tercihimiş gibi koymak büyük bir yanılgıdır.
Kürtler, eğer feodal yapı içerisinde yaşamaya
mahkum edilmişse, bunun suçluları Kürtistanı
sömürgeleştirmiş olan, “uygar” devletlerdir.
Elbette feodal yapının kadınları
ezen yönleri var. Berdel, beşik kertmesi, kumalık..
vb. kadınlar alehine işleyen yapılardır.
Peki bu Kürtlerin kendi bilinçli seçimi mi yoksa,
egemen güçlerin, Kürtlerin gözlerini açmaması
ve haklarını istememesi için bilinçli
olarak sürdürdükleri bir yol mu?
Kürt halkının, toprakları üzerinde
özgürce yaşama hakkı yokken, kendi ulusal,
kültürel, ekonomik yapısını korumaya
çalışması sürecinde, karşılaştıkları
zorluklar neden görülmüyor?
Dünyanın demokratik güçleri, Kürtlerin özgürlük
mücadelesine ne ölçüde katkı sunuyor? Bunun
cevabını verirken vicdanları ne kadar
rahat?
Ülkesi işgal altında olan, insani ve
ulusal haklarından mahrum olan Kürtlerin; dinlerine,
ırklarına, kültürlerine bağlılar,
gericiler demek kolay bir söylemdir. Onun yerine,
çağdaş ve demokratik yapınıza
uygun adımlar atarak, Kürt kadınlarında
ulusal taleplerini dillendirme olanakları yaratılmalıdır.
Kürtlerinde insani ve ulusal haklarını
özgürce kullanma mücadelesine omuz verilmelidir.
Kürtlere, baskı uygulayan ülkeler tenkit edilmeli.
Bir başka ezilen ülkenin hakına sahip
çıkarken, yanıbaşınızdaki
mazlum bir başka kadını gerici ve
namus cinayetleri feodal yöne köhnemiş değerlere
sarılı yapıları var demekle,
sorunların üstesinden gelinmez.
Not: Görüş ve önerilerinizi bekliyorum.
E-mail adresim: nmorsunbul@yahoo.de
|