Ergun Özbudun: Yeni anayasa başka
bir bahara
Söyleşi: Neşe Düzel
“AnayasaKomisyonu oy birliği şartı
arıyor. Radikal Türk milliyetçisi MHP ile radikal
Kürt milliyetçisi BDP’nin Kürt sorunu üzerinde ortak bir
noktaya geleceğini düşünebiliyor musunuz? Mümkün
değil!”
“Bırakın anayasayı tamamlamayı,
yeni anayasaya başlayacağımızdan dahi
şüpheliyim ben. Uzlaşma Komisyonu ölü doğdu.
Çalışmasını düzenleyen 15 ilke, sanki
baştan anayasa nasıl yapılmasın diye
konuldu.”
“KCK illegal bir örgüt ise ve şiddeti tahrik
ve organize ediyorsa, bu operasyonlar yapılmalı.
Nitekim operasyonları eleştirenler de dâhil
herkes KCK’nın legal olmadığını
kabul ediyor.”
***
NEDEN ERGUN ÖZBUDUN
Meclis’te grubu olan dört parti AKP, CHP, MHP ve BDP
bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurdular. Sahip oldukları
milletvekili sayısına bakılmaksızın
her biri bu komisyona üçer üye verdiler. Komisyon çalışmalarına
başladı ve yeni anayasanın önümüzdeki yıl
içinde tamamlanacağı söyleniyor. Bir yıl
içinde tamamlayabilir miyiz gerçekten bu anayasayı?
Tam otuz yıl sonra, nihayet darbecilerin 1982 Anayasası’ndan
kurtulmayı becerebilir miyiz? Yoksa halkın temsilcilerinin
yapacağı sivil anayasa gene bir başka bahara
mı kalır? Biz gene her seçim kampanyasında
olduğu gibi, bundan sonraki seçimleri de, siyasilerin,
Darbe Anayasası’nı değiştireceklerine
ve Türkiye toplumuna nihayet demokratik bir sivil anayasa
yapacaklarına dair o bıktırıcı
vaatleriyle mi geçiririz? Meclis’te yeni anayasa için
biraraya gelen dört partinin bir anayasa metni ortaya
çıkarabilmeleri için tam mutabakatı gerekiyor.
Bu dört partinin eşitliğe ve özgürlüğe
dayalı çağdaş bir anayasa konusunda tam
mutabakata varması mümkün mü? Tam mutabakat olmazsa
ne olacak? Bu dört parti anayasanın değişmez
maddelerinden Kürtlerin dil ve özerklik taleplerine, herhangi
bir konuda anlaşabilirler mi? Anayasadan önce, KCK
operasyonunda da kullanılan Terörle Mücadele Kanunu
değiştirilemez mi? PKK’nın statü talebi
karşılanabilir mi? Yeni anayasayı yapamazsak,
bugünkü yapıyı değiştirmezsek, 12
Eylül’den kalan yasalara dokunmazsak ne olacak? Gerçek
özgürlüğü getirmezsek Türkiye nereye kayacak? Bütün
bu konuları, Türkiye’nin en yetkin siyaset bilimcilerinden
ve anayasa hukukçularından olan, 2007 seçimlerinde
AKP’ye sivil anayasa taslağı hazırlayan
ekibin başkanlığını yapan, TESEV’in
ve TÜSİAD’ın anayasa çalışmalarında
yer alan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Ergun Özbudun’la konuştuk.
Neşe Düzel
***
NEŞE DÜZEL: Yeni anayasanın önümüzdeki
yıl içinde tamamlanacağı söyleniyor. Bir
yıl içinde tamamlayabilir miyiz anayasayı?
ERGUN ÖZBUDUN: Ben tamamlamak değil, yeni anayasaya
başlayabileceğimizden dahi şüpheliyim.
Meclis’te partiler arasında bir Uzlaşma Komisyonu’nun
kurulmasıyla sanki yeni anayasa için büyük bir adım
atılmış gibi bir intiba ve beklenti var
toplumda ama… Anayasa Uzlaşma Komisyonu bence ölü
doğmuş bir bebek.
Niye? Yeni anayasayı yapmak için biraraya gelen
dört parti tam mutabakat sağlayamazlar mı? Eşitliğe
ve özgürlüğü dayalı çağdaş bir anayasa
konusunda uzlaşamazlar mı?
Uzlaşamazlar. Komisyon’un çalışma usulleri
hakkında on beş maddelik bir düzenleme kabul
edildi. Mesela oybirliği şartı aranıyor.
BDP’nin ve MHP’nin, Kürt sorunu üzerinde ortak bir noktaya
gelebileceğini tasavvur edebiliyor musunuz? Radikal
Türk milliyetçisi bir parti ile radikal Kürt milliyetçisi
bir partinin ortak bir noktada buluşması mümkün
değil. Dört partinin oybirliği sağlayamayacağı
daha pek çok sorun var. Dolayısıyla “oybirliği”
şartı, o komisyondan bir metin çıkmayacağını
zaten gösteriyor. Ayrıca Komisyon’un çalışmalarını
baştan itibaren zora sokan başka ilkeler de
var.
Neler onlar?
Mesela bir parti Komisyon’a katılmayı reddederse
çalışma duruyor. Diyelim ki, dört partiden biri
olan BDP ya da MHP, “ben bu işte yokum” derse Komisyon
dağılmış oluyor. Hatta bir parti üç
oturama gelmezse, Komisyon faaliyetlerine son veriyor.
Bir başka gariplik de, eğer Komisyon’da bir
anayasa metni oluşursa, bu metin, Meclis Anayasa
Komisyonu’nda ve Genel Kurul’da değiştirilemeyecek.
Ne demek bu? Bu ülkenin yeni anayasasını
Meclis değil de on iki kişilik Komisyon mu yapacak?
Meclis’i tamamen devreden çıkarmak demek bu. Böyle
bir şey mümkün değil. Bu yöntemle, yüzde altı
oy alan bir partiye kesin bir veto hakkı tanımış
oluyorsunuz. Oysa son sözü söylemeye hukuken de, siyaseten
de hakkı olan Meclis Genel Kurulu’dur. Dolayısıyla
Komisyon’un çalışmasını düzenleyen
15 ilke, sanki bu anayasa işi nasıl olmasın
diye konuldu baştan.
Bu dört parti, anayasanın değişmez
maddeleri konusunda anlaşabilirler mi peki?
Çok zor. Mesela MHP ve CHP, bu değişmez maddelerin,
“kırmızıçizgileri” olduğunu söylüyorlar.
Hatta MHP’nin vatandaşlık tanımı ve
Türk milleti kavramı gibi başka kırmızıçizgileri
de var. Eğer gerçekten yeni anayasa yapma niyetleri
varsa, işe kırmızıçizgilerle başlamamaları
gerekir. Üstelik mevcut Anayasa’daki bu değişmez
maddeler milli iradenin ürünü falan da değil. Bu
değişmez maddeler, beş darbeci generalin
iradesinin ürünü!
Peki, dört parti, Kürtlerin talepleri konusunda
da anlaşamazlar mı?
Anlaşamazlar. Çünkü Kürt siyasi hareketinin talepleri
de adeta devlet içinde devlet kurmayı amaçlayan maksimalist
talepler. Bu aşırı talepleri hiçbir parti
ve hükümet kabul etmez.
Kürt siyasetinin, “anadilde eğitim” gibi en
temel insan hakkı talebi de var bu talepler arasında.
Kürtlerin istediği anadilde eğitim hakkı
ve özerklik bu anayasada yer alabilecek mi?
Bunların makul olanları yer alabilir. Makul
ve meşru talepler üzerinde geniş bir konsensüs
oluşabilir. Ama anadilde eğitimi ikiye ayırmak
lazım. Eğer anadilde eğitimden kasıt,
Kürtçenin ve diğer anadillerin talep üzerine seçimlik
olarak okutulmasıysa, bu meşru bir taleptir.
Anayasa değişikliğine gerek kalmadan bugün
dahi gerçekleştirilebilir bu. Çünkü Anayasa’nın
42. maddesi, Kürtçenin ve gerekiyorsa diğer anadillerin
devlet okullarında seçimlik okutulmasına engel
değil. Arzu ederse siyasi irade bunu yarın dahi
başlatabilir. Ama bazı Kürt çevrelerinin ve
onların taleplerini sempatiyle karşılayan
bazı köşe yazarlarının anadilde eğitimden
anladıkları sanki bundan farklı.
Evet... Benim anladığım da bundan
farklı. Anadilde eğitim hakkına kavuşmak
demek, okullarda Kürtçenin öğretilmesinin ötesinde,
aynı yabancı kolejler gibi, mesela fizikten
müziğe çoğu dersin İngilizce okutulduğu
Amerikan liseleri gibi, eğitim dili Kürtçe olan okulların
da açılabilmesi değil mi?
Kimse kusura bakmasın ama matematiğin veya
fiziğin Kürtçe okutulması Kürt gençlerine ne
fayda sağlayacak?
Fayda sağlayıp sağlamayacağına
anadili Kürtçe olanlar karar verebilmeli, öyle değil
mi?
Göstermelik birkaç saat Türkçe takviyeli bir eğitim,
birbiriyle iletişim kuramayacak, birbirini anlamayacak
iki toplum yaratır neticede Türkiye’de. Bunun doğru
olduğuna kani değilim.
Doğru olduğunu düşünmüyor olabilirsiniz
ama bunun bir hak olduğuna kani değil misiniz?
Hak olduğuna da kani değilim. Yabancı
kolejler istisnai bir durumdur. Çocuğun anadili Türkçedir.
Çocuk ailesiyle, arkadaşlarıyla Türkçe konuşur.
Türkçe gazete, dergi okur. Ama Türkiye’de on beş
milyon insanın neredeyse anaokulundan başlayarak
kendi anadilinde eğitim görmesini kabul ederseniz,
o zaman hakikaten bu ülkede iki toplum yaratmış
olursunuz. Bu iki topluma mensup fertlerin…
Evet…
Birbirini anlaması çok zor olur o zaman. Meseleler
şablonlar halinde ak ve kara terimleriyle ele alınmamalı.
Devlet okullarında Kürtçe ve Arapça, Lazca, Çerkezce
gibi diğer anadillerin okutulması meşru
bir haktır. Üstelik bu Kürtçe dili eğitimiyle
de sınırlı kalmamalı, Kürt edebiyatı
ve tarihi de okullarda seçimlik bazda öğretilmeli
ama tepeden tırnağa Türkçenin dışında
bir eğitim bir hak değildir. Toplumu bölecek,
birbiriyle anlaşamayacak insanlar haline getirecek
bir sistem bir hak değildir.
Ya özerlik? Kürtlerin istediği özerklik, AB’nin
yerel yönetimler yapısını kabul ederek
karşılanabilir mi?
Özerklik konusunda da ya hep ya hiç, ya ak ya kara
şablonlarıyla düşünüyoruz. Kürt meselesini
eğer çözeceksek, bunu ancak Türklerin ve Kürtlerin
çoğunluğunun desteğini alacak makul-orta
yol çözümlerle çözebiliriz. Eğer özerklikle kastedilen
devlet içinde devlet olmak ise, yani bir federe devletin
dahi yetkilerini aşan yetkilere sahip olmak ise,
bu olmaz. Bunun olmayacağını Kürt siyasi
hareketi idrak etmeli. Ama eğer Kürtlerin istediği
özerklik, AB’nin yerel yönetimler yapısını
kabul etmekse, elbette bu olabilir. Buna sonuna kadar
taraftarım. Ama şu anda görünen, Kürt siyasetinin
bununla yetinmeyeceği. Kürt siyasetinin şu anda
istediği statü, özerkliğin çok ötesinde bir
statü. Mesela talep edilen öz savunma gücü nedir?
Nedir?
Öz savunma gücü, özerk birimin kendi silahlı kuvvetlerine
sahip olmasıdır. Bu, yerel özerklikle de, federal
sistemle de bağdaşamaz. Çünkü bu, özerkliğin
değil, devlet olmanın bir vasfıdır.
Federal sistemde, federe yapının öz savunma
gücü yok mu?
Yok. Sadece mahalli hizmetleri düzenleyen belediye
zabıtası türü birimler var. New York devletinin
veya Almanya’da Hamburg şehrinin kendine mahsus ordusu
yok. Üstelik öz savunma gücünü kimler oluşturacak?
Büyük ihtimalle dağdan silahlarıyla beraber
inecek PKK’lılar oluşturacak. Bunu hiçbir devlet
kabul edemez. Üstelik KCK anayasası, sadece Türkiye’deki
Kürtleri de ilgilendirmiyor. İran, Irak ve Suriye’deki
Kürtlerle de konfederal ilişki kurulmasını
öngörüyor. Yani Türkiye’deki Kürt yapısı bir
anlamda devletin dışişleri faaliyetlerinin
de bir kısmını icra etmiş oluyor.
New York devletinin İtalya’daki Toskana eyaletiyle
karşılıklı dış ilişkiler
yürütmesini düşünebilir misiniz? Kürt siyasetinin
talepleri, federalizmi de aşan talepler. Kabul edilmesi
mümkün değil.
Sizce kabul edilebilir olan nedir?
Evrensel demokratik normlara ve Avrupa Yerel Yönetimler
Özerklik Şartı’na uygun bir yerel yönetim reformu
ve yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesi
hem mümkündür, hem de gereklidir. Ama bunun ötesinde devlet
içinde devlet olmak kabul edilemez. Türkiye’nin bir bölgesinde
ülkenin hukuk düzeninden ve hatta genel ekonomik düzeninden
farklı kendi yasama, yürütme ve yargı organları
bulunan, kendi silahlı kuvvetleri olan totaliter
bir tek parti hâkimiyetine dayanan bir rejim kurulmasına
hiçbir devlet izin vermez. Kendi ülkesinin bir bölümü
üzerinde bu tür bir rejimin kurulmasına seyirci kalmaz.
Resmî dairelerde iki dillilik bu anayasada yer alabilir
mi peki?
Yer alabilmesi için Kürtçenin ikinci resmî dil olarak
kabul edilmesi lazım. Çünkü resmî dil nedir? Kamu
dairelerinde ve devlet işlemlerinde kullanılan
dildir. Her kamu dairesinde ve kamu işleminde Türkçenin
yanında Kürtçenin de kullanılması, pratikte
Kürtçenin ikinci resmî dil olması demektir. Türk
toplumunun çoğunluğunu ikna ederlerse bu olabilir
ama çoğunluğun böyle bir talebi kabul edeceğini
sanmıyorum. Şahsen ben de buna taraftar değilim.
Niye?
İki resmî dili kabul eden ülkeler var. Mesela
İsrail. Arapça ikinci resmî dil. İsrail parlamentosunda
Arap milletvekilleri var ve Arapça konuşabilirler.
Ama Amerika’da on milyonlarca Hispanik var ve İspanyolca
ikinci resmî dil değil. Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu
bölgelerin yerel yönetimlerde, belediyelerin ve il idarelerinin
işlemlerinde iki dillilik kabul edilebilir.
Bu, üniter devlete mani değildir. Mesela İtalya’da
bir resmî dil var ama Avusturya sınırındaki
Alto Adige bölgesinde çoğunluk Almanca konuşuyor
ve orada yerel yönetimlerde İtalyancanın yanında
Almanca da kullanılıyor. Ama İtalyan parlamentosunda
Almanca konuşma yapamazsınız, mahkemelerde
Almancayı kullanamazsınız.
Türkçe bilmeyen Kürt vatandaş kendisini nasıl
savunacak? Vatandaşın kendisini anadilinde savunabilmesi
temel bir hak değil midir?
Orada mesele çarpıtılıyor. Bizim Ceza
Muhakemesi Kanunu’nda, eskisinde de yenisinde de, taraflardan
birinin Türkçe bilmemesi halinde ona tercüman sağlanması
gerekliliği var. Ama sizin benim kadar iyi Türkçe
bilen birinin, ben Kürtçe savunma yapacağım
diye ısrar etmesi, bir nevi Kürtçenin resmî dil olması
anlamına gelir ki, o zaman Meclis’te de Kürtçe konuşma
hakkı olsun. Sadece Kürtler değil, Arap kökenli
vatandaşlar da Meclis’te ve mahkemelerde Arapça konuşsun.
Türkiye’deki tek dil azınlığı da Kürtler
değil! Çerkesler, Boşnaklar da kendi dillerini
konuşsunlar. İşte bu, fiilen iki resmî
dil anlamına gelir.
İki resmî
dile sahip Avrupa ülkeleri hangileri?
Belçika. Ama Belçika yapay bir devlettir. 1815’te Almanya
ile Fransa arasında tampon bir devlet oluşturmak
için kuruldu. Belçika’da Fransızca konuşan Valonlar
ve Hollandaca konuşan Flamanlar var. Belçika’nın
dışında Avrupa’nın hemen hiçbir devletinde
iki resmî dil yok. Sadece bazı devletlerin bölgelerinde
iki dillilik var. Ama Türk toplumunun çoğunluğunu
ikna edici bir argüman ileri sürebilirlerse iki dillilik
düşünülebilir. Dayatmalarla gerçekleşmez bu.
Peki, anayasadan önce Terörle Mücadele Kanunu’nu,
Siyasi Partiler Yasası’nı değiştirmek,
anayasa için daha yol açıcı olur mu?
Yüzde yüz olur. Benim her zaman savunduğum fikir
bu. Anayasa değişikliğini veya yeni anayasayı
beklemeden de yapılabilecek pek çok şey mevcut.
Özellikle Siyasi Partiler Kanunu çağdışı,
trajikomik yasaklarla dolu. Bunlar bir an evvel tasfiye
edilebilir. Aynı şekilde ifade hürriyeti üzerinde
evrensel normlarla bağdaşmayan kısıtlamalar
da normal kanun değişiklikleriyle kaldırılabilir.
Anayasa değişikliğini beklemeden bunları
çok daha kolay yapabiliriz.
Bir KCK soruşturması var sizin de geçenlerde
yazdığınız. Bu KCK soruşturması
sırasında birçok insan Terörle Mücadele Kanunu’ndaki
maddeler nedeniyle KCK’yla ilişkilendirilerek tutuklanıyor.
Terörle Mücadele Yasası değiştirilse bu
tür operasyonlar daha adaletli olmaz mı?
Olur. Sadece Terörle Mücadele Kanunu’nda değil,
Türk Ceza Kanunu’nda da yapılması gereken şudur.
Münhasıran fikir açıklaması niteliğinde
olan eylemler ile şiddete teşvik ve tahrik niteliği
taşıyan eylemler arasında çok daha açık
bir sınır çizilmeli. Şiddeti tahrik ve
teşvik hiçbir medeni memlekette meşru değil.
Ama bizim kanunlarımızda bu sınır
açık değil. Ayrıca yargı da kanunu
katı uyguluyor ve şiddete yönelik olmayan fikir
açıklamaları kovuşturma konusu oluyor.
Yargıda ciddi ulusalcı ve devletçi eğilimler
var. Bu zihniyet, zaten katı olan hükümlerin daha
da katı uygulanmasına yol açıyor. Zihniyeti
bir günde değiştiremeyeceğinize göre, Kanunları
değiştirmek ve hâkimlerin o konudaki takdir
hakkını sınırlandırmak lazım.
KCK operasyonları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Operasyonların yapılması esas itibarıyla
doğru. Eğer KCK illegal bir örgüt ise ve şiddeti
tahrik ve organize ediyorsa, bu operasyonlar yapılmalı.
Nitekim operasyonları eleştirenler de dâhil,
hemen herkes KCK’nın legal bir örgüt olmadığını
kabul ediyor. Gerçekten bazı eylemler var ki, bunları
ancak PKK’nın şehir örgütü düzenleyebilir. Mesela
esnafın kepenk kapatmaya zorlanması, kapatmayanların
tehdit edilmesi, bölgede kendileri gibi düşünmeyenleri
ikna kamplarına alıp, orada bunların “ikna
edilmeye” çalışılması, mahkemelerin
kurulması, infazların yapılması, bölgede
esnaf ve tüccardan haraç alınması... Bunlar
legal faaliyetler değil ve bunları Merih’ten
gelen insanlar yapmıyor. KCK’yı masum siyasi
faaliyette bulunan bir örgüt olarak telakki etmek mümkün
değil.
Bu operasyon yapılırken bazı hataların
yapıldığını da düşünüyor
musunuz?
Olabilir. Ama burada sırf intibalara dayanarak,
şurada haksızlık yapıldı ya da
tanırım iyi çocuktur tipi beyanları da
sorumlu bir davranış olarak görmüyorum. Burada
yargı sürecine itimat etmek lazım. Yargı
hata yapmaz mı? Kıyamet kadar hata yapıyor
fakat burada devam etmekte olan bir yargı süreci
var.
Devam etmekte olan bir yargı süreci eleştirilemez
mi? İtimat etmeliyiz dediğiniz yargı süreci
bu ülkede yıllarca sürüyor ve uzun hapislik süreleri
ve büyük haksızlıklar yaratıyor. Hatalara
dikkat çekmeyi acilen gerektiren bir yargı süreci
yaşanıyor ülkemizde…
Elbette uzun tutukluluk süreleri sınırlandırılmalı,
yargı süreci kısaltılmalı. Hâkimler
de tahliyeyi reddederken hangi somut gerekçelere dayandıklarını
açıklamalı. Tutukluluk ancak zaruri hallere
inhisar ettirilmeli. Yalnız şu var. Uzun tutukluluk
süreleri ve haksız tutukluluklar bugüne has bir olay
değil. On yıl, 20 yıl sürmüş davalar
biliyoruz biz. Bunlara ses çıkarmayan çevreler, bugün
başka kişiler hakkında aynı haksız
muamele uygulandığında bunu eleştiriyorlar.
Tutarsızlık var. Ayrıca yargı sürecini
etkileyecek tarzda eleştirmek de doğru değildir.
Çünkü delillere vâkıf değilsiniz. Sıfatı
ve konumu ne olursa olsun kimsenin suç işleme imtiyazı
yoktur.
PKK sorunu demokrasi ve hukuk çerçevesinde nasıl
çözülür?
Eğer makul bir çizgiye gelirlerse, af dâhil her
şey gündeme gelebilir. Makul çizgi, “yerel yönetimlerin
yetkilerinin genişletilmesi, vatandaşlık
tanımının değiştirilmesi, anayasadaki
Türk vurgusunun kaldırılması, Kürtçenin
devlet okullarında seçimlik okutulması, Kürtçenin
yerelde kullanımı” gibi evrensel demokratik
normlar çerçevesinde bir çözümdür. Türkiye’nin çok kültürlü
bir ülke olduğunu zihniyetimize artık yerleştireceğiz.
Türkiye doğası, coğrafyası ve tarihî
gereği tek kültürlü ve tek tip insanlardan mürekkep
bir toplum olamaz. Mesela Türkiye’de Arapça konuşan
bir milyon insan var. Burada mesele sadece Kürtlerin meselesi
değil. Mesele, gayrımüslimler dâhil herkesin
eşit olması meselesi.
Yeni anayasayla ayrılıkçı parti kurulması
özgür bırakılabilir mi?
Bırakılabilir. Avrupa’nın birçok ülkesinde
barışçı yöntemler kullanmak kaydıyla
ayrılıkçı partilere müsaade ediliyor. Kanada’da,
Küçük Makedonya’da, İspanya’da ayrılıkçı
parti var. Bakın… Ayrılıkçı parti,
ayrılma talebini toplumun çoğunluğuna kabul
ettirdiği takdirde amacına ulaşabilir.
Şiddet, devrimci halk savaşı başlatma
tehditleriyle amacını dayatamaz. Siyaset ya
da silah! Birinden birini seçeceksiniz! Hiçbir şekilde
şiddete bulaşmamak kaydıyla her parti kurulabilmeli.
Venedik Komisyonu’nun kriterleri de böyle. Bir parti ancak
iki durumda yasaklanabiliyor. Bir, şiddet araçlarını
kullanmak, iki, şiddet araçları kullanılmasını
savunmak.
Gerçek özgürlüğü getirmezsek Türkiye’nin geleceği
ne olur?
Böyle düşe kalka gideriz işte Yerleşik
demokrasiler ile otoriter rejimler arasında gri bölgede
kalan pek çok rejim var dünyada. Bu yarı demokrasiler
uzun zaman yaşayabiliyorlar. Temenni edilecek bir
şey değil ama, Türkiye ileri standartlarda bir
demokrasiye kavuşmadan bu şartlarda devam edebilir.
Bu şartları değiştirmek için… Anayasa
değişikliği şu aşamada gerçekleşemiyorsa,
hiç değilse kanunlar düzeyinde anlamlı iyileştirmeler
yapmak ve Türkiye’yi bugünkünden daha özgür hale getirmek
mümkün. Siyaset, mümkün olabilenin sanatıdır.
Biz de şimdilik mümkün olabilen üzerinde yoğunlaşalım.
Çünkü yeni anayasa yapmak şu anda mümkün değil!
21 Kas. 11, Taraf
|