psk@kurdistan.nu
PSK PSK Bulten Komkar Komjin Roja Nû Weşan / Yayın Arşiv Link Webmaster
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
Komjin
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Webmaster
 

PSK Genel sekreteri TEK: Seçim işbirliğini ümit verici görüyoruz

M. Şefik Öncü Federe Kurdistan bölgesi başkenti Erbil`de, Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) Genel Sekreteri Mesud Tek ile gündemi ve seçimleri konuştu.

Mesud Tek kimdir?

1954 yılında Dersimli Kürd-Alevi bir ailenin oğlu olarak, Elazığ’da dünyaya geldi. İlk ve orta eğitimimi bu kentte yaptı. 1972 yılında Yüksek eğitim için Diyarbekir’e gitti. 1980 yılına kadar bu kentte kaldı. 12 Eylül askeri darbesinden kısa bir süre önce zorunlu nedenlerden dolayı yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. O yıldan bu yana yurtdışında yaşıyor. 1975 yılı ortasında üyesi olduğu Kürdistan Sosyalist Partisi’nin değişik kademelerinde görev aldı. 2003 yılı sonunda yapılan parti kongresinde PSK Genel Sekreterliği görevini getirildi. O tarihten buyana bu görevi yürütüyor.

Türkiye bir seçim süreci yaşıyor. Bu seçimden çıkacak sonuçlardan büyük beklentiler var. Sizce bu seçim niçin önemli?

Evet, haklısınız, 12 Haziran’da yapılacak seçim önemli, ama heyecanlı değil. Heyecanlı değil, çünkü şampiyonluğu birkaç hafta önce kesinleşmiş bir takımın yapmak zorunda kaldığı maçlara benziyor. Bunun başta gelen nedeni AK Parti’nin bu seçimden de birinci parti olarak çıkacağının ve hükümeti oluşturacağının aylar öncesinden bilinmesidir. Bu nedenle de seçim mitingleri, sallanan renk renk bayraklara, afiş, flama ve posterlere rağmen çok yavan geçiyor. MHP’yi barajın altında bırakmak, Blok’un meclise daha az sayıda vekil göndermesini sağlamak amacıyla, milliyetçilik yarıştırılıyor, “kasetler”, “rüşvet ve yolsuzluk dosyaları” savaşı yürütülüyor, belden aşağı vuruluyor. Hamaset almış başını gidiyor. Kürd sorununun çözümü, yeni anayasa, AB süreci ve Ortadoğu’da esen değişim ve demokrasi rüzgarı başta olmak üzere ülkenin geleceğini belirleyen konular üzerine dişe dokunur bir şey söylenmiyor, bu ve benzeri konuların etrafında dolanılıyor.

Peki bu seçimin önemi ne o zaman?

Bu seçim önemlidir. çünkü hemen herkesin üzerinde hemfikir olduğu gibi, yeni bir anayasa hazırlanması konusu, seçim sonrası süreçte gündemin ilk sırasını işgal edecek.

Son YSK kararının da ortaya koyduğu gibi, ne kadar yamanırsa yamansın, 12 Eylül faşist dönemin ürünü olan verili Anayasa dertlere derman olmuyor; olamıyor. Generallerin emir komuta zinciri içinde “anayasacılara” hazırlatıp halka onaylattıkları 12 Eylül anayasasını tümden kaldırıp yerine çağdaş normlar ışığında hazırlanan bir anayasa, yakıcı bir ihtiyaç haline geldi.

Nasıl bir anayasa konusunda çok farklı görüşler var. Sizce nasıl bir anayasa olmalı?

Kanımca bu anayasa Türkiye’nin çok kültürlü yapısını ifade etmelidir. Etnik ve dini kimlikleri kabul edip onların hak ve özgürlüklerini güvence altına almalıdır. Tek cümle ile bu anayasa devleti değil, halkı devlete karşı korumalıdır.

Bu noktada bir iki önemli hususu göz önünde tutmak gerekir. Birincisi: Ne kadar çağdaş, demokrat ve ilerici olursa olsun anayasa tek başına sorunları çözemez. Böylesi bi anayasa tek başına değişimi sağlayamaz, ama onun önünü açar, dinamiklerine güç katar.

Yeni ve çağdaş bir anayasa ile birlikte başta yargı olmak üzere kurumların genlerine sinen tekçi anlayışın yıkılması, vesayet sisteminin ortadan kaldırılması gerekir. Bu ise bir süreci, kararlı bir durusu ve Eyüp Peygamber sabrını gerektirir.

Bir başka önemli nokta ise böylesi bir anayasayı hazırlama, tek başına Meclise bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Hele yüzde 10 gibi seçim barajının bulunduğu, partiler yasasının parti başkanlarını padişah mertebesine yükselttiği bir sistemle yapılan seçim sonucu oluşacak parlamentoya… Yeni bir anayasa için resmi devlet ideolojisinin inkar, imha ve asimile politikasına hedef olan tüm guruplar el ele vermelidirler.

Bu noktada değişim ve demokrasi mücadelesinin önemli dinamiklerinden biri olan Kürd yurtsever hareketi bileşenlerinin, yeni anayasa konusunda ortak bir tavır geliştirmesinin önemli olduğu inancındayım.

12 Haziran seçimlerini önemli kılan bir başka gerçek ise, Kürd sorununun çözümü konusunda yaşanacak gelişmelerdir. AK Partisi ve CHP gibi partilerin seçim bildirgeleri ve mitinglerinde sorunun çözümü konusunda yeni şeyler söylemiyorlar. Oysa Türkiye’deki öteki sorunları da etkileyen Kürd sorununu çözmek için yeni şeyler söylemek, bir başka ifade ile devlet çizgisinin dışına çıkmak gerekir. Dini ve etnik azınlıkların inkarı, imha ve asimilasyonu üzerine kurulan devleti kurmak övünen CHP ile son bir, bir buçuk yıldaki tavırları ve söylemleri ile bu devasa sorunu çözecek ne nefese ne de ileri görüşe sahip olmadığını gösteren AK Partisi çizginin dışına çıkamazlar. Çözüm çizgi dışına olan güçlerin eseri olacaktır. Kürd yurtsever hareketi, Aleviler, dindarlar ve emekçilerin işbirliği, ortak mücadelesi, değişim ve demokrasi sürecinin ilerletilmesinde ve Kürd sorunun çözümünde anahtar röle sahiptir.

Elbette, AK Partisi’nin “acemilik” ve “çıraklık” döneminde yaptıklarını unutmamak, takdir etmek gerekir, 12 Haziran sonrası hükümet döneminde de demokratikleşme yönünde atacağı adımları da desteklemek, ayrıca onu teşvik etmek gerektiği gibi…

Önceki seçimde olduğu gibi BDP bu seçimlere da bağımsız adaylarla giriyor. Bu seçimde farklı olarak Kürtlerin farklı siyasi kesimlerinden adaylar var. Yine HAK-PAR bağımsız adaylar lehine seçimlerden çekildiğini açıkladı. Farklı Kürd çevreleri de bağımsız adayları destekleyeceklerini açıkladılar. Durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürtlerin ulusal birliğinin oluşum sürecinden bahsedilebilir mi?

Kürdlerin önemli bir bölümünün niçin bağımsız adaylarla seçime girdikleri biliniyor. Dediğiniz gibi ve basından izlediğimiz kadarıyla bu yılki bağımsız adaylar, farklı siyasi ve kültürel kesimlerden geliyorlar. Ki, kuşkusuz bu olumlu ve gelecek için umut verici bir durumdur. Bir başka olumlu gelişme ise aday göstermeyen Kürd siyasi kesimlerin bir bölümünün de bağımsız adayları destekleyeceklerini açıklamalarıdır. Elbette legal siyasi partiler basta olmak üzere, tüm yurtsever çevre ve örgütlerin ortak bir program ve liste ile seçimlere katılması istenilir olandı. Ama ne yazık ki yapılan görüşmelerin bir aşamasında bu amaca çok yaklaşılmasına karşın, bu gerçekleşmedi. Basına da yansıdığı gibi HAK-PAR önce tek başına seçime gireceğini açıkladı; daha sonra ise bağımsız adaylar lehine seçimlerden çekileceğini…

HAK-PAR’ın kısa bir süre içinde peş peşe aldığı bu iki farklı tavır –ki, HAK-PAR Genel Başkanı Bayram Bozyel, İlke Haber sitesinin kendisiyle yaptığı röportajda bunun nedenlerini ve bu konuda yaşananları dile getiriyor-  Kürd kamuoyunda özellikle de bu partinin saflarında tartışmaya neden oldu. Ben genel olarak bu tartışmayı doğal ve gelecek için umut verici buluyorum. Her şeyden önce HAK-PAR tabanı, yöneticilerinin her dediğini onaylamayan, yanlış bulduklarını eleştirmekten geri kalmayan bir taban olduğunu gösterdi.

Bununla birlikte, HAK-PAR yönetiminin, tabanı dışarıdan gelecek eleştiri ve tepkileri de göze alarak bağımsız adaylar lehine seçimden çekilmesini de, takdiri hak eden, ileriye yönelik olarak birlik umudunu artıran bir tavır olarak değerlendiriyorum. HAK-PAR yönetimi bu tavrı ile (Sayın Bozyel’in adı geçen röportajında belirttiği gibi)  anlaşmazlığın “milletvekili sayısı” nedeniyle olmadığını ve bu doğrultuda yapılan eleştirilerin haksız olduğunu gösterdi. Bu adımla birlikte HAK-PAR’ın, BDP ve KADEP ile geleceğe yönelik Protokol imzalaması da birliğe sadece seçim penceresinden bakmadığını da ortaya koydu.

Legal siyasi alanda mücadele eden 3 partinin imzaladığı Protokol, içeriği, önüne koyduğu gerçekçi kısa ve orta vadeli hedefleri ile 12 Haziran sonrası sürece cevap verecek bir yapı arz ettiğini düşünüyorum. Umarım bu Protokol diğer güçler tarafından da imzalanır, dar parti çıkarlarına kurban edilmez.

Bağımsız adaylarla seçime girmek bir tercih değildir, zorunluluktandır denilebilir. Kürdlerin, kendilerinin, sol ve sosyalist kesimlerin Meclise girmelerini engellemek amacıyla konulan ve dünyada bir eşi benzeri bulunmayan yüzde 10 gibi seçim barajına rağmen Meclis’te temsil edilmek amacıyla gösterdiği ısrarlı çabalar, onların parlamenter mücadeleye verdikleri önemi gösterir.

Kısmen partinizi ilgilendirdiğini için sormak istiyorum. Kürd kamuoyunda BDP-PKK ilişkilendirmesine benzer bir HAK-PAR – PSK ilişkilendirmesi var. Nedir bu durum?

PSK- HAK-PAR, PSK-BDP, PSK-KADEP ve benzeri ilişkilerin olması son derece doğal. Çünkü aynı coğrafyada faaliyet yürüten yapılarız, aynı halkın farklı görüş ve programa sahip örgütleriyiz ve hepimizin amacı da halkımızın özgürlüğü ve mutluluğu. Bunun ötesinde taraftarlarımızın HAK-PAR’ın kuruluşu çalışmalarına yer aldıkları, partinin değişik kademelerinde görev üstlendikleri bir sır değil. Öyle ki, çok değerli ve yılmaz bir militan olan yoldaşımız Yavuz Koçoğlu’nu HAK-PAR’ı oluşturmaya yönelik görüşmeler sürecinde şehid verdik. Ama ilişkiden kasıt bizim dışarıdan HAK-PAR’ı yönetmemiz ise, bu doğru bir algı ve ilişkilendirme değil. Ayrıca HAK-PAR çatısı altında bu mümkün de değil. Çünkü bilindiği gibi HAK-PAR bünyesinde, yönetiminde farklı siyasi geleneklerden gelen insanlar var. Bazıları inanmayacak, ya da inanmak istemeyecekler, ama bilinmesini isterim ki PSK olarak ta HEP’ten bu yana kurulan tüm legal partilerin –ki bunlar arasında DEP gibi birçok Kürd kesiminin bir araya geldiği bir parti ile ağırlıkta arkadaşlarımızın olduğu DBP ve DDP gibi partiler de var-yönetimine dışarıdan bir müdahalede bulunmadık. Partimizin kurucusu olan, HAK-PAR kurulduğu dönemde de genel sekreterlik görevini yürüten Kemal Burkay’ın HAK-PAR’ın seçimlerden çekilme kararını eleştiren yazısı bu tavrımızı gösteren önemli bir kanıttır. HAK-PAR’ın kuruluşunu destekleyen, ülkeye dönmesi halinde bu partinin sade bir üyesi olarak çalışmalarına katılacağını açıklayan Sayın Burkay, Hak-PAR’ın doğru bulmadığı bir kararını eleştirmekten çekinmemektedir. Ki, bu, Sayın Burkay’ın hakkıdır.

Elbette, bazı taraftarlarımızın HAK-PAR ya da önceki legal partilerdeki çalışmalarında Partimizin politikasını göz önünde tuttukları, değişik konulara ilişkin tavırlarını dikkate aldıkları doğrudur. Ki, bu durum Türkiye’deki siyasi ortamın bir sonucudur. Eğer Kürd partileri kendi ulusal kimlikleri ile legal partiler kurup mücadele edebilseydiler, bu tür algılar ve ilişkilendirmeler de olmazdı…

Partinizin seçim konusunda bir tutumu, çağrısı var mı? Varsa nedir?

Seçimlere yönelik politikamızın genel çerçevesini çok önceden belirledik. Ama son çağrımızı henüz yapmadık, birkaç gün içinde yapacağız. Şunu söyleyebilirim, belirlediğimiz genel çerçevede “seçimleri boykot etmek” yok. Kürdlerin ulusal çıkarlarına hizmet eden, Türkiye’deki barış, demokrasi ve değişim mücadelesine katkı sunan her türlü ittifaka açık olma da belirlediğimiz çerçevenin bir başka önemli unsurunu oluşturuyor.

Son gelişmeleri de dikkate alarak, bağımsız yurtsever, özgürlükçü ve barışçı adayları destekleme çağrısı yapma seçeneği daha ağır basıyor. Bakalım, böylesi bir durumda, yani HAK-PAR tavrına benzer bir tavır almamız halinde, “HAK-PAR PSK’yi yönetiyor” denilecek mi?

Belki de bunu söyleyecek çıkar!

Sanmıyorum !

Tam da seçim sürecinde ve PKK’nin eylemsizlik kararı sürüyorken Dersim ve Şırnak’ta operasyonların neden olduğu çatışmalar yaşandı. Olanları nasıl değerlendiriyorsunuz? Çatışmalı ortam seçim sonuçlarını nasıl etkiler?

İkinci sorudan başlayayım. Çatışmalı ortamın derinleşerek devam etmesi, seçimleri boykot etme seçeneğini güçlendirir, halkın gerçek iradesinin sandığa yansımasını engeller.

Ateşkesin devam ettiği bir ortamda, askerlerin gerillalara saldırmasını kargaşa ve kaos ortamı yaratmak isteyenlerin bir planı olarak görüyorum. Aşılmaz seçim barajları ile Kürdlerin Meclise girmesinin önünü alamayan kesimler, kargaşa yaratarak seçimleri engellemek istiyorlar.

Öcalan ile İmralı’da yapılan görüşmelerin niteliği, biçimi bir yana, ateşkes ilan edildiği, sorunun diyalog ve barışçıl çözümü konusunda iyimser bir hava doğduğu bir ortamda önce YSK kararı ve arkasından gerçekleştirilen askeri operasyonların temel amacı, militarist ve vesayetçi yapıyı koruyup güçlendirmek, barışçıl çözüm ve diyalog yolunu tıkayıp Kürtlere dağ yolunu göstermektir.

Bu arada çatışmalardan tek başına hükümeti sorumlu tutan ve böylelikle devleti gözden kaçıran anlayışı doğru bulmuyorum. Çünkü AK Partisi’nin bu çatışmalardan kazanacağı bir şey yok. Aksine, çatışmalar AK Partisi’ne bölgede oy kaybettiriyor.

Bununla birlikte ordunun operasyon yapmasına engel olmayan hükümet de akan kandan sorumludur. Hükümetin “açılım”da geri vitese takması, KCK davası, başta Başbakan olmak üzere öteki AK Partisi yöneticilerin Kürd sorununa ilişkin söyledikleri ve tavırları, hükümet ile ordu arasında bir uzlaşıya varıldığı intibahını güçlendiriyor. Bir başka ifade ile AK Partisi “kolektif haklara hayır, kültürel haklara evet” diye özetlenebilecek Genelkurmay’ın son politikasını hayata geçiriyor. Yani Kürd sorununda davul hükümetin boynunda ama tokmak Genelkurmay’ın elinde ve oynanacak makamı o çalıyor.

Hiç kuşku yok bu geri vites en başta AK Partisi’ne zarar verecek, onun diğer alanlarda da vitesi küçültmesine yol açacaktır.

Bize gelince, biz kültürel ve bireysel haklarla yetinmeyecek, “kolektif haklar” için mücadeleye devam edeceğiz.

İçten verdiğiniz cevaplar için teşekkürler!

Ben de teşekkür ediyorum!

17 Mayıs 2011

 
   
Dengê Kurdistan © 2011