SESSİZLİK
Sevda Kuran
Kapının tam karşısındaki duvarda,
tavana oldukça yakın, dikdörtgen şeklinde iki
tane pencere var. Aynen mahzenlerde olduğu gibi.
Uzun olmasına uzun ama eni elli santimi geçmez. Burası
A Blok’un A-1, A-2 diye ayrılmış ve içinde
kurallara uymayan “asi kızlar”ın olduğu
A-2 kadınlar koğuşu. Kurallara uyan kadınlar
ise C Blok’da.
A-2’nin bu tavana yakın pencereleri
havalandırma boşluğuna bakıyor. Sayımız
elliye yakın. Buna da şükür demeli. Buraya dört
yıl once bir kaç haftalığına gene
“misafir” olduğumda belki de henüz ülkenin dört bir
yanı cuntanın son sürat açtığı
ve adını sürekli harflerle birleştirip,
falan tip, filan tip dediği cezaevleriyle dolup taşmadığı
için, Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’nin bayanlar koğuşunda
yüz on kişi kalmıştık. Ranzalarda
boylamasına değil enlemesine 6-7 kişi yatıyorduk
ve başımızı yerleştirebiliyorduk
ama ayaklar ister istemez sarkıyordu. Uyu uyuyabilirsen.
Ama öğrenci gençliğiz. Emniyette bir kaç tekme
tokat yiyip gelmişiz. Biraz da toplu alınmamızın
şımarıklığı ile bize hiç
bir şey kar etmiyor, etmedi de. O havasız koğuşun
üst ranzalarından birine çıkıp, pencereden
havalandırmaya bakmayı hiç aklımıza
getirmedik.İşimiz gücümüz koğuşdaki
ETKO (esir türkleri kurtarma ordusu) davasınsan tutuklu
yaşları bize gore epeyi ileride olan (40-45),
iki aşırı kilolu bayanla et-balık
kurumu deyip dalga geçmek ve arada bir de, özellikle
akşam saatlerinde, koğuş sakinleri ranzalara
çekildiklerinde “işkencede” marşı eşliğinde
koğuşun ortasında halay çekmekti.Elli kişinin
bile çok zor sığdığı 30 kişilik
koğuşda 110 kişinin kalması elbette
işkenceydi ama asıl işkencenin ne olduğunu,
aradan geçen iki yılın sonunda ülkenin başına
bela olan 12 Eylül Faşizmi yaşatmıştı.
Ülke baştan ayağa işkencehaneye çevrilirken
‘Mamak Askeri toplama Kamp’ı da bundan nasibini fazlasıyla
almıştı. Ama bir fark vardı göze batan,
tarihe geçen. O da Mamak’ın “A Blok kızları”
idi.
Hepsi gençkızdılar. Yaşı
15’e yeni varmış olanları da vardı
ama üç-beş tanesi hariç, en yaşlıları
henüz 25’lerine varmamışlardı. Nitekim
aradan geçen 30 yıla karşın, birbirleriyle
sıkı “Mamakdaş”lıkları hiç bitmeyen
bu kadınlar, yıllar sonra bile kendilerine hep
“Mamak Kızları” diyeceklerdi. Sanki o yoğun
zulümle birlikte, direnişin gönül ferahlığıyla
hepsi hiç yaşlanmamışlardı. Hep Mamaklı
Kızlar olarak kalmışlardı, kalacaklardı.
Erkek koğuşları havalandırmaya
çıkmadan A-1 ve A-2’nin “asi kızları”nın
koğuşlarının daracık pencerelerine
demir perdeler takılırdı. Ama bizler erkek
koğuşlarının havalandırmaya
çıkacağı vakti bu demir perdelerden anlar,
hemen, en çok da eşi, sevgilisi, nişanlısı,
akrabası olanlar üst ranzalara üşüşürdük.
Hep birlikte o demir perdeyi bir iki santim sağa
sola ittirerek ufacık bir görüş hizasından
bakıslarımızla selam verirdik.
Havaladırmanın adı
havalandırma! 24 saat dayağın, falakanın,
kurt köpekleri eşliğinde sürdürülen zulmün şiddeti
sayımlarda ve havalandırmada doruğa çıkardı.
ERKEKLER KURALLARA UYDUKLARI İÇİN ZULÜM GÖRÜRLERDİ,
A BLOK KIZLARI KURALLARA UYMADIKLARI İÇİN. Arada
çok fazla bir fark yoktu.Hele tanıdığın,
sevdiğin birisini o duvarla pencere demirinin ufacık
aralığının şahitliğinde,
yere yıkıp, coplarla 15-20 askerin üzerine çullandığı
vakitlerde yapılacak en iyi şey sessiz kalıp,
gözyaşını gözden taşırmamaya
gayret ederek dişlerini sıkmaktır. Çünkü
tecrübeleri A Blok kızlarına öğretmiştir
ki, protesto edip, slogan falan attıklarında
zulüm yere yıktıkları erkek arkadaş
için bir kaç misline çıkmakta, işkenceci erler
bundan adeta zevk almaktadırlar. Onun içindir ki
havalandırmada işkence sesleri ayyuka çıktığında
üst ranzaların önü kendiliğinden boşalır,
sessiz, acılı bir bekleyiş hakim olurdu
koğuşa. Gözlerinde faşizme duydukları
nefretin ve öfkenin dingin, olgun bakışlarıyla
birlikte.
Onu havalandırmaya tek başına
çıkarırlardı. İşkence falan etmezlerdi.
Hep koyu takım elbise ya da koyu pantolon üzerinde
beyaz gömleği ile çıkardı. Belki de hep
aynı pantolon, aynı ceket, aynı gömlekti
giydikleri. Yakınlarının görüşüne
geldiklerini, buna cesaret edebildiklerini sanmıyorum.
Belki de o mahkemede nedamet getirip pişmanlığını
ilan ettiğinde şefkatli cunta yönetimi ona bu
takım elbiseyi hediye etmişti. Bilmiyorum. Adı
Levon Ekmekçiyan’dı. 12 Eylül Cunta´sı için
bir hain ermeni, bir idamlıktı.
Havalandırmaya yapayalnız
çıkarılan Ekmekçiyan´ın saçları hep
muntazam taralı, duruşu, yürüyüşü bir filim
yıldızı gibiydi. Cok yakışıklıydı.
Öyle aman aman volta atmazdı. Bir iki yürür sonra
havalandırma kapısına yakın bir yerde,
duvarın dibinde, yüzü hafiften duvara dönük sigarasını
içerdi. Ona bakan gözler olduğunu bilirdi. Boynu
hep büküktü. Sanki günler, geceler boyu duyduğu işkence
seslerinden utanır gibiydi. Bazen başını
kaldırıp etrafa bakışlar attığinda
‘çok havalı‘ diyebilirdiniz. Değildi. Bu onun
doğal haliydi. Dedim ya bir filim yıldızı
gibi. Hatta biraz Tarık Akan, biraz Kadir İnanır,
biraz Fikret Hakan´dı. Başını öne
eğdi mi utangaç, çocuk, mahçup Ekmekçiyan olurdu.
Sigarasından derin bir nefes çekip bu gökyüzü hariç
hertarafının beton olduğu havalandırmada
bir tek bulutlara ya da mavi gökyüzüne derin derin bakardı.
Sanki onları, o sonsuzluğu içine çekerdi sigara
dumanı ile birlikte. Sonra başını
mahçup, hüzünle yere eğip üflerdi dumanı. Mahkemelerdeki
nedametini, utancını, özürünü üfler gibi.
O bir ermeni dölü haindi. Bizler türk,
kürt dölü hainlerdik. O bizim yaşadığımız
zulüme tanıklık ederken, biz de onun mahçupluğuna,
‘giderayak‘ utancına tanıklık ediyorduk.
Nihayetinde hepimiz o ya da bu sekilde, güçlü ve zalim
elinde, aylar, yıllar, çağlar boyu örselenip
yeniden yeniden başkaldıran insançocuklarıydık.
A-2’de nadiren yaşanan
sessiz bir gecenin bitimine henüz varken telsiz sesleri,
çok hafiften duyulan ayak sesleri ve zincir şakırtısı
ile uyanıyoruz. Koğuş nöbetçi arkadaşımız
parmağını dudaklarına götürüp sssttt
diye sessiz olmamız icin uyarırken başını
kapıya dayayıp koridordan gelen sesleri ayırdetmeye
çalışıyor. Bütün koğuş ayaktadır
şimdi. Dışarıdakilerin alabildiğine
sessiz olmaya çalısmaları komik geliyor bana.
Normalde ayaklarının ‘’rap rap’’larıyla
ve ‘’her türk asker doğar’’, ‘’ yıldırımlar
yaratan bir ırkın...‘’ haykırışlarıyla
kulakları sağır edip terör estirirken şimdi
iki arada bir derede suç işlercesine sessiz olmaya
çalışmaları gerçekten traji-komikti. Ama
boynu birazdan yağlı urgana teslim edilecek
olan idamlığın zincirlerinin şakırtısına
mani olamıyorlardı. Herhalde akıllarına
onu kucaklarında taşımak gelmemişti.
Kucakda ölüme taşımak...Az yapmadıkları
bir iş miydi ki ?
Bir süre sonra Tahliye
olup geceyi ‘’kafes’’de geçirdiğimde yan kafeste
onlarca cop eşliğinde komaya soktuklarını
da böyle kanlar içerisinde, paramparça kucakta taşıyacaklardı.
Faşizmdi bu, kurban alsın da nasıl alırsa
alsındı.
Mamak’ta idamlar farkedildiğinde
tutsaklar hep protestolarla, sloganlarla, anma torenleri,
şiirler ve marşlarla uğurlarlardı
gideni.
Ve sabah koğuş
hoperlöründan verilen radyonun ilk haberi ona aitti. Sessiz
ve tepkisiz karşıladık. Bunun nedeni onun
mahkemelerde idam cezasından kurtulmak için habire
cuntadan özür dileyip pişmanlığını
anlatması mıydı yoksa uzak çok uzak bir
halkın çocuğu olması mıydı bilmiyorum.
Sabah haberi duyduğumda
değil, ama gecenin 03.00’ünde zincir şakırtılarını
duyduğumda o bulutlara sonsuz bakışlar
gönderip sonra başını mahçup öne eğen
A Blok ‘’idamlık’’ı geliyor aklıma. İşlenen
suça karşılık kısasa kısastı.
İntikam acı ve ‘’yasal’’ olacaktı. 12 Eylül’ün
hizmetinde devlet, idam’ı bir nesli yoketme aracı
olarak görüyordu. Mamak da bunun içindi. Ceza vermeye
yönelik değildi. Bir nesilin IMHASI hedeflenmişti.
Ama Ekmekçiyan bir başka hesaplaşmanın
kurbanıydı.
A Blok ikinci koğuşun
tuvaletine çekilip, gözlerimi kapatıyorum. Sonra
sessizliğe, tepkisizliğe inat Ekmekçiyan’nı
kırık boynu, soluksuz bedeni ile kucağıma
alıp ağlıyorum.
|