Yargıdan
tam 'uyum' kararı
'Anadil dilekçesi kutuplaşmaya yol açmaz.
DGM'de kanıtlanmayan 'bölücü örgüt' iddiaları
geçerli olmaz. Devlet, örgütle savaşırken
hak sahibini korumak zorunda. Talepler karşılanmasa
da yanıt vermek gerek'
AHMET ŞIK-İSTANBUL - Diyarbakır
Bölge İdare Mahkemesi, Kürtçe eğitim talebini
içeren dilekçe verdikleri gerekçesiyle Dicle Üniversitesi'nden
uzaklaştırılan üç öğrencinin
yürütmeyi durdurma talebini haklı buldu. Mahkeme
heyeti, son iki yıl içinde kabul edilen uyum
yasalarını uygulayarak, Türkiye'nin hem
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde hem
de AB'ye tam üyelik sürecinde başını
ağrıtan 'uyum uygulamaları'na yön
gösterebilecek örnek bir karara imza ttı.
Geçen yıl Kürtçe eğitim istedikleri
için Dicle üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe
veren Ahmet Turhan, Abdurrahim Demir ve Hamit Koçak,
29 Nisan 2002'de 'dil, ırk, din, renk ve mezhep
açısından kutuplaşmalara yol açıcı
faaliyetlerde bulundukları' gerekçesiyle altı
ay ile bir yıl arasında değişen
okuldan uzaklaştırma cezaları aldı.
Öğrenciler yürütmeyi durdurma talebiyle Diyarbakır
Bölge İdare'ye başvurdu. Heyet, 31 Ocak
2003 günü başvuruyu değerlendirerek kararını
oluşturdu. Kararın geniş bir özetini
sunuyoruz:
* * *
Türk milleti adına;
Karar veren Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi'nce
itiraz üzerine gönderilen dosya incelenerek işin
gereği görüşüldü;
Dava, davacının Kürtçe eğitim ve
öğretim talebinde bulunduğu nedeniyle
yapılan disiplin soruşturması üzerine
uygulanan bir ay okuldan uzaklaştırma
cezasının iptali ve yürütmenin durdurulması
istemiyle açılmıştır.
* * *
Davanın hakkaniyet esaslarına uygun
bir biçimde çözümlenebilmesi için Kürtçe eğitim
ve öğretim talebinde bulunma veya Kürtçe'nin
seçmeli ders olarak Yükseköğretim Kurumları'nda
okutulması talebinin disiplin suçu sayılabilecek
nitelikte bir davranış olup olmadığının
ortaya konulması gerekmektedir.
Dilekçe ve kutuplaşma
Davacıya ceza verilmesine dayanak olunan
yönetmelik hükmünde dil, ırk, renk, din ve
mezhep açısından kutuplaşmalara yol
açıcı faaliyetlerde bulunmanın bir
veya iki yarıyıl Yükseköğretim Kurumu'ndan
uzaklaştırma cezasını gerektirdiği
açıklanmıştır.
Davacının anadili olduğu anlaşılan
Kürtçenin seçmeli ders olması talebinin 'kutuplaşmalara
yol açıcı nitelikte' bir davranış
olup olmadığının belirlenmesi
gerekir.
İnsanlık kendi doğasının
bir sonucu olarak ırklara (beyaz, sarı,
siyah), ırklar milletlere, milletler alt kültür
gruplarına bölünmüştür. (....) Her millet
veya etnik kimlik kendini diğerlerine göre
tanımlamasını mümkün kılan tarih,
dil, kültür, din, coğrafya vb. ortak değer
sistemlerine veya unsurlarına sahiptir. Bu
sayılanlar arasında 'millet' veya etnisite'yi
en somut bir biçimde ifade eden 'kültür' ve 'dil'dir.
(....) Bir millet veya etnik grup dinini, coğrafyasını
diğer değer sistemlerini değiştirmekle
milli varlık veya kimliğini kaybetmeyebileceği
halde dilinin yerine başka bir dili ikame etmekle
kendi varlığını kolayca kaybedebilir.
Turani (Türki) toplumlar ve dil
Tarih dilini kaybeden birçok ulusun varlığını
devam ettiremediği konusunda insanlığa
çok çarpıcı bilgiler sunmaktadır.
Mesela Turani (Türki) toplumlardan olan Hunlar,
Hazarlar, Kumanlar, Peçenekler, Bulgarlar, çermen,
Slav ve Fin-Macar toplumları içinde erimiş
Tabgaçlar, Naymanlar, Çin ve Moğol toplumları
içinde erimiş, anılan Türk toplulukları
içlerine girdikleri kavimlerin zaman içinde dillerini
benimsemekle Turani (Türki) kimlik ve karakterlerini
kaybetmişlerdir.
Bir dilin tarih sahnesinde varlığını
sürdürebilmesi, o dilin yazılı bir dil
olma niteliğini kazanması, edebiyatını
oluşturarak gelişip zenginleşmesiyle
mümkün olabilir. İnsan olarak her ferdin yaşama
hakkının olduğu nasıl inkâr
olunamazsa, dillerin de yaşama ve yaşatılma
hakkının olduğunun kabulü gerekir.
'Totalist bir anlayış'
Resmi otoritelerin tanıdığı
diller dışındaki dillerin öğrenilmesinin
veya konuşulmasının kısıtlanmasını
meşru gören bir yaklaşım beşeri
alanda bütüncü (totalist) bir anlayış
sergilemiş olur. Böyle bir tavır, insanlığın
ve diğer canlıların varoluşunu
inorganik maddenin kendiliğinden organik maddeye
dönüşme kabiliyetinin tabii bir neticesi olarak
gören maddeci felsefe ve bilimsel kuramların
(Auguste Comte'ün pozitivist felsefesi, Ernest Haeck'in
monist felsefesi, Bkz. Emile Boutroux, 'Çağdaş
Felsefede İlim ve Din', Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, Çev. Yrd. Doç. Dr. Hasan Kâtipoğlu,
İstanbul, 1997, s. 49, vd., s. 142 vd.) tabiata
atfettikleri belirleyicilik karşısında
haklı ve makul olamayacağı gibi tabiatı,
tabiat üzerinde yaşayan canlıları
ve insanlar ilahi bir iradenin zuhuru olarak gören
mistik yaklaşım karşısında
da makul nitelikte değildir.
Diğer taraftan hukuk, özüne ve karakterine
uygun biçimsel (formel) yapısı nedeniyle
toplumsal fiziksel ve tabii olay ve olguları
kuşatma tanımlama yeteneğinden mahrumdur.
Bu alanlar çeşitli bilim disiplinlerinin çalışma
sahalarını oluşturmaktadır.
* * *
Hukuk kültürel değerlerin neler olduğu
ve nelerin söz konusu kültürün öz kendi malı
olduğuna karar vermez. Bu alan tamamen toplumbilimine
(sosyoloji) aittir. Hukuk ancak kamu düzenini tanımlayabilir.
Çünkü kamu düzeni kavramı hukuksal bir kavramdır.
Muhakkak ki insanoğlunun kendi çevresi ve
bütün tabiat üzerinde yararlanmak amacıyla
tasarrufta bulunma yetkisi vardır. Bu yetki
doğal ve doğuştan kazanılan
yaradılışa bağlı bir yetkidir.
Bu nedenle insan tarafından çevresine kendi
ihtiyaçları nedeniyle yaptığı
etki de doğal ve meşrudur. Ancak bu doğallığın
ve meşruiyetin de bir sınırı
olduğunun bilinmesi gerekir. Tabiat ve insanın
yakın çevresi insani iradeye ram olurken, tabiata
onun içinde bulunduğu ekolojik dengeye hiçbir
zarar verilmemelidir. (...) "Biz dünyayı
atalarımızdan miras almadık, gelecek
kuşaklardan ödünç aldık" diyen Kızılderili
atasözü, bu insani yükümlülüğü vaciz şekilde
ifade eder.
İnsanlığın korunması
İnsanlık âleminin birer ayrı birimi
niteliğinde olan milletlerin veya etnik unsurların
varlığını devam ettirmelerini
mümkün kılacak insani bir üniversal zeminin
oluşturulması da bir bütün olarak 'insanlığın
kendi bütününün sahip olduğu doğal yapının
korunması' için gerekli olan ve tüm toplumlara
(millet, etnik kimlik) düşen doğal bir
görev ve sorumluluktur. Aksi bir düşünceyle,
büyük toplumsal birimlere, küçüklerinin iltihakını
gerekli gören ya da mümkün kılan bir anlayış
ve bu yönde kullanılan bir irade insaniyetin
sahip olduğu tabiata, haklı ve meşru
olmayan bir müdahale anlamını taşır.
Zira, insanlığın farklı toplumsal
öbeklere ayrılması, insani bir iradenin
sonucu değildir.
'Tabiatı değiştirme' bir hak
değil
O halde onun tabiatını ve bileşimini
değiştirmeye kalkışmak da hiçbir
toplumun hakkı olamaz. Tabii ve haklı
olmayan müdahaleci bir iradenin dayanacağı
yer 'toplum mühendisliği'dir. Toplumları
şekillendirme ve muayyen bir yapıya uydurma
demek olan 'toplum mühendisliğini' insan hakları
ve hukukun üstünlüğü kavramlarıyla bağdaştırılamaz.
Herhangi bir kimsenin kimliğini ve kişiliğinin
bir ve en önemli parçası olan anadilini (bilimsel
bir şekilde) öğrenmesini mümkün kılacak
bir eğitim ve öğretim hizmetini ilgili
kamu kurumu veya kuruluşundan talep etmesinde
yanlış bir yön görülemez.
Böyle bir talebin din, dil, ırk, renk ve
mezhep açısından kutuplaşmalara yol
açacağı endişesi de şayan-ı
kabul değildir. Zira anadili Kürtçe olduğu
anlaşılan davacı ile diğer dilekçe
sahiplerinin disiplin cezasına konu edilen
bu eylemleri nedeniyle anadili Türkçe olan Türk
vatandaşları arasında herhangi bir
sürtüşme ve gerilim doğmamıştır.
'Örgüt bağı delil gerektirir'
Esasen 4771 sayılı kanunun ilgili hükümleriyle
Kürtçe veya diğer dil ya da lehçeler üzerindeki
hukuksal kısıtlılık durumu da
kaldırılmıştır. Bir eylemin
daha sonra yürürlüğe giren kanunla suç olmaktan
çıkarılması halinde faile, o fiilinden
henüz ceza verilmemişse, ceza uygulanmaması
gerektiği yolundaki Genel Ceza Hukuku ilkesi
çerçevesinde davacı öğrencinin disiplin
cezasının kaldırılması
gerektiği konusunda kuşkuya yer olmamalıdır.
Dava dosyasında yer alan idari yazışmalarda
dilekçe verme eyleminin bölücü terör örgütünün yönlendirmesiyle
gerçekleştiğine ilişkin bazı
ifadeler yer almaktaysa da, eylemin terör örgütüyle
bağlantısını ortaya koyan hiçbir
somut ve hukuken kabul edilebilir bir delil gösterilememektedir.
(...) Böyle bir iddianın doğru olup olmadığı,
ilgili hakkında DGM'de, TCK'nın 168 ve
169. maddelerine aykırılık iddiasıyla
açılacak dava neticesinde verilecek bir kararla
ortaya konulabilir.
Terörün argümanları
Bir hukuk devletine vatandaşların hakları
yasadışı örgütlerin istismarı
gerekçe gösterilerek kısıtlanamaz. Devlete
düşen görev, terör örgütleriyle hak ve özgürlüklerin
özüne karar vermeden mücadele etmektir. Esas devleti
ve kamu düzenini yıkmayı veya zayıflatmayı
amaçlayan bu tür oluşumlar, çoğu zaman
devletin vatandaşlarına vermek zorunda
olduğu, ancak vermediği veya kısıtladığı
hak ve özgürlüklerin vatandaşlar tarafından
hiç kullanılamaması veya gereği gibi
kullanılamamasının devletle vatandaşlar
arasında yarattığı gerilimi
kullanarak taraftar kazanmaya çalışır.
İşte bu gerçeklik karşısında
devletin yapması gereken doğru ve makul
şey, terör örgütlerinin dayandığı
argümanları elinden almak ve kullanılamaz
hale getirmek olmalıdır.
* * *
Bir hukuk devletinde her haklı talebin ulaşabileceği
resmi bir makam, haklı talebi içselleştirebilecek
bir kurumsal yapı zenginliği bulunmalıdır.
Hukuk devletinin siyasal alandaki görüntüsü her
görevi gereği gibi yerine getirecek gelişmiş
bir siyasal sistem görüntüsü olmak durumundadır.
Buna göre toplumsal çevreyle siyasal sistem arasındaki
ilişki, siyasal sistemin muayyen talepleri
karar organlarında tartışmaksızın
reddi haklı taleplere makul ve tatmin edici
cevaplar üretme konusunda isteksizlik, atalet sergileme
ekseninde cereyan ederse toplumsal çevreyle siyasal
sistem arasında hoşnutsuzluk ve bunalım
oluşması kaçınılması oldukça
zor bir neticedir. (...)
'Makul cevaplar verilmeli'
Kısacası çağdaş siyaset bilimcilerin,
siyaset kuramının doğasını
açıklamak üzere inşa ettikleri teoriler
de kamu otoritelerinin halkın haklı ve
meşru taleplerine (kabul edilmese bile) makul
ve anlaşılabilir cevaplar üretilmesini
gerekli görmektedir.
Bu durumda, davacı öğrencinin, Kürtçenin
üniversitede seçmeli ders olarak okutulması
yönündeki talebinin bir hakkın kullanılmasının
meşru yoldan bir ifadesi olması, ayrıca
4771 sayılı kanunun yukarıya alınan
ilgili hükümleriyle Türkiye'de bir kısım
vatandaşlar tarafından konuşulan
yerli dil veya lehçeler üzerindeki kısıtlılık
halinin kaldırılması karşısında,
davacı öğrenci hakkında Yükseköğretim
Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin
yukarıya alınan ilgili hükmü gerekçe gösterilerek
uygulanan bir ay süreyle yükseköğretim kurumundan
uzaklaştırma cezasında hukuki isabet
görülmemiştir.
Baş ağrıtan sorun: Kürtçe için
dilekçe
Kürtçe eğitim talebiyle dilekçe verdikleri
için çok sayıda öğrenci hakkında
DGM'lerde örgüt üyesi olmak, örgüte yardım
ve yataklık yapmak suçlamalarıyla davalar
açıldı. Tutuklananlar oldu. Birkaç ay
tutuklu kalanlar ve tutuksuz yargılananlar
hakkında, AB uyum yasalarının kabulünden
sonra beraat kararları gelmeye başladı.
Ceza davalarının dışında
üniversitelerin kendi bünyelerinde açtığı
idari soruşturmalarda öğrenciler, YÖK
Disiplin Yönetmeliği'nin ilgili maddeleri uyarınca
'yasadışı örgüte üye olmak, yardım
ve yataklıkta bulunmak',
'Dil, ırk, renk, din ve mezhep açısından
kutuplaşmalara yol açıcı dilekçe
vermek' ve 'Tek başına veya toplu olarak,
yükseköğretim kurumu idarecilerinin şahısları
veya kararları aleyhine saldırgan nitelikte
konuşmak, yayınlar yapmak, bunlar aleyhine
öğrencileri kışkırtmak veya
bu gibi fiillere teşebbüs etmek', 'İdeolojik
ve siyasi amaçlarla huzuru bozmak' iddiasıyla
suçlandı.
Genel bilanço
Soruşturmalar sonunda 104 öğrenci okullarından
atıldı. 1215'i çeşitli sürelerle
uzaklaştırma, 44'ü burs kesme cezası
aldı. Aynı 'suçu işlemelerine' karşın
birçok öğrenciye ise ceza verilmedi. Bazı
yerlerde
idare mahkemelerine yürütmeyi durdurma istemiyle
açılan davalarda öğrenciler lehine karar
verildi. Genel tablo şöyle:
* İstanbul Üniversitesi'nde 30 kişi
atıldı. 38 kişi iki dönem okuldan
uzaklaştırıldı.
* İnönü Üniversitesi'nde 20 kişi atıldı.
49 kişi bir ile iki yarıyıl uzaklaştırma
aldı.
* Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde 432 öğrenci
ceza aldı; 24'ü atılırken, 408'i
bir hafta ile altı ay arasında ceza aldı.
175 öğrenci için İdare Mahkemesi usul
eksikliği nedeniyle yürütmeyi durdurma kararı
verdi. Disiplin kurulu eksikleri gidererek bu öğrencilere
tekrar uzaklaştırma verdi.
* Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi'nde dokuz öğrenci
atıldı; 301 öğrenci çeşitli
sürelerle okuldan uzaklaştırıldı.
* Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde 49 öğrenciye
birer ay ile bir ve iki döneme kadar uzaklaştırma
cezası verildi. İdare Mahkemesi öğrencilerin
başvurusunu reddetti.
* Akdeniz Üniversitesi'nde 44 öğrencinin
burs ve sosyal yardım hizmetleri kesildi. Anadolu
Üniversitesi'nde 107 öğreciye bir ve iki dönem
uzaklaştırma verildi.
* Marmara Üniversitesi'nde 100 öğrenci çeşitli
sürelerle uzaklaştırma cezası aldı.
* Dicle Üniversitesi'nde yedi öğrenciye bir
dönem ile bir yıl uzaklaştırma çıktı.
İdare Mahkemeleri cezalara onay verdi.
Radikal, 2003.12.02
|