Adaletini Sevsinler
Yılmaz Çamlıbel
Türkiye’de atılan en ufak demokratik adım,
Kemalist rejimin çağdışı yüzünü daha
da netleştiriyor. Yüksek yargıyla ilgili değişiklikler,
Türk hukuk sisteminin ırkcı, militarist, totaliter
ve hantal yapısını daha net görülür hale
getirdi.
Yargıtayda on yıldan beri kapağı
açılmayan, otuz yılda karara bağlanmayan
on binlerce dosyanın olduğunu öğrendik.
Vijdan sahibi kişiler, bu hantallığa isyan
ediyor. Ama ben, yargıtayın tersine çok çalışkan
olduğunu söylüyorum. Hantal denilen bu kurum, benimle
ilgili bir dosyayı iki ayda, evet evet yanlış
okumadınız, iki ayda karara bağladı.
İnanmayanlar bu yazıyı okumaya devam etsin.
Kütahya İnsan Hakları Derneği’nin kuruluşu
vesilesiyle düzenlenen "Demokrasi ve İnsan Hakları"
konulu panele, konuşmacı olarak davet edilmiştim.
Konuşmamda özetle şunları söylemiştim.
"İnsan hakları ihlalleri ezelden beri
yaşanan bir olaydır. İnsanların vahşi
olarak yaşadıkları dönemde ne sömürü, ne
de insan hakları ihlalleri söz konusuydu. Ne zaman
ki insanlar yöneten-yönetilen biçiminde ikiye ayrıldılar
ve sınıflar ortaya çıktı, işte
o zaman sömürü ve hak ihlalleri insanoğlunun gündemine
girmiş oldu. Süreç içinde insan hakları savunucuları
ortaya çıktı ve örgütlenmeye başladılar.
İnsan hakları her ülkede aynı düzeyde değildir.
Yaşadığımız ülke bu konuda ne
yazık ki çok kötü bir durumdadır. Kadınlar
cinsiyetinden, emekçiler sınıfından, Kürtler
ırkından, aleviler inançlarından dolayı
baskı ve zulüm altında yaşıyorlar.
Ben özellikle Kürt sorununun üzerinde durmak istiyorum.
Doğarken bize “hangi ırka mensup olmak istiyorsun?”
diye sormuyorlar. Doğar doğmaz kazandığımız
bir kimlik nedeniyle suçlanmamızın kabul edilir
bir gerekçesi olamaz.
Herhangi bir kişi süreç içinde dinini, mezhebini,
ideolojisini değiştirebilir. Bıçak altına
girip cinsiyetini bile değiştirebilir. Ama hiç
kimse hiçbir zaman ırkını değiştirme
şansına sahip değildir. bu nedenle günümüzde
ulusların kaderlerini tayin hakkı ile insan
hakları iç içe geçmiş bulunuyor. Bu bakımdan
her insan ve her toplumsal grup nasıl bir sosyal,
ekonomik, kültürel, politik yapı içinde yaşamak
istediğini söyleme ve bunu gerçekleştirme hakkına
sahiptir. Bu, her insanın vazgeçilmez, devredilemez
temel insani haklarından birisidir. Örneğin
günümüzde birçok halk Sovyetler Birliği’nden ayrılıp
bağımsız devlet kurmak istiyorlar. Bunun
aksine iki Almanya da özgür iradeleriyle birleşiyor.
Biz Kürtlerde yaşadığımız
ülkede, hak eşitliğine dayalı bir birlikten
yana olduğumuzu söyleyip duruyoruz. Ama yaşadığımız
ülkede Kürt varlığı ret ve inkar ediliyor.
Legal demokratik alanlar kapatılarak Kürtler sürekli
olarak illegaliteye ve şiddete itiliyorlar. Sorunun
zor ve şiddetle çözüm çabaları tüm ülkeye zarar
veriyor. Kürt ulusal demokratik haklarını savunma
‘terörizm’ olarak niteleniyor. Bu temel insani hakları
savunan kişilere ise ‘terörist’ deniliyor.
Hepimiz insanlık tarihini biliyoruz. Dünyadan
çok zalim, despot, tiran, zorbalar gelip geçti. Onlar,
insanlara hep zulüm ettiler. Ama ezilenler bu zorbalara
baş eğmediler, mücadele etmekten vazgeçmediler.
İnsanlar arasında ayrımcılık
yapan bozuk düzeni sürekli olarak değiştirdiler.
İnsan hakları ve demokrasi, tüm insanları
etkileyen evrensel bir din haline gelmiş bulunuyor.
Bu bakımdan insan hakları mücadelesi, insanlar
arasında eşitlik sağlanana dek sürecektir.
Demokratik adil, özgür ve mutlu bir dünya kurmak umuduyla
hepinize saygılar sunarım."
Kütahya Emniyeti paneli baştan sona kadar kamaraya
almıştı. Polis bant çözümünde konuşmamı
şöyle özetlemişti.
"Yılmaz Çamlıbel ise konuşmasında
ırk konusuna değinerek hiç kimsenin doğarken
ırkını seçme hakkına sahip olmadığını,
bunu hiç kimsenin zorla değiştiremeyeceğini,
bugün Türkiye’de Kürtleri kastederek milyonlarca insan
sırf bir ırkın mensubu olduğundan
dolayı büyük bir zulüm altında yaşıyor.
Kürt ulusal demokratik istemlerinin ‘terörizm’ olarak
nitelendirildiği Kürtlerle ilgili hak isteyenlerin
de ‘terörist’ ilan edildiğini anlattı."
DGM Savcısı, bu bant çözümüne dayanarak 8 konuşmacı
arasında sadece iki Kürt (diğeri MKM temsilcisi
Hüseyin Kaytan’dı) hakkında 3713 sayılı
Terörle Mücadele Yasası’nın 8/1 maddesinden
dava açtı.
Savcılık iddianamesinde şöyle deniliyordu.
"14.12.1992 günü Kütahya’da İHD Şubesi
tarafından "Demokrasi ve İnsan Hakları"
konulu bir panel düzenlendiği, panele konuşmacı
olarak katılan her iki sanığın doğuda
bir bölüm vatan toprağı üzerinde yaşamakta
olan halkın bulunduğu kesime Kürdistan dedikleri
ve bu bölge halkının kendi devletlerini kurma
haklarının bulunduğunu ifade eden konuşma
yaptıkları, bu suretle bölücülük propagandası
yapmak suçunu işledikleri”
Oysa ki ne bant çözüm metninde, ne de polis tutanağında
Kürdistan kelimesini kullandığımıza,
Kürtlerin bir devlet kurması hakkında fikir
beyan ettiğimize dair bir belirleme yoktu. Sözün
kısası savcı, ceza almamız için evrak
sahtekarlığı yapmıştı.
Düzenlenen iddianameye karşı İstanbul
Emniyeti ile İstanbul DGM Savcılığına
verdiğim ifade de şunları söylemiştim:
"Katıldığım panelde Türkiye’de
bir Kürt sorununun olduğunu, Kürt sorununun sosyolojik
bir gerçek olduğunu ve bu sorununun demokratik kurallar
içinde çözülmesi gerektiğini, ülkenin bir kısım
toprağının Kürdistan olarak nitelendirmediğimi,
bağımsız bir Kürt devleti kurulmasından
bahsetmediğimi, sorunun birlik ve beraberlik içinde
çözülmesi gerektiğini, aksi taktirde akan kanın
durdurulamayacağını açıklamıştım.
Konuşmamın bölücü bir konuşma olmadığını
bu nedenle üzerime atılı suçu kabul etmiyorum."
Benim ve avukatımın tüm israrlarına rağmen
DGM hakimleri yegane kanıt olan bu bantı getirip
baştan sona izleme yoluna gitmediler. Çünkü onlar
da, iddiamede yer alan sözleri kullanmadığımı
biliyorlardı.
Adana DGM, kararına dayanak yaptığı
kanıtlar ise şunlardı:
"Emanette kayıtlı suça konu edilen
konuşma bandı 15.12.1992 tarihli Terörle Mücadele
raporu 14.12.1992 tarihli memur bant çözüm tutanağı
Yılmaz Çamlıbel’in İstanbul DGM Cumhuriyet
Savcılığı’nda alınan 14.06.1993
tarihli ifadesi"
Mahkeme heyeti saydığı bu kanıtları
değerlendirirken tıpkı C. Savcısı
gibi, belgelerde yer almayan bir cümleciği araya
sıkıştırı vermişti. Mahkeme
heyetinin kanıtların değerlendirilmesi
bölümüne sıkıştırdığı
cümlecik şöyleydi. "Bugün Kürdistan’ın
dağları taşları bombalanıyor."
İki Kürt de böyle bir söz sarfetmemiştik, bant
çözüm metni ile polis raporunda da böyle bir şey
yer almamıştı. Değerlendirilen kanıtların
hiçbirinde yer almayan bu cümleciğin mahkeme heyeti
tarafından evrak sahtekarlığı yapılarak,
karar metnine ilave edilmesi, Mahkeme ve savcılığın
beni cezalandırılmak için hukuki bir zorlama
içine girdiğinin çarpıcı bir göstergesidir.
Sonuçta mahkeme beni halkı ırk ve bölge farklılığı
gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmekten
TCK’nun 312/2 maddesi gereğince 1 yıl hapis
ve 100 milyon TL ağır para cezasıyla cezalandırdı.
DGM Savcılığı, hakkımda 3713
Sayılı Kanunun 8/1 maddesinden dava açmıştı.
Mahkeme ise cezayı TCK’nun 312/2 maddesinden vermişti.
Mahkeme, kanun maddesinin değiştirilmesi nedeniyle
benden ek savunma alma yoluna da gitmemişti. Bu da
Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununa aykırı olan
dikkat çekici başka bir durumdu.
Adana DGM’nin karar metninde enteresan bir bölüm daha
vardı. Mahkeme karar metninde, davanın zaman
aşımı sürecine girdiğine dikkat çekmek
için çırpınıp duruyordu.
"Sanıkla ilgili eylem tarihi 14.12.1992’dir.
Dava tarihi 26.07.1993’tür. Dava açıldıktan
sonra sanığın savunması beş yıllık
zaman aşımı süresi dolmadan mahkememizce
10.0.1997 tarihli tutuklama müzekkeresi ile sanık
hakkında gıyabi tutuklama müzekkeresi çıkarılmıştır.
Sanığın savunması ise 20.09.1999 tarihinde
alınmıştır. Sürelere bakıldığında
TCK’nun 102, 104. Maddelerinde öngörülen 7 yıl 6
aylık zaman aşımı süresi dolmamıştır.
Son zaman aşımı 14.6.2000’de dolmaktadır.
Koşulları oluştuğundan sanığın
belirtilen biçimde hükümlendirilmesi yönüne gidilmiştir."
Bu lafları Türkçe çevirirsek, mahkeme heyeti şunu
söylüyordu:
Bu adamın davası zaman aşımına
giriyor. Biz bunu engellemek için 10.10.1997 tarihinde
yeniden tutuklama kararı verdik. Böylece cezadan
kurtulmasına engel olduk. Dava zaman aşımına
giriyor, aman elinizi çabuk tutun. Yoksa adam cezadan
kurtulacak. Mahkeme adeta yurtseverliğini ispatlamak
için, yargıtaya emir veriyordu.
Adana DGM Mahkemesi, karar duruşmasında hazır
bulunan avukatım’a emrivaki yaparak, alınan
kararı duruşma salonunda anında tebliğ
etti.
Yaptığımız itiraz üzerine dosyam
yargıtaya yollandı. 10-15 yıl geçmesine
rağmen on binlerce dosyanın kapağını
açmayan, davaları 30 yılda karara bağlamayan
Yargıtayın benimle ilgili çalışkanlığına
dikkatinizi çekmek istiyorum.
13.04.2000 Adana DGM’nin karar tarihi
05.06.2000 Yargıtay’ın cezamı onama tarihi
Yani benim dosyam, muhtemelen özel kuryeyle Adana’dan
Ankara’ya ulaştırıldı. Yargıtay,
dosyamı iki ay içinde ele alınıp karara
bağlandı. Vay be! Hele şu hıza ve
çalışkanlığa bakın. Adaletini
sevsinler emi......
|