Sevme ile Tapma
Yılmaz Çamlıbel
Sevme ile tapmanın, bir birleriyle hem benzer, hem
de benzemez yönleri vardır. Bu nedenlerle bazı
insanlar zaman zaman bu iki terimi bir birine karıştırıyorlar.
Sevmede, insan hakları, hukukun üstünlüğü,
sosyal hukuk devleti, demokrasi, adalet, eşitlik,
barış, dürüstlük, sözünde durma, sorumluluk
yüklenme gibi insanların değer verdikleri bazı
normlar söz konusudur. Sevmenin üzerine oturduğu
bir akıl ve mantık vardır. Sevme, kişisel
bir beğeni ve tercihtir.
Bu nedenlerle içinde yaşadığımız
maddi koşullar değiştiğinde, sevme
anlayışımızı ya revize ederiz
veya tamamen değiştiririz. Bir zamanlar sevdiğimiz
bir kişiyi, ideolojiyi, partiyi, dini, kültürü terkeder
başkasının peşine takılırız.
Sevme kelimesinin kapsam alanı geniş, mantığı
dinamiktir. Zaman ve zemine göre değişir. Kısacası
sevgide, aklını kullanma düşünme, karşılaştırma,
yorum yapma ve tercihte bulunma vardır.
Tapmanın, üzerine oturduğu bir akıl, mantık,
bilimsel ve akademik normlar yoktur. Bu anlayışa
göre, ideoloji, parti, din ve önder kişiler, kusursuzdur,
yanılmazdır ve bakidir. Onlarla ilgili mantıksız
bir şeyde bile, bizim kavrıyamıyacağımız
bir keramet vardır. O her şeyi bilendir. Bizim
için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilendir, karar
verendir.
Taptığımız bir şeyi eleştiremeyiz,
yargılayamayız ve karşı çıkamayız.
Kısacası tapma, dogmatizmdir, kör bir inançtır.
Bu nedenlerle içinde yaşanan maddi koşullar,
ne kadar değişirse değişsin, onu revize
etmemiz veya terk etmemiz söz konusu değildir. Ortadoğu’da
ortaya çıkan diktatörler bunun tipik örnekleridir.
Tapma, insanları düşünmeden uzaklaştırır.
Beyin fonksiyonumuzu kilit altına alır. Bunun
sonucunda, gözümüzün önünde duran şeyleri göremez,
yorumlayamaz ve sentezlere varamaz bir hale geliriz. En
basit bir şeyi anlıyamaz, yorumlayamaz duruma
düşeriz. Bu durum, insanları gericileştirip
çağ dışına itmeye başlar. Eğitim
görmüş insanlar bile aptalca konuşmaya, yazmaya
başlarlar.
İşte bu nedenlerle Türk dilbilimciler, sosyolog,
pedegok, tarihçi, general, akademisyenler, 90 yıl
boyunca „Kürt diye bir halk, kürtçe diye bir dil yoktur“
dediler. Hala bazı Türk hakimleri kürtçe savunma
yapanlar için, „Bilinmeyen bir dille konuştular“
diyip duruyorlar.
Burda bir dakka durup düşünelim. Acaba aptal bir
kişi, böylesine saçma sapan laflar eder mi? Elbette
ki etmez. Böyle şeyleri ancak Atatürkçü bir fanatik
söyleyebilir.
Bir Türkün, ülkesini milletini yok olmaktan kurtardı.
Yıkılan imparatorluk enkazı üzerinde ulus
devlet kurdu sözleriyle Atatürk’ü sevmesi anlaşılır
bir durumdur. Ama onun bir kaç cümlesini anayasanın
değiştirilmesi teklif edilemez maddesi haline
getirmesi, tam bir tapınma durumudur. Peygamberlerin,
kutsal kitapların ve hatta tanrının bile
eleştirildiği günümüzde, Atatürk’ü eleştirmeyi
yasaklamak, aptalların bile yapacağı bir
şey değildir.
Peki, Türk Müslümanlarına ne dememiz gerekiyor acaba?
Muhammet bin Abdullah, 1400 sene önce Mekke’deki putları
baltayla param parça etmişti. Ama bazı Türk
Müslümanları, hala putperestlikten vaz geçmiş
değiller.
Kürtlerin putu ise tam ibretlik bir şey. Bunca rezalete
ve ihanete karşın, hala Apo’nun Kemalist projelerle
Kürt sorununu çözeceğine inananlar var.
Hele Türklerin putu, onlara bir ulus devlet kurdu, bayrak
dikti, iyi kötü bir düzen kurumlaştırdı.
Peki bizim putumuz ne yaptı?
Bunca yıldan beridir, Türk genel kurmayı ve
MİT’iyle kapalı kapılar arasında bilgi
alış verişinde bulunuyor. Halkımız
büyük bir sabırla, Serokê Netewî’nin kerametini bekliyor.
Pek kıymetli ve nadide putumuz, baklava börekten
vaz geçtik, bu güne kadar önümüze taşlı bir
bulgur pilavı bile koyamadı. Hala putumuzun
emsalsiz kerametini bekleyen Kürtleri gördüğümde,
„Allah akıl versin.“ demekten başka elimden
bir şey gelmiyor.
|