Sömürgecilik, Dil ve Asimilasyon
Yılmaz Çamlıbel
Kürt sorununun ve buna bağlı olarak anadille
eğitim sorununun tartışıldığı
bu günlerde, sömürgecilik, dil ve asimilasyon ilişkileri
üzerinde daha çok düşünmemiz, konuşmamız
ve yazmamız gerektiğine inanıyorum.
Sömürgeciler bir ülkeyi işgal ettiklerinde, o halkı
diğerlerinden farklı kılan temel kimliklerini
ve kutsal değerlerini sulandırmaya, dejenere
etmeye ve değiştirmeye yöneldiler. Özellikle
dil, din ve kültür değerlerine saldırmaya başladılar.
Bu konuda bilim, sanat ve edebiyatı bile kullanmaktan
çekinmediler.
Batılı bilim adamları, zencilerde vahşi
ve saldırgan genlerin bulunduğunu söylediler.
Sömürge halklarına yönelik aşağılayıcı
fıkralar icat ettiler. Onları geri zekalı,
kaba, soysuz, kendilerini de akıllı, yaratıcı
ve soylu olarak gösterdiler. Onları, kendi kimliklerinden
utanır, egemenlerin kimlikleriyle öğünür hale
getirdiler. Böylece sömürenlerle sömürülenler arasında,
bir efendi-köle kültürü yarattılar. Sömürgeci talanı
da, bu kültür üzerine dizayn ettiler.
Sadece yeraltı ve yerüstü değerlerini değil,
bu halkların kültürlerini de çaldılar. Allahlarını
ve dinlerini yok edip, yerine kendilerinkini koydular.
Bu konuda afrikalı bir bilge kişi şunu
söylüyor. „Beyazlar buraya gelmeden önce, Afrika bizimdi,
İncil onların. Daha sonra İncil bizim oldu
Afrika onların.“ Bu iki rafine cümle, sömürgeci
vahşeti gözler önüne sermeye yetiyor sanırım.
Belçika Kongosu ulusal kurtuluş mücadelesini yürüten
Patricia Lumumba, yazdığı anılar kitabının
bir yerinde şöyle diyor. „Ben, Belçika’da eğitim
görmüştüm. Postahanede memur olarak çalışıyordum.
Belçika pasaportu taşıyordum. Bu nedenlerle
kendimi beyaz hisediyordum. Bir gün caddenin karşı
tarafına geçerken farkında olmadan beyaz bir
kadına çarptım. Kadın yere düştü.
Onu yerden kaldırmak için elimi uzattım. Kadın
büyük bir nefretle, bana dokunma pis zenci diye bağırdı.
O an aklım başıma geldi. Hangi ayrıcalığa
sahip olursam olayım, sonuçta ben bir zenciydim.
O an kararımı verdim. Kongo’ya gidip ulusal
kurtuluş mücadelesine katıldım.“
Bilindiği gibi Hazreti İsa Filistinliydi. Bu
nedenle esmer tenli, kıvırcık saçlı,
ela gözlü bir insandı. Ama Avrupalı beyazlar,
yaptıkları resim ve heykeller aracılığıyla
onu beyaz tenli, sarışın ve mavi gözlü
Avrupalıya çevirerek kendilerine mal ettiler. Çünkü
sömürgeciler, yerli halklara öğünecekleri, gurur
duyacakları bir şey bırakmak istemiyorlardı.
Onlara ait tüm güzel şeyleri kendilerine mal ediyor,
onları dünyaya kültürsüz vahşiler olarak tanıtıyorlardı.
Matematik, cebir, geometri, astronomi, tıp, mimari,
edebiyat ve sanatın anavatanı olan Mısır,
1517 de Osmanlılar tarafından işgal edildi.
Daha sonra Fransız ve İngilizlerin egemenliği
altına girdi. Mısır, ancak 419 yıl
sonra, 1936 yılında bağımsız
bir devlet olabildi.
Sömürgeciler, bilim, sanat, edebiyat ve teknoloji konularında,
zengin bir tarihi geçmişe sahip olan Mısırlıları
bile, kendi kimliklerinden utanır hale getirdiler.
Örneğin en büyük Arap devleti olan Mısır’ın
kralı olan Faruk, arapça bilmiyordu. Mısır
sarayında arapça değil fransızca konuşuluyordu.
Cezayir 1517 yılında Osmanlı, 1830 da
ise Fransız egemenliğine geçti. O da 1962 de,
yani 445 yıl sonra bağımsız bir devlet
haline gelebildi.
Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesinin önderi olan
Ahmed Bin Bella da arapça bilmiyordu. Düzenlediği
bir basın toplantısında, kendisini sıkıştırmak
ve utandırmak için „Ekselansları siz Arap
halkının kurtuluşu için çalıştığınızı
söylüyorsunuz, ama arapça bilmiyorsunuz.“ diyen Fransız
gazeteciye şöyle cevap vermişti. „Doğru
söylüyorsunuz, ben bir Adap’ım, ama arapça bilmiyorum.
Bize medeniyet getirdiklerini söyleyen Fransız sömürgeciler,
bizleri anadilimizi konuşamaz hale getirdiler. Sadece
bu durum bile, Fransız sömürgeciliğine karşı
baş kaldırmak ve onları ülkemizden kovmak
için yeterli bir nedendir.“
Ben, Patricia Lumumba’ın anı kitabını,
Ahmed Bin Bella’nın ukala Fransız gazetecisine
verdiği tarihi cevabı 50 yıl önce okumuştum.
Aradan bunca yıl geçmesine karşın, hala
bu iki saygın insanın etkisi altındayım.
Çünkü bu Afrika’lı zenciyle Cezayir’li Arabın,
yalnız kendi halkları için değil, tüm sömürge
halkları için de düşündüklerine, konuştuklarına
ve savaştıklarına inanıyorum.
Bilindiği gibi Türkiye’de Kürt oldukları halde
Kürtçe konuşamayan milyonlarca insan var. Kürtçe
konuştukları halde, kürtçe okuyup yazamayan
yüz binlerce insan var. Kürt oldukları halde, kendisin
Türk sayan, Türk kimliğiyle gururlanan Kürtler azımsanmayacak
düzeyde.
Ama Lumumba gibi Bin Bella gibi, sömürgeciliğe,
asimilasyona ve soyguna karşı çıkan Kürtler
de var. Onlar da tıpkı bu iki saygın kavga
adamı gibi, sadece Kürtler için değil, dünyanın
tüm mazlum halklar ve toplumsal guruplar için konuşuyor,
yazıyor ve savaşıyorlar.
Bu tablo karşısında hala utanmadan bize
„Neyiniz eksik, bizden ne istiyorsunuz?“ diye soran
milyonlarca Türk de var. Hani, zaman zaman insan düşünmeden
edemiyor. İçinde yaşadığımız
bu vahşi tablo, bir rüya mi yoksa gerçek mi? Bizimle
ilgili bu tür saçma sapan laflar eden Türkler, acaba geri
zekalı mı yoksa analarının gözü insanlar
mı? Yoksa ikisinin karışımı olan
garip bir insan türü mü? Siz ne dersiniz?
|