PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Haftanın Yorumu

11 Eylüle’e üzülenler, sevinenler...

Kemal BURKAY

New York ve Washington’a yönelik 11 Eylül saldırısı bazılarını üzdü bazılarını da sevindirdi.

Üzülenler elbet, en başta bu olaydan şoke olan, yakınlarını yitiren ve zarar gören Amerikan halkıydı. Ama dünyanın her yerindeki demokrat ve barışsever insanlar da, hangi amaçla yapılmış olursa olsun, bu eylemin barışa, demokrasiye, gelişmeye hizmet etmediğini, dünyamızda gerginliği arttırdığını, silahlanma ve savaş yanlısı güçlere yaradığını gördüler. Amerikan sistemini birçok yönden eleştiren insanlar da böylesi kör ve acımasız terör yöntemleriyle bir yere varılamıyacağını, hele hele insanlığın yararına olan amaç ve ideallere hizmet edilemiyeceğini biliyorlar.

Sevinenlere gelince, elbet bunların başında ABD’nin düşmanları vardı diyebilirsiniz. Ama onlar aynı zamanda, gelecek tepkileri düşünüp korktular da. Oysa, sevinenler arasında ABD’nin kimi “dostları” da vardı ki bunların korku duymaları için bir neden yoktu; sadece sevindiler..

Bunlardan biri İsral’in başındaki Şaron yönetimi idi. Şaron, bu olaydan sonra ABD’nin Ortadoğu’daki “ortak düşmanlara” daha amansızca saldıracağını, Filistinliler karşısında ise İsrail’in elini tümüyle serbest bırakacağını düşündü. Bunda haklıydı da. Nitekim Amerika Afganistan’a karşı operasyona hazırlanır, Irak ve benzeri bazı rejimlere meydan okurken, Şaron ondan da önce davranarak, olayın hemen ertesi günü harekete geçti, Filistin topraklarına daldı, bombaladı, işi tam bir güç gösterisine dönüştürdü; ABD ise bunu seyretmekte..

Ama sonuç?. İsrail bundan kazançlı mı çıktı. Besbelli hayır. Şiddet tırmandı ve durum tam bir kaosa dönüştü. Şimdi Şaron’un kendisi de içine düştüğü bataktan nasıl çıkacağını bilemiyor. Her iki yanda da oluk gibi kan akıyor. Gelinen durum iki halk açısından da tam bir çılgınlık ve bunun sorumlusu, güç sarhoşu ve bu yönetemle tüm sorunları çözeceğini sanan Şaron´dan başkası değil.

Belli ki sorunlar böyle çözülmez. Güçlü olmak herşeye yetmiyor. Gücün yanında sağduyu da gerekiyor. Kibir ve öfke ise insanların ve toplumların başına büyük belalar açabiliyor.

Barış sürecinin uzamasından bıkan ve Şaron’un radikal söylemlerinden, provokatif eylemlerinden etkilenen İsrail halkı da, ona destek vermekle yaptığı yanlışın bedelini ödüyor şimdi. İzlenen sertlik politikasının bir çözüm getirmediğini, tersine durumu daha da ağırlaştırdığını farkediyor ve yüzünü Şaron’dan çeviriyor. İsrail’de barış hareketi yeniden güçlenmekte.

İsrail ve Filistin bu durumdan nasıl çıkacaklar? Besbelli şiddeti, kini, öfkeyi daha fazla tırmandırarak değil, sağduyu ile. Diyalog ve uzlaşma yoluyla. Son olarak Suudi Arabistan´dan gelen öneri bizce gerçekçidir. İsrail 1967´de işgal ettiği topraklardan çekilmeli, buna karşılık tüm Arap devletleri ve Filistinliler İsrail’in varlığını tanımalı. Böyle bir çözüm barışı getirebilir.

İsrail halkının da Filistinlilerin de yararına olan budur.

11 Eylül olaylarına en çok sevinenlerden biri de, bildiniz elbet, Türk yönetimi idi. Adamlar nerdeyse zil takıp oynadılar. “Artık Amarika ve Avrupa bize hak verir!” dediler. Artık kimse Kürtleri ezdikleri, insan haklarını çiğnedikleri, işkence ettikleri, aydınları içeri tıktıkları ya da düpedüz, sorgusuz yargısız infaz ettikleri, ülkeyi bir uyuşturucu trafiği ve kara para cennetine dönüştürdükleri için kendilerinden hesap sormaz diye düşündüler. Türkiye’nin stratejik konumu tekrar önem kazanır, siyasal destek ve paralar akar diye hesap ettiler.

Bu hesapları ve umutları bir yönüyle doğru çıkmadı değil. Terör korkusuna kapılan Amerika gerçekten sertleşti ve yabancılara karşı insan haklarını çiğnemenin yeni ve bol örneklerini verdi. Türkiye’yi Ortadoğu’da kullanma ihtiyacı ortaya çıktığı için de, soğuk savaş dönemindekine benzer biçimde Türkleri okşayıcı bir dil kullanmanın yanısıra, Türkiye’ye yeni krediler akıtıldı ve bu yatalak ekonomiye biraz nefes aldırıldı.

Ne var ki herşey Türkiye’yi yöneten bayların umduğu gibi de yürümedi. Avrupalılar, terör paniğine kapılıp insan haklarını askıya almadılar. Amerika’da bile demokratik gelenekler bazı yaralar alsa bile, toplum tümden sağduyusunu yitirmedi. Kimse Türkiye’ye benzemedi.

Avrupa’nın kendi değerlerini ve insan haklarını koruma hassasiyeti devam ediyor. Daha birkaç gün önce, Avrupa Parlamentosu’ndan Ermeni soykırımını kınayan, Türkiye’nin bunu tanımasını isteyen, ayrıca HADEP’in kapatılma çabalarına karşı çıkan ve anadil eğitimi istemine gösterilen saldırgan tutumu eleştiren bir karar alındı. Avrupa, Kopenhag Kriterleri’nin eksiksiz uygulanmasında ısrar ediyor.

Rejimin Kürtlere yönelik politikası ile İslami harekete karşı, bireysel hak ve özgürlükleri çiğneme derecesine varan aşırı sert tutumu Amerika’da da onay bulmuyor. Aksine, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın birkaç gün önce yayınlanan 2001 yılı Dünya İnsan Hakları Raporu, Türkiye’ye yönelik sert eleştirilerle dolu, bu nedenle de Türk yönetimi üzerinde düş kırıklığı yarattı.

Rapor, insan haklarının ihlali bakımından Türkiye’nin adını İran, Irak, Suriye gibi ülkelerle birlikte sayıyor. Raporda, Kürtler “Türkiye’nin en büyük etnik ve dil azınlığı” olarak niteleniyor ve PKK’nın iki yıldır silahlı eylemlerine son vermiş olmasına rağmen, Kürtlere yönelik baskıların sürdüğü; anadilde okul, TV ve radyo yayını haklarının bile tanınmadığı belirtiliyor. Yine işkencenin, faili meçhul cinayetlerin devam ettiği söyleniyor.

ABD ile Türkiye’nin Irak’a ilişkin politikaları da birbirine nerdeyse 180 derece zıt. Irak’ın bölünüp bölgede bir Kürt devleti oluşacağına dair Türk politik çevrelerinde yaşanan paranoya derecesindeki korku, Amerikan basınında bile alay konusu oluyor.

Türk yönetiminin tüm çabasına, öfkesine rağmen ne Avrupa, ne de Amerika PKK’yı terör listesine almadı. Kürt haklarını tanımamakta ısrar eden, yurttaşlarına düşünce özgürlüğünü bile tanımayan, pervasız bir baskı politikası izleyen, böylece hem Kürtleri hem genel olarak muhalefeti terörize eden böyle bir rejimi elbette kimse ciddiye almaz, kimse onun kötülüklerine araç olmak istemez.

Bol keseden terör edebiyatı yapmak, “Türkiye teröre karşı savaştan çok çekti” demek, kimseyi kandırmaya yetmiyor. İnsanlar kör değil; asıl terörü Türk devletinin yaptığını görüyor, biliyorlar.

Şimdi de hergün bunun onlarca örneği yaşanıyor. Rejim, anadilde eğitim isteyen gençleri okullardan atıyor, tutukluyor, onlara destek veren velilerin kafasını gözünü yarıyor. Bir Kürtçe şarkı yüzünden bir televizyon kanalını bir yıl kapatıyor! Binlerce Kürdün isimlerini, Kürtçe diye zorla değiştirmeye kalkıyor... Habire gazete kitap topluyor, siyasi parti kapatıyor.

Son olarak, bizzat Kültür Bakanlığı’nın parasal desteği ile hazırlanmış, sanat çevrelerinde büyük beğeni toplayan ve bir dizi ödül alan “Büyük Adam-Küçük Aşk” filmi, bölücülükle suçlanıp yasaklandı. Nedeni ise küçük bir Kürt kızının duygularının yansıtılmış olması..

Türkiye’yi yönetenler, bu rejimin sorumlu ve taraftarları, yüzyüze oldukları ağır sorunları çağdaş bir anlayışla çözüp uygar dünya ile bütünleşeceklerine, dünyanın geriye gidip kendilerine benzemesini hayal ve umut ediyorlar. Ne akıl ne akıl!

Ama dünya geriye gitmez. 11 Eylül ve benzeri olaylar da demokrasi ve insan hakları alanında geçici bazı zikzaklara yol açsalar bile, ırkçı-sömürgeci rejimin bu türden hayal ve kuruntularının gerçekleşmesine yetmezler. Bu çalkantılar geçtiği zaman ise dünya daha ileri mevzilerde yeniden konumlanır. Bu çalkantılar, aynı zamanda çağın dışına düşmüş, yozlaşıp çürümüş, değişime direnen kimi rejimleri de birlikte sürükleyip götürebilir..

Dünyada çatışmalardan, şiddetin tırmanmasından, insan haklarının budanmasına yönelik rüzgarlardan medet ummak ve bu ortamdan yararlanıp insan haklarını daha da budamak, Kürtlerin ve öteki muhaliflerin üzerine daha çok çullanmak, polis devletini güçlendirmek ne kadar ilkel bir tutum. Türk yöneticiler bununla nereye varacaklarını sanıyorlar?

Herhalde Şaron´un vardığı yerden daha iyi bir yere değil. Bu tutumla sorunlar çözülmez, ağırlaşır. Hayat bunu bu baylara onlarca kez gösterdi; yine de ders almamakta ısrar ediyorlar.

Ama yanlışta ısrarın da bir süresi ve bedeli vardır; günü gelip de önlerine ağır bir fatura çıkınca şaşırmasınlar bari...

 
PSK Bulten © 2002