Bu yoz rejim
çöpe atılmadan
Ülkeye barış
ve demokrasi gelmez
Dünyamız
yeni binyılın ilk 1 Eylülü’nü, ilk barış
gününü yaşıyor; ama dünyamızda barış
yok. Dünyanın dörtbir köşesinde çatışmalar,
etnik boğazlaşmalar var. Devletler büyük ordular
beslemeyi sürdürüyorlar. Silah fabrikaları daha modern,
daha öldürücü silahlar yapmaya devam ediyor. Silahlanma yarışı
hızından birşey yitirmedi.
Bu,
aklıyla övünen insan ve uygar geçinen çağımızın
toplumları için utanılacak bir durumdur. İnsanlık
ne yazık ki bugün de ilkel geçmişini sürdürüyor.
O barışçı, silahsız, ordusuz bir dünyayı
gerçekleştirmekten henüz çok uzak.
Şu
3. Binyılın başında da dünyamızı
hala doyum bilmez hırsların; kişisel, grupsal,
dar milliyetçi ve emperyalist çıkarların yönlendirdiği
kötü politikalar yönetiyor.
3.
Binyılın bu ilk 1 Eylülü’nde Türkiye ise barış
politikalarından yoksun, kavgalı, gerilimli ülkelerin
başında geliyor. Türkiye nerdeyse tüm komşularıyla
kavgalı. Türkiye iç barıştan yoksun. Halk yoksulluk
içinde yaşarken, işsizlik dev boyutlarda iken; eğitim,
sağlık ve konut sorunları ülkemizin insanını
bunaltırken, rejim habire silahlanıyor, ülkenin
kaynaklarını orduya-polise yatırıyor.
Bunun
sorumlusu dünden bugüne ülkeyi yöneten hükümetlerdir, iktidarı-muhalefetiyle
ülkenin kaderini belirleyen politikacılardır, askeri
ve siviliyle devlet çarkını yürüten bürokrasidir.
Bu
devlet halkıyla kavgalıdır. Acımasızca
sömürüp ezdiği, temel haklardan yoksun bıraktığı
işçisi ve köylüsüyle, çalışan insanıyla
kavgalıdır. Güven vermediği, özgürlük tanımadığı
genci ve aydınıyla kavgalıdır. Zincire
vurduğu, tüm temel haklarından yoksun bıraktığı
ve yüz yıldır savaştığı Kürt
halkıyla; ülkenin farklı dil, kültür ve inançtaki
öteki etnik gruplarıyla kavgalıdır.
Bu
devlet ve ona biçim veren yönetici sınıf, düzenbaz
düzen politikacıları, asker-sivil bürokrasi, tüm
bu nedenlerle en başta kendi halkına güven duymuyor.
Hem komşularına hem ülkenin emekçi ve ilerici güçlerine,
Kürt halkına karşı durmadan artan bir ordu
ve polis gücüne, silaha ve daha çok silaha gerek duyuyor.
İçerde ve dışarda durmadan savaşıyor.
Ülkenin kaynaklarını bu uğursuz işte telef
ediyor.
Ecevit’in
başında olduğu 57. Hükümet, bu bakımdan
kendisinden öncekilerden daha iyi bir durumda değil.
Aksine, bu hükümet yıllardır Kürtlerle savaş
içinde büyüyen dizginsiz bir şovenizmin ve ırkçılığın
hükümetidir. Bay Bahçeli’nin partisi bilinen, ırkçı-faşist
kurt partisidir. Bay Ecevit ise çoktandır ki iflah olmaz
bir tutucu, dörtbaşı mamur bir nasyonal sosyalisttir.
Böyle
bir hükümetin ülkeye barış ve demokrasi getirmesini,
Avrupa Birliği’nin normlarına uyum sağlamasını
ancak hayali geniş olanlar, bundan da öte, budalalar
ümit edebilir.
Rejim,
en başta, IMF güdümündeki politikalarla çalışanları
günden güne daha da açlığa iterek, grevleri yasaklıyarak,
hak isteme yollarını kapayarak ülkenin iç barışını
dinamitliyor. Memuru-işçiyi açlığa talim ettirirken,
onlar için para yok derken, silaha, tanka-topa, savaş
uçaklarına onmilyarlarca dolar yatırıyor.
Hükümet,
6 milyon memurun ve işçinin zorunlu tasarruf fonunda
birikmiş parasını bile ödemezken, Murat Demirel
gibilerin içini boşaltıp batırdığı
8 banka için 5,5 katrilyon ödüyor. Diğer bir deyişle
emekçiden, fakir-fukaradan alıp soyguncu ve dolandırıcılara
veriyor…
Bir
süredir iç ve dış kamuoyunu oyalayan, farklı
bir imaj vermeye çalışan hükümet, son dönemde, memur
kararnamesi, F tipi cezaevleri, ertelenen işçi grevleri,
Kürt isimlerinin yasaklanması, Kürtçe yayınlar ve
müzik eserleri üzerinde artan baskılar, Güney Kürdistan’da
sivil halka yönelik kıyımlarla kurt dişlerini
daha açık biçimde göstermeye başladı.
Hükümet,
iç ve dış kamuoyunun beklentisi olan bir genel af
çıkarıp ülkenin sosyal ve politik ortamını
yumuşatma yerine, F tipi cezaevlerini gündeme sokarak
gerilimi daha da yükseltti. Bundan amaç politik tutukluları
sonu gelmez bir hücre cezasına mahkum etmek, soyutlamak,
fizik ve moral olarak yok etmektir.
Hükümet,
ülkenin cumhurbaşkanının bile yasalara aykırı
ve keyfi bulduğu kanun hükmündeki kararnameyi dayatarak
kendi eliyle yeni bir kriz yarattı. Bununla amaçlanan,
faşist rejimle uyum göstermeyen veya hak ve demokrasi
isteyen memurların tez elden yargısız kıyımını
sağlamaktır.
Rejim,
bir yandan Kürtçe yayınlar serbest diye iç ve dış
kamuoyuna utanmazca yalan söylerken, diğer yandan, uyacağına
söz verdiği Kopenhag Kriterleri’ne rağmen Kürtçe
radyo ve televizyon yayınına izin vermiyor. Bazı
dergi ve gazete yayınları üzerindeki baskıları
ise kat kat arttırdı. Bu yayınların büyük
bölümü tümden yasaklandı, bazıları belli sürelerle
kapatıldı. Müzik kasetleri habire yasaklanıp
toplanıyor. Kürtçe olan veya Kürtleri hatırlatan
isimler bir kez daha yasaklandı.
Rejim
bununla da kalmayıp Kürdistan’ın öteki parçalarına
yönelik saldırılarına yeniden başladı.
15 Ağustos günü sınırı geçen Türk uçakları
Güney Kürdistan’da yaylaya çıkmış köylülere
saldırdı, tam bir kıyım yaptı. Çoğu
çocuk ve kadın olan 50 dolayında Kürt köylüsü öldürüldü,
onlarcası yaralandı. Bu saldırılar sırasında
savaşta bile kullanılması yasak napalm ve benzeri
bombalar kullanıldı, Kürt köylüleri deneme tahtası
yapıldı.
Türk
hükümeti bu türden eylemler için daha önce Kürt gerillalarının
eylemlerini gerekçe gösteriyordu. Oysa şimdi PKK lideri
yakalanmış, örgüt ise onun çağrısına
uyarak silahlı eyleme tümden son vermiş ve politikasını
temelden değiştirerek Türk devletinin dümen suyuna
girmiştir. Böyle bir durumda bu saldırıların
hiçbir gerekçesi yoktur ve yapılan tümüyle pervasızca
bir Kürt düşmanlığı, iç ve dış
kamuoyunu hiçe sayma ve barbarlıktır.
Türk
rejimi böylesine pervasızca bir saldırganlık
için Batılı dostlarından cesaret alıyor.
Türkiye’ye politik ve askeri destek veren NATO ülkeleri ve
ötekiler, artık bu eylemleri kınama gereği
bile duymuyorlar.
Kürdistan
Sosyalist Partisi olarak Türk rejiminin süregelen barış
ve demokrasi düşmanı tutumunu, saldırganlığını
ve onun eylemleri karşısında sessiz kalanları,
ya da destek verenleri şiddetle protesto ediyoruz.
En
başta Türkiye’nin emekçi halkını, gençleri
ve aydınları bu yoz ve halk düşmanı rejime
karşı tavır almaya çağırıyoruz.
Bugünkü
durumdan, dünden bugüne izlenen sömürü ve baskı politikalarına
ses çıkarmayan, destek veren, Kürtlere karşı
savaşı alkışlayan, övgü ve alkışlarıyla
militarizmi, polis devletini güçlendiren herkes sorumludur.
Ve onların birçoğu şimdi ektiklerini biçiyor.
İş,
ekmek, özgürlük isteyen; işkencenin, haksızlığın,
zulmün son bulmasını isteyen; barış ve
demokrasi isteyen herkes bu yoz ve zorba rejime karşı
elele vermeli. Düzen politikacılarının oynadığı
tahtıravalli oyununa ancak böylece son verilebilir. Değişim
ve ilerleme buna bağlıdır.
Ülkenin
ve halkın kurtuluşu rejim değişikliğindedir.
Yeni, barışçı, özgürlükçü, emekten ve halktan
yana politikalar, bunları temsil eden örgütler ve liderler
gereklidir.
Bu
yoz ve kokuşmuş rejim, iflah olmaz temsilcileriyle
birlikte tarihin çöplüğüne atılmalıdır.
Ülkeye
barış ve demokrasinin gelmesi buna bağlıdır.
1
Eylül dünya barış gününde, barış ve demokrasi
istemlerini haykırmak için hep birlikte alanlara!
Silah
değil, ekmek ve iş!
Kaynaklar
eğitime, sağlığa, sağlam konutlara!
Yeni
hapishaneler değil, özgürlük!
Baskı
ve zulüm değil, Kürt halkına ve diğer etnik
gruplara özgürlük!
Militarizm
değil, barış ve demokrasi!
Çürümüş
rejim çöpe!
Kürdistan
Sosyalist Partisi (PSK)
1
Eylül 2000
|