30. YILINDA PSK
İLKELİ, KARARLI, DİRENGEN
VE ONURLU BİR MÜCADELE
GİRİŞ
Milenyuma girmemizle birlikte dünya insanlık ailesi,
ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecine girmiş
bulunuyor. Teknolojik gelişmeler, şirketler arasındaki
evlilikler, sermaye ve emeğin mobilize olması sonucunda
küreselleşen dünyamız, adeta küçük bir köye dönüşmüş
bulunuyor. Bu küçülme sonucunda, Dünyanın her hangi bir
yerinde meydana gelen bir olay, tüm insanlar tarafından
anında öğreniliyor ve tepki görüyor.
Son yıllarda dünyayı derinden etkileyen önemli
diğer bir konu da, sosyalist sistemin dağılması
ve dünyanın tek kutuplu hale gelmesidir. Bu değişim
sonucunda rakipsiz kalan dünya kapitalist sistemi, "Yeni
Dünya Düzeni" adını verdiği projesini
yürürlüğe koymuş bulunuyor. Bu ise dünyamızda
yeni çalkantılara, değişim ve dönüşümlere
yol açıyor. Özellikle çağın gerisinde kalmış
Ortadoğu bölgesi ve benzer durumdaki başka ülkeler,
bu dalgadan etkileniyor.
Bazı kapitalist devletlerin desteğini alan Amerika’nın
Afganistan ile Irak’a girmesi, bu projenin önemli bir parçasıdır.
Bu iki önemli olay sonucunda, Ortadoğu ile Kafkasya’daki
taşlar, yerinden oynamış bulunuyor. Ülkemiz
Kürdistan’ın da içinde yer aldığı Ortadoğu’da,
duvardan düşen taşlar ile yerine konulanlar, biz
Kürtleri çok yakından ilgilendiriyor.
Uzun yıllardan beri, dünya sömürgecilik sistemi ile
bölge devletleri tarafından, Kürt ulusal mücadelesinin
önüne dikilen engeller, iç ve dış koşulların
değişmesi sonucunda, teker teker aşılıyor.
Kürt sorunun çözülmesi için, gerekli şartlar yavaş
yavaş olgunlaşıyor. Kürt halkının
kaderini belirlemesini kendine dert edinen kişi, kurum
ve partilerin, önlerine çıkan bu tarihi fırsatı
kaçırmaması gerekiyor.
Kürtlerin önünü açan bu olumlu konjonktür karşısında,
Kürt ulusal mücadelesinin, daha örgütlü olması gerekirken,
ne yazık ki, özellikle Kuzey Kürdistan bakımından
ciddi bir gerileme süreci yaşanıyor. Tüm yurtsever
kişi, kurum ve partilerin, bu konu üstünde durması
ve gerekli önlemleri alması gerekiyor.
Yaşadığımız bu tarihi süreçte PSK,
otuzuncu kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlanıyor.
Ekonomik, sosyal ve siyasal istikrarsızlığın
yaşandığı bir coğrafyada kurulan
bir parti için otuz yıl, oldukça uzun bir süredir. 1970’lerde,
Kuzey Kürdistan’da, Kürt halkı adına politika yapan,
15 civarında siyasi örgüt vardı. Çeşitli nedenlerden
dolayı bu örgütlerden bazıları tarih sahnesinden
silindi. Bazıları ise toplum içindeki itibar ve
etkinliklerini yitirdiler. Yalnız PSK, varlığını
büyük bir özveri ve kararlılıkla sürdürmeye devam
ediyor. Bu bir tesadüf değildir. Bunun ciddi maddi ve
manevi nedenleri var.
Bu broşür, hem içinde bulunduğumuz süreci irdelemek,
hem de PSK’ yi böylesine direngen kılan nedenler üzerinde
durmak, partiyi tanıtmak ve Kürt sorununun çözümü üzerine
yapılan tartışmalara katkı sunmak amacıyla
hazırlanmıştır.
PSK’yi Kuran Kadroları Kısaca
Tanıyalım
Kemalistler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında,
ortak bir devlet kurma sözü vererek, Kürtlerin desteğini
almışlardı. Türk delegeleri de Lozan’da sürekli
olarak, bu konunun altını çizdiler. Sonuç olarak,
iki halkın ortak mücadelesi sonucunda, yeni bir devlet
kuruldu. Ama Kemalistler, Kürt halkına verdikleri sözleri
tutma bir yana, Kürt ulusal varlığını
yok saydılar ve onu yok etmeye kalktılar.
Bu ihaneti kabul etmeyen Kürt halkı, 1921 ile 1938
yılları arasında 28 kez, kendisini yok etmeye
kalkan Kemalist rejime karşı, silahlı mücadeleye
girişti. Bu başkaldırıların hepsi,
kanla bastırıldı, isyan bölgesinde Kürt halkı
kitesel biçimde, binler, onbinler halinde kırımdan
geçirildi. Köyler, şehirler, ormanlar ve tarlalar yakılıp
yıkıldı. Binlerce aile batıya sürgüne
yollandı. Bir çok Kürt önderi, idam edildi. Son olarak
15 yıl süren silahlı mücadele sonucunda halkımızın
uğradığı zarar, çektiği acılar
ve gördüğü mezalim, insanlarımızı derinden
etkilemeye devam ediyor.
Dersim direnişinin ezildiği 1938 yılından
sonra Kuzey Kürdistan, büyük bir sessizliğe gömülmüştü.
Aileler, bu ihanet ve vahşeti çocuklarına anlatmaktan
çekindiler. Anadillerini bile çarşıda pazarda özgürce
konuşmaktan ürktüler. Tek partili Kemalist rejim, kurduğu
asimilasyon çarkıyla, Kürt kimliğini kemirmeye başladı.
Kürt dili ve kültürü yasaklandı. Okuma olanağı
bulan Kürt çocuklarını ise, devşirme ve düzenin
koruyucusu konumuna getirmek için büyük çaba harcandı.
1950 seçiminin Demokrat Parti tarafından kazanılması,
Kemalist rejimin sözcüsü olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin
iktidarına son verdi. Bu, Kürtler için çok önemli bir
değişimdi. Zira ülkeye göreceli bir demokratik yönetim
gelmişti. Kürt halkının boynuna geçirilen zincir
biraz da olsa gevşemişti. Kemalist rejimin Kürt
halkı üzerinde gerdiği korku perdesi delinmeye başlamıştı.
O dönemdeki üniversite öğrencileri içinde, ulusal bir
uyanış hareketi uç verdi. Sistemli bir baskı
çarkıyla unutturulmaya çalışılan Kürt
ulusal istemleri, yurtsever Kürt aydınlarının
yüreğinde ve beyninde yavaş yavaş filizlenmeye
başladı. 49’lar diye anılan hareket, bu uyanışın
en önemli kadrolarını içinde barındıran
çıkıştı. Bu mücadelenin içinde yer alan
kişilerden bazıları, daha sonra kurulan Türkiye
Kürdistanı Sosyalist Partisi (TKSP) nin kurucuları
arasında yer aldılar.
1961 Anayasası’nın kabulü, Türkiye’de yeni bir
toplumsal uyanışın başlamasına neden
oldu. Türkiye sosyalist felsefeyle tanıştı.
Ülkede büyük bir sosyal, ekonomik, toplumsal ve siyasal uyanış
başladı. Sosyalist parti, sendika, dernek, sivil
toplum, basın ve yayın kurumları oluştu.
Bu uyanıştan en çok etkilenen kesimlerden birisi
de Kürtlerdi. Sosyalist felsefe, Kürt sorununu çözmek isteyen
kişilerin kafasındaki karışıklıkları
gideren önemli bir faktör oldu. Kemalist rejim tarafından
dondurulan insan beyni, fonksiyonel hale geldi. Büyük bir
zihinsel üretim ortaya çıktı. Kürt sorunu başta
olmak üzere, çözüm bekleyen tüm toplumsal sorunlar üzerinde
yoğun bir bilgilenme, düşünme ve tartışma
ortamı oluştu.
Bu tartışmalar, Kürt aydınlarını
bir yol ayrımına getirdi. Kimi Kürt aydını,
eski demokrat, liberal milliyetçi çizgide yürümeye devam ederken,
kimileri sosyalist çizgiyi tercih ettiler. TKSP’yi kuran kadrolar,
sosyalist mücadeleyi seçenler arasında yer aldılar
ve Türk sosyalistleriyle kurdukları ortak parti ve kurumlar
içinde çalışmaya başladılar.
1960’lı yıllarda Kürt hareketindeki önemli bir
gelişme de Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın
kuruluşu oldu. DDKO’lar Ankara, İstanbul, İzmir
gibi metropol kentlerin yanı sıra Diyarbakır,
Silvan, Batman gibi Kürdistan kent ve kasabalarında da
örgütlendiler. Metropollerde daha çok üniversite öğrencilerinden
oluşurken, Kürdistan’da üniversite öğrencilerinin
yanı sıra diğer öğrenci ve emekçi gençler
de DDKO’larda yer aldılar. Bu derneklerde sol eğilimli
olan ve olmayan yurtsever Kürt gençleri birlikte örgütlenmişlerdi.
12 Mart rejimi bu dernekleri kapadı ve Diyarbakır
Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargıladı, yönetici
ve üyelerini ağır cezalara çarptırdı.
İlginç olan, Türkiye İşçi Partisi içindeki
Kürt kadroların, bir yandan Ankara’da açılan TİP
davasında yargılanırken ayrıca bu davada
da yargılanmaları oldu.
Türkiye Kürdistanı Sosyalist partisi’nin kaynaklarından
biri de bu derneklerde yetişen sosyalist gençler oldu.
Onlardan bazıları doğrudan TKSP’nin kurucuları
arasında yer aldı, bir bölümü de partiye üye oldu,
örgütlenmesinde rol aldı, çalışmalarına
katıldı.
Türkiye’deki bu sınıfsal, ulusal ve toplumsal
uyanış, Türk egemen çevrelerini telaşa düşürdü.
Legal demokratik zeminlerde kalarak, bu toplumsal uyanışı
önlemekte zorluk çekmeye başladılar. Onlar da diğer
ülkelerde olduğu gibi bu uyanışı provoke
etmek için, malum evrensel projeyi yürürlüğe koydular.
Legal zeminde başa çıkamadıkları muhalefeti,
illegalite ve şiddete yönelttiler. Daha sonra memleket
elden gidiyor yaygarası yaparak, bu alandaki üstün güçlerine
dayanıp muhalefeti acımasızca ezdiler.
Devlet, Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) mensup faşist
kadroları, askeri kamplarda eğitti. Sosyalist gençler
ise, aralarına sızdırılan ajan provokatörler
eliyle, çeşitli biçimlerde kışkırtıldılar,
zamansız ve sonuç vermeyecek silahlı eylemlere,
şiddet yöntemlerine özendirildiler. Sözkonusu gençlik
kesimleri, uzun erimli, barışçı sosyalist mücadele
yerine, kısa yoldan devrim yapma hevesiyle, koşulların
bir halk ayaklanmasına uygun olup olmadığına
bakmaksızın bu kışkırtmalardan etkilendi.
Türk ordusuna ait kamplarda eğitilen faşist ülkücüler,
sosyalist öğrencilerin üzerine saldırtıldı,
kan dökülmeye başladı. Öğrenciler okula, işçiler
fabrikaya, ev kadınları pazara çıkamaz hale
geldi. Geniş halk yığınları bu duruma
son verecek bir kurtarıcı aramaya başladı.
At iziyle, it izinin bir birine karıştığı
bu dönemde, bu sefer de sosyalist insanlar, bir yol ayrımına
girdiler. Kimileri silahlı halk ayaklanmasını,
kimileri de legal, barışçı, demokratik sosyalist
mücadele yolunu seçtiler. Kürt sosyalistleri genellikle ikinci
yolu seçtiler.
Tüm uğraşılara karşın ne yazık
ki, bazı sosyalistlerin devletin kurduğu bu tuzağa
düşmeleri, engellenemedi. 1971 Askeri Cuntası, yönetime
el koydu. 1961 Anayasası değiştirildi. Sosyalist
kadrolar tırpanlandı. Egemenler rahat bir nefes
aldılar.
TKSP’yi kuran kadroların içinde yer aldığı
Türkiye İşçi Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından,
4. Kongresi’nde Kürt sorununa ilişkin olarak aldığı
karar nedeniyle kapatıldı.
Darbeden üç yıl kadar sonra ortamın bir parça
yumuşaması ve legal siyasi çalışmaların
yeniden mümkün hale gelmesi üzerine, sosyalist saflarda da
örgütlenme çalışmaları hız kazandı.
Sahneye yeni legal sol partiler çıkmaya başladı.
Türkiye İşçi Partisi de 1975 yılında yeniden
kuruldu. Ancak özellikle TİP, Kürtler hakkındaki
görüşleri nedeniyle kapatılmış olmanın
etkisiyle Kürt sorununda çok ürkek bir politika benimsemiş
ve adeta bu konuyu programından dışlamıştı.
Öte yandan Türk solu genel olarak Kürt sorununu hep tali nitelikte
ve sosyalist iktidarda altında çözülecek bir sorun olarak
görmüş, o zamana kadar da Kürt sorunuyla ilgili bir program
oluşturma ve Kürtleri bu çerçevede örgütleme gibi bir
politikaya sahip olmamıştı. Bu nedenle Kürt
sosyalistleri arasında yeni dönemde ayrı örgütlenme
yönünde güçlü bir eğilim doğmuştu.
Bu nedenle Kürt sosyalistleri, Kürt sorununu eksen alarak
kendi özgün programlarını oluşturup 1974 yılı
Aralık ayının son gününde, Türkiye Kürdistanı
Sosyalist Partisi’ni (TKSP) kurdular. Böylece, Türkiye’de
ilk Sosyalist Kürt Partisi, kurulmuş oldu. (Partinin
adı 1992 yılında yapılan 3. Kongrede "Kürdistan
Sosyalist Partisi (PSK)" olarak değiştirildi).
Görüleceği gibi, TKSP’ni kuran kadrolar, 20 yıl
süren politik çalışmalar içinde yetkinleşmiş
insanlardı. Onların, bu 20 yıl içinde meydana
gelen sosyo-ekonomik değişmeleri yakından izlediklerini,
bunlara uygun tavırlar aldıklarını ve
projeler ürettiklerini görüyoruz. Partimiz, işte hem
sözkonu yeni koşulların, hem de bir önceki dönemde
yetişmiş bu sağlıklı insan malzemesinin
bilgi, beceri, donanım ve emeğinin bir ürünüdür.
Sosyalizm ve Enternasyonalizm
PSK, adından da anlaşılacağı gibi,
sosyalist bir partidir. Ülkemiz Kürdistan’da ve dünyada, sınıfsız,
sömürüsüz bir düzenin kurulması, temel amaçlarımızdan
birisidir. Biz bu konuda hayalci değiliz. Bunun uzun
erimli, etap etap kazanılacak bir mücadele olduğunun
bilincindeyiz.
Biz sosyalizmi savunuyoruz; çünkü bu bizim için hem yaşadığımız
hayatın, hem de içinde bulunduğumuz ekonomik ve
sosyal koşulların bir gereğidir. Çağımızın
tüm toplumlarında halkın ezici çoğunluğu
emekçidir ve onların çıkarı sosyalizmdedir.
Biz, insanlar arasında her türlü baskı ve eşitsizliğe
son vermeyi, özgür ve eşit insanların oluşturduğu
uygar, gelişkin ve barışsever bir toplum kurmayı
amaçlıyoruz. Böyle bir sistemi, dünyanın geleceği
olarak görüyoruz.
Dünyamızda patron-işçi çelişkisi var oldukça,
artı değer, yani emekçilerin ürettiği işverenlerin
cebine aktıkça, zengin-yoksul ayrımı sürdükçe,
insanların bir bölümü geçmişin zenginlikleri üstüne
kurulup ya da sistemin oyunlarından yararlanıp lüks
içinde yaşarken, ötekiler bir barınaktan ve işten
bile yoksun oldukça, bazı uluslar sömürge statüsünde
yaşarken toplumsal adaletin ve eşitliğin olduğundan
söz edilemez. Böyle bir sistemde gerçek özgürlük olamaz. Ve
böyle bir düzen sonsuza dek yaşayamaz.
Bugünün toplumunun, bir temel değişime ne derece
hazır ve istekli olduğu ayrı bir konudur. Ama
biz sosyalistler, insanoğlunun yüzyıllardır
savunduğu söz konusu ileri değerleri savunuyoruz.
İnsanları, geleceğin toplumuna hazırlamak
ve böyle bir toplumu gerçekleştirmek için çalışıyoruz.
Son yüzyılın deneyimleri bunun düş olmadığını
gösterdi. Gelecek ise, kuşku yok bugünkünden çok farklı
olacaktır.
Bugün ne denli güçlü görünürse görünsün, kapitalizm dünü
ve tutuculuğu, sömürü ve zorbalığı temsil
ediyor. Değişen, uygarlık ve barış
yolunda yeni adımlar atan insanın yönü sosyalizme
dönüktür.
Başından beri kararlı olarak savunduğumuz
enternasyonalist değerlere gelince, bu da bizim için
bir moda ya da lüks değil, bir dünya görüşü ve yaşam
tarzıdır. Biz halklar arasındaki dil, din,
renk ve benzeri farkları hoşgörüyle karşılıyor;
ırkçılığı, şovenizmi, halklar
arasında kin ve düşmanlık politikalarını
ise reddediyoruz. Bizim kinimiz ve nefretimiz dünyanın
her yerindeki sömürücülere ve zorbalaradır. Öte yandan,
dünyanın neresinde olursa olsun, haksızlığa
uğrayan, baskı gören insanların ve ulusların
sorunlarıyla ilgilenmeyi, onlara dayanışma
göstermeyi bir görev sayıyoruz.
Dünyamızda eğer enternasyonalist değerler
tüm halkların hayatında kök salabilse ve etkili
olabilseydi, sömürgeci, gerici ve saldırgan güçlerin
planlarını daha kolay bozardık.
Dünyamızda halklar arasında dil, renk ve inanç
farklarından kaynaklanan bunca kör dövüşü ve kanlı
boğazlaşma yaşanmazdı. Dünyamızda
barışı sağlamak, uluslararası sürtüşmeleri
ve öteki küresel sorunları çözmek çok daha kolaylaşırdı.
Bu açıdan partimiz, her yerde ve her zaman, zalime karşı,
mazlumdan yana olmuştur ve olacaktır.
Enternasyonalizm, dünyanın tüm halklarını
ortak insanlık ailesinin bireyleri sayma, onları
kardeş görme ve sömürüye, zulme karşı dayanışma
anlayışıdır. Kendimiz için istediklerimizi,
başkaları için de istemektir. Bu dünya hepimizindir
ve orada özgürce, barış içinde yaşamaya herkesin
hakkı vardır. Irkçılık, şovenizm,
yabancı düşmanlığı, dar milliyetçilik,
din ve mezhep düşmanlığı ise artık
geçmişe ait, ya da çağın gerisinde kalmış
toplumsal ilişkilerin, ilkel güdülerin ve alışkanlıkların
ürünüdür.
Öte yandan, gerek sosyalist kimliğimiz, gerek enternasyonalist
değerlere olan bağlılığımız,
hiçbir dönemde bizi ulusal görevlerden alıkoymadı,
bazılarının iddia ettiği gibi, ulusal
görevlerimizi ikinci plana atmamıza yol açmadı.
Ülkemize el koyan, haklarımızı gasp eden sömürgeci
ve zorba rejimlere karşı mücadeleyi bir an bile
gevşetmedik. Ulusal mücadele ile sosyalizmin ilişkisi
hakkındaki görüşümüz, parti programında şu
şekilde ifade ediliyor.
“Kürt toplumunun önündeki başlıca tarihsel
adım, ulusal kurtuluştur. Kürt halkı, Kürdistan
üzerindeki yabancı boyunduruğuna son verip demokratik
bir toplum kurmadan özgür olamaz, barışa kavuşamaz,
gelişme yoluna giremez.
Önümüzdeki temel aşama, ulusal demokratik devrimdir:
Yabancı boyunduruğuna son vermek, bir toprak reformuyla
feodal kalıntılara son vermek ve köylüyü toprağa
kavuşturmak, demokratik bir toplum kurmak, Kürdistan’ın
yer altı ve yerüstü kaynaklarını denetleyip
korumak, ulusal ekonomi ve kültürü geliştirmek.
Ulusal kurtuluş, Kürt halkının kendi eseri
olacaktır. Zorlu bir mücadele olmadan bu olanaksızdır.
Bunun için, işbirlikçi hain unsurların dışında
tüm ulusal güçleri işçi ve köylüleri, aydınları,
din adamlarını, küçük esnaf ve zanaatkarı,
ticaret ve sanayi erbabını, yurtsever toprak sahiplerini,
bu toplum kesimlerini temsil eden yurtsever partileri, kadın
ve gençlik örgütlerini ortak bir cephede birleştirmek
gerekir.”
Görüldüğü gibi partimiz, yapılacak ilk işin
ulusal kurtuluşu gerçekleştirmek olduğunu söylüyor.
Partimiz, ulusal kurtuluştan sonra, toplumun sosyalizme
geçişinin uzun zaman alacağını belirtiyor
ve bunun halkın istemi ve desteğiyle, barışçı
bir yöntemle gerçekleştirileceğinin altını
çiziyor. Parti programında bu konuda şöyle deniliyor.
“Bize göre, Kürdistan için sosyalizm şu anda yakın
bir hedef değildir. Ulusal kurtuluşun ardından
demokratik bir toplumun kuruluşu, ulusal ekonomi ve kültürün
gelişip serpilmesi ve toplumun sosyalizm için olgun bir
hale gelmesi, şimdiden kestiremeyeceğimiz uzunca
bir zaman alacaktır.
PSK, sosyalizme geçişi tümüyle demokratik koşullarda,
halkın istemi ve desteğiyle, yani barışçı
biçimde düşünmektedir. O, çok partili, demokratik bir
toplumda, tümüyle özgür bir seçim sonucunda, halk çoğunluğunun
güvenini ve desteğini alırsa iktidara gelecek ve
sosyalizm yönündeki programını adım adım
uygulayacaktır. Halkın desteğini yitirdiği
zaman ise iktidardan ayrılıp muhalefet görevini
yapacaktır.”
Biz, Kürdistan Sosyalist Partililer, ülkemizin kuzey parçasında,
parti programı doğrultusunda son 30 yılda,
sömürgeci boyunduruğa karşı mücadelenin ön
saflarında yer aldık. İdeolojik ve politik
planda yol gösterici bir rol oynadık. Örgütlenme, kültür
ve diplomasi alanında yorulma bilmez çalışmalar
yaptık. 30 yıl boyunca sürekli ve yoğun bir
eylemlilik içinde olduk. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki
mücadeleye destek olduk. Yoldaşlarımızın,
Kürt halkının ulusal kurtuluşu yolunda yaptıkları
çalışma ve gösterdikleri özveri örnek niteliktedir.
Partimiz, bu çalışmalarından onur duymaktadır.
Geçmişten günümüze kadar, sosyalizm ve enternasyonalizm
konusunda, çeşitli çevrelerden bize yönelik, çok haksız
eleştiriler yapıldı. Sosyalizmi benimseyip,
Türk sosyalistleriyle ortak örgütlerde çalıştığımız
için, milliyetçi, liberal Kürtler tarafından, “Kürt
sorununu kulak ardı etmek, Kürt sorununu sosyalizme kurban
etmek, sorunu Türk sosyalistlerinin insafına terk
etmek” biçiminde eleştirildik. Türklerden ayrılıp
ayrı bir sosyalist parti kurduğumuzda, bu sefer
de Türk sosyalistleri tarafından, “Türkiye proletaryasını
bölmek, enternasyonalizme ihanet etmek, milliyetçilik yapmak”
biçiminde suçlandık. Bu iki görüşün de haksız
ve yanlış olduğu ortadadır.
Biz, ulusal ve uluslararası görevleri en iyi biçimde
kaynaştırmasını başardığımız
kanısındayız. Hem ulusumuzun örgütlü, direngen
ve mücadeleci bir parçasıyız, hem de Kürt toplumu
içinde çağın en ileri değerlerini temsil ediyoruz.
Partimizin, kurulduğu tarihten bu güne kadar, Marksist
felsefe, sosyalizm ve enternasyonalizm ilkelerini en iyi kavramış
ve en iyi biçimde uygulamaya koymuş bir örgüt olduğuna
inanıyoruz. Bu güne kadar ayakta kalmamızın
en temel nedenlerinden birisi de, bu tutarlı felsefi
ve ideolojik yapımızdır. Sosyalist kimliğimiz
ve enternasyonalist tutumumuz nedeniyle bizi eleştirenlerin,
hayata çok dar bir açıdan baktıklarına inanıyoruz.
Kürt Sorunu, Turnusol Kağıdı
Gibidir
Kimya biliminde turnusol kağıdının önemli
bir yeri var. Bir eriyiğin asit mi yoksa baz mı
olduğunu anlamak için, içine turnusol kağıdı
bastırılır. Eğer kağıdın
rengi kırmızı olursa eriyik asit, mavi olursa
eriyik bazdır. Kimya bilimindeki bu tespit, hayatın
diğer alanlarında da geçerlidir. Herhangi bir konuda
kimin doğru ve samimi, kimin yanlış ve art
niyetli olduğunu gösteren bazı temel ölçütler vardır.
Kürt sorununa bakış, kimin devrimci, demokrat,
sosyalist ve komünist olduğunu, kimin tutucu, ırkçı
ve faşist olduğunu gösteren en gerçekçi ölçüdür.
Bu bakımdan, bir insanın demokrat olabilmesinin
kıstası da, Kürt sorununa bakış açısıdır.
Kısacası, Kürt halkının “bağımsız
bir devlet olma hakkı başta olmak üzere” kaderini
belirleme hakkını savunmayan bir kişi demokrat,
çağdaş, uygar, ilerici ve devrimci sayılamaz.
Türkiye’de mevcut tüm sorunlar, Kürt sorununa kitlenmiştir.
Zira bütün antidemokratik yasalar, tüm yasak ve baskılar
Kürtlerin önünü tıkamak amacıyla yapılmıştır.
Eğer Türkiye’de 20 milyon Kürt yaşamasaydı,
Türk Devleti bu kadar yasakçı, baskıcı, totaliter
bir düzen kurma ihtiyacı duymazdı. Kürt sorunu çözülmeden,
Türkiye’de var olan hiçbir sorun çözülemez. Kürt sorunu sadece
Kürtlerin değil, bölgedeki tüm halkların, hatta
küreselleşen dünyamızda, Ortadoğu sınırlarını
aşıp bir dünya sorunu haline gelmiş bulunuyor.
Bu açıdan Türkiye’de "ben durumumdan memnun değilim.
Böyle yönetilmek istemiyorum. Bu düzen değişmelidir"
diyen herkesin, ırkçı, şoven, asimilasyoncu,
red ve inkarcı egemen ideolojiden yakasını
kurtarıp, Kürt halkının insani ve ulusal istemlerine
yandaş olması gerekiyor. Herkes artık şunu
çok iyi kavramalıdır: Kürt sorununa bakış
açısı, uygar, demokrat, hümanist, çağdaş,
ilerici, halkçı, devrimci olmanın turnusol kağıdıdır.
Kürt halkının kaderini özgürce belirlemesini savunmayan
hiç bir insana, yukarıdaki sıfatları yakıştırmak
doğru değildir.
Kürt Sorunu Nasıl
Bir Sorundur?
Milliyetçisinden, komünistine kadar her Kürt birey ve örgütünün
çözmek istediği Kürt sorunu, acaba nasıl bir sorundur?
Kürt sorunu bazılarının söylediği gibi
sadece bir sınıf sorunu mu? Ya da salt dil-kültür
veya geri kalmışlık sorunu mudur? Her hangi
bir soruna doğru teşhis koymadan, doğru tedavi
uygulanamaz. Bu açıdan bir sorunu çözmek için, her şeyden
önce, o sorunun ne olduğunu tüm boyutlarıyla kavramak
oldukça önemlidir. Bazı insanlar bunu kavrayamadıkları
için, ulusal sorunla, sosyalizm ve enternasyonalizmin ilişkisini,
iç içeliğini anlayamıyorlar.
Bize göre Kürt sorunu, yukarıda sözü edilen sorunları
ve daha başkalarını içinde barındıran,
ulusal bir sorundur. Ulusal sorun, bir ulusun hangi yerde,
hangi bayrak altında, hangi isimle, nasıl bir ekonomik
ve siyasal rejim içinde yaşayacağına, özgür
iradesiyle karar verip bunu uygulamaya koymasıdır.
Yani, ulusal kaderi üzerinde söz ve karar sahibi olması,
ulusal kaderini belirlemesidir.
Ulusal sorun, sosyalizmin temel sorunlarından birisidir.
Tüm sosyalist ustalara göre, bir kişinin -üretim araçlarının
mülkiyetinin topluma ait olması, üretime, gücü kadar
katılıp, ihtiyacı kadar alması gibi- sosyalizmin
temel ilkelerini savunması, onun sosyalist olmasını
göstermez. Eğer bir insan, bir ulusun -ayrı devlet
kurmak dahil- kaderini belirleme hakkını savunmuyorsa,
o bir sosyalist değil, egemen ulus milliyetçisidir. Yani
ulusal sorunun çözümünü istemek ve bunun için çaba göstermek,
sosyalist ve enternasyonalist olmanın en önemli göstergesi,
bir insan veya partinin sosyalist olup olmadığını
gösteren en temel ölçüdür.
Keza sosyalizme göre ulusal mücadele, işçi sınıfının
en yakın dostudur. Çünkü ulusal mücadele, işçi sınıfını
sömüren egemen düzene karşı yürütülen demokratik
bir mücadeledir. Dolayısıyla, işçi sınıfı
adına konuşan birey ve örgütlerin yandaşı
olan bir mücadeledir. Ezilen bir ulusun milliyetçiliği,
bazılarının dediği gibi "ilkel"
değil, tam aksine baskı, zorbalık ve sömürüye
karşı yürütülen onurlu bir mücadele aracıdır.
Peki, acaba ulusal mücadeleyi kazanmanın koşulları
nasıl yaratılabilir? Bunun maddi temelleri nedir
ve nasıl oluşturulur?
Ulusal Birlik, Ulusal Cephe ve Ulusal Devrim
Elbette, Kürt toplumu için sosyalizme geçiş, ya da
sosyalist devrim, bugünün sorunu değildir. Biz hayalci
insanlar değiliz. Ülkesi birkaç devlet tarafından
bölüşülmüş, her parçada özgürlük mücadeleleri acımasızca
bastırılan, yok edilmek istenen Kürt halkı,
günümüzde bir varlık yokluk sorunuyla yüz yüzedir. Bu
nedenle bizim yakın görevimiz, şüphesiz ki ulusal
kurtuluş mücadelesidir.
Partimiz bunu daha başından itibaren ulusal kurtuluş
devrimi, diğer bir tabirle Milli Demokratik Devrim olarak
nitelemiştir. Yani, öncelikle Kürdistan üzerinde yabancı
boyunduruğuna son vermeyi, Kürt ulusunun özgürleşmesini
ve demokratik bir toplum konumuna gelmesini amaçlamaktadır.
Kürdistan Sosyalist Partisi olarak, 30 yıldır
Kürt toplumunu, sömürgeci Türk rejiminin sömürü ve baskı
mekanizmaları hakkında bilinçlendirmek, örgütlemek
ve ulusal kurtuluş görevlerine hazırlamak için aralıksız
ve kararlı biçimde çalışıyoruz. Bu amaçla,
kitleler içinde örgütlenip, toplumun en bilinçli unsurlarını
kendi saflarımıza katmaya çalışıyoruz.
Tüm ulusal güçleri, mümkün olduğunca geniş bir ulusal
cephede bir araya getirmek için sürekli çaba gösteriyor, bu
çabalarımızı kararlılıkla sürdürmeye
devam ediyoruz.
Ulusal cephe başından beri programımızın
temel bir hedefiydi. Bu konuda da sözümüz ve eylemimiz her
zaman birbirine uygun oldu.
Yayınlarımızda, başından beri yurtsever
güçlerin ilişkilerine zarar veren şiddet eğilimlerine,
kardeş kavgasına karşı çıktık,
yurtsever güçlerin birliği için çağrı yaptık.
Yayınlarımız bunun sayısız örnekleriyle
doludur.
Bu çalışmaların bazısı sonuçlanmadı.
Bazısı sonuçlandı ama, kısa ömürlü oldu.
Kamuoyu bizim, söz konusu birlikleri oluşturmak için
olduğu kadar, onları yaşatmak için de ne denli
çaba gösterdiğimizi bilmektedir.
Ne yazık ki, bir yandan diğer örgütlerin çoğunda
görülen istikrarsızlık, bir günden diğerine
görüş değiştirme, bölünme, ufalanma, sahneden
çekilme, öte yandan, bazı örgütlerin birliğe aykırı
düşen sekter tutumları, diğer örgütleri düşman
gibi görme anlayışı, onları yok etme ya
da sorunları şiddete dayanarak çözme eğilimi,
bir ulusal cephe oluşturmamızı engelledi. Bazı
partilerin politikasını güçlü biçimde etkileyen
hatta yön veren dış etkenler de, onların birliğe
yönelik tutumlarını olumsuz yönde etkiledi.
Bütün bu olumsuz etkenler yüzünden, tüm iyi niyetli çabalarımıza
rağmen, bugüne kadar Kuzey Kürdistan’da bir ulusal cephenin
oluşmasını başaramadık. Bundan çıkarılacak
dersler ise şunlardır:
Bir ulusal cephenin oluşması için gerekli sorumluluğu
duyan, istikrarlı, bir günden diğerine yok olmayan,
bir günden diğerine politikası değişmeyen
örgütler gerekir. Ayrıca, yurtsever örgütler arasında
şiddet dışlanmalı, demokratik ilişkiler
egemen kılınmalıdır. Örgütler arasında
güven duygusu ancak böyle oluşur ve büyüklü küçüklü tüm
örgütleri ortak bir program üzerinde bir araya getirmek, ancak
böyle mümkün olur.
PSK, kuruluşundan beri, Kürtler arasında kalıcı
bir birliğin oluşturulmasını önemsedi
ve bunu sağlamak için, büyük bir çaba gösterdi, özveride
bulundu.
Bu konuda ilk adımı, 12 Eylül 1980 öncesinde attık.
Yaptığımız öneriyi kabul eden, DDKD ve
KUK’la UDG (Ulusal Demokratik Güçbirliği) adıyla
bir birlik oluşturduk. 1981-1984 yılları arasında
5 örgütün katılımıyla, HEVKARİ çalışmasını
yürüttük. Yine, uzun süren bir çalışmanın ürünü
olarak 1988 yılında, Kuzey Kürdistan’lı 8 örgütün
katılımıyla, TEVGER (Kuzey Kürdistan Kurtuluş
Örgütü)’nü kurduk. 1993 yılında PKK ile bir protokol
imzaladık ve 12 Kuzey Kürdistan’lı örgütün içinde
yer aldığı bir cephe çalışmasını
başlattık.
1990 yılında, ülkede legal bir partinin kurulması
fikrini ortaya attığımızda, tabir caizse
kıyamet koptu. Herkes bu projemizi, “pasifizim, teslimiyetçilik,
parlamenterizm, Kürt sorununu Türk Parlamentosu’nun
insafına teslim etme” biçiminde değerlendirdiler.
Buna rağmen biz çalışmalarımıza devam
ettik. Daha sonra, projemize karşı çıkanların
da katılımıyla, 1990 yılında, HEP
(Halkın Emek Partisi) kuruldu. İllegal çalışmalara
katılmayan birçok deneyimli, birikimli Kürt aydın
ve politikacısı bu partiye katıldılar.
Bu zenginleşme sonucunda HEP kısa bir zaman içinde
örgütlendi ve kitleselleşti. Bu yüzden Kürdistan’da tüm
düzen partileri, tabelalarını indirmek zorunda kaldılar.
PKK’nin hegemonyacı davranışları yüzünden,
bu güzel proje ne yazık ki, uzun ömürlü olamadı.
HEP’in dağılması üzerine, 1993 yılında,
yine aynı amaçla, DEP (Demokrasi Partisi) kuruldu. Bu
parti de, totaliter, tekilci, hegemonyacı siyasi anlayışın
kurbanı oldu.
Daha sonra da DDP, DBP ve benzeri, düzen tarafından
kapatıldıkça yerlerine yenileri açılan legal
partilerin kuruluşuna destek verdik. Kürt sorununa duyarlı
yurtsever çevrelerin katılımıyla 1992 yılında
KÜRT-KAV (Kürt Kültür ve Araştırma Vakfı) adlı
kültürel vakfın kuruluşuna dayanışma gösterdik.
Keza aynı yıllarda, yurtdışında
kurulan bir çok birlik çalışmasına katkıda
bulunduk, bu çalışmaların çoğunda öncü
bir rol oynadık. 1993 yılında başlayan
cephe çalışması PKK’nın olumsuz tutumu
yüzünden başarıya ulaşamayınca, 1995’te
Kürt partileri arasında Kürdistanlı Örgütler Platformu
oluşturuldu ve bu birlik daha sonra, 1999 yılında
Kuzey Kürdistan Ulusal Platformu’na (PNK-BAKUR) dönüştü.
Bizim ısrarlı çabalarımız sonucu 2002’de
DEM-KURD (Avrupa Kürtleri Demokratik Örgütler Koordinasyonu),
2002’de İNİSİYATİF (Avrupa Kürt İnisiyatifi),
yine 2002’de son olarak, bütün bu kurumları kapsayan
PLATFORM (Avrupa Kürt Platformu) kuruldu.
Ne yazık ki bu çabalardan istenen sonuçlar tam olarak
alınamadı. Ortadoğu’da, başta biz Kürtler
olmak üzere, tüm halkları ezen ve sömüren yasakçı,
baskıcı, tekilci, totaliter, üniter siyasi anlayıştan
kurtulamayan çevreler yüzünden, kalıcı bir birlik
oluşturamadık.
Ulusal birlik ve ulusal cephe ancak, katılımcı,
paylaşımcı, demokratik, çoğulcu bir kültür
içinde yeşerir. Ulusal birlik ve cephe ancak, böyle bir
anlayış ve kültür içinde kök salıp büyüyebilir
ve kalıcı kazanımlar sağlayabilir. Ne
yazık ki bu konuda bir çok aydın, politikacı
ve örgütlerin kafası hala çok karışık.
Partimiz, yurtdışında Kürt emekçilerinin,
kadınların, gençlerin demokratik örgütlerde bir
araya gelmesi için de yoğun çabalar harcadı ve bu
türden çalışmalara destek verdi. Bu kurumlar arasında
uzun yıllardır yurtdışında Kürt sorununun
dış kamuoyuna tanıtılması, halkımızın
yurt içindeki mücadelesine dayanışma ve destek kazanılması
ve Kürt dili ve kültürü alanındaki yoğun çalışmalarıyla
büyük saygınlık kazanan KOMKAR’la, Kürt kadın
ve gençlik hareketindeki çalışmalarıyla, hem
kadınların ve gençliğin sorunlarının
çözümüne, hem de Kürt sorununa değerli katkılar
sunan KOMJIN ve KOMCIVAN’ın adlarını saymak
gerekir.
Her Birlik İyi, Her Bölünme Kötü müdür?
Çeşitli çevrelerden partimize yönelik önemli bir eleştiri
de, bazı birlik çalışmalarına karşı
çıkıp katılmamamızdır. Evet, Kürtler
arasında kalıcı bir birliğin kurulmasını
bu denli önemsememize karşın, geçmişte yapılan
bazı birlik çalışmalarına katılmadık
ve bu çalışmalara karşı çıktık.
Bize göre, her birlik iyi, her bölünme kötü değildir.
Öteden beri Türkiye’de Kemalist, liberal, islami, sosyalist
ve Alevi çevreleri, birlik çağrıları yapıyorlar.
Birbirinden farklı amaçlarla oluşturulan bu birliklerin
tümünün, Kürt sorununa yaklaşımın aynı
olması, dikkat çekicidir. Bunların ortak amacı,
Kürt ulusal birliğini engellemek, Kürt ulusal kimliğini
sulandırmak, saptırmak, zayıflatmak, düzen
içine çekip, süreç içinde yok etmektir. Bu tür birlikleri
savunmak ve içinde yer almak düşünülebilinir mi?
Bu tür birlik yanlısı kimselerin, "Bırakın
şu Türklük-Kürtlük laflarını, elhamdülillah
hepimiz Müslümanız. Veya hepimiz sosyalistiz. Ya da hepimiz
Aleviyiz." Sözleri, ulusal kimliğimize kurulmuş
tuzaklardır. Onlar, bizden ulusal kimliğimizi, din,
sınıf ve mezhep kimliğimize kurban etmemizi
istiyorlar.
Bu konunun daha iyi anlaşılması için, yakın
tarihte yaşanan iki örneği hatırlamakta yarar
var. Bir zamanlar Türk-İş, işçi sınıfını
bünyesinde barındıran tek sendikaydı. Yani
Türkiye proletaryasının ekonomik birliğini
sağlamış bir sendikaydı. Ama bu birlik
sarı sendikacılığın temsilciliğini
yapan bir birlikti.
İşçiler bu işbirlikçi yapıya süreç içinde
karşı çıkmaya başladılar. Sendika
ağalarına yönelik muhalefet giderek yaygınlaşmaya,
örgüt içi mücadele giderek yükselmeye başladı. Örgüt
içi mücadele ile Türk-İş’in, sarı sendikacılık
anlayışının değiştirilmesinin
mümkün olmadığı anlaşıldı. Maden-İş,
Cam-İş, Petrol-İş gibi bazı sendikaların
öncülüğünde, sendikayı bölme harekatı başlatıldı.
Sonuçta sınıf sendikacılığını
kendine rehber edinen DİSK kuruldu.
Birçok insan, DİSK’in kuruluşunu, Türkiye işçi
sınıfına zarar veren, bölücü bir harekat olarak
niteledi. Ama zaman içinde bu bölünmenin işçi sınıfına
zarar değil yarar getirdiği görüldü. DİSK’in
sınıf çıkarını öne alan sendikacılık
anlayışı ve mücadelesi, yanlız DİSK
üyelerine değil, sarı sendikacılığını
sürdüren Türk-İş’e bağlı işçilere
bile, çok şeyler kazandırdığı görüldü.
1960’lı yıllarda Türk ve Kürt sosyalistleri, aynı
örgütler içinde çalışıyorlardı. Zamanla
"ulusal sorun" konusunda farklı düşündükleri
ortaya çıktı. Bunun üzerine bizler, Türk yoldaşlarımızdan
ayrılıp, TKSP isimli ilk bağımsız
Kürt sosyalist partisini kurduk. O zaman da birçok Marksist
kişi, örgüt ve hatta devlet, bu ayrılmanın
sosyalist enternasyonale aykırı, Türkiye proletaryasını
bölen Bundçu bir hareket olduğunu söylediler.
Zamanla bu bölünmenin, iki halka ve onun proletaryasına
zarar vermediği, aksine çok şeyler kazandırdığı
ortaya çıktı. Bu bölünme harekatı yalnız
Kürt sosyalistlerinin değil, Kürt sosyal demokrat, liberal,
Alevi ve hatta Müslümanlarının bile ufkunu açtı.
En önemlisi bu bölünme, Kürt ulusal mücadelesinin bugüne ulaşmasına
hizmet etti. Ona büyük bir ivme kazandırdı.
O halde, şu konunun altını bir kez daha çizmek
gerekiyor. Birlik olsun da nasıl olursa olsun görüşü
yanlış ve ayrıca da, çok tehlikeli bir anlayıştır.
Geçmişte, PKK, KADEK, HADEP, DEHAP gibi örgütler tarafından
kurulan birliklerin, Kürt ulusal mücadelesine nasıl zarar
verdiğini unutmamalıyız. Bu çevrelerin en son
28 Mart yerel seçimlerinde, Karayalçın benzeri kişilerle
yaptıkları “ittifakın” kime yarar, kime zarar
verdiğini hep beraber gördük.
Bu tür yanlış birliklerin hedefi, birlik anlayışımızı
sulandırmak, hedef şaşırtmak ve ulusal
kimliğimizi sistemin içine çekip yok etmektir. Onlar
bizden, ulusal kimliğimizden vazgeçmemizi, varlığımıza
kendi elimizle son vermemizi istiyorlar.
Kafa Bulandıran Bir Konu, Kimlik Karmaşası
Birlik tartışmalarında kafa karıştıran
önemli bir konuya dikkat çekmek istiyoruz. Dünyanın neresinde
ve hangi toplumda yaşarsa yaşasın her insan
birden fazla kimliğe sahiptir. Her insan, yaşadığı
toplum içinde, bir kimliğiyle yöneten, başka bir
kimliği ile yönetilen, bir kimliğiyle sömüren, diğerleriyle
sömürülen, bir kimliğiyle efendi, diğer bir kimliğiyle
ise köle konumundadır.
Herhangi bir adamın toplumsal konumunu sosyal statüsünü
belirleyen temel kimlikleri ırk, sınıf, cins,
renk, ideolojik ve inançsal kimliklerdir. Meslek, cinsel tercih,
giyim kuşam anlayışı, mutfak zevki, eğitim
durumu, müzik ve futbol taraftarlığı vs. gibi
onlarca kimlik de, keza insanları birbirinden farklı
konuma getiren yan kimliklerdir.
Bu çoğulcu kimlikler arasındaki çelişkiler
yüzünden insanların kafası genellikle karmakarışıktır.
Egemenler, okul, mabet, kışla, basın-yayın
kurumları aracılığıyla bu konuyu
bilinçli olarak daha da karmaşık hale getirmeye
çalışıyorlar. Ve bu kimlik karmaşasından
yararlanıp, toplumsal grupları birbirine karşı
kışkırtarak, gerektiğinde vuruşturarak
toplumu daha kolay yönetiyorlar. Örneğin, Türkiye’de
emekçi bir Türk kadını sınıf ve cins kimliğinden
dolayı kurulu düzene karşı çıkarken, Kürt
sorununda kurulu düzeni savunabilmektedir. Alevi bir Kürt
kapitalisti ise, ırk ve mezhep kimliğinden dolayı
düzene karşı çıkarken, sınıf kimliğiyle
düzene sahip çıkabilmektedir. İşte bu kimlik
karmaşası yüzünden milyonlarca insan, ekonomik,
sosyal ve siyasal mücadele sürecinde çoğunlukla yanlış
yerde saf tutarlar. Böylece değişmesini istedikleri
kurulu düzene yandaş olurlar. Onun güçlenmesine katkı
sunarlar.
Kimlik Karmaşasından
Nasıl Kurtulabiliriz?
Bu karmaşadan kurtulmak için iki konuda kafamızı
netleştirmemiz gerekiyor. Bunun için her şeyden
önce, kimliklerimiz arasındaki çelişkileri, önemine
göre bir sıralamaya tabi tutmamız gerekir. Zira
mücadeleden başarıyla çıkmanın temel şartlarından
biri, toplumdaki mevcut tüm çelişkileri tespit etmek,
onları önem sırasına göre sıraya dizmek
ve temel çelişkiyi gündemin ilk sırasına koymaktır.
Çünkü ancak bu şekilde birliğin, strateji ve taktiklerini
doğru olarak tespit edebiliriz.
Sağcı-solcu, dindar-ateist, Sunni-Alevi, kadın-erkek
olarak tüm Kürtler, bir Kürt sorununun olduğunu ve bunun
çözülmesi gerektiğini söylüyorlar. Zira Kürt sorunu,
tüm Kürtlerin ortak bir sorunudur. O zaman doğru birlik,
tüm Kürtleri kucaklayıp yan yana getiren, ortak özlemlerde
buluşturan bir birlik olabilir. Yani Kürtler için başat
sorun ulusal çıkardır.
Üniterlik mi, Çoğulculuk
mu?
Kürt toplumundaki mevcut tüm çelişkileri, acaba üniter
bir anlayışla mı, yoksa çoğulcu bir anlayışla
mı, çözebiliriz? Bu sorunun cevabı, kafalardaki
karmaşayı çözecek ikinci önemli faktördür.
Geri kalmış ülkelerin egemen çevreleri, toplumu,
kendilerince oluşturulan resmi ideolojinin dar çerçevesi
içine sıkıştırarak yönetmeye çalışıyorlar.
Bu onları kaçınılmaz olarak, bazı kimliklere
yandaş olmaya, diğerleri üzerinde baskı kurmaya
itiyor. Bu uygulama sonucunda toplumsal gruplar arasında,
kin ve düşmanlık duyguları oluşuyor. Başkalarına
güvenmeme, içe kapanarak cemaatleşme, entegre olmaya
karşı çıkma gibi eğilimler pekişiyor.
Güvensizlik içine giren bu toplumsal gruplar kaçınılmaz
olarak, en güçlü organizasyon olan devletin kanadı altına
sığınmak zorunda kalıyor.
Biz Kürtler, bu yönetim anlayışının
en çok acısını çeken bir milletiz. Buna karşın,
Kürtler içinde bu çağdışı anlayışı
benimseyen aydın ve politikacıların çokluğu,
insanı şaşırtacak düzeydedir. Bırakalım
başka halkları, kendi ulusuna bile kan kusturan
bu rejimlerin taklit edilmesi elem verici bir durumdur. Türkiye’de
sosyalistler, Müslümanlar, feministler, Alevilerin yanında
bazı Kürtlerin de, üniter düşünceden yakasını
kurtaramamış olması büyük bir talihsizliktir.
Ortadoğu’da, ülkelerini oluşturdukları resmi
ideolojiyle yöneten devletleri iyi tanıyoruz. Biz Kürtler,
resmi ideolojiyle yönetilen ülkelerdeki zulmün, ilkelliğin,
vahşetin en iyi tanıklarından ve mağdurlarından
biriyiz.
O zaman, hala bu tür çağdışı rejimlerin
baskıcı, inkarcı, asimilasyoncu zorba politikalarını
taklit eden Kürt birey ve örgütlerine şu soruyu sormamız
gerekiyor. Kemalistlerin, Baasilerin, Humeynicilerin başaramadıkları
bir şeyi acaba biz Kürtler başarabilir miyiz? Yani
bizler liberal Kürdü sosyalist, komünist Kürtleri kapitalist
yapabilir miyiz? Sünnileri Alevi veya Alevileri Sünni yapabilir
miyiz? Yezidi dinini, Alevi kültürünü ortadan kaldırabilir
miyiz? Dımıli lehçesini yasaklayıp tüm Kürtleri
Kurmanci konuşmaya zorlayabilir miyiz?
Biz, herzaman bu tür yasakçı, baskıcı, totaliter
üniterci anlayışlara karşı olduk. Örneğin,
Partimizin resmi dil konusundaki görüşü, parti programında
şu şekilde dile getiriliyor. “Kürdistan’da resmi
dil, Kürtçe olacaktır. Kürtçe’nin Kuzey Kürdistan’da
konuşulan Kurmanci ve Zazaki lehçelerine eşitlik
temelinde özgürce gelişme olanağı sağlanacak,
lehçelerin kaynaşması ve dil birliği doğal
sürecine bırakılacaktır. Madde 39.”
Türk, Fars ve Arap devletlerinin yıllarca yasak, baskı,
terör ve kitlesel katliamlarla başaramadıklarını,
Kürtlerin başarabileceğini düşünenlerin bulunduğunu
biliyoruz. O zaman bunlara ikinci bir soru sormamız gerekiyor,
bu mantıkla Kürtleri yönetmenin adalet, hukuk, vicdan,
din, iman ve insanlıkla bir ilgisi olabilir mi?
Diyelim ki, böyle bir siyasi öncülük sonucunda Kürtler bağımsız
bir devlet kurmuş olsa, acaba böyle bir devlet, Kürt
halkına barış, mutluluk ve refah getirebilir
mi? Düşüncenin suç olduğu; bilim, sanat, eğitim,
basın ve yayın kurumlarının Kürt devletinin
resmi ideolojisinin denetiminde olduğu bir devlet içinde,
Kürt halkı mutlu olabilir mi? Bizimle yaşayan diğer
halklar mutlu olabilirler mi?
Örneğin, Kürdistan’da yaşayan Türk, Arap, Çerkez,
Laz ve Gürcülere "Hepiniz Kürtsünüz, çocuklarınız
ancak Kürt diliyle eğitim görebilir. Sizler ana dilinizde
kurs açamazsınız, müzik kaseti dolduramazsınız,
radyo, televizyon, okul açamazsınız" mı
diyeceğiz? Buna karşı çıkanlara işkence
mi yapacağız? Kürt resmi ideolojisiyle yönettiğimiz
bilim yuvalarına karşı çıkan üniversite
öğrencelerini hapse mi koyacağız? Tiyatro,
sinema, resim, müzik eserlerinin bazılarını
yasaklayarak sanatçıları susturacak mıyız?
Ve en önemlisi bunu yaparak, Kürtleri ve onunla beraber
yaşayan diğer halkları, mutlu edebilecek miyiz?
Ülkeyi geri kalmışlık zincirinden kurtarabilecek
miyiz?
"Hele bir devlet kuralım bunları o zaman
düşünürüz." demek soruya cevap vermekten kaçmaktır.
Çoğulculuk mu, üniterlik mi? Bunun cevabını
hemen şimdi vermemiz gerekiyor. Çünkü verilecek cevap,
şu andaki ve yarınlardaki çalışmalarımızın
oturacağı ideolojik, politik anlayışımızın
temeli olacaktır.
Partimizin Kürdistan’da yaşayan azınlıklarla
ilgili politikası, parti programında şu şekilde
yer alıyor. "Kürdistan’da yaşayan azınlık
halklar her türlü baskıdan kurtarılacak, ulusal
ve demokratik hakları tanınacaktır. Madde 6”
Günümüz dünyasında, artık resmi ideolojiye dayalı
üniter bir devlet yapısıyla insanları yönetmek
anlayışı iflas etmiştir. Çağdışı
olan bu politik anlayış, tarihin çöplüğüne
atılmayı hak ediyor. Çok renkli, çok sesli, katılımcı,
paylaşımcı, demokratik yönetim anlayışı,
günümüzdeki uygar insanlık ailesinin temel amacı
haline gelmiş bulunuyor. Böyle bir yaşam ise, ancak
çoğulcu bir kültürel yapı içinde yeşerir ve
büyür. Biz geçmişten beri bu politik anlayışı
savunduk. Kürt halkı arasında böylesi bir kültürel
dokunun örülmesi için de büyük bir çaba gösterdik.
Çoğulculuk Başıbozukluk,
Kaos veya Anarşi midir?
Düşünmenin, düşünceyi örgütlemenin serbest olmasını,
toplum içinde var olan tüm ulus, etnik azınlık,
sınıf, cins, kültür ve dillerin özgür olmasını,
başıbozukluk biçiminde değerlendiren insanlarımızın
olduğunu biliyoruz. Bunlara göre, bu tür toplumlarda
her kafadan bir ses çıkar, toplumsal düzen sağlanamaz,
devlet otoritesi yok olur, toplum kaos ve anarşiye sürüklenir,
devlet ve toplum batar.
Bu mantık diktatoryal rejimlerin dört elle sarıldığı
çağ dışı politikanın tipik bir yansımasıdır.
Böyle düşünen kişiler, hayatı siyah-beyaz olarak
algılarlar. Oysa ki, doğa ve toplumsal yaşam
zannedildiğinden daha çok renkli ve karmaşıktır.
Her şey bir çelişkiler yumağıdır.
Dünyaya dar açıdan bakan kişiler, hayatın bu
karmaşasını göremez ve algılayamaz. Dolayısıyla
da toplumsal sorunları çözecek projeler üretemezler.
İşte bu yüzdendir ki, bazı insanlar örneğin
çok sesli müziği algılamaz, dolayısıyla
da sevmez. Farklı enstrümanların çıkardığı
farklı seslerden oluşan bir senfoniyi gürültü olarak
niteler.
Bu insanlar, çok sesli müzik örneğinde olduğu
gibi, siyasi yaşamdaki çoğulculuğu da kaos
ve anarşi olarak görürler. Çok ideolojili, çok partili,
çok renkli ve çok sesli siyasi yaşamı başıbozukluk
ve devlet otoritesini yok eden bir faktör olarak değerlendirirler.
Çok sesli bir müzikte her enstrümanın, diğerlerinden
farklı bir ses çıkardığı doğrudur.
Ama orkestrayı yöneten mayıstronun çubuğu,
bu farklı sesleri birbiriyle uyumlu hale getirerek müziği,
insan beynini ve ruhunu renklendiren bir armoniye dönüştürür.
Çoğulcu bir anlayışla yönetilen bir toplumdaki
devlet aygıtı da, tıpkı bir mayıstro
gibi tüm birey ve toplumsal grupların, birbirlerinden
farklı istem ve özlemlerini, birbirleriyle uyumlu hale
getirir. Böyle bir toplumda, her birey ve toplumsal grup başkalarının
özgürlüklerine saygı göstererek gönlünce ve özgürce yaşar.
Her kişi ve toplumsal grup, kapılarını
diğerlerine açık tutar. Farklı dil, kültür,
din ve mezhepten olan insanlar, birbirleriyle etkileşim
içine girerler. Bunun sonucunda insanların maddi ve manevi
dünyası zenginleşir, renklenir. İnsanların
ruhu ve beyni daha da yaratıcı bir hale gelir. Toplumdaki
maddi ve manevi üretim artar.
Biz, parti olarak yaşama hep bu çoğulcu gözle
baktık. Hem partimiz içinde, hem de halkımız
içinde böylesi bir kültürel dokunun oluşması için
büyük çaba gösterdik.
İşbirliği
ve Dayanışma Politikamız
Bilindiği gibi ülkemiz Kürdistan, iznimiz ve isteğimiz
dışında, 4 ülke arasında paylaştırılmıştır.
Aynı ülkenin ve aynı ulusun mensupları olmamıza
rağmen, bu bölünmüşlük sonucunda halkımız,
her parçada birbirinden farklı bir yapılanma içine
girmiş bulunuyor.
Ülkemize el koyan sömürgeci devletler, bu farklılıklardan
da yararlanarak, Kürt birey ve örgütlerini birbirine karşı
kışkırtarak ve gerektiğinde vuruşturarak
yönetiyorlar. Her dört devlet de, kendi Kürdüne kan kustururken,
diğer devletin Kürdüne destek veriyorlar. Ama bu devletler
aynı zamanda, Kürdistan’ın sömürge statüsünün devamı
için de ortak kurumlar oluşturuyor, ortak projeler yapıp
yürürlüğe koyuyorlar.
Bu durum, bir parçada kurulacak birlik ve cephenin, ulusal
kurtuluşumuza yetmeyeceğini gösteriyor. Bunun için,
parçalar arasında da iyi ilişkilerin ve kalıcı
bir dayanışmanın kurulması gerekmektedir.
Parçalar arasındaki iyi ilişkilerin bilincinde olan
partimiz, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki
örgütlerle dostça ilişkiler içinde olmaya hep özen gösterdi.
Elbet biz, Kürdistan’ı bölen zoraki ve yapay sınırları
tanımıyoruz. Koşulları oluştuğu
zaman bu sınırları kaldırmak Kürt halkının
hakkıdır.
Öte yandan, yıllar öncesi oluşmuş bu sınırlar
ne denli haksız ve gayri meşru olursa olsun, bir
gerçektir, bugünden yarına hemen ortadan kaldırılamazlar.
Bu sınırların yarattığı etkiler
vardır. Her parçadaki politik durum birbirinin aynı
değildir. Her parçada Kürt halkının mücadelesi,
o parçanın koşullarına uygun yol ve yöntemler
izlemelidir. Bunu da en iyi o parçadaki halkımızın
bağrından çıkmış örgütler yapabilir.
Zaten somutta her parçanın örgütleri ayrıdır
ve o parçalardaki mücadele onların öncülüğünde yürümektedir.
Değişik parçaların örgütleri arasında
ilişkilerin dostça ve kardeşçe olması çok önemlidir.
Bu örgütler, birbirlerine dayanışma göstermeli,
yanlışlar dostça eleştirilmeli, var olan sorunlar
görüşmeler yoluyla çözülmeli; sorunların çözümü
için asla baskıya ve şiddete başvurulmamalıdır.
Partimiz başından beri bu anlayışı
kararlılıkla izledi. Bu nedenle de diğer parçalardan
örgütlerle aramızda, kimi konularda görüş ayrılıkları
ve bazen sert eleştiriler olsa da, güven ilişkileri
ağır bastı ve zamanla sağlam dostluklar
oluştu.
Tüm parçalar için tek örgüt, ya da tek devrim anlayışları
hayalci, aynı zamanda sakıncalıdır. Çünkü
bu anlayış, bir örgütü diğer parçaların
içişlerine müdahaleye götürür ve oradaki örgütlerle ve
halkla karşı karşıya getirebilir, değişik
parçaların örgütleri arasında çatışmalar
ve kardeş kavgaları yaratabilir. Geçmişte bunun
örneklerini çok yaşadık.
Geçmişte, KDP-Irak, YNK ve KDP-İran arasında
yaşanan gerginlik ve çatışmaların yarattığı
acıları unutmuş değiliz. Son olarak, PKK’nin,
bu anlayıştan hareketle önce Suriye Kürtleri arasında,
daha sonra Güney Kürdistan’da, son olarak da Doğu Kürdistan’da
örgütlenmesi, PKK’yi bu parçalardaki örgütlerle karşı
karşıya getirdi. Özellikle Güney Kürdistan’da olup
bitenler bunun somut örneğidir. PKK bu parçanın
içişlerine karışmış, onlarla birkaç
kez çatışmış, bu da parçalar arasındaki
güven ilişkilerini sarsmış, boşuna kan
kaybına yol açmış ve sonuçta düşmana yaramıştır.
Öte yandan, değişik parçalar arasında işbirliği,
dayanışma ve uyum gerekli ve son derece önemlidir.
Partimiz başından beri diğer parçalardaki Kürt
ulusal mücadelesiyle kardeşçe bir dayanışma
içinde oldu. Onların sömürgeci rejimlere karşı
mücadelelerini destekledi, ulusal mücadeleye zarar veren yanlışlarını
ise eleştirdi.
Partimiz, dört parçanın yurtsever örgütleri arasında
bir dayanışma ve koordinasyon örgütü, bir konsey
ya da ulusal kongre oluşturmak için, 1980-1990 yılları
arasında diğer parçalardan bazı partilerle,
özellikle de Kürdistan Yurtsever Birliği (Irak), Kürdistan
Demokrat Partisi (İran), PPDKS (Suriye Kürtleri İlerici
Demokrat Partisi), Irak ve Suriye komünist partileriyle birlikte
aktif çaba gösterdi. TEVGER’in kuruluşundan sonra bu
çalışmaları bir dönem TEVGER olarak, Irak Kürdistanı
Cephesi ve İran KDP ile birlikte yürüttük. Bu çalışmalar
kamuoyunca bilinmektedir. Daha sonraki yıllarda da, şu
ya da bu örgüte uydu olacak türden değil, ama dört parçadan
örgütleri temsil edecek gerçek anlamda bir ulusal kongre için
yoğun çaba gösterdik.
Ne yazık ki tüm bu çabalar, örgütlerin aralarındaki
sorun ve çatışmalar ve kimi dış etkiler
yüzünden başarıya ulaşamadı. Birlik için
partimiz açısından hiçbir engel, hiçbir olumsuz
etki söz konusu değildi. Çünkü bu örgütlerden hiçbiriyle
çatışma içinde değildik, kimseyi düşman
olarak görmüyorduk ve herhangi bir sömürgeci ülkeyle de, politikamızı
ipotek altına sokacak, elimizi bağlayacak bir ilişkimiz
yoktu. Biz, Kürdistan Sosyalist Partisi olarak başından
beri bağımsız bir politika izledik ve ulusal
hareketin çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yaptık.
Her yerde ve her zeminde, ulusumuzun çıkarına uygun
bir politika izledik. Bu konuda da alnımız açıktır.
Son olarak, 2004 yılının Ocak ayında,
partimizin eski ve yeni sekreterinin de içinde yer aldığı
bir heyet, Güney Kürdistan’ı ziyaret etti. Bir ay kadar
süren ziyaret esnasında KDP ile YNK başkanları
ve yetkilileriyle toplantılar yaptık. Güney Kürdistan’ın
içinde bulunduğu durum, buradaki soydaşlarımızın
mücadelesine yapabileceğimiz katkılar ile ortak
bir Kürt politikasının oluşturulması üzerine
görüş alış verişinde bulunduk. Kürtler
arasında ilkeli, kalıcı, uygulanabilir stratejik
bir birlik politikasının oluşturulması
çalışmalarımızı devam ettirmek kararındayız.
Zira hayat ve tarih bizi böyle bir birlik politikası
oluşturmaya itiyor. Kürt ulusu 200 yıldan beri,
kaderini belirlemek için savaşıyor. Ne yazık
ki hala son hedefimize ulaşmış değiliz.
Çünkü ilkeli, kalıcı bir strateji ve uygulanabilir
bir politika oluşturamadığımız için,
önümüze çıkan tarihi fırsatlardan yararlanamıyoruz.
Diğer Halklar ve Demokratik
Güçlerle Dayanışma
Politikamız
Dünyanın her hangi bir yerinde, her hangi bir topluma
yönelik baskı ve sömürü şüphesiz, en çok o toplumsal
gurubu etkisi altına alır. Ama bu etki, tıpkı
suya atılan bir taşın dalgaları gibi etrafa
yayılarak, diğer gurupları da etkiler. Dolayısıyla,
her toplumsal olay, tüm toplumsal guruplar arasında çıkar
birliği ve çıkar çelişkilerini içinde barındırır.
Her hangi bir haksızlığa karşı çıkanlar,
bu karmaşık ilişkiyi görüp, ona uygun davrandıkları
ölçüde başarı kazanabilirler.
Kürt sorununun gerçek sahibi, elbette ki Kürtlerdir. Dolayısıyla
sorunu çözecek asli unsur da Kürtler olacaktır. Ama mücadeleyi
kazanmanın önemli şartlarından biri de, dost
ve düşman güçleri doğru tespit etmek, dost güçlerle
ilkeli ve kalıcı iş ve güç birliklerini oluşturmaktır.
Küreselleşen dünyamızda dostların desteğini
almak, giderek daha da önem kazanıyor.
Bu sebeplerden dolayı biz başından beri,
Kürt halkıyla yan yana yaşayan halkların ilerici,
devrimci, barışsever, demokratik güçleriyle dayanışmaya
büyük önem verdik. Yan yana yaşadığımız
halklarla dayanışma içinde olmak, ittifaklar politikamızın
temel taşlarından biridir.
Ülkemizi bölüşen devletler, yan yana yaşadığımız
halkları bize karşı kışkırtmak,
halklar arasında kin ve nefret tohumları ekmek,
onları çatıştırmak, böylece bölüp kolayca
yönetmek için ne lazımsa yapıyorlar. Sapla samanın
birbirine karışması sonucunda, içimizdeki bazı
dar ufuklu kimseler, Türk devletiyle Türk halkını
özdeşleştirerek, Türk halkına düşmanlık
ediyorlar. Biz her zaman, sömürgecilerin önümüze koyduğu
bu tuzağa düşmemeye özen gösterdik.
Halkımızın yüz yüze kaldığı
ağır sömürgeci zulüm ve sömürü, kuşku yok ki
bizde de, bunu yapanlara karşı derin kin ve nefret
duyguları yaratıyor. Ancak politikalarımıza
yön veren asla bu tür duygular değil, sağduyu ve
siyaset biliminin temel kuralları oldu. Sömürgeci yönetimlere
ve baskı politikasının sorumlusu egemen güçlere
karşı derin bir kin ve nefret duysak da Türk, Arap
ya da Fars halklarını hiçbir zaman düşman olarak
görmedik. Aksine onlarla ortak çıkarlarımızı
öne çıkardık. Onları da ezen zulüm rejimlerine
karşı, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm için dayanışma
gereğini her zaman vurguladık. Bu halkların
saflarındaki dost insanlara, gerçek aydınlara, ilerici,
demokrat ve devrimci güçlere her zaman güven duyduk ve onlarla
dostluk politikalarına önem verdik.
İnanıyoruz ki, Kürt halkının çıkarına
uygun olan politika da budur. Geçmişte bu şekilde
Kürt halkının mücadelesine bir hayli dostlar edindik.
Sömürü ve baskı rejimine karşı dayanışmanın,
ortak mücadelenin güzel örneklerini verdik. 12 Eylül sonrası
altı sol örgüt arasında oluşan Sol Birlik,
bunun iyi bir örneği idi.
Eğer Kürt ulusal hareketi bu politikayı bir bütün
halinde kararlılıkla izleyebilse, bugün Türk halkının
ve yan yana yaşadığımız öteki halkların
saflarında çok daha geniş ve etkin dost güçlere
sahip olacaktık. Gerici rejimlerin bu halkları bize
düşman etme çabalarını büyük ölçüde boşa
çıkarabilecektik.
Ne yazık ki Kürt ulusal hareketi içinde herkes bu ileri,
geniş ufuklu politikayı görüp kavramadı. Bazıları
bunu önemsemediler; aksine, sözde Kürt yurtseverliği
adına, yan yana yaşadığımız
halklarla dostluk bağlarını zayıflatan,
koparan sekter politikalar izlediler. Kimi bilerek, kimisi
ise bilmeyerek, Türk devletiyle Türk halkını bir
birine karıştırarak, Kürt halkının
dostunu ve düşmanını sağlıklı
biçimde belirlemesini engellediler. Böylece, hangi niyetle
olursa olsun, sonuçta sömürgeci rejimlerin işini kolaylaştırdılar.
Partimiz, Kürt halkının özgürlüğü sorunuyla
Türkiye’de demokrasi sorunu arasındaki güçlü bağı,
daha baştan sağlıklı bir şekilde
ortaya koydu. Partimizin kuruluşunun ardından yayın
hayatına başlayan, Özgürlük Yolu Dergisi’nin Haziran
1975’te çıkan ilk sayısının ilk yazısı
şu başlığı taşıyordu: "Acil
Görev Demokratik Ortama Geçiştir."
Bu yazıda toplumun faşizm ile demokrasinin yol
ayrımında olduğunu, acil görevin faşizmi
engellemek olduğunu belirtiyor ve şöyle diyorduk.
"Faşizmin yenilgiye uğraması, demokratik
güçlerin zaferi, hiç kuşkusuz, devrimci hareketimize
geniş ufuklar açacaktır." Partimizin başından
beri temel sloganlarından biri, hatta
başlıcası, "Türkiye’ye Demokrasi
Kürdistan’a Özgürlük!" oldu.
Bu dönemde bizim dışımızdaki Kürt örgüt
ve gruplarının çoğu, nerdeyse tamamı,
demokrasi mücadelesini ve her iki halkın faşizme
karşı ortak mücadelesini küçümsüyor, reddediyor,
faşizme karşı mücadelenin Kürtlerin işi
olmadığını söylüyorlardı.
Bizimle onlar arasındaki bu görüş farkı yıllarca
sürdü ve zaman bizi haklı çıkardı. Geçmişte,
demokrasi mücadelesini küçümseyenler, hatta bu yüzden bizi
reformculukla ve Kürt ulusal mücadelesini Türk solunun kuyruğuna
takmakla suçlayanlar, aradan onlarca yıl geçtikten sonra
bizim görüşlerimize geldiler. Gelmekle de kalmayıp,
daha da ötelere savruldular, "Demokratik Cumhuriyet"
adına, Kürtlerin öteki temel istemlerini yok saymaya
kadar işi vardırdılar.
Bu davranış, ya hep ya hiç mantığının
politikadaki garip bir tecellisidir.
Uluslararası Politikamız
Kürt sorunu, içinde çok çelişki barındıran,
ağır ve çapraşık bir sorundur. Bu mücadeleye
soyunanların, sorunu çözmeye katkı sunacak tüm faktörleri
tek tek ele alıp değerlendirmesi gerekir. Bu faktörlerden
biri de, uluslararası güçlerle dostluk ilişkisi
kurmak ve onların olanaklarından yararlanmaktır.
Kürt halkının kaderini belirleme mücadelesi uzun
yıllardır süregeliyor. Bu uzun süre içinde, ciddi
bir uluslararası destek almış değildir.
Özellikle biz Kürt sosyalistleri, dünyanın her yerindeki
ulusal kurtuluş ve toplumsal ilerleme mücadelelerine
hep destek verdik. Ama, başkalarından aynı
desteği göremedik. Ezilen halkların dostu olması
gereken sosyalist sistemden bile gerekli desteği alamadık.
Elbet, bu konudaki tüm kusurları, başkalarına
yüklemek doğru değil. Kendi eksiklik ve kusurlarımızı
da görmemiz ve özeleştiri yapmamız gerekiyor.
Biz, bu konuda da oldukça duyarlı davrandık ve
üzerimize düşenleri yaptık. Uluslararası planda
da parti olarak, özellikle Batı Avrupa’da bulunan Kürt
işçi ve aydın kitlemizin örgütlü çabalarıyla,
Kürt sorununu uluslararası kamuoyuna duyurmak ve dayanışma
sağlamak için yoğun çalışmalar yaptık.
Bu alanda, bize dostlar kazandıran, sömürgeci rejimi
ise soyutlamaya, köşeye sıkıştırmaya
yönelik başarılı bir politika izledik.
Sömürgeci devletlerin Kürt ulusuna yönelik anti demokratik
uygulamaları hakkında, dost ilişkisi içinde
olduğumuz yabancı kişi ve kurumları sürekli
olarak bilgilendirdik ve uyardık. Bunlarla aramızda
uygun iletişim kanalları kurduk ve bu kanalları
işlettik.
Yıllarca devam eden sabırla çalışmalar
sonucunda, önemli kazanımlar elde ettik. Bizim ve başka
Kürt gruplarının benzer çalışmaları
sonucunda yurtdışında Kürt halkının
mücadelesine sempati oldukça arttı. Ne var ki daha sonra
PKK’nin yurtdışında giriştiği şiddet
eylemleri, bir hayli ses çıkarsa bile, yarar yerine büyük
zarar verdi ve Kürt halkına olan sempatiyi azalttı.
Kürtle terör, adeta özdeş bir hale geldi. Türk yöneticileri
bu konuyu ustaca kullandılar. Bunun sonucunda, Avrupa
kamuoyundan kendilerine yönelik eleştiri ve baskıların
azalmasını sağladılar.
Türkiye ve Avrupa Birliği
İlişkileri
Türkler, 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı
ile birlikte yüzlerini batıya çevirmiş bulunuyorlar.
Ancak 165 yıldır batılılaşma çabalarına
karşın, hala aradaki mesafe küçülmüş değil.
Çünkü, batılılaşma adına yapılan
şey, batının üst yapı kurumlarını
taklit etmekten öteye gitmiyor. Türkiye son yıllarda
AB’ne girmek için önüne konulan Kopenhag Kriterleri gereği,
ilk kez çekingen demokratik adımlar atmaya başladı.
Ama bu değişikliklerin uygulanmasına sıra
gelince ciddi bir direniş ve ayak sürüme var.
Biz Türkiye’nin, kendisinden istenen tüm sosyal, ekonomik
ve siyasal düzenlemeleri yaptıktan sonra, AB’ne girmesinden
yanayız. Çünkü, yapılacak bu değişiklikler,
Kürt sorununun çözümünün önündeki bir çok engeli kaldıracaktır.
İnsani ve toplumsal hakların kullanılmasının
önü açılacaktır.
Ne var ki, yapılacak bu değişiklikler, Kürt
sorununun çözümünü gerçekleştirmeye yetmeyecektir. Çünkü
Kürtlerin temel sorunu, ulusal kaderini tayin etmedir. Bu
açıdan, Kürt sorununun nihai çözümünü, halkımızın
örgütlü mücadelesi sağlayacaktır.
Kürt Sorununun Çözümü İçin,
Uygulanabilir Siyasi Çözüm Nedir?
Partimizin uzunca bir dönem, Kuzey Kürdistanlı diğer
parti ve gruplardan farklı, özgün politikalarından
biri de federatif çözüm önerisidir. Bu konu parti programımızda
şu şekilde dile getiriliyor.
“PSK, Kürt halkının ulusal kurtuluşunu,
halkımızın kendi kaderini özgürce tayin etmesinde
görür. Kürt halkı kendi kendisini yönetmelidir.
Partimiz, Kuzey Kürdistan için bunun iki biçimde olabileceği
görüşündedir: Kürt halkı ayrılıp kendi
devletini kurabilir veya Türk halkıyla demokratik bir
birliği seçebilir.
İkinci durumda birlik, eşit haklara sahip iki
cumhuriyetli bir federasyon biçiminde olmalıdır.
Kürdistan ayrı bir cumhuriyet halinde örgütlenmeli, kendi
parlamentosu, hükümeti olmalı ve her bakımdan Türkiye
ile eşit haklara sahip olmalıdır.
Kendi kaderini tayin hakkı için koşullar olgunlaştığında,
Kürt halkı bu seçeneklerden birini ya da diğerini
seçebilir. Her iki durumda da bağımsız devlet
statüsü söz konusudur.”
Bizim, Kürt sorununun çözümüne ilişkin ilkesel yaklaşımımız,
başından beri bellidir ve değişmemiştir:
Bu, Kürt ulusunun kendi kaderini serbestçe tayin hakkıdır.
Bize göre bu iki şekilde mümkündür: Bağımsızlık
ya da federasyon. Daha doğrusu, ayrı devlet ya da
federasyon. Çünkü, ister Kürtler ayrılıp kendi devletlerini
kursunlar, ister eşit haklara sahip, iki cumhuriyetli
bir federasyon biçiminde Türk halkıyla federal bir birliği
seçsinler, her iki durumda da Kürt ulusu bağımsız
olacaktır. Öyle de olması gerekir. Biz, şekli
ve biçimi ne olursa olsun, bir bağımlılık
statüsünü asla kabul etmiyoruz.
Bu seçeneklerden biri ya da diğerinin gerçekleşmesi
ise, nesnel, tarihsel koşullara bağlıdır.
Bilindiği üzere, Kuzey Kürdistanlı örgütlerin
hemen tamamı, uzunca bir dönem, bağımsızlık
seçeneğini ayrı devlet anlamında mutlaklaştırdılar,
federasyon isteğini ise, hep küçümsediler ve bu konuda
bizi acımasızca eleştirdiler, önerimizi ihanet
olarak değerlendirdiler.
Bizim, federasyon isteminde ısrarcı olmamızın
iki nedeni var. Birincisi, Kürt halkının Türk halkıyla
ve öteki parçalar bakımından, Arap, Fars ve Azeri
halklarıyla bir federasyon içinde yaşayabilmesini
mümkün görmemizdir. Zira bu istem, sosyalist dünya görüşümüze
uygundur. Biz, halkları kardeş sayıyoruz. Onlar
özgür oldukları zaman birbirlerine güven duyabilir, bu
tür gönüllü birlikler oluşturabilirler. Sovyetler Birliği
bir dönemin, böylesine güzel, örnek bir denemesi idi. İsviçre
kapitalist dünyada iyi bir örnektir. Elbet başkaca birçok
örnek var. Bunun son örneği ise, gerçekte bir federasyon
ya da konfederasyondan başka bir şey olmayan Avrupa
Birliği’dir.
Federasyonu bir seçenek olarak dile getirmemizin, hatta,
günümüzün koşullarında ona vurgu yapmamızın
diğer bir nedeni ise, siyasal gerçekçiliktir. Federasyon
istemimiz, özellikle Kürdistan’ı çevreleyen koşullar
bakımından daha gerçekçidir, bölge ve dünya dengelerine
uygun düşmektedir. Dört devlet arasında bölünmüş
ve dört bir yandan kuşatılmış olan Kürtlerin,
bölgede olağanüstü değişiklikler olmadıkça,
dört devletin sınırlarını değiştirip
kendi başlarına bir devlet kurmaları güçtür.
Buna ne bölge devletleri fırsat verir, ne de Kürtler
bu konuda uluslararası destek bulabilirler. Buna karşılık
federasyon istemi, uluslararası planda destek bulacağı
gibi, bizzat Kürdistan’ı bölüşmüş devletlerin
sınırları içinde yan yana yaşadığımız
halkların kamuoyunda da -mücadelenin yükseldiği
belli koşullarda- daha geniş bir onay bulabilir.
Bizlere daha geniş politik manevra olanakları sağlar.
Güney Kürdistan’daki gelişmeler, federasyon isteminin
ne kadar gerçekçi bir çözüm önerisi olduğunu gösteren
bir örnektir. Tarihsel gidiş, bu konudaki düşünce
ve öngörümüzün ne kadar doğru olduğunu kanıtladı.
Bu sonuç, partimizin siyasi belirlemelerde, ne denli uzak
görüşlü olduğunu gösteren başka bir örnektir.
Mücadelede, Uygun Yöntem
ve Araçların Seçimi
Bir mücadeleyi kazanmanın temel koşullarından
biri de, kullanılacak yöntem ve araçların doğru
seçimidir. Kuzey Kürdistan’da koşulların ne olup
olmadığına bakmaksızın, şiddeti
başlıca çıkar yol sanan ve zamansız silahlı
eyleme yönelen Kürt örgütleri, bu konuda ne yazık ki
vizyon sahibi olamamışlardır. PKK, bunun son
örneğidir.
Bu konudaki politikamızın dayandığı
temel nedenler, kısaca şöyledir. Gerek sınıf
mücadelesinde, gerek ulusal mücadelede amaçlara ulaşmak
için, değişik mücadele biçimlerine başvurmak,
bunları, yerine ve zamanına göre tek tek veya bir
arada kullanmak doğaldır. Bizim, mücadele biçimleri
konusundaki temel anlayışımız, kısaca
böyledir.
Öte yandan, günümüze kadar süregelen toplumsal ve ulusal
mücadelelerin zengin deneyimi göstermiştir ki, temel
mücadele biçimi siyasaldır. Kitleler mücadeleye kazanılmadan,
onlar örgütlenip harekete geçirilmeden devrim yapılamaz.
Bu olmadan hiçbir köklü toplumsal değişim sağlanamaz.
Kitlelerin bilinçlendirilmesi, örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi
ise esas olarak zaman isteyen, sabırlı, yoğun,
çok yönlü siyasal çalışmayla mümkündür.
Belli koşullarda, özellikle karşı taraf zora
ve şiddete başvurduğu zaman, aynı yöntemlerle
karşılık vermek doğaldır ve bir haktır.
Zulme karşı direnme hakkı hem dinde, hem siyasette
vardır. Bizzat Birleşmiş Milletler İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi bu hakkı tanımaktadır.
Öte yandan, ister sınıf mücadelesinde, ister ulusal
kurtuluş mücadelesinde olsun, silaha ve şiddete
başvurmak bir amaç değildir. Yasal ve barışçıl
mücadele yolları açık oldukça şiddete başvurmak
için neden yoktur. Bunun yanı sıra, bu yollar kapalı
olsa bile, otomatikman silahlı mücadeleye başvurmak
gerekmez. Emekçilerin ve ezilen bir halkın mücadelesine
öncülük etme savıyla ortaya çıkanlar, koşulların
silahlı mücadeleye elverişli olup olmadığını,
onun ne getirip ne götüreceğini iyi hesaplamalıdırlar.
Silaha, karşı tarafın istediği yerde ve
zamanda değil, kurtuluş güçlerine yarayacak yerde
ve zamanda başvurmak gerekir.
İşte bu anlayıştan yola çıkan partimiz,
silahlı mücadeleyi Kürt halkı için bir günah saymamakla,
hatta, meşru bir hak olarak görmekle birlikte, ülkemizin
ve bölgenin, özellikle de Kuzey Kürdistan’ın koşullarını
değerlendirerek, durumun silahlı mücadeleye uygun
düşmediği sonucuna vardı. Parti programımızda
bu konuda şöyle deniliyor.
"Ulusal kurtuluş mücadelemizin izleyeceği
biçimler, kullanacağı araçlar somut koşullara
bağlıdır. Biz, sorunun barışçı
ve adil biçimlerde çözülmesini, hem Kürt halkının,
hem de komşu halkların daha fazla acı çekmemesini
isteriz. Ancak bu salt bize bağlı değil. Sömürgeci
güçler şimdiye kadar Kürt halkının meşru
haklarını tanımaya razı olmadılar
ve bu gün de özgürlük mücadelemizi şiddetle bastırmaya
çalışıyorlar. Bu durumda bizim de, üzerimizdeki
zulüm ve sömürü rejimine son vermek, özgür yaşamak için,
meşru olan ve koşullara uygun düşen her araç
ve yönteme başvurmamız doğal ve gereklidir.”
Ülkemiz, dört devlet arasında bölünmüştür ve bu
güçlerin kuşatması altındadır. Kürdistan’ın
ne karadan, ne denizden dışarıya açık
bir kapısı yoktur. Bu, silahlı mücadeleye yönelen
Kürt ulusal güçlerinin dış dünya ile ilişkilerini
büyük ölçüde zorlaştırıyor. Oysa silahlı
mücadele güvenilir bir cephe gerisi, lojistik destek ve dış
dünya ile yoğun bir trafiği gerektirir. Yardım
etmek isteyen olsa bile, bu tür dost yardımlarının,
silahın, araçların ve bizzat insanın Kürdistan’a
ulaşması güçtür.
Bu nedenle, mücadelemizin tarihi bize pek çok kez, çok açık
ve net gösterdi ki, herhangi bir parçada silahlı mücadele
yürüten Kürt örgütleri, destek bulmak, gerekli silahı,
malzemeyi, yiyeceği sağlamak, cephe gerisi üslerini
oluşturmak için sınırın öbür yanına,
Kürdistan’ı bölüşmüş olan öteki ülkelere -İran,
Irak, Suriye ve Türkiye- başvuruyor. Oysa bu ülkelerin
tümünün de kendi Kürt sorunları vardır. Onların
her biri Kürdistan’ın bir parçasını elinde
tutuyor. Dolayısıyla onların hiçbiri Kürt hareketinin
zaferini istemez. Kürtlerin komşu ülkede, bağımsız
devlet kurmak şurada kalsın, otonom bir yönetim
oluşturmasını bile istemezler. Bu devletler
doğal olarak, ortak çıkarları gereği,
zaman zaman Kürt ulusal hareketine karşı birlikte
davranmışlardır.
Bu tür durumlarda, Kürt siyasi partileriyle ilişki
kuran söz konusu komşu devletlerin amacı şu
olabilir: Kürt hareketini, kendi aralarındaki sorunlar
nedeniyle diğer tarafa, hatta bizzat kendi Kürtlerine
karşı bir koz olarak kullanmak. İran, Irak,
Suriye, hatta son zamanlarda Türkiye bunu yaptılar. Bu
yüzdendir ki bu tür desteklerle Kürtler savaştılar,
ama hiçbir zaman amaçlarına ulaşamadılar. Kendilerine
bu ölçüde bir yardım verilmedi. Öte yandan, Kürdistan’ın
diğer bir parçasını elinde tutan bu tür komşu
sömürgeci devletlerle ilişkiye giren Kürt partileri çoğu
kez bağımsızlıklarını yitirdiler,
politikaları ipotek altına girdi ve onların
çıkarları için zaman zaman diğer Kürt örgütleriyle
savaşmak durumunda kaldılar.
Söz konusu bölünmüşlük ve dört devletle karşı
karşıya olma durumu, aynı zamanda, Kürt ulusal
hareketine uluslararası desteğin az olmasının,
ya da hemen hemen olmamasının bir nedenidir. Çünkü
ne dünyanın iki karşıt sisteme bölünmüş
olduğu dün, ne de bugün, sosyal sistemi ne olursa olsun,
hiçbir büyük, hatta küçük ülke, Kürtlerin hatırına
Ortadoğu’daki bu dört devleti karşısına
almak istemedi, istemiyor. Kürt sorunu nedeniyle onları
karşıya almak, aynı zamanda koca bir Arap dünyasını
da karşısına almak demektir. Öte yandan, Kuzey
Kürdistan bir NATO ülkesi olan Türkiye’nin sınırları
içindedir. NATO’nun Kürdistan kurtuluş mücadelesine destek
vermesi beklenemezdi. Aksine NATO bu desteği, hep Türkiye’ye
vermiştir.
Dolayısıyla, silahlı bir kurtuluş mücadelesini
önüne koyan örgüt, bütün bunları hesaplamak zorundadır.
Yeterli, ciddi bir dış destek olmadan, herhangi
bir silahlı ulusal kurtuluş mücadelesinin zafere
ulaşması dün olanaksızdı, bugün de öyledir.
Kürtler ise, söz konusu koşullar nedeniyle ne yazık
ki, ciddi bir dış destekten yoksunlar.
Öyle olunca da, söz konusu koşullarda silahlı
mücadelenin başarı şansı olmadığı,
bunun çok daha ağır baskılara ve kayıplara
yol açacağı daha baştan belliydi.
Bilindiği gibi, 1960’lı ve 1970’li yıllarda,
hem bir bütün olarak Türkiye solunu, hem de Kürt hareketini
terörize etmeye, zamansız silahlı eylemlere itmeye
çalışan rejimin kendisi idi. Söz buraya gelmişken
egemenlerin, toplumsal muhalefet gruplarının önüne
koyduğu bir tuzağa dikkat çekmek istiyoruz.
Eğer egemenler, yasal, demokratik, legal alanlarda
kalarak, ülkedeki muhalefeti durduramıyorsa, o zaman
muhalefetin içine ajanlarını sokarak onları
şiddete yönlendirir. Bu şiddeti, geniş halk
yığınlarını tedirgin edecek şekilde,
terörize eder. Korkup sinen halk yığınlarının
desteğini alarak ve bu alandaki üstün gücüne dayanarak,
muhalefeti kan ve şiddetle ezip yok eder.
Türk devleti, 1970’lerde Türk sol hareketini, 1980’lerde
ise Kürt ulusal mücadelesini bu tuzağa yönlendirdi. Bazıları
bilerek, bazıları da bilmeyerek bu tuzağa düştüler.
Bunların yüzünden hem Türk sol hareketi, hem de Kürt
ulusal mücadelesi olgunlaşıp kökleşmeden ezildi.
Bize göre ancak bir koşulda, Kuzey Kürdistan’da silahlı
bir mücadeleyi başlatmak doğru olurdu. Türkiye’de
emekçilerin, sol hareketin ve demokrasi güçlerinin, diğer
bir deyişle Türk halk kitlelerinin de bir ayaklanmaya
hazır olduğu veya harekete geçtiği koşullarda.
O zaman Kürt halkı mücadele alanında yalnız
ve kuşatılmış kalmaz, her iki halkın
ortak direnişi bu zorba ve çağdışı
rejimi çökertebilirdi.
Partimiz, tüm bunların hesabını yaptığı
için, hem silahlı bir mücadeleyi başlatmadı,
hem de bu işi başlatmaya hevesli olanları uyardı.
Ne yazık ki, 1970 ve 1980’lerin kızgın ortamında,
bunu öteki örgütlere anlatmak güç oldu.
PKK eliyle yürütülen ve 15 yıl süren savaşın
sonuçları ortada. Dört bin Kürt köyü ve onlarca kasaba
yakılıp yıkıldı. 3-4 milyon Kürt
köyünü-kasabasını, hatta büyük bir bölümü yurdunu
terk etmek zorunda kaldı. 35-40 bin insanımız
yaşamını yitirdi. Halkımız büyük
acılar çekti. Kürdistan ekonomisi dibe vurdu. Bir kazanım
da elde edilmedi.
Peki, Kürt halkının ulusal kurtuluşu için
silahlı mücadeleden başka yol yok muydu? Elbette
ki vardı. Siyaset, her şeyden önce sözle, yazıyla,
örgütle, yığın hareketiyle yapılan bir
mücadeledir. En büyük güç bilinçlenen, örgütlenen, istemleri
doğrultusunda eyleme geçen kitlelerdir. Mücadelenin belli
aşamalarında silahlı eylem olsa bile, bunu
genelleştirmek, silahlı eylemi temel mücadele biçimi
saymak yanlıştır. Silahlı eylem olmadan
da, salt siyasal mücadelenin öteki biçimleriyle sonuç almak
mümkündür ve bize göre Kuzey Kürdistan koşullarında
dün mümkündü, bugün de mümkündür.
12 Mart ve 12 Eylül öncesi dönemlerde siyasal çalışma
için koşullar yok muydu? Pekala vardı. 12 Mart öncesi
Türkiye İşçi Partisi, DDKO’lar, Doğu Mitingleri
ve legal plandaki yoğun basın-yayın çalışmaları
bunun somut örnekleriydi. 12 Eylül sonrası ise bu alan,
birçok legal sol siyasal partiyi ve bizzat Kürt hareketinin
legal plandaki yoğun faaliyetlerini kapsayarak çok daha
zenginleşti. Ama Türk solu, daha 12 Mart öncesi, sabırsızlığa
kapılıp gizliliğe ve vakitsiz silahlı
eylemlere yönelirken Kürt ulusal hareketi de, özellikle 12
Eylül öncesinden başlayarak, ne getirip ne götüreceğini
hesaplamadan, devrimci bir özentiyle, şiddet eylemlerine
yöneldi.
Oysa, Kürt ulusal hareketi, rejimin legal kanalları
tıkamış olması nedeniyle, gizliliğe,
yani illegaliteye bir ölçüde mecbur olsa bile, mücadelesini
şiddete yönelmeden de sürdürebilirdi. İzlenebilecek
pek çok barışçıl yol ve yöntem, kullanılabilecek
pek çok araç vardı.
Örneğin, KDP daha 1960’lı yıllarda örgütlenmişti.
Partimiz, başlangıçtaki adıyla Türkiye Kürdistanı
Sosyalist Partisi, 1974 yılı sonlarında kurulmuştur.
Bizi başkaları izledi. Özgürlük Yolu Dergisi’ni
ve Roja Welat gazetesini bu yıllarda yayın hayatına
soktuk. Bunlar bir bölümüyle veya yarı yarıya
Kürtçe çıkan yayınlardı. Tüm engellemelere
karşılık Özgürlük Yolu 10 bin dolayında,
Roja Welat ise 30-40 bin dolayında bir tiraja sahiplerdi
ve bunları Türkiye’nin dört bir yanında, Kürdistan’ın
en ücra köşelerinde dağıtabiliyorduk. Her yanda
mantar gibi legal kültür dernekleri fışkırıyordu.
Seçimlerde, Diyarbakır ve Ağrı belediye başkanlıkları
örneklerinde olduğu gibi, iyi sonuçlar alıyorduk.
Kürdistan’da, faşist ve gerici örgütlenmeleri dışlayacak
kadar büyük bir ulusal uyanış vardı. Sendikal
hareket güçleniyor, yığınsal eylemler boy veriyordu.
O dönemlerde, ulusal bir cephe kurmak için harekete geçmiştik.
Türk halkının devrimci ve demokratik güçleriyle
iyi köprüler oluşturmaya başlamıştık.
O kadar ki, 200 bin üyeli öğretmen örgütü TÖB-DER’in,
eğitimin demokratikleştirilmesi amacıyla düzenlediği
Demokratik Eğitim Kurultayında, aralarında
DİSK’in, Türkiye Yazarlar Sendikası’nın ve
Halk Evleri’nin de bulunduğu 40 kadar demokratik örgüt,
anadilde eğitim hakkını destekliyor, Roja Welat’a
dayanışma gösteriyordu.
Kürt ulusal ve demokratik hareketiyle Türkiye solu ve demokrasi
güçleri arasında anti faşist, demokratik bir cephe
örmek için de çalışma başlatmıştık.
Eğer bu süreç sekteye uğratılmasaydı,
hem Türkiye’de demokrasi mücadelesi, hem de Kürt halkının
ulusal kurtuluş mücadelesi, daha büyük ölçüde kitleselleşmeye
ve çok daha yüksek bir düzeye sıçramaya adaydı.
Ama rejim de boş durmuyordu. O, tüm bu gelişmelerden
paniğe kapılmıştı ve süreci sekteye
uğratmak için ne lazımsa yaptı. Açık ve
gizli faşist örgütler eliyle terörü kızıştırdı
ve bazı sol örgütler bu oyuna geldiler. Kürt hareketinin
bir bölümünün terörün içine çekilmesi de bu planın bir
parçası idi. Sonuçta, sistemin en gerici, vurucu kesimi
olan faşist cunta, büyük ölçüde kendi eseri olan bu terörü
bahane ederek yönetime el koydu ve sola, demokrasi güçlerine,
Kürt ulusal hareketine karşı saldırıya
geçti.
Solun, demokratik güçlerin ve Kürt ulusal hareketinin hatası
ve yanlışı, bu oyunu gereği gibi görememek,
görseler bile onu engellemek için kendilerine düşeni
yapamamaktı. Ancak terör oyununa gelmemekle ve geniş
bir cepheyle bu saldırı püskürtülebilirdi.
O dönemi yaşamayan gençler belki bilemezler; ama bizim,
12 Eylül öncesi yayınlarımıza bakabilirler.
Biz, Kürdistan Sosyalist Partisi olarak, hem bir Kürt ulusal
cephesi, hem de bir Kürt-Türk ortak anti faşist cephesi
oluşturmak için çağrı üstüne çağrı
yaptık, girişimler başlattık. Partimiz
bu konuda da sorumlu, uzak görüşlü oldu ve üstüne düşeni
yaptı.
Oysa, solun da Kürt örgütlerinin büyük çoğunluğu
da, faşizmin ayak seslerinin yaklaştığı
söz konusu ortamda bile, kör mezhep kavgalarına tutuşmuş
gibi birbirleriyle boğuşuyorlardı. Cuntaya
yolun açılmasında ve ödenen onca ağır
bedelde bu aymazca tutumun büyük payı vardır.
Türk solu, kitlelerden kopuk silahlı devrim oyunuyla
bir yere varamadı, zamanla bölünüp ufalarak, kitleler
üstündeki etkisi daha da azalarak bugünkü perişan duruma
düştü. Kürt hareketi ise, PKK eliyle, ülke, bölge ve
dünya koşullarını gözetmeden, ne getirip ne
götüreceğini hesaplamadan giriştiği silahlı
mücadelede olumlu bir sonuç alamadı ve bugünkü çöküntü
ve düş kırıklığı ile yüz yüze
geldi.
Parti İçi Demokrasi
Partimizin bu güne kadar ayakta durabilmiş olmasının
en büyük etmenlerinden biri de, iyi işleyen bir parti
içi demokrasiye sahip olmasıdır. Biz, partimizin
iç işleyişinde hep demokratik merkeziyetçi ilkelere
uygun davranmaya özen gösterdik ve onu hep işler halde
tuttuk.
Partimiz yukardan aşağıya, parti programı
ve tüzüğüne, kongre, merkez komitesi ve öteki yetkili
organlar tarafından alınan kararlara göre yönetildi.
Öte yandan, partimiz bugüne kadar, yedi kongre yaptı
ve merkez komitesi bu kongreler tarafından belirlendi.
Partimizde, örgüt içi ilişkileri belirleyen tüzüğümüzdür.
Parti içi demokrasiyi her zaman iyi biçimde işletmek
için çaba gösterdik. Organlarda, kararlar alınmadan önce
her zaman, tam bir tartışma ve eleştiri özgürlüğü
vardır. Ama alınan organ kararlarına uymak
da bir kuraldır. Kişi ne denli yetenekli ve çalışkan
olursa olsun, organlar üstü olamaz, kendi dediğini dayatamaz.
Partimiz, 30 yıl boyunca, bir bölümü merkez komitesinde
olmak üzere ortaya çıkan iç sorunları bu şekilde
tartışarak, organ kararlarıyla ve örgütü bilgilendirerek
aşmayı başardı, kadrolarına böyle
güven verdi ve birliğini korudu.
Örgütsel çalışmada kişilerin rolü ve nitelikleri
elbet önem taşır. Ama bundan da önemlisi izlenen
politikalardır, ilkelerdir, kurallardır. Her zaman
yöneticilerle kurum arasında bir etkilişim olur.
Kişiler örgütü, örgütler de kişileri etkiler ve
şekillendirir. Bu sebepten dolayı, belli bir istikrar
kazanmış ve demokratik çalışma tarzını
sindirmiş hiçbir örgüt, yönetici kadroların değişmesiyle
boşluğa düşmez, saflarından yeni yöneticileri
seçer ve yoluna devam eder. Kişinin putlaştırılması
ve organları bir yana iten kişisel yönetim tarzı
ise geri toplumlara özgü bir zaaftır. Kişi putlaştırma
ve keyfi yönetim örgüt içi demokrasiyi felç eder, tartışma
ortamını, kolektif üretme ve yönetme çarkını
dumura uğratır ve diktatörler yaratır.
Bu konuda da partimiz dikkat çekici bir örnektir. Partimizin
7. kongresinde yaşanan bir değişiklik, bu niteliğimizin
en çarpıcı örneklerinden biridir. Bu kongrede, partimizin
kurucusu ve 30 yıllık genel sekreteri olan Kemal
Burkay, kendi isteğiyle bu görevden ayrılmıştır.
O, şimdi partimizin saflarında, aynı kararlılıkla
çalışmalarına devam ediyor. Partimiz de, bu
emektar yöneticimizin partimize kazandırdığı
değerleri koruyarak, amaç ve ilkeleri doğrultusundaki
çalışmalarını ayni özveri ve kararlılıkla
sürdürüyor.
Bu vesile ile, 30 yıldır partimizi büyük bir özveriyle,
parti tüzük ve programına uygun şekilde yönetirken
sarfettiği emek için kendisine teşekkür ederiz.
Partimiz ve halkımız kendisini her zaman hayırla
anacaktır.
Partimizde, tüm önemli kararları almadan, önemli politika
değişikliklerini yapmadan önce, ayrıca tüm
kongrelerden önce, tabanın görüşüne başvurmak
gelenektir. Bu şekilde her zaman, parti tabanıyla
merkezi arasında iletişim kanallarını
açık tuttuk. Karşılıklı etkileşmeyi
sağladık. Kongrelerin yanı sıra, zaman
zaman önemli politik kararların dönemecinde konferanslar
da düzenledik. Her parti üyemiz, pratik işlerin yürütülmesinde
yetki ve sorumluluk taşıdığı kadar,
parti politikalarının oluşturulmasında
da pay sahibidir.
Partimiz, eğer Türkiye’nin ve Kürdistan’ın söz
konusu boğucu ve fırtınalı ortamında,
30 yıl gibi uzun bir süre ayakta kalmayı başarmışsa,
bunda söz konusu parti içi demokrasinin iyi işlemesinin
büyük payı vardır. Biz güç dönemlerden, tartışarak,
yeni kararlar üreterek, gerektiğinde program ve tüzük
değişiklikleri yapıp politikalarımızı
ve çalışma tarzımızı yenileyerek
bu günlere ulaştık. Örneğin, sosyalist sistemin
çöktüğü, yılların yönetici komünist ve sosyalist
partilerinin yalpaladığı, mücadele alanını
terk ettiği bir ortamda partimiz, zengin bir iç tartışma
yaşayıp bundan sonuçlar çıkararak savrulmadan
ve havlu atmadan kendini sürekli yenileyerek yürüyüşünü
sürdürmeyi başardı.
Kararlı,
Sürekli, Özverili Örgütsel Çalışma
Partimiz, kuruluşundan bu yana izlediği uzak görüşlü,
ilkeli ve gerçekçi politikalar sonucunda bu günlere ulaşabildi.
Bu durum ve sonuçtan dolayı onurluyuz, gururluyuz.
Silahların konuştuğu, toplumun savaşanlara
göre kutuplaştığı toz duman ortamında,
örgüt olarak bunca yıl ayakta kalmamızın bile
büyük bir başarı olduğuna inanıyoruz.
Biz, 12 Eylül darbesinden önce başlayan, darbeyle ağırlaşan
ve o günden bu yana devam eden, olumsuz koşullara karşın
yolumuzu şaşırmadan, doğru bildiğimiz
yolda yürüdük. Ve yürümeye devam ediyoruz. Bunu ilkeli, kararlı,
öngörülü çalışmalarımıza borçluyuz.
Örgütümüzün 12 Eylül öncesi, basın, propaganda ve örgütlenme
alanında gösterdiği yoğun performans, sağladığı
önemli kitle ilişkileri ve öteki başarılar,
o dönemi yaşıyan herkesçe iyi biliniyor. 12 Eylül
darbesinden sonra da partimiz, uğradığı
ağır operasyonlarla önemli yaralar almış
olsa bile, örgütsel çalışmayı asla durdurmadık;
zindanda, yurt içinde ve sürgünde mücadeleyi aralıksız
olarak sürdürdük.
Yoldaşlarımız, 12 Eylül sonrası işkence
çarklarında ve zindanlarda, sömürgeci rejimin mahkemeleri
karşısında direnişin seçkin örneklerini
verdiler, bu uğurda yaşamlarını yitirenler
oldu.
O dönemde, parti kararıyla yurtdışına
çıkan yoldaşlarımız da ağır
sürgün koşullarında asla yılgınlığa
düşmediler. Örgütsel çalışmalarını
kararlılıkla yürüttüler. Yurtdışındaki
çalışmalarımızla Türk Devletinin gerçek
yüzünü uluslararası planda teşhir ettiler.
Yurt içinde ise eksiklerimizi gidermek, yaralarımızı
sarmak, örgütsel mücadeleyi yeniden canlandırmak ve yükseltmek
için var gücümüzle çalıştık.
Yurtdışına çıkan yoldaşlarımızın
katkılarıyla yurtdışındaki yayınlarımız
daha da zenginleşti. Aynı zamanda, merkez yayın
organımız Riya Azadi’yi yeniden yayın hayatına
sokarak yurt içine de ulaştırdık ve orada dağıttık.
Bu 30 yıl boyunca partimizin ve ona dost ve yandaş
kitle derneklerinin, kadın ve gençlik kuruluşlarının,
yurt içinde ve dışında Türkçe, Kürtçe, Almanca
ve başka dillerde çıkardıkları onlarca
dergi, gazete ve bültenlerle Kürt dili ve kültürünün gelişmesine
büyük katkı sunduk. Yayınevleri kurarak, Kürt ulusal
mücadelesini, Kürt tarihini, dilini, kültürünü konu edinen
yüzlerce kitap ve broşür yayınladık.
Partimizin 30 yıl boyunca yurt içinde ve dışında
legal ve illegal, politik ve demokratik planlarda yaptığı
örgütsel çalışma onur duyacağımız
kadar zengindir. Bu süre içinde politik ve kültürel nitelikte
yüzlerce kitleye açık toplantı ve çok sayıda
eğitim seminerleri düzenledik. Yurt içinde ve dışında,
kendi başımıza ya da öteki dost ve kardeş
örgütlerle birlikte, rejimi protesto eden, Kürt halkının
istemlerini dile getiren, barışa ve demokrasiye
yönelik yüzlerce eylem düzenledik.
Bu toplantıların, kültür gecelerinin, yürüyüş
ve mitinglerin gerçekleşmesi için örgütümüz sürekli,
sistemli ve planlı bir çalışma yürüttü. Yoldaş
ve sempatizanlarımız, bu eylemlerin başarısı
için, yıllar boyu, yorulma bilmez bir enerji ve özveri
ile çalıştılar.
Partimiz bu 30 yıl içinde uluslararası planda
küçümsenmeyecek bir çalışma yürüttü ve değerli
ilişkiler kurdu. Pek çok ülkede hükümetler, parlamentolar
ve siyasi partiler düzeyinde onlarca görüşme yaptık.
O dönemde Genel Sekreterimiz olan Kemal Burkay, üç kez davetli
olarak, Avrupa Parlamentosu’nda Kürt sorununa ilişkin
konuşmalar yaptı.
Ayrıca bazı yöneticilerimiz, bu yıllar boyunca
onlarca uluslararası konferansa katılıp Kürt
sorununu ve halkımızın istemlerini dile getirdiler.
Parti olarak kendimiz, Kürt sorununa ilişkin iki büyük
uluslararası konferans düzenledik.
Bütün bu çalışmalar, Kürt sorununun dış
kamuoyuna tanıtılmasında, halkımızın
mücadelesine dostlar ve destek kazanılmasında, ve
sömürgeci rejimin zaman zaman köşeye sıkıştırılmasında
büyük rol oynamıştır.
Dış ilişkiler alanında ve Kürt sorununa
ilişkin bu tür toplantılar bakımından,
partimiz, Kürdistanlı başka hiçbir örgütün yapmadığı
kadar etkin ve yoğun bir çalışma yaptı.
Bütün bu nedenlerle, partimizin Kürdistan ve Türkiye politikasındaki
etkisi ve uluslararası saygınlığı,
üye sayısı, mali olanakları ve sahip olduğu
propaganda araçlarıyla kıyaslanamayacak kadar fazladır.
Bu da keza onur duyduğumuz başka bir niteliğimizdir.
Neden Hedeflerimize Henüz
Ulaşamış Değiliz?
Yukarda ana hatlarıyla açıklandığı
üzere, biz Partimizin 30 yıllık ulusal mücadele
sürecinde sağlıklı politikalar izlediği
kanısındayız. Buna ve söz konusu sürede, Parti
ve toplum olarak ödenen büyük bedellere rağmen, ne yazık
ki hedeflerimize ulaşmış değiliz. Sağlıklı
bir politika izlemenin ve buna uygun bir pratiğin, her
durumda başarıya yetmediğinin de bilincindeyiz.
Gücümüzün sınırlarının ve ulusal hareketin
eksik ve zaaflarının farkındayız ve bunu
herkese açık yüreklilikle söylüyoruz.
Kürt sorunu ulusal bir sorundur ve tüm ulusal değerlerin
eşgüdüm halinde, mücadele alanına sürülmesiyle kazanılır.
Hiçbir çevrenin tek başına bu yükü omuzlaması
mümkün değildir.
Çünkü, amaçlara ulaşmak yalnızca bizim, şu
ya da bu örgütün mücadelesine, politikalarının doğruluğu
ya da yanlışlığına bağlı
değil. Biz sahnedeki tek etken değiliz. Bu, Kürt
hareketinin bütününün yüz yüze olduğu koşullara
ve genel mücadeleye bağlı. Nesnel ve öznel koşulların
bütününe bağlı.
Son derece olumsuz nesnel koşulları biliyoruz.
Biz Kürtler, dört devletin kuşatması altında
mücadele ediyoruz ve yeterli bir dış destekten yoksunuz.
Bunun yanı sıra, bir de Kürt ulusal hareketinin
kendi yanlışları, zaafları var. Bu zaaflardan
biri, geçmişten beri hep söylediğimiz gibi, Kürt
toplumunun geri toplumsal yapısı, geçmişten
miras kalan ve ulusal birliğin önüne bir engel olarak
dikilen feodal yapılar ve ilişkiler, buna karşılık,
eksik olan örgütlenme deneyimi ve demokratik değerlerdir.
Bu tür alışkanlıklar ve değer yargıları
siyasal yaşama, örgütlü çalışmaya yansıyor.
Eğer toplumumuzda sosyal yaşam ve demokratik ilişkiler
gelişkin olsaydı, ulusal hareketin örgütlenmesi,
güçlü ve çağdaş partilerin ve birliklerin yaratılması
çok daha kolay olurdu. Örneğin, kültürümüzde mevcut değer
yargıları yüzünden bazı siyasal partilerimiz
tarikatleşiyor, liderler de putlaşıyor.
Ulusal mücadelemizin yüz yüze olduğu bu iç ve dış
zorlukları, diğer bir deyişle nesnel koşulları
bir bütün olarak göz önüne almadan bugünkü durumu, bizzat
partimizin durumunu açıklayamayız. Öte yandan, insanlar
genellikle sonuçlara, mevcut duruma bakarak hüküm verirler.
Dün olduğu gibi, bugün de bizim dışımızdaki
birçokları bize şunu soruyorlar: "Siz ne yapıyorsunuz?"
Ya da: "Tespitleriniz doğru ve sağlıklı.
O zaman neden bir seçenek yaratamadınız?"
Biz, bir seçenek yarattığımıza inanıyoruz.
Ne yazık ki bu seçenek, ülkedeki demagoji, hedef şaşırtma
ve şiddeti kutsama ortamında algılanmadı.
Algılayanların sesinin kitlelere ulaşması
engellendi.
Geri kalmış toplumlarda insanlar, aklın yolunu
rehber edinmekten çok duygularıyla hareket ederler. Egemenler,
sömürgeciler ve diktatörler de ellerindeki tüm propaganda
araçlarıyla aklın ve sağduyunun gereklerini
perdeleyip, duyguları öne çıkarmak için gereken
her şeyi yapıyorlar. Sapla samanın, at iziyle
it izinin birbirine karıştığı bu
tür ülkelerde, doğru söyleyenlerin algılanması
daha da zorlaşır.
Kuzey Kürdistan’da bir ulusal cephe, Türkiye ve Kürdistan
kapsamında ise bir demokratik cephe oluşturmak için
yıllar boyu çaba gösterdik. Bunlar gerçekleşse her
iki halkın kaderinde de çok şey değişebilirdi;
ama bu salt bizim çabamızla başarılacak bir
iş değildi.
Dört parçadan örgütlerin ulusal kongresi için yıllarca
çalıştık. Ama bu çabalar, bizim dışımızdaki
nedenlerle bir sonuca ulaşmadı.
Biz Kürt halkına dostlar kazandıran bir politika
izledik, bazıları ise mevcut dostluk köprülerini
sorumsuzca bozup dağıttılar ve Kürt ulusal
hareketinin prestijini sarstılar.
Biz ülkemizin koşullarını doğru tahlil
ettik ve hem maceracı çıkışlara, hem de
rejimin oyun ve planlarına karşı ötekileri
uyardık. Eğer öteki ilerici, demokrat Kürt ve Türk
örgütleri uyanık ve sorumlu davransalardı, elbirliğiyle
bu oyunları bozabilirdik. Bu yapılabilseydi, hem
Türkiye’de demokrasi ve sosyalizm mücadelesi, hem de Kürt
halkının ulusal kurtuluş mücadelesi doğal
seyrini izlerdi, yanlışa sürüklenmezdi ve kuşku
yok ki, bugünden çok daha iyi bir noktada olurduk. Oysa solda
ve Kürt hareketinde ağır basan dar görüşlülük,
maceracılık, sorumsuzluk ve kör mezhep kavgaları,
rejimin oyunlarının hayata geçmesine fırsat
verdi.
Rejim, PKK´nin eylemlerini bahane ederek Kürt sorununu terörize
etti ve Kürdistan’a yönelik planlarını bir bir hayata
geçirdi. Binlerce Kürt köyünü boşalttı, milyonlarca
insanımızı sürdü, Kürdistan’ın kırsal
kesimini boşalttı, kitleleri sindirdi.
Söz konusu kirli savaş sürecinde Kürt ve Türk toplumundaki
politik dengeler de buna göre şekillendi. Savaşa
uygun düşen bir kutuplaşma oldu. Türk toplumunda
barış, demokrasi ve sosyalizm güçleri gerileyip
sinerken, şovenizm ve militarizm güçlendi. Kürt toplumunda
da bizim gibi, siyasal mücadeleye ağırlık veren,
sorunun barışçı yöntemlerle gündemleştirilmesini
ve çözümünü isteyen parti ve eğilimler zayıflarken
şiddeti esas alanlar öne çıktı, güç topladı.
Bizim, ve her iki kesimde bizim gibi düşünenlerin uyarıları
bu kavga gürültü, toz duman içinde duyulmaz oldu.
Sonuç olarak, gelinen durumun sorumlusu biz değiliz.
Biz 30 yılın hesabını açık alınla
verebiliriz. Kürdistan ve Türkiye politikasında rol alan
tüm örgüt ve kişilerin, şapkalarını önlerine
koyup düşünmelerinin zamanı gelmiştir. Herkesin
artık açık yüreklilikle kendini bir özeleştiriye
tabi tutması gerekiyor. Demokrasi için, faşizme
engel olmak için, rejimin oyunlarını bozmak için
ne yaptılar, hangi politikalara omuz verdiler ve ne sonuç
aldılar?
Geçmişten ders almak ve hiç değilse bundan sonra
aynı yanlışları tekrarlamamak, bundan
sonra doğru bir yolda yürümek ve doğru politikalara
omuz vermek için bunu yapmaları gereklidir.
Legal ve İllegal Çalışma
İlişkisi
Kürt siyasi çevrelerinde tartışılan en önemli
konulardan biri de, legal ve illegal çalışmalar
arasındaki ilişkilerdir. Bu çalışmaları,
birbirinin karşıtı olarak ele almak doğru
değil. Toplumsal hayat zannedildiğinden çok daha
karmaşıktır. Örneğin hayat bazılarının
dediği gibi sadece politika değildir. Onlarca çelişkiyi
içinde barındıran bir karmaşadır. Ekonomi,
sanat, edebiyat, dil, kültür, basın yayın, sınıf,
cins, din ve felsefi inanç hayatımızdaki çözüm bekleyen
sorunlardan bazılarıdır. Bunların hepsinin
birbirleriyle ilişkisi vardır ve birbirlerini karşılıklı
olarak etkilerler.
Bu yumak içindeki düğümleri, teker teker ele alıp
çözmemiz gerekiyor. Toplumun içinde bulunduğu maddi koşullara
göre, bu ilmeklerden bazılarını legal, bazılarını
da illegal yöntemlerle çözmek zorundayız. Her hangi bir
sorunu çözmek için kullanacağımız yöntemi seçmek,
salt bizim tercihine kalmış değildir. Başkaları
da, bu konuda önemli bir faktördür.
Örneğin Türk yöneticileri, cumhuriyetin ilanından
itibaren Kürtlere, legal demokratik zeminleri kapattılar.
İnsani ve ulusal haklarını kullanmasına
izin vermediler. Ülkesi sömürgeleştirilen, insani ve
ulusal hakları elinden alınan Kürt halkının
politikasız yaşaması mümkün değildi. İşte
bu yüzden Kürtler, illegal örgütler kurmak zorunda kaldılar.
Bu örgütleri kuranların kendilerini illegalitenin dar
alanına hapsetmeleri söz konusu olamazdı. İşte
bu yüzden geniş halk kitleleriyle buluşacak kurumlar
oluşturmaya yöneldiler.
Kurulan illegal örgütler, politikanın yanında,
Kürt dili, kültürü ve edebiyatı konularında da çalışmalar
yaptılar. Kültür kurumları oluşturdular. Basın-yayın
evleri kurdular. Gazete, dergi ve kitap basıp dağıttılar.
Daha sonra, bazı partiler televizyon kurdular. Çünkü
ulusal mücadeleyi, bu alanlarda da yürütmek gerekiyor. Kısacası,
hayat ve tarihsel gidiş, bizleri legal ve illegal çalışmaları
eşgüdüm halinde yürütmeye itiyor. Bu durum karşısında
“legal mi çalışalım, illegal mi?” Sorusunun
bir anlamı yoktur.
Bu gerçek karşısında biz de hem bir illegal
örgüt, hem de çeşitli legal kurumlar oluşturduk,
basın yayın çalışmalarında bulunduk.
Daha önce kurulmuş olan sendika ve sivil toplum kurumları
içinde çalıştık. Halkımıza ulusal
bilinç taşımak, kültür seviyesini yükseltmek, yurt
ve dünya sorunları üzerine düşünmek ve ulusal kurtuluşa
yöneltmek için yoğun çaba gösterdik.
“İllegal örgütlerin denetimi yüzünden, Kürt sanat ve
kültür çalışmaları yeterince gelişemiyor.”
eleştirisinin elbette ki, haklı yönleri vardır.
Legal alanların Kürt halkına kapatılması
yüzünden, politikanın yanında diğer çalışmalar
da illegal örgütlerin denetiminde yapıldı ve doğal
olarak onların izlerini taşıdı. Peki,
bunun suçu sadece illegal örgütlere mi aittir?
Şüphesiz tüm Kürt aydınlarının illegal
örgütlerde çalışması beklenemez. Ama bu kişilerin,
beceri ve birikimlerini, halkın hizmetine sunacak ulusal
kurumlar oluşturmaları gerekmez mi? Kendilerini
bağımsız aydın diye nitelendiren kimseler
ne yazık ki, kendilerine düşen bu tarihsel görevi
yerine getirmediler. Bağımsız ulusal legal
örgütler kurmak için gerekli çalışmaları yapmadılar.
Bu görev de yine, illegal örgütlere kaldı. İşte,
içinde bulunulan bu maddi koşullar yüzünden, Türkiye’de
bağımsız ulusal Kürt kurumlarının
oluşması gerçekleşmedi. Geldiğimiz bu
aşamada hayat bize, ulusal kurumlar oluşturmamızı
dayatmış bulunuyor. Biz bu konuda yıllardır,
duyarlı Kürt kamuoyuna çağrı yaptık. Kürt
sorunun hiçbir çevrenin tek başına çözemeyeceği
kadar ağır bir sorun olduğunu söyledik. Bunun
için hayatın her alanında, ulusal kurumlar oluşturulmasının
önemine dikkat çektik. Bize göre ilk etapta oluşturulması
gereken önemli kurumlar şunlardır:
1- Stratejik araştırma yapacak ve buna uygun projeler
üretecek bir merkez kurulmalıdır. Uzman kişilerden
oluşturulacak bu merkez, Kürt toplumsal yapısını,
Kürt tarihini ve bugüne kadar sürdürülen Kürt politikalarını,
bilimsel bir açıdan ele alıp irdeleyen, bundan hareketle
Kürt politik çalışmalarını sağlıklı
ve netice alıcı bir kanala yöneltecek projeler yapmalıdır.
2- Ulusal bir medya oluşturulmalıdır. Mevcut
medya, yukarda da değindiğimiz gibi genellikle tek
tek partiler tarafından oluşturulan ve bunun sonucu,
ister istemez, onların propaganda ihtiyaçlarına
cevap veren, bu nedenle yeterince nesnel olamıyan niteliktedir.
Kimi örgütlerin geçmişte ellerindeki bu türden olanakları,
aşırı abartma, kişi putlaştırma
başka yurtsever örgüt ve kişilere çamur atma, beyin
yıkama biçiminde kullandıklarına tanık
olduk ve hala da oluyoruz. Dolayısiyle, gerekli olan
tüm yurtsever kesimlerin sesini duyuracak, ulusal mücadeleye
sözcü olacak, düzeyli, halkın istemlerine cevap verecek,
geniş kitlelerin ilgisini çekecek türden medya araçları
yaratmamız gerekmektedir. Sonuç olarak, Kürt halkının
saflarında bu türden ulusal medya özlemi giderek yaygınlaşıyor.
Böylesi bir medya bilgilendirme işlevinin yanında,
ulusal bilincin yaygınlaşmasına ve ulusal birliğin
güçlenmesine katkı sunacaktır.
3- Ulusal sinema, tiyatro ve kültür merkezleri kurulmalıdır.
Buralarda Kürt dili, tarihi, edebiyatı ve folkloru üzerine
bilimsel akademik çalışmalar yapılmalıdır.
Kürt kültüründen hareketle, çağdaş bir kültürel
düzeye çıkacak çalışmalar yapılmalıdır.
Zengin olan sözlü Kürt edebiyatı yazılı hale
getirilmelidir. Sinema ve tiyatronun serpilip gelişmesine
çalışılmalıdır.
4- Kürt dilini, tarihini, sanatını, kültürünü
tanıtacak ve her sene tekrar edecek merkezi bir Kürt
festivali düzenlenmelidir.
5- Kürt ulusal günleri merkezileştirilmeli ve kitlesel
olarak kutlanmalıdır.
Haklı
Bir Davanın Temsilcileriyiz,
Özgürlük Mücadelemiz Zafere kadar
Sürecek
Geçmişte ve günümüzde, bazı partilerin uyguladıkları
yanlış politikalar sonucunda bugün ülkemizin ve
halkımızın içine düştüğü durum yüzünden
kimse umutsuzluğa kapılmasın. Ulusal mücadelemizin
kökü yüzlerce yıl önceye dayanıyor. Halk olarak
çok zor dönemler yaşadık. Ama mücadelemiz hiç durmadı.
Bu mücadele özgürlüğe kadar sürecek.
Kürdistan Sosyalist Partisi olarak, dün izlediğimiz
ilkeli politikaları sürdürüyoruz. Dün olduğu gibi
bugün de doğru yolda olduğumuzdan kuşkumuz
yok. Biz eşitlik, özgürlük ve Kürt halkının
kurtuluşu için mücadele ediyoruz. Böylesine haklı
bir davanın temsilcileriyiz.
Politikacılara düşen görev, bedbin ve umutsuz
olmak değildir. Zor dönemlerde umudu canlı tutmak
ve topluma çıkış yolunu göstermektir. 30 yıldır
bunu hep yaptık. Partimizin yeni kurulduğu bir dönemde,
1975 yılının ilkbaharında Kürt hareketi
yine böylesine acı günler yaşadı. Irak Kürt
ulusal kurtuluş hareketi silahları bıraktı
ve durum gerek bu parçada, gerekse diğer parçalardaki
yurtsever çevrelerde büyük bir düş kırıklığı
yarattı. İşte o günlerde, 1975 yılının
Haziranı’nda yayın hayatına başlayan Özgürlük
Yolu’nun ilk sayısında şunları söyledik:
"Kürt halkı bugün desteksizlik, ağır
şartlar ve yöneticilerinin hataları yüzünden yenilgiye
uğrasa bile, bu, her şeyin bittiği anlamına
gelmez. Ancak tarihi bilmeyenler ve halkın gücüne inanmayanlar
böyle düşünebilir."
Nitekim tam da o dönemde Kürdistan’ın Türkiye ve İran
parçalarında mücadele yükseldi. Irak Kürdistan’ın
da ise hareket kısa sürede toparlandı.
Bugün de anlayışımız budur. Öcalan ve
PKK’ye her dilediğini dikte ettiren sömürgeci rejim boşuna
sevinmesin, yurtsever insanlarımız da boşuna
üzülmesinler. Kürt ulusal mücadelesi bir örgüte ve kişiye
bağlı değildir. Bu, kökleri bin yıllara
dayanan mücadeleci bir ulusun özgürlük davasıdır
ve zafere kadar asla bitmeyecektir.
Bütün sorun, yanlışlardan dersler alarak yola
devam etmektir. Kürt hareketine düşen görev de budur.
Bundan böyle mücadelemiz için yeni bir dönem söz konusudur.
Eğer yanlışlardan dersler çıkarabilirsek,
bugün olumsuz gibi görünen durumu tersine çevirebiliriz.
Biz Kürdistan Sosyalist Partisi olarak, geçmişte nasıl
sorumlu ve ilkeli davrandıysak, bundan böyle de tavrımız
öyle olacaktır. Öte yandan, dün olduğu gibi bugün
de bu iş yalnızca bizimle bitmiyor. Hareketin toparlanması,
sağlıklı kanallara yönelmesi için, bugün hala
Kürdistan’ın politik sahnesinde var olan, mücadeleye
istekli olan her grup ve kişiye görev düşüyor. Kürt
halkının yılgınlığa düşmemesi
için, mücadelenin sağlıklı bir kanalda toparlanması
ve canlanması için el ele vermeliyiz. Enerji, güç ve
deneyimlerimizi birleştirmemiz gerekiyor.
Biz, Kürdistan Sosyalist Partisi olarak, programımıza
ve temel politikalarımıza evet diyen herkesle birlikte,
aynı örgüt çatısı altında çalışmaya
açığız. İlke ve amaçlarımızı
doğru bulan tüm Kürtlere, kapımız her zaman
açık oldu, açık olmaya devam edecektir.
Geçmişte partimizin bayrağı altında
mücadele etmiş ve çeşitli gerekçelerle ayrı
düşmüş tüm arkadaşlarımızı,
yeniden saflarımıza katılmaya çağırıyoruz.
Ayrıca benzer doğrultuda, yani Kürt halkının
özgürlüğü için mücadele eden, ama kimi konularda bizden
farklı düşünen ve kendilerine özgün politikaları
olan diğer örgütlerle ise ortak çalışmaya,
iş ve güç birliklerine açığız. Tüm Kürt
örgüt ve bireylerini yanlışlıklara karşı
çıkmaya, doğruları savunmaya, doğruları
savunanlarla el ele tutuşmaya çağırıyoruz.
Birbirimize karşı önyargıları, dar grup
çıkarlarını, kişisel hesapları ve
kıskançlıkları bir tarafa atarak, birlikte
iş yapmanın, birlikte yürümenin yollarını
bulmalıyız. Kürt tarihi ve hayat, kimi konu ve tutumlarda
çelişsek de beraber yaşayabileceğizi ve ortak
amaçlar için biraraya gelmemizin gereğini gösteriyor.
Ancak böylesine bir hoşgörü ve uzlaşma anlayışıyla,
güçlü birlikler yaratabilir, kitlelere güven verebilir ve
onları ortak amaçlar doğrultusunda seferber edebiliriz.
Uluslararası plandaki yeni gelişmeler, özellikle
Ortadoğu’daki yeni durumsa, ABD’nin, AB’nin ve tüm öteki
büyüklü küçüklü aktörlerin niyet ve çıkarlarının
ötesinde, bölgede statükonun sarsılmasına, geri
ve çağdışı yapı ve yönetimlerin yıkılmasına
yol açıyor ve bu durum hem bölge ülkelerinde demokrasi
ve değişim olanaklarının ortaya çıkması,
hem de Kürt halkının kurtuluş mücadelesi bakımından
son derece önemlidir. Bize göre sosyalistlere, demokrat ve
ilerici insanlara düşen görev, yeni durumda, statükonun
yıkımına katkıda bulunmak ve bölgede demokrasi
ve özgürleşme yönündeki değişime destek vermektir.
Olup bitenleri geçmişin önyargıları ve kalıpları
çerçevesinde kavramak ve onlara bu çerçevede çözümler bulmak
mümkün değil. Kürt hareketi, genel hatlarıyla yeni
durumu ve bunun Kürt özgürlük mücadelesi için yarattığı
olanakları iyi kavramış görünüyor ve bu olumlu
bir durumdur. Bu nedenle, ülkemizi kendi aralarında bölüşmüş
olan bölgedeki sömürgeci rejimlerin ve tüm öteki çağdışı,
baskıcı, gerici rejimlerin ve yönetimlerin telaşını
iyi anlıyoruz. Bize düşen, söz konusu sömürgeci
rejimlerin Kürt hareketini bölme, birbirine karşı
kullanma gibi geçmişten iyi bildiğimiz tuzaklarına
karşı uyanık olmak ve ulusal güçlerin birliği
için elden geleni yapmaktır.
Sonuç olarak, uluslararası planda ve bölgemizde böylesine
önemli gelişmelerin yaşandığı bir
süreçte, biz de parti olarak, ulusal kurtuluş, demokrasi
ve sosyalizm mücadelesiyle dopdolu geçen 30 yılı
geride bırakmış bulunuyoruz.
Geçmişte yaptıklarımızdan dolayı
mutlu ve onurluyuz. Bundan dolayı mücadeleye emek veren
tüm üye ve sempatizanlarımızı candan kutlarız.
Bu uğurda yaşamlarını yitirmiş olan
insanlarımızı saygıyla anıyoruz.
Keza, kimi konularda bizim gibi düşünmeseler de, Kürt
halkının özgürlüğü ve mutluluğu için çaba
göstermiş tüm yurttaşlarımızın emeği
karşısında saygıyla eğiliyoruz. Kürdistan
uğruna yaşamını yitirenleri minnetle anıyoruz.
Görevimiz henüz bitmiş değil. Taşıdığımız
mücadele bayrağını, ömrümüz ve enerjimiz yettiği
ana kadar taşıyacak ve bizden sonraki kuşaklara
devredeceğiz.
Mücadelemiz, yüz metre koşusu değildir. Kürt sorunu,
uzun erimli, meşakatli, önü tuzaklarla dolu, sabır
ve direngenlik isteyen bir mücadeledir. Maraton koştuğumuzu
asla unutmamalıyız. Enerji ve nefesimizi, bu zorlu
mücadeleye uygun şekilde, kontrol altında tutmalıyız.
Sabır, inat ve kararlılığımızı
daima diri ve canlı tutmalıyız.
Kimi çevrelerin uygulamaya koydukları yanlış
politikalar yüzünden, ülkemiz ve halkımızın
içine düştüğü durum, kimseyi karamsarlığa
itmemelidir.
Yurtsever insanlarımız, asla umudunu yitirmesin.
Davamız, ulusal özgürlük davasıdır.
Kökü binlerce yıl önceye dayanıyor.
Mücadelemiz, zafere kadar devam edecek.
Ne macera, ne teslimiyet!
Haklıyız, direneceğiz, kazanacağız!
Yaşasın Kürt halkının ulusal ve toplumsal
kurtuluş mücadelesi!
Yaşasın Kürdistan Sosyalist Partisi!
PSK Merkez Komitesi
|