Ütopya
Dergisi‘nin Kemal Burkay‘la yaptığı söyleşi
“Dilini
Yitiren Kimliğini de Yitirir„
Yayın
yeri Mardin'in Nusaybin ilçesi olan Ütopya Dergisi, Kemal Burkay'la sanat ve siyaset üzerine
uzunca bir söyleşi yaptı. Abdurahman Semavi‘nin sorularına
verilen cevaplar derginin son 6. Sayısında, “Tarih, Edebiyat ve Siyaset Adamı Kemal
Burkay „ başlığı altında
yayınlandı. Söyleşiyi aşağıda
sunuyoruz.
1-
Sizi belli ölçülerde tanıyoruz. Kemal Burkay'ı
bir de kendisinden, siyasi, edebi ve tarihi bir kişilik
olarak tanıyabilir miyiz?
1960'lı
ve 70'li yılların çocukları siyasetle çok
erken tanıştılar. Oysa bizimkisi, yani 1930'lu
40'lı kuşağınki öyle değildi. Ben
1937 doğumluyum. Biz ilk gençlik yıllarımızda
siyasi tartışmalar ortamından uzaktık.
Ben edebiyata -şiire, hikayeye, romana- ilgi duydum,
siyaset ise hiç aklımda değildi. Ama çok geçmeden,
1960'lı yıllarda siyaset günlük yaşamımıza
girdi. Sosyalizme sempati duyuyordum ve 1965 yılında
Türkiye İşçi Partisi'ne üye oldum. O gün bu gündür
siyasetteyim. 1974 yılında bir grup arkadaşla
Kürdistan Sosyalist Partisi'ni kurduk ve bu partideki siyasal
yaşamım hala sürüyor.
Elbet
bizimkisi gibi ezilenlerin, baskı görenlerin safında
siyaset yapanlar için bu iş kolay değil. Baskılar,
tutuklamalar, göçmenlik birbirini izledi. 22 yıldır
yurt dışındayım. Görev gereği çok
gezdim; toplantılar, diplomatik görüşmeler yaptım;
aynı zamanda çok yazdım. Bunların bir bölümü
şiir, öykü türünden Kürtçe ve Türkçe edebi ürünlerdir.
2-
Sizce siyasetle mi, sanatla mı gündemdesiniz?
Ne
kadar gündemdeyim, bilemiyorum. Bana yönelik, zaman zaman
çok sıkı, zaman zaman da gevşeyen bir ambargo
var. Hem karşıtlarımdan, hem de sözde kendi
cephemizden..
Öyle
dönemler oldu ki, Türk basınında benden söz edildiyse,
salt karalamak, sözlerimi çarpıtmak, yani kamuoyuna
yanlış mesajlar vermek içindi. Ambargoyu ilk kez
Sezen Aksu'nun seslendirdiği "Gülümse" şiiriyle
kırdım diyebilirim.
İlginçtir,
1993'te öcalan'la yaptığımız protokol'ün
ardından Türk medyasında bir dönem benim de üzerimdeki
ambargo kalktı. Birçok televizyon kanalı, dergi
ve gazete benimle röportaj yaptı ve yayınladı.
Kürt sorununun barışçı çözümü yönünde umutların
doğduğu bir dönemdi. Ne yazık ki kısa
sürdü ve ambargo geri geldi.
Karşıtlarım
ve rakiplerim, ister düzen yanlısı isterse sol
ya da Kürt yurtsever kesiminden olsunlar, yalnızca
siyasi görüşlerime değil, edebi ürünlerime karşı
da belli bir koruma ya da suskunluk duvarı yaratmaya
çalıştılar. Zaman zaman bu duvarı aştım.
Bence hem iyi, etkili görüşler, hem de iyi sanat, eninde
sonunda yolunu bulur. Erbabı onu, denizin altında
da olsa bulur çıkarır..
Bu
soruyla sık sık karşılaşıyorum:
Hayatımda ya da kişiliğimde belirleyici olan
hangisi, siyaset mi, sanat ve edebiyat mı? Doğrusu
cevabı zor.. Siyasete elbet daha çok zaman ayırdım.
Ama aynı zamanda bir yazar ve şairim. Kişiliğimde
siyasetle edebiyatı kaynaştırdım diyebilirim.
Siyasi yazılarıma estetik, edebi yazılarıma
ise siyasal bir içerik verdim veya bu kendiliğinden
oldu.
3-
Uzaklığın ve mülteciliğin yaratımınızda
olumlu-olumsuz etkileri nelerdir?
Ülkeden
uzak düşmek, mültecilik ya da göçmenlik, hem bir siyaset
adamı, hem de bir yazar için zor bir olay. Ama dünyamızda
sık sık da yaşanan bir olgu.
Ne
denli gelişmiş, bayındır ve doğası
güzel de olsa yabancı bir ülkede yaşam zordur.
Başlangıçta çekici, çarpıcı gelse de
bir süre sonra farklı sosyal ortamın, farklı
dil ve kültürün sıkıntılarını yaşarsınız.
İklim farkı bile başlı başına
önemli ve bitkileri olduğu gibi insanları da olumsuz
yönde etkileyen bir unsur.
Pekçok
kişi göçmenlik koşullarında, özellikle siyasal
çalışma bakımından gevşer, karamsarlığa
kapılır, bir kenara çekilir. Bu bir kural değil
elbet. Direnen ve kararlıca işini yapan birhayli
insan da var.
Uzaklık-yakınlık
olayı ise günümüzde, gelişkin iletişim araçları
ortamında geçmiştekinden birhayli farklı.
Eğer televizyon ve internetten Türkiye'de veya bir
başka ülkede olup bitenleri anında izleyebiliyorsanız,
mesajınızı anında iletebiliyorsanız,
uzaklık nedir? Örneğin Stokholm Diyarbakır'a,
İstanbul'dan daha mı uzak?.
Kuşkusuz,
koşulları olsa ülkemde olmayı tercih ederdim.
Buna
karşılık "uzaklığın", yabancı
bir ülkede olmanın bazı avantajları da var.
örneğin can güvenliği! Rejimin sizi öldürme şansı
az, hapiste çürütme şansı ise yok.. Özgürce dolaşabiliyor,
konuşabiliyor, yazabiliyorsunuz.
Yurt
dışında gezilen, görülen yeni ülkeler, değişik
hayat tarzları, değişik coğrafyalar
insanın algı ve duygu dünyasını zenginleştiriyor.
Bu durum ister istemez düşünce yaşamına,
edebi ürünlere yansıyor. Örneğin benim İsveç
doğasını, iklimini anlatan birhayli şiirim
var. Bunların bir bölümü yayınlandı ("Yakılan
Şiirin Türküsü" adlı kitapta, "Sarı çiçeğin
Baladı" adlı bölüm).
Uzaklık
ayrıca hasretiyle, özlemiyle de bir yaratma kaynağıdır
ve bunun en iyi tanığı Nazım'dır.
4-
Düz yazıda ve roman stilinde en çok neyi yazmak isterdiniz?
Gençliğimde,
daha siyasal çalışma içinde değilken, en
çok şiir, roman ve hikayede yoğunlaşmak istemiştim.
O dönemde şiirlerin yanısıra, hikayeler de
yazdım ve iki roman denemesi yaptım. Biri günlük
bir gazetede (Vatan'da) tefrika edildi, ikisi de kitap olarak
basılmadı.
Roman
yazmayı sürdürseydim, neyi yazardım, bilemem.
Siyasal çalışmaya girip, üstelik yönetici görevler
üstlenince bu işi bıraktım. Çünkü roman çok
zaman isteyen, yoğunlaşmayı gerektiren bir
iş. Öte yandan, düzyazı planında Kürtçe ve
Türkçe olarak çok değişik alanlarda yazdım.
Teorik ve siyasal yazılar, tarih, dilbilgisi, çocuk
hikayeleri, piyes, mizah, çeviri... 30'un üzerinde eserim
yayınlandı. Son olarak 3-4 cilt kadar tutan anılarımı
da yazıp bitirdim ve birinci cildi yayınlandı.
Özetle,
düzyazıda çok değişik tarzlarda ve konularda
yazdım, hevesimi aldım. En çok hoşlanarak
yazdığım Kürtçe ve deneme sayılabilecek
türden köşe yazıları ile bazı gezi notlarıydı
diyebilirim.(Bunlar değişik adlarla gazete ve
dergilerde yayınlandılar.)
Onca
siyasal çalışma arasında bu kadar değişik
türden yazılı ürünlere neden mi burnumu soktum?
Bu da belki yine, siyasal çalışmanın bir
gereği idi. Belki, bir bölümüyle önümüze çıkan
sorun ve ihtiyaçların ve bir siyaset adamı ve
yazar olarak buna cevap verme çabasının ürünü..
Örneğin halkımızın derli toplu bir tarihini
sunmak gerekiyordu. Dil eğitimi için materyal gerekiyordu.
İnsanları bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için
değişik anlatım biçimlerinden yararlanmak
gerekiyordu. Bu işlerin birkısmı bize düştü..
Bizim
kuşak, Rönesans döneminin İtalyan sanatçıları
gibi çok yönlü anlatım ve sanat biçimleri denedi. Bizden
sonrakilerin belki böyle yapmasına gerek olmayacak.
Çünkü onlar için hazır bir temel var. Onlar herhalde
belli dallarda yoğunlaşacaklar ve daha yetkin
ürünler verecekler. Dileğimiz bu..
5-
Ülkemizde siyasal mücadelenin bunca yoğunluğuna
rağmen entellektüel birikim sizce ne durumda? Aydın
ve yazarlarımızın kalıcılaştıramadığı
değerler var mıdır, var ise nelerdir?
Siyasal
mücadele ve entellektüel birikim hem birbirlerinden farklı
olgular hem de birbirleriyle ilişkileri var, birbirlerini
etkilerler. Örneğin bir toplumda siyasal mücadele alanında
olup bitenler, farklı tezler, değişik görüşler,
kazanılan deneyimler entellektüel alanı da zenginleştirir.
Öte yandan, eğer iyi bir entellektüel birikim varsa,
diğer bir deyişle o toplumun sanat ve kültür hayatı
zenginse, bu da siyasal alanı etkiler, düzeyini yükseltir.
Kültür yaşamı geri, demokrasi deneyimi zayıf
bir toplumda siyaset de güdük kalır. Bazan sağırlar
diyaloguna döner. Demagoglar bilinçsiz kitleleri kof sloganlarla
etkileyip yanlış yönlere kolayca sürükleyebilirler.
Ortadoğu
ülkelerinde ne yazık ki böyle. Gerçi bu toplumların
oldukça eskiye uzanan bir geçmişi var. Mezopotamya,
İran ve Anadolu göz kamaştırıcı
uygarlıklara tanık olmuş. Ama o uygarlıklardan
bugüne kalan ne? Bugün bu toprakların üzerinde yaşayan
insanlar ne kadar bunun farkında? Antik çağda
çıplak venüs heykelleriyle süslenen bu topraklarda
şimdi kadını çarşafa sokmak isteyenlerin
sayısı az değil. 20-30 bin kişilik açık
hava tiyatrolarına sahip antik kentlere karşı
şimdi tiyatrosuz pekçok kent ve tiyatrodan habersiz
milyonlar var.. Bazan da tiyatro ve kültür grupları,
düzenin yöneticileri tarafından yönlendirilen bağnaz
grupların saldırısına uğruyor,
sanatçılar dövülüyor, yakılıyor..
Şu
21. Yüzyılın başlarında bu ülkeleri
yönetenler, antik çağın site devleti yöneticilerinden
daha aydın değiller. Siz hiç dil yasaklayan, kendi
dilinde şarkı söyleyen birini 3,5 yıl zindana
atan bir eski zaman kralı duydunuz mu?
Şimdi
Ortadoğu ülkelerini yöneten bu baskıcı, tutucu,
gerici rejimler acımasız birer diktatörlük. Al
birini vur ötekine. Bunlar kültüre değer vermedikleri
gibi kültür kıyımı yapıyorlar. Tek tip,
tek boyutlu insan yetiştirmeye çalışıyorlar.
Aydınları amansızca eziyor, kapıkullarına
dönüştürüyorlar.
Aydın
ve yazarların ise birtakım değerleri kalıcı
kılmaları için, öncelikle sözkonusu değerlere
sahip olmaları gerek. Muhalif olan, özgürlük isteyen,
demokratik bir toplum arzulayan aydınların öncelikle
kendilerini eğitmeleri gerekiyor. Topluma öncülük yapabilmek,
değişimde olumlu bir rol almak için yeterli bir
kültüre, önyargıları aşmış olmaya,
özgür düşünen bir kafaya ve gerektiğinde riskine
katlanarak doğruyu savunan bir kişiliğe gerek
var. Bunun için dünyamızın kültür mirasından
beslenmeli, bunun için çaba göstermeli. Bunun için onur
duygusuna sahip olmalı. Ne yazık ki birçok kişi
emek harcamadan, yorulmadan, kolaycı ve bazı durumlarda
ahlaki olmayan yöntemlerle, çürük malı reklam zoruyla
pazarlayan bir işportacı tarzıyla, ün ve
isim yapmanın peşinde..
6-
Biraz da Kürt diliyle ilgili sorularımıza geçmek
istiyoruz. Kürt dilinin kısa tarihçesi, zenginliği,
dünya dilleri arasındaki yeri ve tarih sürecindeki
zorluklara rağmen kalıcılığına
dair düşünceleriniz?
Kürt
dilinin kaynakları Hurrilere kadar uzanıyor. Huriler
Hindi-Avrupayi bir halktılar. Bundan dört bin yıl
önce Antakya'dan Kerkük'e uzanan topraklarda, yani bugünkü
anayurdumuzda yaşıyorlardı ve yazıyı
kullanıyorlardı. Pekçok yazılı eser
bıraktılar. Bugünkü Kürtçe'nin morfolojisi, yani
dil yapısı Hurrice'ye çok yakın. Kürtçe'nin
diğer bir kaynağı da, diğer bir Hindi-Avrupayi
kavim olan Medlerin dili. Bir başka deyişle, hem
dil, hem halk olarak bir kaynaşma, harmanlanma sözkonusu.
Kürtçe
Arapça ve Türkçe'den ayrı, onlara uzak bir dil. Hindi
Avrupayi dil ailesinin İran dilleri grubuna mensup;
Farsça, Beluci ve Tacik dilleriyle akraba. (Diğer gruplar
ise Latin, Slav ve Cermen grupları).
Bir
başka deyişle, Kürtçe dünyamızın en
eski dillerinden biri. Kelime hazinesi geniş, folklor
ürünleri bakımından çok zengin.
Kürt
dilinde yazılı edebiyat bin yıl öncesine
uzanıyor. Baba Tahir, Eli Heriri 10. Yüzyılda
yaşadılar ve eserler verdiler. Onları başkaları
izledi. Yüzlerce yıl boyunca ve aynı zamanda Osmanlılar
döneminde Kürtçe medreselerde okutulmakta, yani eğitim
dili olarak kullanılmakta idi. Cumhuriyet döneminde
yasaklandı! (Şimdi Kürtçe eğitim dili olabilir
mi diye tartışan ve olamaz diye fetva veren cahillere
bakınca insanın güleceği geliyor.)
Kürt
dili ve kültürü en fazla baskıyı 20. yüzyılda,
Osmanlı devleti dağılıp da bölgede ulusal
devletler kurulduğu zaman gördü. Ulus olma telaşına
düşenler Kürtçeyi yasaklıyarak ve Kürtleri yok
ederek bunu başarmaya çalıştılar ve
bu durum hala devam ediyor..
Ne
var ki Kürt dili ve kültürünü yok etme çabası boş
ve beyhude bir çaba. Kürtler tüm baskılara rağmen
dillerini yaşattılar. 104 yıl önce, 1898'de
ilk Kürtçe gazetenin çıkışından bu yana
Kürt dilinde yüzlerce gazete ve dergi çıktı. Şu
anda da çeşitli parçalarda yüze yakın Kürt periyodiği
var. Kürtçe yayın yapan üç uydu televizyon var. Her
yıl yüzlerce kitap basılıyor. Güney'de Kürçe
resmi dil ve ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim dili.
Dıhok'ta, Erbil'de, Süleymaniye'de üniversiteler Kürt
diliyle eğitim yapıyor ve yüzlerce profesör ve
doçent ders veriyor.
Ülkemizin
Kuzey parçasında da üzerindeki baskılar kalksa
Kürtçe hızla gelişip serpilecek bir dil.
Bu
40 milyonluk bir halkın dili. Salt yazılı
anlamda geçmişi dört bin yıl öncesine uzanan bir
dil. Böyle bir dil yok olmaz. Böyle bir halk da.
Kürtçe
de Farsça, Arapça ve Türkçe gibi yarına kalacak bölge
dillerinden biridir. Ama yüzyıllar, binyıllar
sonrası için dünya diller haritası nasıl
olur, kimse bilemez. Büyük ihtimalle zayıf ve küçük
topluluklar tarafından konuşulan diller silinir,
diğer toplumlar en az iki dilli olur: Biri kendi dilleri,
biri de dünyalıların ortak dili -belki İngilizce,
belki başka bir dil..
7-
Günümüz Kürtçesinde edebi dil ile halk dili arasındaki
farklılıkları neye bağlıyorsunuz?
Bu
fark her dilde şu ya da bu oranda vardır. Hemen
her ülkede, eğitimde ve edebi eserlerde kullanılan
dil ile sokakta konuşulan dil ve aynı zamanda
şu veya bu yöredeki şive farklıdır.
Ama herkes anadilinde eğitim görme olanağına
sahipse bu sorun olmaz.
Kürtler
bakımından sorun, çok ilkel ve akıl almaz
bir tutumla kendilerine bu hakkın tanınmamasıdır.
Elbet Kürtler eninde sonunda bu haklarını elde
edecekler. O zamana kadar da kendi olanaklarıyla dillerini
okuyup yazmak için çaba göstermeleri gerekir.
Zaten
tüm engel ve baskılara rağmen Kürtler dillerini
yazılı alanda kullanıyor ve bir dizi edebi
ürün veriyorlar. bu da farklı şiveleri aşan
bir dil birliğinin oluşmasını sağlıyor.
Öte
yandan halk dili temeldir. Edebi ürünlerde bu temelden uzaklaşmamaya,
rahat anlaşılır bir dille yazmaya özen göstermeli.
Yeni kelimelerin türetilmesinde aşırılık,
"özkürtçeci" bir tutum, okurdan kopmayı getirir.
8-
Tarihsel süreçte Kürtler Kürt dilini, Kürt dili Kürtleri
nereye taşımıştır?
Dil
bir halkın kimliğinin temel özelliklerinden biridir.
Dilini yitiren kimliğini de yitirir. Dil kültürün en
önemli taşıyıcısıdır. Dilini
yitirenin Kültür mirasıyla bağları kopar.
Dil sevgisi yurt sevgisi gibidir. Her halk buna değer
verir.
Kürt
halkı yabancı boyunduruğu altında kaldığı
yüzlerce yıl boyunca da dilini-kültürünü yitirmedi,
bu dili ve kültürü yaşattı. Bu dil ve kültür de
Kürtleri yaşattı. Bu kadar açık.
9-
Yazılı Kürt edebiyatı yeni yeni gelişmeler
gösteriyor. Şiirin yanısıra roman, hikaye,
eleştiri dallarında birhayli yeni isim var, yeni
arayışlar var. Sizce bu yeni eğilimler Kürt
edebiyatına ne kadar mesafe aldıracak? Bununla
birlikte Kürt halkının Kürtçe ürünlere karşı
ilgisizliğini neye bağlıyorsunuz?
Edebiyat
alanındaki yeni isimler, ürünler, arayışlar
sevendirici bir durum. Daha şimdiden ilgi çeken iyi
eserler var. Zamanla daha da iyi ürünler göreceğiz.
Edebiyatın gelişmesi aynı zamanda uygun ortama
bağlı. Ne yazık ki, dil ve kültür üzerinde
binbir baskının sürdüğü bugünkü ortam hiç
de uygun değil. Kürt halkı her şeyden önce
kendi anadilinde okuyabilmeli, Kürtçe basın-yayın
özgür olmalı. Dil sosyal ve siyasal yaşamın
her alanında özgürce kullanılabilmeli. Edebi eserler
için de uygun bir pazar ancak böyle oluşur.
Edebiyata
ilgi toplumun genel kültür düzeyiyle de bağlantılı.
Türk toplumunda bile, bir dil yasağı sözkonusu
olmadığı halde, okumaya karşı ilgi
oldukça düşük. Bizim ülkemizin insanlarının
ezici çoğunluğuna televizyon yetiyor..
10-
Topraklarımız geçmişte bunca zengin uygarlıklara
ev sahipliği etmişken, günümüzde Kürtlerin kültürel
yaşam düzeylerini yeterli buluyor musunuz?
Bulmuyorum.
Ama bu onların suçu değil. Daha önceki sorularınıza
cevap verirken bunun nedenlerine değindim. Tarih düz
bir hat izlemiyor. Bir zaman ilerde olan geriye düşebiliyor,
gerideki öne çıkıyor. Günümüzde ise, bu bölgenin
halklarının kültürel gelişmesini engelleyen
en başta mevcut çağdışı rejimler.
Kürtlere
gelince, onların durumu açık. Dörtbir yanda akıl
almaz baskılar altındalar. En masum hakları
bile tanınmıyor, ülkeleri yakılıp yıkılıyor,
işkence görüyor, kıyılıyor, sürülüyorlar.
Anadilde eğitim hakkına bile sahip değiller.
Türküleri bile yasaklı. Bu koşullarda kültür mü
gelişir?
Yani
sorun temelde bir özgürlük sorunu.
11-
Kürtlerin sanat anlayışlarına ve günümüzdeki
sanat dünyasına dair düşünceleriniz nedir?
Kültür
ve sanat, bir yanıyla insanlığın ortak
malı. Yani ayrı kaynaklardan başlasa da ortak
bir havuza akıyor ve çeşitli halklar bir yandan
bu ortak havuzu beslerken, bir yandan da ondan besleniyorlar,
birbirlerinin kültür ve sanatından etkileniyorlar,
sürekli bir alış-veriş içindeler. Tarih boyunca
bu hep böyle olmuş. (Elbet barbarlar, vandallar, yani
kültür düşmanları ve yıkıcılar
da olmuş; o ayrı mesele!)
Öte
yandan her halk ya da ulusun kültür ve sanatında kendine
özgü yanlar da var. Bu ulusal renktir.
Kürtlerin
de kuşkusuz, kendilerine özgü, kendi ulusal renklerini
taşıyan zengin bir kültür ve sanatları var.
örneğin Kürt müziği, Kürt folkloru, Kürt konukseverliği,
Kürt giyim kuşamı, Kürt mutfağı, yapı
tarzı, Kürt gelenek ve görenekleri... Bu kültür sanat
yapıtlarına da ister istemez yansıyor. çağdaş
sanat ve kültürümüz, doğal olarak bu temel üzerinde
biçimlenecektir.
Öte
yandan, uluslararası ölçekte kabul görecek modern sanat
yapıtlarının ortaya çıkması için
çağdaş, modern dünya kültürüyle de iletişim
içinde olmak gerek gerekir. Uluslararası ölçekteki
bu zengin, gelişkin düşünce ve sanat dünyasıyla
tanışmadan toplumun sanat, kültür ve düşünce
yaşamı gelişemez.
Elbet
bu tanıma, bir tür ithal sanata, taklitçiliğe,
kopyacılığa dönüşmemeli. Ulusal kültür
köklerinden kopanlar komik duruma düşer, kendilerine
güveni yitirirler.
Bence
Kürt kültürü bugün bir arayış içinde. Kürt aydın
ve sanatçıları bir yandan kendi kültür kaynaklarını
keşfediyor, bir yandan da batı kültürü ile tanışıyor,
ister istemez bu ikili etkinin yarattığı
sorunları yaşıyorlar. İyi bir denge
yaratılabilirse hem ulusal, hem evrensel planda kabul
görecek iyi ürünler verilebilir.
12-
Kürt kültürünün korunması ve geliştirilmesi için
kültür, sanat ve eğitim alanında neler öneriyorsunuz,
ne gibi projeleriniz var?
Biz
de son 25-30 yıl içinde Kürt yazı dilinin kitleler
arasında öğrenilmesi, kültür ve edebiyat ürünlerinin
tanınması ve bu kültürün geliştirilmesi için
kendi payımıza birhayli çaba gösterdik. Yayın
planında bunun zengin ürünleri var. Yeni kuşaklar
bu bakımdan şanslı.
Kürt
dilinin ve kültürünün korunması, tarih ve sanat eserlerinin
ortaya konması, geliştirilmesi, herşeyden
önce siyasal düzenle, yönetim sorunuyla ilgili. Kürtler
şu anda tüm temel haklarından yoksunlar. Kendi
dillerinde eğitim hakkına bile sahip değiller.
Dillerinin, kültür ve sanatlarının yok olması
için de yönetim elden geleni yapıyor.. Öyle olunca,
temel çabayı bu durumu değiştirmeye vermek
gerekir. Yani sorun temelde bir özgürlük sorunudur ve bunu
sağlamak için de kararlı, sistemli, kitlesel siyasal
mücadeleye gerek var.
Kürtler
Türkiye'nin demokratikleşmesi ve temel hak ve özgürlüklerini
elde etmek için, büyük bedeller de ödeyerek mücadele ediyorlar.
Besbelli bu durmayacak. Anadilde eğitim için, anadilde
radyo ve televizyon yayını için yürütülen mücadele
de önemlidir. Bunu da aralıksız sürdürmek gerekir.
Rejim, bu çağda, uygar dünya ile bütünleşmek istiyorsa
bu istemlere karşı uzun zaman direnemez.
Öte
yandan, Türkiye demokratikleşinceye ve Kürtler temel
ulusal haklarını elde edinceye kadar kültür ve
sanat alanında, sivil girişimler biçiminde de
yapılabilecek çok şey var. Örneğin sivil
kültür kurumları oluşturmak. Kürtçe medyayı,
eğitim ve sanat kurumlarını bizzat yaratmak.
Yurt içinde bu girişimlerin bir bölümü engellense bile,
yurt dışında, örneğin önemli bir Kürt
kitlesinin yaşadığı Avrupa ülkelerinde
engellenemez. Ve burada yaratılacak kurumlar, örneğin
uydu televizyonlar yurt içini de etkiler ve bunlar eğitim
aracı olarak da kullanılabilir.
Bizim
elbet örgüt olarak olanaklarımız sınırlı.
Ama Kürt siyasal örgütleri, demokratik kurumları ve
tek tek insanlar el ele verirlerse bu tür kültür kurumlarını
yaratmak zor olmaz. Kürtlerin salt yurt dışında
önemli bir ekonomik gücü ve aydın potansiyeli var.
Önemli olan bunu harekete geçirmek. Bizim buna yönelik belli
önerilerimiz ve projelerimiz var. Belli adımlar atılıyor
ve umarım ki başaracağız.
13-
Kürt halkının son süreç itibariyle siyasal konumunun
değerlendirmesini yapabilir misiniz?
Öcalan'ın
yakalanmasının ardından PKK'nın politikaları
yüz seksen derece değişti. Eski istemlerinin tümünü
terk etti. üniter devleti ve Kemalizmi savunur hale geldi,
yani rejimin yörüngesine girdi. Şimdi
Kürt hareketini bir bütün olarak bu çizgiye çekmek
için çaba gösteriyor. Buna da yeni strateji, deniyor, demokratik
çözüm deniyor.
Oysa
bu, bir uçtan öteki uca savrulma olayıdır. Rejim
sorunun çözümü için hiçbir adım atmıyor, Tam tersine
daha da geriye gidiyor, baskıları arttırıyor,
yasakları pekiştiriyor ve Kürt hareketini bir
tüm olarak pasifize etmek için çaba gösteriyor. Üstelik,
PKK silahlı eyleme tümden son verdiği halde, hala
onu ve Kürt hareketini bir bütün olarak terörizmle suçlamaya
kalkıyor.
Böyle
bir durumda Kürt siyasetini bu tuzaklardan korumak, halkımızın
haklı istemlerini canlı tutmak ve mücadeleyi sağlıklı
bir kanala yöneltmek gerekiyor. Ben Kürt hareketinin bunu
başaracağına inanıyorum. Bunun da yolu
yurtsever güçlerin birliğidir. Bugünkü koşullarda,
legal mücadele biçimleri önem taşıyor. Eğer
kimi konulardaki görüş farklarına bakmaksızın
yurtsever insanlar legal bir partide biraraya gelirlerse
etkili bir seçenek yaratabilir ve kitlelerin güvenini kazanabilirler.
Eğer legal siyasal mücadele akıllıca yürütülürse,
rejimin engelleme çabalarına rağmen çok şeyin
yapılabileceğine inanıyorum. Bugün bu doğrultuda
gelişmeler var, olumlu adımlar atıldı
ve bu sevindiricidir.
14-
Hangi şartlar ve koşullarda özlemini duyduğunuz
topraklara dönmeyi düşünüyorsunuz?
Dönersem
zindana konmamalıyım ve serbestçe politika yapabilmeliyim.
Benim
şu andaki durumum yurt dışındaki pekçok
insandan farklıdır. Bir partiyi yönetiyorum ve
bu parti Türkiye'de yasaklıdır. Partim silahlı
hiçbir eylemde bulunmadığı halde siyasi çalışmalarım
ve yazılarım yüzünden hakkımda pekçok dava
açılıyor. Oysa yaptığım iş
görüşlerimi söylemek. Demokratik hiçbir ülkede benzer
görüşler yüzünden insanlar tutuklanmaz, suçlanmaz,
partiler kapatılmaz.
Rejim
bize serbestçe politika yapma hakkı tanımadığı
gibi habire legal partileri kapatıyor.
Kısacası,
ne yazık ki şu anda dönüş koşullarım
yok. Ne zaman olacak, bilemiyorum.
15-
Yapmak isteyip de yapamadığınız, kendinize
ütopya olarak belirlediğiniz özlemler var mı?
Elbet
var.Örneğin siyasette kimi amaçlarıma ne yazık
ki ulaşamadım. Ülkemi ve insanlarımı
özgür ve barış içinde görmek isterdim. Bu henüz
gerçekleşmedi. Kalan ömrüm bunu görmeye yeter mi bilemem.
Dünyaya ve kendi ülkeme sosyalizmin gelmesini isterdim.
Ama ne yazık ki mevcut sosyalist ülkeler, hataları
ve zaafları yüzünden, ya da insanlık henüz bu
iş için olgunlaşmadığından çöktüler.
Kutsal kapitalizmin egemenliğindeki dünyanın hali
ise ortada..
Öte
yandan yaşadığım ömürden ve yaptığım
işlerden memnunum. Yani, Cemal Süreya'nın deyişiyle,
"üstü kalsın!" diyebilirim..
16-
Son olarak eklemek istediğiniz bir mesaj var mı?
Nusaybin
merkezli bir dergiyle böyle bir söyleşi yapmak hoş
ve sevindirici. Ama bunun Kürtçe olmasını isterdim.
Türkiye metropollerinde Türk diliyle çıkan bir dizi
nitelikli edebiyat dergisi var. Dilleri yasaklı Kürtlerin
buna yeni yeni Türkçe edebiyat dergileri eklemelerine gerek
olmadığını sanıyorum. Kürt aydınları
bu tür dergileri kendi dilleriyle çıkarmalılar;
buna gerek var ve bu iş geçmişe oranla bugün daha
kolay.
Yine
de teşekkür ederim, size başarılar dilerim.
Tüm dostlara, iyi insanlara selamlar...
*
* *
Burkay‘ın
ilk kez Ütopya‘da yayınlanan bir şiiri:
A BE
CE
Güzelliğini
düşün bir
İnci
gibi harflerin
Kuş
tüyü, kamış, ağaç ya da divitin
Ucunda
a be ce...
Kıvraklığını
düşün dilin
Akarsuyun,
ay ışığının
Yapraklarla
oynaşan yelin
Dağılan
köpüğün
Saçılan
dantelin
Şiirin,
öykünün, denemenin
Sıcaklığını
düşün
Bir
sevda öpücüğü
Dost
eli
Kimi
zaman kıvrak, şen
Kimi
zaman kederli
Saran,
sürükleyen düşüncenin
Tutkulu,
candan, yürekten
Ak
kağıda kara oya
Balçığa,
mermere, zamana işlenen
A
be ce...
-------------------