PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Basın Bildirisi

AB ilkelerine sahip çıkmalı

Avrupa Komisyonu Türkiye ile ilgili Katılım Ortaklığı Belgesi’ni 8 kasım günü yayınladı. “Yol haritası” diye de nitelenen bu belge, Türkiye’nin kendisini AB tam üyeliğine hazırlaması için ekonomik ve siyasal alanda yapması gereken bir dizi kısa ve orta vadeli reformları, bir başka deyişle, ev ödevlerini içeriyor.

Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği için, demokrasi ve insan hakları alanında köklü iyileşmelerin yanısıra, Kıbrıs sorunu gibi, Kürt sorununa da barışçı bir çözüm bulunması zorunludur. Bunu AB sözcüleri ve kurumları, en başta da Avrupa Parlamentosu daha önceki çeşitli açıklama ve kararlarında dile getirdiler.

Ancak AB’nin Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerileri sözkonusu Katılım Ortaklığı Belgesi’ne ancak sınırlı ve üstü örtülü biçimde yansıdı. AB, Türkiye’nin hassasiyetlerini göz önüne alarak azınlık tabirini, hatta Kürt adını bile kullanmaktan kaçındı. AB böylece, Türkiye’de Kürt sorununun varlığını bile kabul etmeyen, çözüm yolunda en basit adımları atmaktan kaçınan şoven, inkarcı ve baskıcı çevrelerin gönlüne göre davranmıştır.

Türkiye, Kopenhag kriterlerine uyum sağlamak için hiçbir şey yapmadığı, AB’nin daha önce aday üyelik için öngördüğü adımların hiç birini atmadığı halde, 1999 Aralık ayında, Helsinki Zirvesi’nde aday üyeliğe alındı. Bununla sözde, Türkiye aday üyelik sürecinde Kopenhag Kriterleri’ne uyum sağlaması için teşvik edilecekti. Oysa aradan geçen bir yıla yakın süre bu beklentinin boşuna olduğunu gösterdi. Türkiye bu süre zarfından olumlu hiçbir adım atmadı.

Kürt sorunuyla ilgili olarak belgedeki aşırı tavizkar üslup, AB karşıtlarının eline koz vermemek, yani üyelik sürecini zora sokmamak için yapılmış olabilir. Böyle de olsa da ilkesel bir tutum değildir. Bu tutum sorunun çözümüne yardımcı olmaz; aksine, Kürt kimliğini tanımadan, Kürtlere hiçbir hak vermeden AB’ye girmeye çalışan Türkiye’deki tutucu çevrelere cesaret verir.

Kuşkusuz, Katılım Ortaklığı Belgesi’nde, üstü örtülü biçimde de dile getirilmiş olsa, doğrudan Kürtleri ilgilendiren maddeler de var. Örneğin kısa vade için anadilde radyo ve televizyon hakkı, orta vadede ise eğitim hakkı. Bunlar elbet Kürt sorununun boyutları göz önüne alındığında son derece sınırlı ve basit haklardır. Ama önemsiz değil. Bunların gerçekleşmesi bile bu inkarcı, baskıcı sistemde bir gedik ve Kürtler bakımından bir kazanım olacaktır. Ancak bunlar bile, salt Türkiye’nin belgeyi benimsediğini açıklamasıyla kolayca kağıt üzerinden hayata geçmez. Bu hakların pratikte kullanımını sağlamak için ciddi bir sahiplenme ve mücadele gerekir.

Ama Kürt sorunu, besbelli ne Türkiye’nin göstermeye çalıştığı gibidir ne de hatta AB’nin uygun gördüğü sınırlarda bir sorundur. Bu, parçalanmış 40 milyonluk koca bir ulusun ve ülkenin sorunudur. Bu, ne bireysel haklar gibi komik çerçevelere sığar, ne de bir azınlık sorunudur. Yaklaşık yarısı, yani 20 milyonu, Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de yaşayan bu koca ulusu yok saymak, haklarını vermekten kaçınmak, bunun için –nice zulmün, kırımın ve sürgünün yanısıra- binbir hile ve oyuna başvurmak çözüm değildir. Türk rejimi kendi kendisini kandırmasın.

Biz Türk yönetiminin yanısıra, Avrupa Birliği’ni de bu konuda daha gerçekçi olmaya çağırıyoruz. Herkes bu sorunu gerçek boyutlarıyla ele almalıdır. Sorunun çözümü ise, Kürt halkının kimliğini ve haklarını tanımak ve eşitlik temelinde yeni, köklü bir yapılanma ile mümkündür.

Kuşkusuz böylesine gerçekçi ve köklü bir çözümü ne Türkiye’den bir lütuf olarak, ne de AB belgelerinden beklemiyoruz. Bu en başta halkımızın mücadelesiyle başarılacaktır. Öte yandan, Avrupa Birliği de herhalde Türkiye’yi böylesine büyük bir baş ağrısıyla içine almayı düşünmüyordur.. O zaman sorunun adını koymakta, önerileri açık seçik yapmakta, ilkeli davranmakta yarar var.

Biz demokratikleşmeye, insan haklarının sınırlarının genişlemesine ilişkin olarak AB’nin Türkiye’den istediği değişiklikleri destekliyoruz. Örneğin düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kalkması, işkencenin son bulması, toplantı ve gösteri haklarının bugünkü binbir engelden kurtarılıp rahatça kullanılabilir bir ortama kavuşması; sivil yönetim üzerinde asker vesayetinin son bulması vb...

Bütün sorun bu hakların ve verilen sözlerin daha önce olduğu gibi kağıt üzerinde kalmaması. Örneğin işkenceyi yasaklayan sözleşmelere Türkiye yıllar önce imza atmıştı; ama bu durumu değiştirmedi. Bu hak ve özgürlüklerin pratik işlerliğe kavuşması, aynı zamanda toplumun onlara sahip çıkmasına, kimi kemikleşmiş alışkanlıkların ve değer yargılarının değişmesine bağlı. Yani uzun, sabırlı bir mücadele ve bedel gerekiyor.

Sonuç olarak, Kürt sorunu konusundaki ürkek tutumuna rağmen, sözkonusu belge ve bu doğrultuda yapılacak çalışmalar, atılacak adımlar, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Kürt halkının mücadele olanaklarının gelişmesine, hatta kimi kazanımlar sağlamasına yardımcı olacaktır. Avrupa Birliği’nin denetimi ve katkıları, tutucu ve şoven güçlerin tüm çabalarına rağmen, bu mücadeleyi ve değişimi kolaylaştıracaktır. Ama bundan böyle de asıl görev, Kürt ya da Türk olsun, ülkemizin değişimde yararı olan geniş halk kesimlerine düşüyor.

Atılan her ileri adım, bu ilkel ve çağdışı rejimin kale duvarlarında gedikler açarak toplumun ileri doğru yürüyüşüne hız kazandıracaktır.

Biz, Kürdistan Sosyalist Partisi olarak, barış, özgürlük, temiz toplum, insanca bir yaşam isteyen herkesi değişim için çaba göstermeye çağırıyoruz. Tutucu, şoven güçlerin değişim sürecini engelleme çabalarını boşa çıkarmak, reformları dejenere etmelerini önlemek için el ele verelim.

Kemal Burkay

Genel Sekreter

Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK)

11 Kasım 2000

 
PSK Bulten © 2001