PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

AB'nin Kararı, Nedenler-Sonuçlar.. (*)

Cemil BARAN

Türkiye'nin ısrarı ve ABD'nin desteği sayesinde Avrupa Birliği PKK'yı da terör örgütleri listesine aldı. Hem de PKK'nın silahlı eylemi durdurduğu, kendi varlığına son verdiği, KADEK adıyla yeni bir yapılanmaya gittiği bir aşamada.

Bu elbet yalnız PKK değil, Kürt hareketi bakımından bir bütün olarak da olumsuz bir gelişme. Türk rejimi, ki kasıtlı biçimde Kürt hareketine ilişkin her çabayı, her istemi PKK'ya mal etmekte ve terör olarak nitelemekte, bundan böyle bu haksız ve saldırgan tutumunda kendisini daha rahat hissedecektir.

Avrupa Birliği böyle bir kararı geçmişte, örneğin, PKK'nın kendisinden ayrılanlara, öteki yurtsever, demokrat Kürt ve Türk örgütlerine karşı yoğun terör eylemlerinde bulunduğu, cinayetler işlediği, dernek kundakladığı, elçilik bastığı, sağa-sola bomba attığı ve bu eylemleri bazan tüm Avrupa çapında örgütlediği bir dönemde, 1980'li yıllarda ve 1990'lı yılların ilk yarısında almadı. Şu dönemde ise durum çok farklı. PKK, Öcalan'ın yakalanmasının ardından, üç yıldan beri silahları susturmuş, silahlı güçlerini sınır dışına çekmiş ve silahları tümden bırakma isteğini ısrarla dile getirmekte, bunun için Türk rejiminden genel af beklemektedir. Politik ve ideolojik olarak ise, Kürt halkından yana tüm temel istemlerinden vazgeçmiş, Kemalizmi ve üniter devleti savunur olmuş; diğer bir deyişle, rejimin yörüngesine girmiştir. Rejim bundan yararlanıp elinde rehin tuttuğu öcalan ve PKK eliyle Kürt hareketini tümden pasifize etmeye, teslim almaya çalışmaktadır.

Böyle bir aşamada Türk devletinin, PKK'nın terör listesine alınması için bu denli ısrar etmesinin nedeni, besbelli PKK'dan duyduğu korku ya da kaygı değildir. Rejim, geçmişte, Kürt halkına saldırmak, Kürt ulusal hareketini ezmek için PKK'nın eylemlerini, özellikle de sivillere yönelik ve Avrupa'daki eylemlerini bir bahane olarak kullandı. Kürt hareketini iç ve dış kamuoyuna bir PKK ve terör olayı gibi gösterip soyutlamaya ve böylece kendi saldırganlığını, acımasız terörünü mazur göstermeye çalıştı. Bu aynı zamanda, Kürt sorunu konusunda hiç bir adım atmamanın, diyaloga yanaşmamanın, ülkede insan haklarını askıya almanın, demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlamanın da gerekçesi oldu.

PKK'nın silahlı eylemi sona erdirmesi Türk rejiminin bu gerekçesini, en azından bundan böyle ortadan kaldırıyor. Bu nedenle ülkede iktidarı elde tutan tutucu, şoven politik ve militarist güçler tedirgindir. Onlar hala terör gerekçesine yaslanmak istiyor, aynı türküyü çağırıyorlar. PKK'nın terör listesine alınması için bunca dayatmalarının, hatta bunu, AB yolunda bir pazarlık unsuru yapmalarının nedeni budur. 11 Eylül sonrası oluşan koşullar ise onların işini kolaylaştırdı.

Kuşkusuz bu AB açısından tutarsız bir tavırdır. O bunu PKK'nın Avrupa ülkelerinde pervasızca terör estirdiği, cinayetler işlediği dönemde yapsaydı anlaşılırdı. Ama o dönemde birçok ülke bu şiddet eylemlerini Kürtlerin kendi aralarındaki bir boğuşma, ya da onlarla Türkler arasındaki bir sorun olarak gördü ve başını ağrıtmak istemedi.

Şimdi ise, PKK'nın silahlı eyleme son verdiği ve hemen hemen tüm iddialarından vaz geçtiği bir aşamada onu terörist ilan etmenin yararı nedir? Bu ancak Türkiye'nin uzlaşmaz ve saldırgan tutumuna güç katar. Oysa böyle bir süreçte AB'nin, eğer Türkiye'de Kürt sorununun barışçı, adil bir çözümüne destek vermek istiyorsa, Türkiye'ye söyleyeceği şuydu:

"Hazır PKK silahları bırakmışken bir genel af çıkarın, anayasanızı demokratikleştirin, siyasetin yolunu açın ve bu sorunu Kürtlerle uzlaşarak, barışçı yollarla çözün..."

Oysa AB, Türkiye'nin ve ABD'nin dayatmalarına boyun eğerek, bir kez daha ilkesiz davrandı.

Ne yazık ki, dünyamızda uluslararası ilişkiler böyledir. Politikalar adalet ilkelerine göre değil, çıkar hesaplarına dayalıdır. Böyle durumlarda insan hakları, adalet kaygıları, hümanizm duyguları belirleyici değildir...

ABD'nin ise bu işte Türkiye'nin kötü niyetlerini bile bile ona destek vermesinin nedeni açıktır. ABD Türkiye'yi Ortadoğu'da hala bir köprübaşı ve ileri karakol olarak kullanmaktadır. Afganistan'ın yanısıra, Irak'a, hatta öteki bölge ülkelerine karşı düşündüğü operasyonlarda Türkiye'ye ihtiyacı vardır. Özetle bu bir pazarlık olayıdır..

Öte yandan, işlerin bu noktaya varmasında, Kuzey Kürdistan'daki ulusal hareketin bu duruma düşmesinde PKK'nın payı ve sorumluluğu yok mu? Var, hem de haddinden fazla var. PKK yıllarboyu öylesine yanlışlar yaptı ki bu listeye çok daha önce girebilirdi.

Örneğin daha ortaya çıktığı gün şiddeti, silahlı eylemi başlıca yöntem seçmesi, zor edebiyatı yapması.. Üstelik bu şiddeti, sömürgeci rejimden de önce PSK, KUK, KAVA, Tekoşin ve benzeri Kürt örgütlerine yöneltmesi, bölgede aşiret çatışmalarını körüklemesi.. Bu politikanın gerekçesi o dönemde şuydu:

"Bunlar sömürgeci rejimin işbirlikçisidir, önce bunları ortadan kaldırmak gerekir!.."

Oysa bu sömürgeci rejimin, Kürtleri birbiriyle çatıştırmaya ve Kürt sorununu terörize etmeye yönelik politikası idi ve PKK bu işte salt bir araçtı.. Nitekim 12 Eylül Cuntası'nın gerekçelerinden biri PKK'nın terörü oldu.

PKK'nın 1984 yılında Türk rejimine karşı silahlı eylem başlattıktan sonra yaptıkları da malum. Bizzat Kürt köylerine yönelik baskınlarda sivillerin işbirlikçi sayılarak çocuk-kadın demeden kitlesel biçimde kıyımdan geçirilmesi, okulların yakılması, öğretmenlerin öldürülmesi, örgütten ayrılanlara ve öteki yurtsever örgütlerin kadrolarına yönelik cinayetler, Avrupa'daki şiddet eylemleri, Güney Kürdistan'daki partilerle çatışma...

O dönemde en azından tehlikeyi gören Kürt örgütleri ve liderleri, PKK'yı ısrarla uyardılar, bu tür eylemlerin Kürt ulusal mücadelesine zarar verdiğini, karşı tarafa yaradığını söylediler ve PKK'yı bu türden amaca hizmet etmeyen, bizzat kendisine de zarar veren eylemleri terk etmesini istediler. Ancak bu uyarılar hiçbir işe yaramadı. PKK yanlışta ısrar etti ve adeta bile bile, bindiği dalı kesti.

Bu yüzden Almanya, Fransa, ˜sveç gibi ülkeler çok daha önceki yıllarda PKK'yı terörist olarak niteleyip eylemlerini yasakladılar. Hiçbir batılı ülke hükümeti, hiçbir ciddi parti PKK ile diyalog kurmaya yanaşmadı, onu muhatap almadı.

Öcalan, bir çuval inciri berbat ettikten sonra Alman televizyonunda, sözkonusu şiddet eylemlerindoen dolayı özür diledi. Ama artık iş işten geçmişti. Bu, çılgınca eylemleriyle gemiyi batırdıktan sonra yolculardan özür dilemek gibi birşeydi.

Şimdi PKK, AB'nin aldığı bu kararla kendisiyle birlikte tüm Kürt hareketinin terörizmle suçlandığını ileri sürüyor. Bu doğru değil. PKK dışında hiçbir Kürt örgütü terörizmle suçlanmış değil.

Kürdistan'ın Irak ve İran parçalarında da Kürt örgütleri yıllarca silahlı mücadele verdiler. Ama bundan dolayı dünyada hiçbir ülke ve hiç kimse onları terörist olmakla suçlamadı. Hiçbir ülke onların çalışmalarını yasaklamadı. Bu partilerin birçok ülkenin hükümetleri, parti ve kurumlarıyla iyi ilişkileri var. çünkü onlar PKK'nın yaptığı yanlışları yapmadılar. İran KDP örneğinde olduğu gibi, liderleri teröre hedef olduğu halde, bu tür yöntemleri seçmediler.

Bu aşamadan sonra ne yapmak gerekir?

AB'nin kararından sonra PKK çevreleri yoğun tepki içindeler, PKK'yı terör listesinden çıkarmak için seferber olmuşlar. Bu olursa iyi. Ama AB bu karara kolayca varmadı, dönmesi de kolayca olmaz. Kaldı ki sorun PKK sorunu da değil. PKK zaten feshedilmedi mi? O halde, tüm çabayı feshedilmiş bir örgütü aklamak için sarfetmek pek anlaşılır gibi değil. Kendi deyişleriyle "PKK'nın mirasçıları" olan bu çevreler, bundan böyle amaca hizmet eden (amaç eğer gerçekten Kürt halkının özgürlüğü ve demokrasi ise) politikalar üzerinde yoğunlaşmalıdırlar.

Türkiye'nin tüm çabalarına rağmen Avrupa Birliği KADEK'i terör listesine almadı ve eğer bundan böyle geçmiştekine benzer yanlışlar yapılmazsa büyük ihtimalle de almayacaktır. Bu sözkonusu "mirasçılar" için bir şanstır ve belki de son şanstır.

Geçmişteki yanlışların ne olduğu belli: Sivil halka karşı suçlar, kendilerinden ayrılanlara, öteki yurtsever ve demokratik örgütlere karşı suçlar... Başka parçaların işine karışma, ordaki yurtsever güçlerle çatışma... Avrupa'daki terör eylemleri...

İlginç olan şu ki, PKK, Türk rejimine karşı hertürlü şiddet eylemine son verdiği son üç yıl zarfında bile, diğer Kürt örgütlerine karşı bu türden eylemlere, tehdit ve engellemelere tümüyle son vermedi. Daha bir ay öncesi 4 Nisan 2002 tarihinde İsviçre'de, dört parçadan Kürt örgütlerinin ortaklaşa kutladığı Newroz gecesinde Ozan Şıvan'a ve seyircilere saldırmaları, geceyi dağıtmaya çalışmaları bunun taze örneği..

"PKK'nın mirası" o kadar övünülecek bir miras değil. Eğer bu baylar taktik gereği ve lafta değil de gerçekten değişmek istiyorlarsa, kötülüklerle yüklü bu mirası reddetmeyi, bundan dolayı ciddi bir özeleştiri yapmayı göze almalıdırlar. Zorba ve acımasız Türk rejiminden değil, o kadar acı çektirdikleri, tarife gelmez zararlar verdikleri Kürt halkından, Kürt devrimci ve yurtseverlerinden özür dilemelidirler.

Şimdi KADEK olarak yola devam etmek isteyen bu çevreye düşen, PKK'nın mirasıyla ilgili olarak kof övünmeyi bir yana bırakıp işte bu adımları atabilmektir. Değişmeleri buna bağlıdır. Geçmişteki yanlışları göremeyenlerin, veya görüp de açık yüreklilikle mahkum etmeyenlerin değiştiğine dair sözlere inanılamaz.

Ayrıca, değişmek bir yanlıştan diğerine gitmek, bir uçtan diğer uca savrulmak değildir. Koca bir ulusun hak ve istemlerini bireysel kültürel haklar derecesine indirmek, Türk devletinin resmi ideolojisi ile bütünleşmek hiç değildir. Bu geçmişte yapılandan daha da kötüdür.

Buna rağmen rejim kendilerini hiçbir biçimde ciddiye almıyor. En küçük bir taviz vermiyor, en basit bir hoşgörü göstermiyor.

O halde bunun üzerinde de düşünmek ve yol yakınken yanlıştan dönmek, bu uğursuz rolü terk etmek gerekir.

---------------------------------------------------------

(*) Dema Nu‘nun 29. sayısından alınmıştır.

 
PSK Bulten © 2002