Adalet
mi rezalet mi?.
Türkiye bir buçuk yıl kadar önce Avrupa Birliği’ne aday üye olduğu
zaman iyimser bir hava doğmuş, çoğu kimse,
belki bu ülke de artık biraz değişir, demokrasi
ve insan hakları alanında bazı olumlu adımlar
atılır diye düşünmüştü. Nerdee!..
Herkes gider Mersine, bunlar gider tersine!.
Türk hükümeti birkaç yıl önce, sanki insan haklarına verdiği
değeri göstermek ve bu konudaki iyi niyetini kanıtlamak
için bir İnsan hakları Bakanlığı
kurmuştu.
Bu da ilginç değil mi? Hiç bir Avrupa ülkesinde böyle bir bakanlık
yok. Dünyamızdaki uygar ülkelerin hiç birinde de olduğunu
sanmıyoruz. Böyle bir sorun olmayınca, insan hakları
bu ölçüde çiğnenmeyince neden olsun ki?. Eğer köpeklerin
insanlara saldırmadığı bir ülkede iseniz
sopayla dolaşmanız için neden yoktur.
İşte bu garip bakanlık, bir yıl kadar önce Türkiye’nin
ve Kürdistan’ın birkaç ilinde toplantılar düzenledi,
bu toplantılara mülki amirlerin, polis ve subayların
yanısıra sivil toplum örgütlerinin, demokratik kuruluşların
temsilcileri de cağrıldı; hatta kötü uygulamalardan
zarar görmüş kişilerin de katılmasına
olanak tanındı. Bu da insan hakları alanında
bir tür iyileşme, saydamlaşma gibi gösterildi.
Ne var ki yapılanlar göstermelikti, bir tiyatro oynanıyordu. Kanlı
kurtların kuzularla kardeş kardeş oturup tartıştığı
nerde görülmüş?.
Evet, Türk devletinin sorumluları bu kez de yine kendi bildikleri gibi
yaptılar, rahat bir tartışma ortamına
fırsat tanımadılar. Bazı yerlerde insan
hakları örgütlerinin, demokratik kuruluşların
temsilcilerinden veya tek tek kişilerden gelen eleştiri
ve öneriler karşısında hemen tepki gösterip
konuşmacıları susturdular. Asıl kötülüğü
ise sonradan yaptılar. Söz alıp antidemokratik uygulamaları
eleştirenleri, yapılan işkence ve kötü muameleleri
dile getirmeye cesaret edenleri daha sonra karakola çekip
bir kez daha hırpaladılar, en azından tehdit
ettiler; hatta mahkemeye verdiler.
Bunlardan biri de Nazlı Top
adlı bayandı. Nazlı Hanım’ın öküsü
şöyle: Dokuz yıl kadar önce bir gün işten çıkıp
eve dönüyordu. Bir karakolun önünden geçerken polisler kendisini
alıp karakola götürdüler. Orada on gün süreyle alıkonuldu
ve işkence gördü. Kendinden geçinceye kadar dövüldü,
bedenine elektrik akımı verildi ve copla tecavüz
edildi.
Nazlı Top geçen yıl Haziran ayında insan haklarıyla ilgili
olarak düzenlenen bir toplantıya katıldı ve
kendisine yapılanları anlattı. Ama o ve onunla
birlikte 18 kişi bundan dolayı, devletin askeri
ve emniyet güçlerine hakaret etmekle suçlandılar ve mahkemeye
verildiler. Nazlı Top için istenen ceza miktarı
ise altı yıl hapistir.
Şu garipliğe bakın ki, halka yapılan onca zulüm, işkence,
hatta tecavüz koğuşturulup failleri cezalandırılmıyor
da, işkencenin kurbanlarının yapılanları
dile getirmeleri suç ve “devletin askeri ve kolluk güçlerine”
hakaret sayılıyor!
Bu ülkede adalet mekanizması işte böyle işliyor.. Bu adalet
mi, yoksa rezalet midir; Bay Sami Türk acaba neyin bakanı?
Sözkonusu 18 kişiden beşi, aynı zamanda “ayrılıkçı
propaganda” ile suçlanıyorlar. Bunlardan biri de Fatma
Karataş adlı Kürt kadındır. Bayan
Karataş 45 yaşlarında ve beş çocuk annesi.
O da karakolda ağır işkence görmüş hatta
tecavüz edilmiş. Bunu doktora anlatıp gerekenin
yapılmasını istediği zamansa doktorun
verdiği cevap şu: “Burada herkes işkence görüyor,
böyle şeyler oluyor, başka şikayetin var mı?”
Sözkonusu toplantıya katıldığı ve bunları anlattığı
için Fatma Karataş’la ilgili olarak da dava açılmış
ve onun için de ağır hapis cezası isteniyor..
Bu tür olaylar bir ya da iki değil, yüzlerce, binlerce.. Bu iki olayın
kurbanları ise yine de şanslı sayılırlar;
çünkü hiç değilse durumları bir Amerikalı gazeteci
tarafından dünya kamuoyuna yansıtıldı.
21 Mayıs tarihli Waşington
Post gazetesinde her iki kadının da başına
gelenler anlatıldı. Rejimin işkenceci polislerden
farksız yargıçları karar verirken belki bunu
göz önüne alırlar..
Bu nedenle Türk devleti bir kez daha teşhir oldu. Ama diyeceksiniz ki
bu adamlar bu tür rezilliklere alışmışlar;
utanmazlar, sıkılmazlar..
Bu
hiç garip değil:
Suçlular beraat
etti, masumlar ceza aldı!..
Bültenimizin Aralık 2000 sayısında da yine bir mahkeme kararıyla
ilgili olarak şöyle bir başlık atmıştık:
“Türkiye’de Garip Şeyler
Oluyor: Suçlular Ceza Alıyor, Masumlar Beraat Ediyor!..”
Herkes de bilir ki Türkiye’de suç işleyen askere polise birşey olmaz.
Onlar çalsa da, dövse de, öldürse de yanlarına kar kalır.
Ama yoksul, güçsüz insanlar haksızlığa da uğrasalar,
zulüm de görseler hesabını kimseden soramazlar;
çoğu kez de, yukardaki örneklerde görüldüğü gibi
kendileri suçlanırlar.
Ama yukarda sözünü ettiğimiz haber değişikti. Duvara yazı
yazdıkları için günlerce işkence gören, aynı
zamanda, gizli bir örgütün
üyesi gibi gösterilen çocuk yaştaki “Manisalı Gençler”
beraat etmişler, onlara işkence eden polisler ise
ceza almışlardı..
Bu memlekette böylesi birşey ilk kez oluyor, ilk kez adalet yerini buluyordu!
Bu, bir adamın bir köpeği ısırması
kadar ilginçti ve biz de bu nedenle onu yazdık.
Ne var ki aradan çok geçmeden Türk adaleti yanlışlığını
fark edip düzeltti, böylece bizi de yalancı çıkardı..
Yargıtay kısa süre önce mahkemenin kararını
bozdu, çocukları suçlu buldu, işkenceci polisleri
ise suçsuz!..
Yani gelenek bozulmadı..
|