PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

AKP için hem ağır yük, hem şans..

Kemal Burkay

3 Kasım seçimleri, AKP’yi yüzde 34 oyla tek başına iktidar, CHP’yi ise yüzde 19 oyla tek başına muhalefet yaparken, hükümeti ve muhalefetiyle, parlamentodaki öteki partileri silip süpürdü.

Yatalak haliyle hala ülkeyi yönetmeye çalışan ve korku tüccarlığı yapan Ecevit, yüzde 1 oyla acı bir hezimete uğradı. Çiller’in, MHP’nin ırkçı kurtlarının ve ANAP’ın durumu da farklı değil.

Seçim sonuçları bir sürpriz değil. Ecevit hükümeti 1999 yılı başlarında esen müthiş şovenizm rüzgarının bir ürünüydü. DSP ve MHP yelkenlerini bu rüzgarla şişirip öne çıktılar, hükümet oldular. Böylesi bir anlayışla ülkenin hiçbir temel sorununu çözemiyecekleri açıktı.

Nitekim öyle oldu. Gerek Kürt sorununun çözümü, gerekse bir bütün olarak barış ve demokratikleşme yönünde hiçbir ciddi adım atmadılar. Ağırlaşan sorunlar ülkeyi peş peşe, tarihinde görülmemiş iki ağır krize sürükledi, ülke biraz daha yoksulaştı, ulusal gelir üçte bir oranında düştü, dış borçlar büyüdü. Krizin yükü bir kez daha emekçi halka bindi. Esnaf ve çiftçi yıkıma uğrarken, işsizlik, açlık görülmemiş boyutlara vardı.

Yolsuzluk ve soygun ise bu dönemde daha da katmerlendi.

İşte bu koşullarda emekçi halk kendisini dünden bugüne aldatan siyasi partilere ve liderlere, ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, hayır dedi.  Siyasi hareketi gönüllerince dizayn etmek isteyen güç odaklarına, toplum mühendislerinin türlü baskı ve oyunlarına da hayır dedi. Bu tepkiyle denenmemiş, üstelik tekelci basın ve asker-sivil bürokrasi tarafından akıl almaz biçimde karalanıp engellenmek istenen AKP’ye yöneldi.

Kitleler elinderindeki tek silahla, oyla, egemenlerin oyununu feci şekilde bozdular. Dünden bugüne ülkeyi yöneten yeteneksiz, düzenbaz, yalancı, ikiyüzlü bir dizi politikacıyı çöplüğe yolladılar.

Ne ilginçtir ki, asıl olarak Kürt ulusal hareketini ve solu engellemek için konmuş olan yüzde 10 barajı da ilk kez hayırlı bir iş gördü. Sözkonusu liderler ve partiler, başkalarına kurdukları tuzağa bu kez kendileri takıldılar.

Seçim bu haliyle son derece olumludur. Kitleler için bir başarıdır, bundan öte zaferdir.

Gidenler gitmeyi çoktan hak etmişlerdi. Silinip süpürülmeleri ne kadar hoş!

Öte yandan, gelenler bunu ne derece hak etmişlerdi?

178 milletvekili ile Ana muhalefet olan Baykal yeni bir yüz değil. Yılların politikacısı ve en az gidenler kadar eski.. Ülkenin sorunlarına ilişkin olarak söylediği yeni bir şey, dişe dokunur bir çözüm önerisi yok. Onun yanıbaşındaki, sözde yeni olan Derviş ise, kitlelerin müthiş tepkisini çeken ekonomik uygulamaların önde gelen uygulayıcısı. Üstelik, demokrasi ve değişim konusunda Baykal’ın ilerisinde değil. Daha birkaç gün önce kendisiyle yapılan bir röportajda askeri darbeleri savunmuştu.

Demek ki bu muhalefet demokrasi için bir itici güç değil. İktidar olmaması ise bir şans!

Ya 363 gibi ezici bir oyla iktidar olan AKP? O bu zaferi ne kadar hak etmişti veya, ülkenin sorunları konusunda o ne kadar umut veriyor?

Bu konuda da iyimser olmak için ne yazık ki henüz görünürde birşey yok.

AKP’nin bizzat kendisine yönelik bunca baskı ve engele rağmen, bugüne kadar, demokratikleşme ve barışa ilişkin olarak ciddi bir projesi görülmedi.

Bunda albet hem kendi islamcı geçmişinin, hem de kendisine yönelik 28 Şubat sürecinin büyük payı var.

AKP’nin islamcı geleneği hiç de geleceğe yönelik olarak reformcu değil. Bu hareketin geçmişte ne demokrasi, ne Avrupa ile bütünleşme sorunu vardı. Yüzü, şu son yıllara kadar geçmişe dönüktü, çözümleri İslam ortaçağında aramaktaydı. Son yıllarda yaşanan olayların onları da bir dereceye kadar değiştirdiği ve eğittiği söylenebilir. Demokrasi yokluğunun acı ve sıkıntılarını kendileri de çeşitli biçimlerde (son olarak yasaklı genelbaşkanları ve partilerinin kapanma istemiyle Anayasa Mahkemesi önünde olması) yaşamaktalar.

Ama bu ne tür bir değişimdir ve nereye kadar gidebilir?

AKP, görünürde AB projesine evet diyor. Bir önceki hükümetin, Ecevit’in ve Bahçeli’nin bile, tüm sıkıntılarına rağmen uyulamak zorunda kaldıkları IMF güdümlü ekonomi politikalarını sürdüreceğini söylüyor.

Ya Kürt sorunu, Irak ve Kıbrıs politikalarında?. Bunlara yönelik olarak farklı bir doğrultu izleyebilecek mi? ABD ve İsrail’le ilişkilerde farklı bir tavrı olacak mı? İstese bile, askerlerin eğilimlerine göre karar alan ve kararını yaptıran, hükümet ve parlamento üstü MGK buna izin verecek mi?

Diğer bir deyişle AKP’nin kurulu düzenden ayrıldığı ne ve bazı politikalarda ayrılsa bile bunları hayata geçirme şansı ne?

Yıllardır gelip giden tüm hükümetler bu kurulu düzen içinde kendilerine çizilmiş sınırlarda hükümet ettiler, ya da edemeyip gittiler. AKP farklı olacak mı?

İşte sorunun özü de burada. Türkiye’ye bugüne kadar izlenen politikalardan çok farklı politikalar ve bu yönde radikal bir dönüşüm gerekiyor. Kitleler de açık seçik dile getiremeseler bile, son seçimdeki güçlü protesto ile bunu istemekteler.

Türkiye’nin yolunu tıkayan en başta demokrasi ve özgürlük eksikliğidir, barışçı olmayan bir iç ve dış politikadır.

Türkiye’de hala bir düşünce ve bilim özgürlüğü yok. Toplumun düşünce ve bilim hayatına 70-80 yıl öncesinin Kemalist dogmaları yön veriyor.

Türkiye’de çağdaş anlamda basın, örgütlenme, gösteri özgürlükleri yok. 12 Eylül faşist rejiminin Anayasası ve tüm kurumlarıyla oluşturduğu deli gömleği bugün de toplumun sırtında. Türkiye’de politik ve kültürel yaşam bu nedenle tam bir cendere içinde. Ülke hala bir siyasi partiler mezarlığı ve yeni partiler idam cezalarını bekliyor..

Son seçimler, yüzde 10 gibi hiçbir demokratik ülkede görülmeyen yüksek seçim barajıyla, engelleme ve yasaklarıyla, bu ülkede demokrasi denen şeyin nasıl bir maskaralık olduğunu bir kez daha gösterdi.

Demek ki Türkiye’nin gerçek ve çağdaş bir demokrasiye ihtiyacı var.

Yine, izlenen yanlış politikalar nedeniyle bu ülke iç ve dış barıştan yoksun. Halka özgürlük tanımayan, toplumsal ve politik hayatın her alanında tek tip insan ve tek tip bir yaşam biçimi yaratmaya çalışan rejim, kendi insanıyla barışık değil. Halkın gönüllü desteğine dayanmayan düzenini sopa gücüyle sürdürmeye çalışıyor.

Ülkeyi iç barıştan yoksun kılan nedenlerin başında Kürt sorunu geliyor. Bu sorunu Kürt halkının meşru haklarını tanıyarak çözmeye yanaşmayan rejim, kaçınılmaz olarak sürekli yasaklama ve bastırma yöntemlerine başvuruyor. Bu yüzden Kürdistan ikide bir yakılıp yıkılırken, ülkenin önemli kaynakları da bu yolda telef ediliyor.

Aynı tutum dış politikada, özellikle komşularla ilişkilerde de geçerli. Türkiye komşularla sorunlarını uluslararası hukuk ilkelerine göre çözmeye razı olmuyor, zoru ve dayatmayı başlıca yöntem biliyor.

Bu yüzden “yurtta sulh, cihanda sulh sözü”nün gerçek durumla ilgisi yok. Türkiye bu yüzden iç ve dış barıştan yoksun. Kendisine, halkına ve komşularına güvensiz sistem habire silahlanıyor, habire halkıyla savaşıyor, komşularıyla gergin yaşıyor.

Bu nedenle ülkenin kaynakları silahlanmaya, militarizme gidiyor. Türkiye kendi olanak ve ihtiyaçlarının çok üstünde bir ordu ve polis gücü besliyor.

Bu durum aynı zamanda ülke ekonomisinin gelişmesini, kaynakların yatırıma yönelmesini ve toplumun eğitim, sağlık, adalet gibi temel ihtiyaçlarnın karşılanmasını engelliyor.

Sorunlar birbirine bağlı, çözümler de.

Ülkeye çağdaş bir demokrasi ve özgürlükler gerekli. Kürt sorunu barışçı biçimde, Kürt halkının temel haklarını tanıyarak, eşitlik temelinde çözülmeli. Komşularla var olan sorunların çözümünde uluslararası hukuk ilkelerine uyulmalı. Ülkeye iç ve dış barışı getirecek olan budur. Halkın yaratıcı güçleri ancak böylece serbest kalır, toplum kendine güven kazanır ve kaynaklar ülkenin gelişmesine, kitlelerin refahına ve mutluluğuna yönelir.

İşte, Türkiye’nin sorunların çözmek için anahtar budur ve bunu bilmek için allame olmaya gerek yoktur.

Bunun için gerekli olan yeni, çağdaş bir bakış açısıdır, buna uygun politikalardır ve bu doğrultuda radikal bir değişimdir. Bunun için de sorunların adını koyacak kadar açık yüreklilik ve bu değişim yönünde adım atmak için cesaret gerekir. Bu ülke ve toplum bakımından önemli bir değişimi gerektirir ve var olan düzenle, onun dogmalarıyla ve kemikleşmiş kurumlarıyla ciddi bir mücadele olmadan bu değişim başarılamaz.

Hele hele, başta Evren Anayasası olmak üzere, 12 Eylül faşist çarkının kurum ve yasalarını temizlemeden toplumun önünü açmak olanaksızdır.

Aslında AB ile bütünleşme süreci ve Kopenhag Kriterleri´nin gereğini –sulandırmadan, dejenere etmeden- yerine getirmek bile bu yöndeki değişim sürecini başlatabilir. AKP şu anda önemli bir kitle desteğine sahip. Halka gerçekler açık bir sözlülükle anlatılır ve bu yolda olumlu adımlar atılırsa bu destek daha da artabilir.

AKP yöneticileri bunun ne kadar farkında? Farkında olsalar bile değişimin başını çekmek için gerekli kararlılığa ve cesarete sahipler mi?

Bu soruya evet demek güç.

Ama bu olmadan sorunlar çözülemez. Bunu yapamıyanlar bir süre sonra, kendilerinden öncekilere benzerler ve sonları da onlardan farklı olmaz.

Sorunlar çözülmedikçe daha da ağırlaşır, ülkeyi tam bir çöküntü ile yüzyüze getirir ve en başta onları çözemeyenler bu çöküntünün altında kalırlar. Bugün olduğu gibi..

AKP bu seçimleri bu kadar büyük farkla kazanmakla hem büyük bir yükün altına girdi, hem de bu onun için, kendisinin ve ülkenin yolunu açmak için önemli bir şans..

Bakalım bu şansı kullanabilecek mi, bu ileri görüşlülüğü ve cesareti gösterebilecek mi; yoksa tutuculukla değişim arasında, iki arada bir derede mi kalacak?.

Toplumsal değişim belli koşullarda kendini dayatır. Böyle durumlarda değişimin sözcüsü veya manivelası olmak için ille de köklü devrimci bir geçmişe sahip olmak ya da reformcu iddialarla yola çıkmak gerekmez. Tarih bazan böyle fırsatları liderlerin ve partilerin ayağına getirir; ama o niteliklere sahip değillerse fırsatlar geçip gider ve yazık olur!.

 
PSK Bulten © 2002