AKP ve Pragmatizm
Kemal Burkay
AKP hükümeti Irak’a asker gönderme konusundaki izin tezkeresini
Ekim başında alel acele meclisten geçirdi. AKP
grubu bu kez pek fire vermedi. 1 Mart tezkeresi için hayır
deyip de bazı iç ve dış çevrelere göre Türkiye’de
demokrasinin varlığını kanıtlayanlara,
yüzünü ak edenlere bu kez ne oldu?.
Besbelli o zaman AKP henüz acemilik dönemindeydi. Kurulu
düzene “gereken” uyumu daha sağlamamıştı.
Söz konusu olan ne demokrasi kaygısı, ne özgür
iradelerine uygun davranma onurluluğu idi; bir kısım
sayın milletvekillerinin İslami damarları
tutmuştu. Daha doğrusu seçmen çevresine bir jest
yapmak istediler, “biz oy vermedik” diyebilmek istediler.
Ama onların bile beklemediği bir şey oldu,
tezkere reddedildi.
Bu nedenle, 1 Mart’ta yaşanan bir yol kazasıydı.
Bu kaza yüzünden yaklaşık otuz milyar dolar uçup
gitti. Türk ordusu -ne kadar girecekti, sınırdan
20 kilometre mi, yoksa Güney Kürdistan’ı boydan boya
işgal mi edecekti, belli olmasa bile- Güney Kürdistan’a
giremedi. Böylece Kerkük-Musul rüyaları, petrolden
pay kapma hesapları, masaya oturup Kürtleri engelleme,
Türkmenleri ön plana çıkarma, Irak’a kendi gönüllerine
uygun üniter biçimler verme düşleri suya düştü;
görülmemiş bir düş kırıklığı
yaşandı..
Daha da kötüsü Amerika kızdı. Bu kızmanın
sebebi üzerine AKP ve ordu suçu birbirlerine atıp durdular..
ABD kızarsa çok kötü olur! Silah vermez, para vermez,
siyasal destek çıkmaz… O zaman bu ülkede çark da dönmez…
ABD desteği olmadan Türkiye’nin hükümeti hükümet, ordusu
ordu olamaz…
İşte bu nedenle, tezkerenin reddi üzerine sağda
solda demokrasi adına hava basan, “AB, hatta ABD katında
itibarımız arttı” diye övünen AKP yöneticileri,
çok geçmeden ABD’nin gönlünü almak, bozulan ilişkileri
yeniden rayına sokmak için seferber oldular..
Şu son Irak savaşı yalnız dünyada değil,
Türkiye’de de kurulu dengeleri, geleneksel saflaşmaları
altüst etti. Savaşa karşı tavırda eski
dostların ve düşmanların safları bölündü.
Solun bir bölümü Kemalistler, ırkçılar ve faşistlerle
bir araya gelirken, liberal, demokrat ve AB yanlısı
geçinen bir kesim de, AB’nin ağır basan eğiliminin,
uluslararası barış ve demokrasi güçlerinin
tavrının aksine, ABD’ye kuzey cephesi için üs
verilmesi ve Türk ordusunun ABD’nin yanında Irak’a
girerek Güney Kürdistan’ı işgal etmesi için yoğun
çaba gösterdiler. Bu arada Türk ordusunun saflarında
bile bir bölünme görüldü. Askerlerin bir bölümü Irak operasyonunun
bölgesel dengeleri bozacağı, Irak Kürdistanı
bakımından olumlu gelişmeler doğurabileceği
kaygısıyla, ABD operasyonuna ve bunu kolaylaştıracak
tezkereye karşı çıkarken, bir bölümü ABD’nin
yanında olmanın avantajlarını sayarak
tezkereden yana tavır aldılar.
Tezkere sonrası ise Türkiye egemen çevrelerinin (hükümetin,
muhalefetin, asker-sivil bürokrasinin, sermaye çevrelerinin,
medyanın) –bir konu hariç- kafa karışıklığı
artarak devam ediyor. (O konu ise besbelli Kürt sorunudur.
Türkiye’nin egemenleri, şu veya bu konudaki görüş
farkları, kavgaları, didişmeleri ne olursa
olsun, Kürtlerin engellenmesi konusunda hemfikirdirler.
Yalnız Türkiye sınırları içinde değil,
bu sınırların dışında da Kürtler
bir şeye sahip olmamalı.. Ne bağımsız
devlet, ne federasyon, ne otonomi! Hatta ne okul, ne televizyon,
ne parti ve dernek… Hepsi bundan kaygı duyuyor ve hepsi
bunu engellemek için kafa yoruyor, öneriler yapıyorlar!..)
Büyük bir kesim, Irak’ın eski rejimine karşı
oluşan koalisyonun (ABD, İngilizler, Kürdü ve
Arabıyla Irak muhalefeti) başarısız
olması için dua ediyor. Bununla kalmayıp bu başarısızlığa
katkıda bulunmak için, Türkmenler arasındaki işbirlikçileri,
ajan ve provokatörleri ve doğrudan Türk özel timleri
eliyle Irak’ı karıştırmak dahil, elinden
geleni yapıyor. Tezgahlanan komploların bir bölümünden
hükümetin bile haberi yok. Ama açıkça bir şey
diyemiyor.
Irak’a asker gönderilmesi konusunda ise görüşler oldukça
farklı. Bu konuda ordu içinde bile birlik yok. Bir
bölümü Amerika’nın çıkarları için Türk askerinin
riske atılmasına karşı. Ama ordu içinde
ağırlıklı kesim, aynen hükümetin düşündüğü
gibi, ABD ile ilişkilerin düzeltilmesinden, bu nedenle
de -istemeye istemeye de olsa- asker gönderilmesinden yana.
Üstelik bununla, tezkere olayı ile elden kaçan “büyük
balığın” yeniden yakalanması umut ediliyor.
Bağdat çevresindeki direniş ve ABD’nin sıkışıklığı
buna yönelik umutları tazeledi.
Sermaye çevrelerinin ve onların denetimindeki medyanın
tutumu biraz daha farklı. Bunlar doğal olarak
sermayenin çıkarlarını önde tutuyorlar. Bu
nedenle de ABD ile ilişkilerin düzelmesinden, Irak’ta
istikrar sağlanmasından yanalar. Bu durumda hem
ekonomiye ABD desteği devam eder, hem de Irak’la ticari
ilişkiler canlanır. Buna rağmen, bu kesimde
de Irak’a asker gönderilmesi konusunda görüş birliği
yok. Direnişle karşı karşıya kalma
riskinin büyüklüğü ve Irak’ta ne halkın ne de
Geçici Yönetim Konseyi’nin Türk askerini istememesi bu konuda
tereddütler yaratıyor.
Türk kamuoyu ise zaten, dün olduğu gibi bugün de büyük
çoğunlukla asker gönderilmesine karşı.
Ama ilginçtir, Irak’a asker gönderilmesi konusunda en arzulu
kesim AKP hükümeti. Generallerden bile fazla! O, ABD ile
ilişkileri düzeltmek, İsrail’le pekiştirmek
için kararlı bir çaba içinde. Bu nedenle ne Türkiye
halkının ezici çoğunluğunun eğilimini
önemsiyor, ne kendi İslami tabanının, ne
de Irak’ın Kürt ve Arap halklarının tavrını…
Bunu nasıl yorumlamalı? Daha düne kadar o denli
ABD karşıtı olan, siyonizmi en büyük düşman
gösteren bu hareket, bugün neler oldu da, ABD ve Şaron
İsraili ile aynı cephede yer alıyor ve Irak’ın
Müslüman halkıyla, tüm Arap dünyasıyla karşı
karşıya gelmeyi böyle göze alabiliyor?.
Besbelli bunun nedeni iktidar tutkusudur. AKP dün muhalefetti,
hatta ezilen taraftı, mazlumdu, bugün ise hükümet..
Gerçi henüz pek iktidar sayılmaz; ama bütün bu çabalar,
dönüşler, “uyum”lar da onun için zaten…
Şu dünyada bazıları için iktidardan ve onun
nimetlerinden daha çekici, daha tatlı bir şey
yok. Din mi, inanç mı, idealler mi?. Besbelli bunlar
da çoğu kişi ve örgüt için iktidar gücünün elde
edilmesine hizmet ettiği oranda geçerlidir..
Erbakan şimdi içine düştüğü bu durum nedeniyle
AKP’ye veryansın ediyor. Ama haksızlık ediyor!
Kendisi de hükümet olup iktidar olamadığı
geçmiş zamanda aynen bugünkü halefleri gibi yapmıştı,
İran ve Libya’ya bir-iki göstermelik seferden sonra
generaller ne dese baş eğmişti. İsrail’le
askeri işbirliğini kapsayan bir dizi anlaşma
onun zamanında yapılmıştı.
AKP’nin önde gelen isimleri Erdoğan ve Gül de, Türkiye’nin
sorunlarını çözebilecek bir dünya görüşüne,
ufka, birikime sahip olmasalar bile, kişisel ve grupsal
çıkarlarının bilincine varacak ve bunun gereğini
yapacak kadar bir pratik zekaya ve manevra kabiliyetine
sahip olduklarını kanıtladılar. Bu pragmatizmdir.
Onların, tereddütler geçiren kendi arkadaşlarını,
hükümeti ve parlamento grubunu ikna etmeleri de pek zor
olmadı.
ABD ile ilişkiler konusu, AKP ile ordu arasında
bir rekabet nedeni idi: ABD’yi arkasına alarak karşı
tarafı alt etme meselesi..
Bu nedenledir ki ordu tezkere olayında suçu hükümete
yıkarken hükümet te orduya yıktı. Aylardır
süregelen bu kavga kamuoyunun gözleri önünde cereyan ediyor.
Her iki tarafın basındaki avukatları bile
bellidir…
Erdoğan’ın şöyle düşündüğüne kuşku
yok: ABD ile bizi karşı karşıya getirip
yeni 28 Şubatları mı hedefliyorsunuz? Ben
de ABD’den yana tavır koyarım, hadi bakalım!..
Dediği gibi de yaptı.
İlkeler ve halka verilen sözler mi? İlkeler zaten
yoktu. Yalnızca AKP bakımından da değil;
politikada ilkeli tutumlar pek az rastlanan bir şeydir..
Söz ise, çoğu politikacı bakımından
unutulmak içindir..
Zaten sevgili halk daha hızlı unutur..
AKP’nin AB’ye ilişkin politikasının nedeni
de yine böylesine bir çekişmedir. AKP, laiklik karşıtı,
şeriatçı olduğunu ileri sürerek kendisini
iç ve dış kamuoyunda köşeye sıkıştırmaya,
engellemeye çalışan asker-sivil bürokrasiye, Kemalist
takımına karşı yüzünü AB’ye döndü. Hem
demokrasinin işine yarıyacağını
gördü -herhalde gördü- hem de, zaten bir süredir -imtiyazlarını
yitirmemek ve ırkçı-şoven ideolojilerini
yaşatmak telaşına düştükleri için AB
üyeliğine karşı direnen Kemalist karşıtlarının
elindeki önemli bir kozu aldı..
Bu da ilkesel değil, pragmatik bir tutumdur. Çünkü
düne kadar Kemalist takım batılılaşma
şampiyonu geçinirken, kökleri RP’ye ve MSP’ye dayanan
AKP, İslamcı kimliği ile batı karşısında
hep kuşkucu, eleştirici olmuştu. Ama AB’ye
ilişkin bu politika değişikliği, Irak’a
asker gönderme olayından farklı olarak olumlu
sonuçlar verecek türdendir.
İlkesel ve uzun erimli olmayan, günü birlik çıkarlara
ve ihtiyaçlara göre şekillenen pragmatizm, kişiler
gibi, örgütler ve ülkeler bakımından da, kısa
vadede işe yarasa bile, uzun vadede hiç de hesapta
olmayan olumsuz sonuçlar verebilir. Irak’a asker gönderme
olayı bu türdendir ve bizzat Türkiye için oldukça risklidir.
Irak’ın Kürt ve Arap halklarının, hatta Türkmenlerin
büyük çoğunluğunun Türk askeri istemedikleri ortada.
Çünkü bu asker oraya iyi niyetlerle gönderilmiyor. Bununla
amaçlananların hiçbiri (Kürtleri engelleyip fedaral
bir oluşumu önlemek, Kerkük ve Musul’dan pay kapmak,
Türkmenleri kullanıp Kıbrıs benzeri bir fiili
durum yaratmak vb.) meşru ve ahlaki değildir.
Bu tutum Kürt ve Arap halklarıyla Türkiye’yi karşı
karşıya getirebilir, kanlı bir boğazlaşmaya,
kolay kolay giderilemiyecek kin ve düşmanlıklara
yol açabilir. Türk halkının da bunda hiç bir yararı
yoktur.
Türkiye’nin ihtiyacı olan, böylesi yeni ve tehlikeli
bir maceraya atılmak değil, kendi sınırları
içinde Kürt sorununu adil biçimde çözmek, böylece bu ülkeyi
yaşanır hale getirmektir.
Besbelli AKP bir devrim ve dönüşüm partisi, Erdoğan
da yüzyılda, ya da birkaç yüzyılda bir gelen bir
devrimci ya da reformcu değil. O da bu ülkenin sıradan,
belki biraz gözaçık ve şansı yaver giden
yurttaşlarından biridir. Önce bir imam hatipli,
bir “ilim yaymacı”, “akıncı” olarak devletin
yanında, yedek kuvvetler arasında idi. Ama koşullar
değişti, yedek kuvvetler başa güreşmeye
yeltenince kutsal devlet tarafından istenmez oldular,
budamaya tabi tutuldular. Bu arada Erdoğan da devletin
tokatını yedi. Ama bu kez halk onu kaldırdı,
yukarıya taşıdı, başına devlet
kuşunu kondurdu..
AKP, 40 yıldır ülkeyi yöneten, daha doğrusu
yönetemeyen düzen partilerinin sıfırı tükettiği
bir dönüm noktasında aradan sıyrıldı.
Bu, hak edilen bir başarı değildi. AKP ve
lideri halkın çaresizliğinin bir ürünüdür..
Biz, buna rağmen AKP’ye ve liderlerine karşı
önyargılı olmadık, demokrasi ve ülkenin iyiliği
yolunda atacakları her olumlu adımı desteklemeye
hazır olduğumuzu söyledik. Çünkü AKP’yi, kendisine
rağmen iktidara taşıyan sel, ona bazı
iyi işler de yaptırabilirdi.. Bugün de görüşümüz
odur. Ama hayalci de değiliz. AKP ne yazık ki
fazla bir şey yapamaz. Hem kendisi buna hazır
değil, bu nitelikte bir örgüt değil, hem de rejimin
tutucu güçlerinin kuşatması altında. Atmaya
çalıştığı en basit, sıradan
demokratik adımda bile düzenin söz konusu güçlerinin
onu nasıl topa tuttuklarını görüyoruz. Yüksek
Askeri Şüra toplantısı sırasında
generallerin nasıl Erdoğan’ı hiçe saydıklarını,
açıkça tehdit ettiklerini biliyoruz. “Prof.” ve “rektör”
etiketi taşıyan bazı korucubaşlarının
tavır ve tutumunu da..
Elbet bu durum güç ve riskli olsa bile, yapılması
gerekenin yapılmaması için bir mazeret değil.
Çünkü Erdoğan’ı ve partisini oraya taşıyan
generaller ve söz konusu korucubaşları değil,
halktı ve halkın her şeyi çok açık dile
getiremese de köklü bir değişim beklentisi vardır.
Bu ise tutucu, değişim karşıtı
güçlerle uzlaşarak, böylesine ürkek, ikircimli, bir
ileri iki geri bir tutumla değil, ancak kararlılıkla
ve cesaretle yapılabilir.
Ne yazık ki AKP de halkın kendisinden beklediği
rolü oynayamıyacak.
Bizim zaten AKP’den daha baştanberi pek bir beklentimiz
yoktu. Halk içinse umutlar başka bahara kaldı..