Lobi çalışmasının
önemi
Ve PSK’nın yaptıklarından bazı örnekler
Avesto adlı okurumuz geçenlerde bize yazdığı
mektupta Avrupa birliği üzerine bir soru sormuştu
ve biz de cevaplamıştık. Gönderdiği
ikinci mektupta ise bu kez lobi çalışmaları
üzerine soruyor. Mektubunda şöyle diyor (yer yer kısaltarak
veriyoruz):
“Geçenlerde size sorduğum soruyu dikkate aldığınız
için teşekkürler. Yanıtınızı okudum,
parti olarak yaptıklarınızdan dolayı
da tekrar teşekkürler. Sayenizde yeterince bilgilendiğimi
söyleyebilirim.
Soru köşesinde adımı tereddütle yazmışsınız.
Avesto adını kendimi kamufle etmek için kullanmıyorum,
benim asıl adım.
Cevabınızla ilgili olarak bir iki şey
daha söylemek istiyorum. Türkiye’nin son yıllarda gündemini
meşgul eden tek bir sorun var, o da AB’ye girme hayali.
Devletin ve medyanın gündeminde hep bu. Kürtlerin ise
taleplerini çok medyatik biçimde yansıtmaları
gerekiyor. Bu çok önemli bir dönemeç. Kürtler soruna kısa
vadeli bakmamalı, stratejik yaklaşmalı.
Son yılların yeni mücadele biçimi lobi çalışmaları.
Lobi dediğimizde aklımıza hep Yahudiler,
Ermeniler geliyor. İki halk da geçen yüzyıl canilerinin
gazabına uğramış. Lobi çalışmaları
etkili bir mücadele tarzı. Bu konuda Kürtlerin durumu
Yuhudi ve Ermenilerden farklıdır. Mesela bir devletleri
yok.
Sorum şu: Kürtlerin sahip olduğu imkanlar
dahilinde Lobi yapabilme olasılığı var
mı?
Lobi çalışmalarına öncülük eden bir girişiminiz
söz konusu mu?
Böyle bir girişim olursa başarma ihtimali
ne kadardır?
Neden denenmiyor?
Başarılar…
Avesto”
Değerli okurumuz,
AB’ye üyeliğin, son yıllarda Türkiye’nin gündemindeki
“tek sorun” olmasa bile, başlıca sorun olduğu
doğru. Halkın ezici çoğunluğu, yüzde
80’e yakını Türkiye’nin AB’de yer almasını
istiyor. İş çevreleri ve aydınların
önemli bir bölümü de istiyorlar. Ama AB üyeliğini istemeyenler
de var. Ordu, polis ve sivil bürokrasi içinde etkili bir
kesim, ırkçılar ve onlardan ayırması
zor olan şoven Kemalist çevreler… Bunlar belki oranca
az, ama bayağı etkililer. Demokratikleşme
yönündeki reformları, Kıbrıs’ın çözümünü
engelleyip Türkiye’yi AB dışında tutmak için
ellerinden geleni yapıyorlar.
Kürtler bakımından AB ne getirecek ne götürecek,
bu da elbet tartışılması gereken bir
konu. Hep söylüyoruz: Türkiye’nin AB üyeliğinin Kürt
sorunu bakımından olumlu bir rol oynaması,
daha çok Kürtlerin bu konudaki uyanıklığına,
mücadelesine bağlı. Bu mücadele canlı olursa
AB de, bizzat Türkiye kamuoyu ve yönetimi de etkilenir,
Kürtlerin haklarının tanınması konusunda
zorlanır. Bu olmadıkça Türk yönetimi, dün ve bugün
yaptığı gibi gelecekte de hem Kürtleri hem
AB çevrelerini oyalar, Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni bile
baypas ve dejenere eder.
Kürt halkının mücadelesinde ise lobi çalışmaları
elbet önemli. Hem bu tür çalışmaların olması
için durum uygun, hem de Kürtler zaten bunu öteden beri
yapıyorlar.
Durum uygun; çünkü, Kürtlerin bir devleti olmasa bile,
yurt dışında lobi çalışması
yapabilecek siyasi ve kültürel kurumları var. Daha
da önemlisi, son 30 yıl içinde, siyasal ve ekonomik
nedenlerle (baskıların ve savaşın etkisi,
iş bulmak ve öğrenim için) yurt dışına
geçenlerin oluşturduğu önemli bir Kürt kitlesi
var. Şu anda salt Avrupa ülkelerinde bir milyon dolayında
Kürt yaşıyor. Amerika, Avustralya gibi ülkelerde
de küçümsenmiyecek Kürt toplulukları oluşmuş.
Bunlar Kürdistan’ın değişik parçalarından
gelmişler. Sayısı yıldan yıla artan
bu kitle oldukça aktif sayılır. Söz konusu Kürtler
yıllardır bulundukları ülkelerin kamuoyunu,
siyasi çevrelerini, aydınlarını Kürtler konusunda
uyarmak, yurt içindeki mücadeleye dayanışma ve
destek sağlamak için birhayli şey yapıyorlar.
Lobicilik de bir bakıma bu demek; dış kamuoyunu
etkilemeye, dayanışma ve destek sağlamaya
yönelik daha örgütlü, sistemli çalışma anlamına
gelen lobi çalışması da zaten böyle oluşuyor.
Bu tür çalışmaların sonucu olarak Kürtlerin
şu anda çeşitli ülkelerde, politik çevrelerde,
aydınlar arasında, basında, insan hakları
kurumlarında birhayli dostları var ve bunlar Kürt
halkının haklı mücadelesine dayanışma
gösteriyorlar.
Kürtler son 30 yıl içinde yurt dışında
Kürt sorununu dış kamuoyuna tanıtmak için
birhayli diplomatik çalışma yaptılar, uluslararası
konferanslar düzenlediler. 1980’li yılların sonunda
ve 1990’lı yıllarda yapılan Bremen, Paris,
Bonn, Stokholm, Oslo konferansları ve daha niceleri
bunun örneği.
Biz PSK olarak hem diplomasi hem de lobi çalışmaları
alanında 1970’li yıllardan, yani partinin kuruluşundan
beri, 30 yıldır oldukça aktifiz ve sistemli bir
çalışma yürüttük.
Örneğin daha 1977 yılında, Helsinki Konferansı’nın
devamı olarak Belgrat’ta toplanan Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Konferansı’na, partimizin
girişimiyle oluşturulan ve merkezi Amsterdam’da
olan “Türkiye’deki Kürt Halkının Ulusal demokratik
haklarını Savunma Komitesi” adına başvuruda
bulunduk ve kapsamlı bir rapor sunduk. Rapor Türkçe
ve Kürtçe’nin yanı sıra İngilizce, Fransızca,
Almanca gibi büyük batı dillerinde hazırlanmıştı.
(Bu raporun Türkçesi için bak: Ocak 1978 tarihli 32-33
nolu Özgürlük Yolu Dergisi, İstanbul)
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel
Bildirisi’nin kabulünün 40. yıldönümü nedeniyle, Partimizin
girişimiyle 1989 yılı Nisan ayında,
Almanya’nın Bremen kentinde “Kürdistan’da
İnsan Hakları Konferansı” adıyla
bir uluslararası konferans toplandı. Bu, Kürt
sorunuyla ilgili olarak toplanan ilk uluslararası konferanstı
aynı zamanda. Bremen Parlamentosu Başkanı
Dr. Dieter Klink’in himayesinde yapılan bu konferansa
çeşitli ülkelerden 200 dolayında seçkin politikacı,
bilim adamı, hukukçu, gazeteci ve yazar katıldı.
1000 dolayında uluslararası örgüt, devlet adamı,
hukukçu, bilim adamı, gazeteci ve yazar bu konferansa
destek verdi.
Partimizin girişimiyle benzer bir önemli konferans
daha sonraki yıllarda yine Federal Almanya’nın
o zamanki başkenti Bonn’da yapıldı.
Şimdiki Alman Şansölyesi Gerhard Schröder’in
himayesinde yapılan konferansa (Schröder o zaman Eyalet
Başbakanı idi), Almanya’dan, Avusturya’dan, İsrail’den
bakanlar, ayrıca çeşitli ülkelerden çok sayıda
politikacı, bilim adamı, tarihçi, insan hakları
temsilcisi, gazeteci ve yazarlar katıldı.
Bu arada Partimizin girişimleri ve desteğiyle,
yurt dışında Kürdistan İnsan Hakları
Derneği kuruldu.
Bu süre içinde Partimizin Dış İlişkiler
Bürosundan yoldaşlar birçok kez Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı (AGİT), Avrupa Parlamentosu toplantıları
ve diğer çeşitli usulararası toplantılar
nedeniyle New York’a, Washington’a, Cenewre’ye,
Brüksel’e, Strasburg’a, Paris’e, Londra’ya,
Kopenhag’a, Den Haag’a, Viyana’ya,
Stokholm’e, Atina’ya, Moskova’ya, Havana’ya,
Sofya’ya, Prag’a, Kamberra’ya ve diğer
başkentlere gittiler; çeşitli toplantılara
katıldılar ve mesajlarımızı ilettiler.
Partimizin o zamanki genel sekreteri Kemal Burkay, üç kez
davetli olarak Avrupa Parlamentosu’nda, Yeşiller
Grubunda ve Politik Komisyon’da Kürt sorunuyla ilgili olarak
konuştu.
Partimiz bu 30 yıl içinde yurt dışında,
başlıca da Avrupa ülkelerinde, buna benzer irili
ufaklı yüzlerce, binlerce eylem, toplantı, konferans
düzenledi, diplomatik görüşmeler yaptı; İngilizce,
Fransızca ve Almanca başta olmak üzere çok çeşitli
dillerde yüzlerce, bildiri, mektup, onlarca rapor ve broşür
kaleme alıp yayınladı ve ilgili kuruluş
ve kişilere iletti. Bunlar doğal olarak boşa
gitmedi. İğneyle kuyu kazar biçimde yapılan
bu çalışmalar sonunda çok sayıda Batı
Avrupa ülkesinde Kürt halkına dost çevreler ve dernekler
oluştu. Bu çalışmaların Kürt sorununun
Avrupa, Amerika ve Avustralya kamuoylarında tanınmasında,
politik çevreler tarafından izlenmesinde önemli katkısı
oldu.
Son olarak, Partimizin bu konuda 2003 yılında
düzenlediği bir toplantıdan da söz edelim. PSK
Dış İlişkiler Bürosu gençler için, 8-9
Şubat 2003 tarihinde, Federal Almanya’nın Köln
kentinde “Yurt dışında lobi çalışmaları,
diplomatik ilişkiler ve ulusal kurumlar” konulu
iki günlük bir seminer düzenledi. Bu seminere, çeşitli
Avrupa ülkelerinde yaşıyan, bu ülkelerin dilini,
hatta birkaç yabancı dili iyi bilen 30’u aşkın
genç katıldı ki bunların yarısı
bayandı. Partimizin o zamanki Genel Sekreteri Kemal
Burkay da bu toplantıya katılıp gençlere
deneyim ve önerilerini aktardı. Burkay’ın burada
yaptığı konuşmanın özetini sitemizin
arşivinde bulabilirsiniz. (Bak: Arşiv-PSK Bülten,
Şubat 2003, “Yurt Dışında
Lobi Çalışmasının ve Diplomasinin Önemi”
başlıklı yazı.) Bu yazı aynı
zamanda İstanbul’da yayınlanan Deng Dergisi’nin
Mart-Nisan 2003 tarihli 69. sayısında da yayınlandı.
Elbet, bütün bunlarla iş bitmedi. Kürt sorunu çözüm
bulmadıkça da bitmez. Bu nedenle şimdiye kadar
yapılanlar ne olursa olsun, bundan böyle de yapılması
gereken çok şey var. Biz de, Kürt kamuoyunun, özellikle
yurt dışındaki Kürt örgütlerinin ve aydınlarının
bu konuda daha çok şey yapmaları gerektiği
görüşündeyiz ve bunu sık sık dile getiriyoruz.
Bunun için çaba gösteriyoruz. Yurt içi mücadelenin yanı
sıra (ki asıl mücadele alanı yurt içidir)
eğer yurt dışındaki Kürtler bu alanda
daha örgütlü, daha aktif olur ve aynı zamanda yurt
dışındaki kitlemizi alanlara taşıyabilirlerse,
bu dış kamuoyunu, AB’yi ve bizzat Türk yönetimini
ve Türkiye kamuoyunu etkilemek, sonuç almak bakımından
son derece yararlı olacaktır.
Elbet, yurt dışında Kürtlerin yaptığı
her eylem lobi çalışması sayılmaz ve
bazıları da eğer yanlışsa, Kürt
davasına hizmet etmeyeceği gibi, aksine zarar
verebilir. Nitekim, biz ve diğer bir bölüm Kürt örgüt
ve kurumları geçmiş yılllarda bu türden olumlu
çalışmalar yaparken, bazıları da yurt
dışında giriştikleri terör eylemleriyle,
sağa sola bomba atarak, otoban yakarak, kendilerinden
ayrılanlara ve öteki örgütlerin kadrolarına karşı
cinayetler işleyerek, hatta bizim lobi çalışması
yapan kadrolarımızı yok etmeyi, çalışmalarımızı
engellemeyi kendilerine hedef seçerek Kürt davasına
çok büyük zararlar verdiler. Böylece Kürtlerin yıllarboyu
yarattıkları birçok değeri heder ettiler,
olumlu Kürt imajını bozdular. Bununla kendi adlarını
da teröriste çıkardılar. Böylece Türk rejiminin
eline, Kürt hareketini terörist diye niteleyip köşeye
sıkıştırmak, soyutlamak için paha biçilmez
fırsatlar verdiler. İşin garibi, tüm bu yaptıklarını
“Kürtlerin adını dünyaya duyurma” diye niteleyip
övündüler de… Ancak daha sonra, yaptıklarının
yol açtığı zararları bizzat yaşayınca,
birçok ülkede çalışmaları yasaklanınca,
bu kez özür dileyip günah çıkardılarsa da bu,
yıkılanları onarmaya yetmedi. Nitekim, son
yıllarda ikide bir isim ve örgüt değiştirmelerine,
türlü boyalar sürünmelerine rağmen edindikleri adı
ve kötü imajı bir türlü üstlerinden silemiyorlar.
Son olarak bir noktaya daha değinelim: Okurumuz haklı
olarak, Kürtlerin seslerini medyada iyi biçimde duyurmaları
gereğinden söz ediyor. Biz de aynı görüşteyiz.
Basın-yayın kamuoyunun gözü kulağıdır.
Eğer yaptıklarınızı duyuramazsanız
etkisi de çok sınırlı olur.
Ne var ki bu yalnızca bize bağlı değil.
Her eylem her çalışma medyaya yansımıyor.
Yansıması için medya kuruluşları bakımından
ilginç, aynı zamanda bu kuruluşların veya
onların arkasındaki sermaye gruplarının,
devletlerin çıkarlarına uygun düşmesi lazım.
Çıkarlarına uygun düşmezse, ağzınızla
kuş tutsanız yansıtmazlar. Uygun düşerse,
küçük bir olayı bile büyük gürültüyle yansıtır,
pireyi deve yaparlar.
Mesela Türk medyası bize ambargo uyguluyor. Yalnız
devlet kurumları değil, sözde özel ve “bağımsız”
olan medya kuruluşları da. Bazı küçük sol,
marjinal basını saymazsanız, Türk medyası
bir tüm olarak devlet güdümünde. Özellikle Kürt sorunuyla
ilgili olarak medyaya servisi, yıllardır Türk
devlet kuruluşları, daha doğrusu MİT
gibi istihbarat kuruluşları yapıyor.
Bizim ise ne yazık ki bu ambargoyu kırabilecek
güçlü araçlarımız, televizyon, radyo ve günlük
gazetemiz yok. İşte önümüzdeki görevlerden biri
bunu gerçekleştirmektir. Bu salt bizim değil,
Kürt halkının sesini, istemlerini dile getirmek,
iç ve dış kamuoyuna duyurmak isteyen tüm yurtsever
çevrelerin görevi. Bu alanda herkese iş düşüyor.
Sorumluluk duygusu, gayret ve çaba yeterli olursa bu tür
araçları da oluşturmak mümkündür.
En iyi dileklerle…