PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Barış, Demokrasi ve Değişim İçin..

Türkiye bir kez daha çok gerilimli günler yaşıyor. Ekonomik ve siyasal kriz içiçe geçerek ülkeyi sarsıyor.

Bu durum yıllardır inatla izlenen yanlış politikaların ürünüdür.

Türkiye’yi yönetenler yıllarca, düzeni koruma adına, topluma düşünce, örgütlenme ve protesto özgürlüklerini bile tanımadılar, sola ve demokrasi güçlerine karşı savaştılar. Oysa sözkonusu olan ölçüsüz bir vurgun ve talan düzeniydi. Devlet gücünü ellerinde tutanlar nimetleri paylaştılar. Pervasızca soyup soğana çevirdikleri halkın yoksulluğu üzerine kendilerine lüks bir yaşam, bir haramzade saltanatı kurdular.

Rejim yıllardır, sözde vatanın ve milletin birliğini koruma adına, zincire vurduğu, en basit haklarını bile tanımadığı Kürt halkına karşı baskı çarkını amansızca işletti. Şiddet şiddeti doğurdu ve rejim ülkenin kaynaklarının büyük bir bölümünü de Kürtlere karşı kirli savaşta harcadı.

Son 15 yılda kirli savaşa harcanan para, resmi rakamlara göre 100 milyar doların üzerindedir.

Bu para Türkiye gibi bir ülkeyi abadan ederdi. Oysa ülkeyi yönetenler toplumsal gelirin büyük bölümünü, ülkenin kaynaklarını Kürdistan’ı yakıp yıkmakta, duruma göre bazan “kardeş”, bazan da “iç düşman” saydıkları Kürt halkına karşı savaşta telef ettiler. Kan döktüler, gözyaşı ürettiler.

Bu çağdışı, ilkel, akılalmaz politika Kürdistan’ın yanısıra, Türkiye’nin tamamını bir yangın yerine çevirdi.

Bir yandan soygun, diğer yandan savaş işte bugünkü durumu yarattı. Ülke ekonomisi krizkolik oldu. Halkın artık verecek bir şeyi kalmadı. Soygun rejimi sınırlarına dayandı.

Rejim, sözkonusu yanlış politikaları ancak sürekli baskı eşliğinde yürütebilirdi ve öyle yaptı. Kendisine güvenmediği ve halka hep yalan söylediği için demokrasiden ve saydamlıktan kaçtı.

Rejimin ideolojik gıdası şovenizm, ırkçılık ve yalan oldu.

Böyle bir ortamda ancak militarizm gelişebilirdi, öyle de oldu. Türkiye’de herşey yerinde sayar ya da küçülürken, gelişen şey baskıcı bir devlet aygıtı, bürokrasi, ordu ve polis oldu. Türkiye bir polis devletine dönüştü.

Ülkenin solunu ve Kürt ulusal hareketini ezen orduya ve polise alkış çalmak moda haline geldi. Baskı güçleri kahramana ve baskı bir alışkanlığa dönüştü.

Bu koşullarda ekonomi kirlendi, uyuşturucuya, kara paraya teslim oldu. Siyaset kirlendi, politikacılar itibar yitirdi.

Bu çağdışı ilkel politika dünyanın gidişine, değişen zamana tersti, başarı şansı yoktu ve gelip bir yerde tıkanacağı belliydi. Şimdi o tıkanma başlamış, ülke yönetilemez hale gelmiştir.

Ülkenin bunu görebilen ve değişim isteyen güçleri, yaşadıkları onca karanlık döneme, içinden geçtikleri nice cendereye rağmen hala ayakta kalabilen aydınlar, bilinçli emekçi kesimler, Kürt halkı, ekonominin bu şekilde ayakta duramıyacağını bilen, ordu ve polis şeflerinden ve ufuksuz politikacılarından çok daha gerçekçi olan işveren çevreler, kısacası ülkenin geleceğini düşünen aklı başında herkes bir değişim istiyor.

Hatta, yıllardır ülkeyi yöneten ve onu bu duruma getirmekte başlıca sorumluluğu taşıyan çapsız, korkak, hırsları yeteneklerinden çok büyük politikacıların bir bölümü bile artık değişim gereğini duyuyorlar.

Ama görünen o ki değişim çok zor olacak. Çünkü ülke şer güçlerinin egemenliğinde ve onlar değişime karşı!

Yıllardır izlenen bu yanlış politikaların palazlandırdığı asker, baskı ve savaş yöntemini tek çıkar yol biliyor, kendisini memleketin başlıca koruyucusu ve efendisi sayıyor, kendisinin dışında herkesi nerdeyse düşman gibi görüyor..

Ordu bugün MGK kanalıyla ülkeyi yönetiyor, tüm temel politikalara yön veriyor. Genelkurmay hükümetin de, parlamentonun da üzerinde bir güç.

Bu yüzden ordu demokratikleşmeye karşı. Generaller imtiyazlarını yitirmek istemiyorlar.

Ordu Kürtlere hak tanınmasına karşı, Kürtçe radyo ve televizyon, Kürtçe eğitim bile istemiyor!

Sayıca Yüzbinlere ulaşıp nerdeyse ikinci bir ordu olan, sayı ve donanımca pekçok orta boy ülkenin ordusundan daha büyük olan polis de değişim istemiyor. O da düşünene, hak arayana, yürüyen emekçiye, öğrenciye, cumartesi analarına düşman; saldırmaya, göz altına almaya, işkenceye koşullanmış; bu işlerin tiryakisi olmuş… Polis de demokrasi istemiyor, saydamlık istemiyor…

Yıllardır pompalanan sol düşmanlığı ve Kürt düşmanlığı, pervasızca beslenen şovenizm ve ırkçılık ucubesi büyüdü, gelişip serpildi, toplumun geniş kesimlerinin beynini yıkadı, en uç sağ ve “sol” kesimler kanalıyla iktidara ulaştı.

Şimdi kafaları değiştirmek de zordur!

Bu kirli ortam zibil gibi vurguncu, soyguncu üretti. Bunlar karanlıkta beslenen vahşi hayvanlar gibidir. Bunlar da aydınlığa ve değişime karşılar, demokrasi ve saydamlık istemiyorlar..

AB adaylığı devreye girince, reformlar zorunlu olarak kapıya dayanınca, ülkenin, yukarda sözü edilen şer güçleri, ölüm kokusu almış gibi harekete geçtiler.

Genel Kurmay düdük üstüne düdük çalıyor!

F tipi cezaevlerine naklin ertelendiği, ölüm orucunun çözüme yaklaştığı ve AB ile ilgili “ulusal belge”nin hazırlandığı bir aşamada birileri düğmeye bastı ve sokak yeniden karıştı. Önce afiş asan gençler öldürüldü, ardından polis otobüsü tarandı. Polis sokağa düştü, halka ve hatta biçare hükümete tehditler savurdu, intikam yeminleri etti, silah gösterdi…

Sokak çatışmaları başladı ve bozkurt yavruları da, aynen 12 Mart ve 12 Eylül öncesinde olduğu gibi sahnede, “güvenlik güçlerinin yanında” yerlerini aldılar…

Peki bu durumun sorumlusu kim? Yalnızca generaller mi, derin devlet denen şey mi, kontrgerilla mı? Beyni yıkanmış bozkurtçuklar mı?..

Hırsı yeteneklerinden çok büyük, geleceği göremiyen, çapsız, korkak, hırsız ve bu yüzden ülkenin sorunlarına çözüm bulamıyan, sorunları yıllar içinde ağırlaştıran, halkın tepkilerine karşı ise çare olarak orduyu ve polisi öne süren politikacıların suçu yok mu?

Bu politikacıların sahte vatan-millet nutuklarına kılıf biçen, bu politikalara destek olan sözde bilim adamlarının ve pekçok aydın geçinenin payı yok mu?

Gaza gelip, şoven söylemlere kendini kaptırıp, takım tutar gibi orduya ve polise, zulme ve işkenceye, kirli savaşa alkış tutanların bunda payı yok mu?

Şimdi değişim isteyip de şer güçlerinin birden ortalığı sardığını, cinin şişeden çıktığını gören herkes şapkasını önüne koyup düşünmeli: İşlerin buraya varmasında ve şimdi tam da çıkış yolu ararken önlerine dikilen koca duvarda kendi payları yok mu? Oraya kendileri harç ve tuğla taşımadılar mı?..

Bir çıkmaz sokağa gelip dayanan, dönüp izlediği yolu gözden geçirmelidir. Bu yapılmadan bir çıkış yolu bulunamaz.

Sorunun bir yanı buysa, bir yanı da bundan sonra ne yapılması gerektiğidir.

Çözüm yanlış politikalardan dönmektedir. Günümüz dünyasında ırkçılık, şovenizm, militarizm; baskı ve savaş politikaları bir çözüm değil. Zaptiye kafası, polis copuyla ülke yönetilemez.

Toplumun demokrasiye ve saydamlığa gereği var. Ancak demokratik bir ortamda büyük halk çoğunluğu çıkarlarını koruyabilir. Ancak açık bir rejimde soygun ve talan önlenebilir. Ancak açık ve demokratik bir rejimde halka yalan söylemek zorlaşır, çünkü yalanlar kısa zamanda ortaya dökülür.

Türkiye bir polis devleti olmaktan çıkmalı, ordunun vesayeti son bulmalıdır. Ülke iç ve dış düşman paranoyasından kurtulmalı, barış ortamı yaratılmalıdır.

Bunun için, en başta Kürt sorununa adil bir çözüm bulunması zorunludur. Kürt halkının tüm siyasal, yönetsel, kültürel hakları tanınmalıdır. Türkiye’nin kendi gerçeğine uygun yeni bir siyasal yapılanmaya ihtiyacı var. Her iki halk eşitlik koşullarında birarada ve kardeşçe yaşayabilir. Bu Türk halkının özgürlüğü ve mutluluğu için de gereklidir. “Başka bir ulusu zincire vuran ulusun kendisi de özgür olamaz!"

Böylece ülkenin kaynakları silaha ve savaşa harcanmaktan kurtarılmalı, üretime ve gelişmeye yöneltilmelidir. Türkiye iş ve ekmek sorununu ancak böyle çözer. Ülkeye barış ve huzur ortamı ancak böyle gelir.

Türkiye gerekli reformları ayak diremeden, dejenere etmeden bir an önce yapmalı ve Avrupa Birliği’ne girmelidir.

Kısacası, şu anda Türkiye’nin önünde iki yol var: Bu yollardan biri ekonomik ve sosyal gelişmeye, barışa ve demokrasiye yöneliktir, yani değişim yoludur. Ötekisi ise eski yoldur ve ülkenin bugünkü gerilik, kirlilik ve kaos içinde debelenmeye devam etmesi demektir.

Ülkesini ve halkını seven, kendisinin ve çocuğunun geleceğini düşünen seçimini ona göre yapmalı.

Biz, Kürdistan Sosyalist Partisi olarak Kürt ve Türk halk kitlelerini, her türlü önyargıdan, saplantıdan kurtulup değişimden yana tavır almaya çağırıyoruz.

Militarizme, polis devletine son!

Kirliliğe, soyguna, yalana, talana son!

Barış, demokrasi ve değişim için el ele!

Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK)

14 Aralık 2000

 
PSK Bulten © 2001