Barış,
Demokrasi ve Değişim İçin..
Türkiye bir kez daha çok gerilimli
günler yaşıyor. Ekonomik ve siyasal kriz içiçe geçerek
ülkeyi sarsıyor.
Bu durum yıllardır inatla
izlenen yanlış politikaların ürünüdür.
Türkiye’yi yönetenler
yıllarca, düzeni koruma adına, topluma düşünce,
örgütlenme ve protesto özgürlüklerini bile tanımadılar,
sola ve demokrasi güçlerine karşı savaştılar.
Oysa sözkonusu olan ölçüsüz bir vurgun ve talan düzeniydi.
Devlet gücünü ellerinde tutanlar nimetleri paylaştılar.
Pervasızca soyup soğana çevirdikleri halkın
yoksulluğu üzerine kendilerine lüks bir yaşam, bir
haramzade saltanatı kurdular.
Rejim yıllardır, sözde
vatanın ve milletin birliğini koruma adına,
zincire vurduğu, en basit haklarını bile tanımadığı
Kürt halkına karşı baskı çarkını
amansızca işletti. Şiddet şiddeti doğurdu
ve rejim ülkenin kaynaklarının büyük bir bölümünü
de Kürtlere karşı kirli savaşta harcadı.
Son 15 yılda kirli savaşa
harcanan para, resmi rakamlara göre 100 milyar doların
üzerindedir.
Bu para Türkiye gibi bir ülkeyi
abadan ederdi. Oysa ülkeyi yönetenler toplumsal gelirin büyük
bölümünü, ülkenin kaynaklarını Kürdistan’ı
yakıp yıkmakta, duruma göre bazan “kardeş”,
bazan da “iç düşman” saydıkları Kürt halkına
karşı savaşta telef ettiler.
Kan döktüler, gözyaşı
ürettiler.
Bu çağdışı,
ilkel, akılalmaz politika Kürdistan’ın yanısıra,
Türkiye’nin tamamını bir yangın yerine çevirdi.
Bir yandan soygun, diğer yandan
savaş işte bugünkü durumu yarattı. Ülke ekonomisi
krizkolik oldu. Halkın artık verecek bir şeyi
kalmadı. Soygun rejimi sınırlarına dayandı.
Rejim, sözkonusu yanlış
politikaları ancak sürekli baskı eşliğinde
yürütebilirdi ve öyle yaptı. Kendisine güvenmediği
ve halka hep yalan söylediği için demokrasiden ve saydamlıktan
kaçtı.
Rejimin ideolojik gıdası
şovenizm, ırkçılık ve yalan oldu.
Böyle bir ortamda ancak militarizm
gelişebilirdi, öyle de oldu. Türkiye’de herşey yerinde
sayar ya da küçülürken, gelişen şey baskıcı
bir devlet aygıtı, bürokrasi, ordu ve polis oldu.
Türkiye bir polis devletine dönüştü.
Ülkenin solunu ve Kürt ulusal hareketini
ezen orduya ve polise alkış çalmak moda haline geldi.
Baskı güçleri kahramana ve baskı bir alışkanlığa
dönüştü.
Bu koşullarda ekonomi kirlendi,
uyuşturucuya, kara paraya teslim oldu. Siyaset
kirlendi, politikacılar
itibar yitirdi.
Bu çağdışı
ilkel politika dünyanın gidişine, değişen
zamana tersti, başarı şansı yoktu ve gelip
bir yerde tıkanacağı belliydi. Şimdi o
tıkanma başlamış, ülke yönetilemez hale
gelmiştir.
Ülkenin bunu görebilen ve
değişim isteyen güçleri, yaşadıkları
onca karanlık döneme, içinden geçtikleri nice cendereye
rağmen hala ayakta kalabilen aydınlar, bilinçli
emekçi kesimler, Kürt halkı, ekonominin bu şekilde
ayakta duramıyacağını bilen, ordu ve polis
şeflerinden ve ufuksuz
politikacılarından çok daha gerçekçi olan işveren
çevreler, kısacası ülkenin geleceğini düşünen
aklı başında herkes bir değişim istiyor.
Hatta, yıllardır ülkeyi
yöneten ve onu bu duruma getirmekte başlıca sorumluluğu
taşıyan çapsız, korkak, hırsları
yeteneklerinden çok büyük politikacıların bir bölümü
bile artık değişim gereğini duyuyorlar.
Ama görünen o ki değişim
çok zor olacak. Çünkü ülke şer güçlerinin egemenliğinde
ve onlar değişime karşı!
Yıllardır izlenen bu
yanlış politikaların palazlandırdığı
asker, baskı ve savaş yöntemini tek çıkar yol
biliyor, kendisini memleketin başlıca koruyucusu
ve efendisi sayıyor, kendisinin dışında
herkesi nerdeyse düşman gibi görüyor..
Ordu bugün MGK kanalıyla ülkeyi
yönetiyor, tüm temel politikalara yön veriyor. Genelkurmay
hükümetin de, parlamentonun da üzerinde bir güç.
Bu yüzden ordu demokratikleşmeye
karşı. Generaller imtiyazlarını yitirmek
istemiyorlar.
Ordu Kürtlere hak tanınmasına
karşı, Kürtçe radyo ve televizyon, Kürtçe eğitim
bile istemiyor!
Sayıca Yüzbinlere ulaşıp
nerdeyse ikinci bir ordu olan, sayı ve donanımca
pekçok orta boy ülkenin ordusundan daha büyük olan polis de
değişim istemiyor. O da düşünene, hak arayana,
yürüyen emekçiye, öğrenciye, cumartesi analarına
düşman; saldırmaya, göz altına almaya,
işkenceye koşullanmış; bu işlerin
tiryakisi olmuş… Polis de demokrasi istemiyor, saydamlık
istemiyor…
Yıllardır pompalanan
sol düşmanlığı ve Kürt düşmanlığı,
pervasızca beslenen şovenizm ve ırkçılık
ucubesi büyüdü, gelişip serpildi, toplumun geniş
kesimlerinin beynini yıkadı, en uç sağ ve “sol”
kesimler kanalıyla iktidara ulaştı.
Şimdi kafaları değiştirmek
de zordur!
Bu kirli ortam zibil gibi vurguncu,
soyguncu üretti. Bunlar karanlıkta beslenen vahşi
hayvanlar gibidir. Bunlar da aydınlığa ve değişime
karşılar, demokrasi ve saydamlık istemiyorlar..
AB adaylığı devreye
girince, reformlar zorunlu olarak kapıya dayanınca,
ülkenin, yukarda sözü edilen şer güçleri, ölüm kokusu
almış gibi harekete geçtiler.
Genel Kurmay
düdük üstüne düdük çalıyor!
F tipi
cezaevlerine naklin ertelendiği, ölüm orucunun çözüme
yaklaştığı ve AB ile ilgili “ulusal belge”nin
hazırlandığı bir aşamada birileri
düğmeye bastı ve sokak yeniden karıştı.
Önce afiş asan gençler öldürüldü, ardından polis
otobüsü tarandı. Polis sokağa düştü,
halka ve hatta biçare hükümete tehditler savurdu, intikam
yeminleri etti, silah gösterdi…
Sokak çatışmaları
başladı ve bozkurt yavruları da, aynen 12 Mart
ve 12 Eylül öncesinde olduğu gibi sahnede, “güvenlik
güçlerinin yanında” yerlerini aldılar…
Peki bu durumun sorumlusu
kim? Yalnızca generaller mi, derin devlet denen şey
mi, kontrgerilla mı? Beyni yıkanmış bozkurtçuklar
mı?..
Hırsı yeteneklerinden
çok büyük, geleceği göremiyen, çapsız, korkak, hırsız
ve bu yüzden ülkenin sorunlarına çözüm bulamıyan,
sorunları yıllar içinde ağırlaştıran,
halkın tepkilerine karşı ise çare olarak orduyu
ve polisi öne süren politikacıların suçu yok mu?
Bu politikacıların sahte
vatan-millet nutuklarına kılıf biçen, bu politikalara
destek olan sözde bilim adamlarının ve pekçok
aydın geçinenin payı yok mu?
Gaza gelip, şoven söylemlere
kendini kaptırıp, takım tutar gibi orduya ve
polise, zulme ve işkenceye, kirli savaşa alkış
tutanların bunda payı yok mu?
Şimdi değişim isteyip
de şer güçlerinin birden ortalığı sardığını,
cinin şişeden çıktığını
gören herkes şapkasını önüne koyup düşünmeli:
İşlerin buraya varmasında ve şimdi tam
da çıkış yolu ararken önlerine dikilen koca
duvarda kendi payları yok mu? Oraya kendileri harç ve
tuğla taşımadılar mı?..
Bir çıkmaz sokağa gelip
dayanan, dönüp izlediği yolu gözden geçirmelidir. Bu
yapılmadan bir çıkış yolu bulunamaz.
Sorunun bir yanı buysa, bir
yanı da bundan sonra ne yapılması gerektiğidir.
Çözüm yanlış politikalardan
dönmektedir. Günümüz dünyasında ırkçılık,
şovenizm, militarizm; baskı ve savaş politikaları
bir çözüm değil. Zaptiye kafası, polis
copuyla ülke yönetilemez.
Toplumun demokrasiye ve saydamlığa
gereği var. Ancak demokratik bir ortamda büyük halk çoğunluğu
çıkarlarını koruyabilir. Ancak açık bir
rejimde soygun ve talan önlenebilir. Ancak açık ve demokratik
bir rejimde halka yalan söylemek zorlaşır, çünkü
yalanlar kısa zamanda ortaya dökülür.
Türkiye bir polis devleti olmaktan
çıkmalı, ordunun vesayeti son bulmalıdır.
Ülke iç ve dış düşman paranoyasından kurtulmalı,
barış ortamı yaratılmalıdır.
Bunun için, en başta Kürt
sorununa adil bir çözüm bulunması zorunludur. Kürt halkının
tüm siyasal, yönetsel, kültürel hakları tanınmalıdır.
Türkiye’nin kendi gerçeğine uygun yeni bir siyasal yapılanmaya
ihtiyacı var. Her iki halk eşitlik koşullarında
birarada ve kardeşçe yaşayabilir. Bu Türk halkının
özgürlüğü ve mutluluğu için de gereklidir. “Başka
bir ulusu zincire vuran ulusun
kendisi de özgür olamaz!"
Böylece ülkenin kaynakları
silaha ve savaşa harcanmaktan kurtarılmalı,
üretime ve gelişmeye yöneltilmelidir. Türkiye iş
ve ekmek sorununu ancak böyle çözer. Ülkeye barış
ve huzur ortamı ancak böyle gelir.
Türkiye gerekli reformları
ayak diremeden, dejenere etmeden bir an önce yapmalı
ve Avrupa Birliği’ne girmelidir.
Kısacası, şu anda
Türkiye’nin önünde iki yol var: Bu yollardan biri ekonomik
ve sosyal gelişmeye, barışa ve demokrasiye
yöneliktir, yani değişim yoludur. Ötekisi ise eski
yoldur ve ülkenin bugünkü gerilik, kirlilik ve kaos içinde
debelenmeye devam etmesi demektir.
Ülkesini ve halkını seven,
kendisinin ve çocuğunun geleceğini düşünen
seçimini ona göre yapmalı.
Biz, Kürdistan Sosyalist Partisi
olarak Kürt ve Türk halk kitlelerini, her türlü önyargıdan,
saplantıdan kurtulup değişimden yana tavır
almaya çağırıyoruz.
Militarizme, polis devletine son!
Kirliliğe,
soyguna, yalana, talana son!
Barış, demokrasi ve değişim
için el ele!
Kürdistan Sosyalist Partisi
(PSK)
14 Aralık 2000
|