“Partiler Niçin
Vardır?.”
Kemal Burkay
Kürdistan Sosyalist partisi’nin
6. Kongresi’nin kararları ve sonuç bildirisi bazı
kesimleri rahatsız etmiş. Bunlardan birisi elbet
Türkiye’deki Kürt halkına ve demokrasiye düşman
çevrelerdir. Sonuç Bildirisi’nin kamuoyuna yayınlanmasının
hemen ertesinde MİT kaynaklı ve PSK’nın imajını
bozmaya çalışan fabrikasyon bildiriler Türk basınında
yeniden sahneye çıktı.Rahatsız
olanların diğer kesimi ise PKK çevresi. Özgür Politika’nın
“Ufuktan” başlığı altındaki başyazısı,
sözkonusu sonuç bildirisi nedeniyle kin ve öfkeyle Kürdistan
Sosyalist Partisi’ne saldırıyor. PKK’yı suçlamaktan
başka iş yapmadığımızı
ileri sürüyor, Partimizin gücünü küçümsüyor, kitlenin kendi
arkalarında olduğunu söylüyor. Yazının
başlığı da şöyle: “Partiler
niçin vardır?”Çok
güzel! Bu çevre, PKK dışındaki partilerin bir
varlığı olmadığı, onların
bir iş yapmadıkları anlamında bu sözü
sık sık kullanıyor. O zaman tartışalım
ve konuyu biraz açalım. Aslında kamuoyu ve aklı
başında, gerçeği inkar etmeyecek kadar namuslu
her insan, kimin ne olduğunu, kimin yaptığının
ne işe yaradığını çok iyi biliyor.
Biz de bu konularda az konuşmadık ve yazmadık.
Yine de zararı yok, bir kez daha erinmeyip konuya eğilelim.
Haklı olan, kendine güvenen tartışmadan kaçmaz.Öncelikle,
Kürdistan’da başka partileri suçlamayı, hatta onlara
karşı savaşı, düşmanlığı
meslek haline getiren kimdir? Biz mi, başka partiler
mi, yoksa PKK mı?Herkes
de bilir ki PKK daha baştan, devlet eliyle, en başta
Kürt sol ve yurtsever partileriyle savaşmak için, Kürt
ulusal hareketini yanlışa, maceraya itmek için kuruldu.
PKK’nın ortaya çıkar çıkmaz söylediklerine
ve yaptıklarına bakarak biz bunu zaten anlamıştık
ve daha o yıllarda dile getirdik.. Ama elbet, bunu gösteren
birçok kanıt olsa da, elimizde MİT’in belgeleri
yoktu. Bu işi Uğur Mumcu gibi bilenler de, kendi
devletlerini suçüstü yapmamak için bir türlü açıklamadılar.
Neyse ki Öcalan zamanla, belki de ilk kez bir konuda açık
sözlü davranarak, bu gerçeği kendisi dile getirdi. Partisini
“MİT’e dayanarak kurduğunu”, ekmeklerinin ve silahlarının
üç yıl süreyle Türk devleti tarafından sağlandığını,
hatta devlet tarafından korunduklarını, kendilerinden
istenen şeyin ise öteki Kürt partilerine karşı
savaşmak olduğunu kaç kez televizyon ekranları
önünde, bizzat Med-TV’de söyledi ve Özgür Politika’da yazdı.
Bu açık sözlülüğü, cesareti nedeniyle kendisine
müteşekkiriz! (Kaynak merak edenler 29 Ocak 1998 tarihli
Özgür Politika gazetesindeki “Aydın Zafer” imzalı
yazıya baksınlar. Apo Özgür Politika’da uzun zaman
bu isimle yazdı. Ayrıca, bizzat Apo’nun “Devrimin
Dili ve Eylemi” adlı kitabında bu türden onlarca
örnek var.) Öcalan bunu
neden kendi eliyle yaptı? Görünüşte övünmek, ne
denli kurnaz, becerikli biri olduğunu, düşmanının
sırtından böylesine bir parti kurduğunu kanıtlamak
için.. Ama asıl, bu konuda Kürt kamuoyunca, bizzat eski
arkadaşlarınca çok şey bilindiği için,
bunu mazur göstermeye, kılıf uydurmaya çalıştı.
Daha çok da Uğur Mumcu gibi işin içyüzünü bilen,
bu konuda belge ve bilgi toplayan gezetecilerin, hatta doğrudan
Türk devletinin, herşeyi birgün ortaya dökebileceğinden
ürktüğü için yaptı. (Mumcu ne yazık ki bilgilerini
kamuoyuna yansıtmadı, niyetlendiği zaman da,
belki de bu nedenle, karanlık güçlerce yokedildi.) Ama
sonunda, neden ne olursa olsun, Öcalan kendi ağzıyla
gerçeği itiraf etti. Zaten
PKK kurulduktan sonra da kendisinden isteneni yerine getirdi;
kendisinden önce varolan ve Kürt halkını uyarmak,
bilinçlendirmek, Kürt ulusal mücadelesini örgütlemek için
mücadele eden Kuzey Kürdistanlı sol ve yurtsever örgütlere,
Partimize, KUK’a ve ötekilere, hatta Türk soluna karşı
savaştı. Tam bir terör estirdi. Ayrıca Siverek’te,
Viranşehir’de olduğu gibi aşiret kavgaları
çıkardı. Öcalan bunu, “üç yıl boyunca bizden
ne istedilerse yaptık” diyerek açık açık belirtiyor.
Arkasında devlet desteği olunca bütün bunları
yapması, ortalığı karıştırması
ve manşetlere çıkması zor olmadı.
12 Eylül darbesinin baş bahanelerinden
biri de o dönemdeki PKK terörü idi. Yani rejim PKK eliyle
istediğini elde etti.Demek
ki PKK’nın ve liderinin politik yaşamı böyle
başlıyor.. Bunu bilmeden, göz önüne almadan, PKK’nın
yirmi küsur yıllık macerasını, yaptığı
onca “yanlışı”, Kürt ulusal hareketine verdiği
büyük zararı ve geldiği noktayı açıklamak
mümkün değildir. Evet,
ne ilginçtir ki -aslında egemenlerin oyunlarını,
tuzaklarını bilenler için hiç de şaşırtıcı
değil- terörden bunca yakınır görünen Türk
rejimi, PKK’yı kendi eliyle kurdu, sahneye sürdü. PKK
da, zorunlu ve kaçınılmaz olarak, politikasını
daha baştan itibaren diğer Kürt örgütlerine karşı
düşmanlık üzerine kurdu. PKK kendi dışındaki
herkesi, hatta kendi içinde zaman zaman farklı düşünenleri
bile, düşmandan saydı; diğer Kürt örgütlerini,
hatta toptan Kürt halkını.. Öcalan, o dönemde yayınladığı
"Kürdistan Devriminin Yolu” adlı broşüründe,
boşuna Kürt halkını aşağılamadı,
boşuna herkesi ve herşeyi suçlayıp tarihi kendisiyle
başlatmadı. Görevi buydu. Bugün de yaptığı
gibi… 12 Eylül’den sonra
nasıl devam etti? Yine aynı minval üzere.. PKK,
neden 1984’te sözde gerilla savaşı başlattıktan
sonra çocuk, kadın, öğretmen demeden sivil, savunmasız
insanları acımasızca kıydı? Neden
yurt dışında Kürt ve Türk demeden, rejime karşı
mücadele eden sol ve yurtsever örgütlere saldırdı,
devrimcileri katletti, dernekleri yaktı, siyasal toplantıları
ve nevroz festlerini dağıttı? Neden Avrupa’da
terör estirdi? Bir ulusu ve bir ülkeyi kurtarmaya çalışan
devrimci bir örgüt bunu mu yapar, yoksa bir geniş cephe
politikası mı güder?Oysa
PKK bunu yaparak, içerde ve dışarda rejimin ekmeğine
yağ sürdü. İçerde, yaptığı bu türden
eylemlerle, kıyımlarla koca koca aşiretleri
rejimin kanatları altına itti. Kürt örgütleri arasına
kan davası soktu, ulusal bir cepheyi engelledi. Yaptığı
yanlış eylemlerle Türk kamuoyunu Kürtlere düşman
hale getirdi ve Türk demokratlarının Kürt halkının
haklı istemlerine olan sempatisinin de yok olmasına
yol açtı. Batı Avrupa’da estirdiği terörle
Kürt halkının dostlarını büyük ölçüde
yitirmesine neden oldu, Kürt hareketini antipatik hale getirdi.PKK
bunları hep şaşkınlığın,
çılgınlığın ürünü olarak mı
yaptı? Yoksa, Suriye Kürtlerinin deyişiyle, “ona
yol gösteren eski ve yeni muallimleri” bütün bunları
programlayıp eylem planı olarak önüne koyduğu
için mi?. Kuşku olmasın ki ikincisi..Evet,
PKK Kürdistan’da 15 yıl süren bir savaşa yol açtı.
Ama bu gerçekten Kürdistan’ı kurtarmaya yönelik bir savaş
mıydı, yoksa Kürdistan’ı boşaltmaya yönelik
bir danışıklı dövüş mü? Bize göre,
niyet ne olursa olsun, yapılan ikincisidir. PKK savaş
açtı, ama kazanmamak için ne lazımsa yaptı!
Yanlış (aslında bile bile yanlış)
eylemlerle Kürt kamuoyunu karşısına aldı,
ulusal cepheyi engelledi, dış kamuoyundaki desteklerin
kaybolmasına yol açtı. Diğer bir deyişle,
bu savaşın başarı şansı olsa
bile, salt bu yanlış politikalar yüzünden de olsa
kazanılamazdı. Sonuçta Kürdistan büyük ölçüde boşaldı,
dört bin köy, onlarca kasaba yerle bir oldu, 4 milyon insanımız
ana baba yurdunu terkedip perişan oldu, halkımız
tarif edilemez acılar çekti; bütün bunlara karşılık
bir karış toprak özgürleştirilemedi ve en ufak
bir hak elde edilemedi; elde olanların da çoğu yitirildi.
Türkiye’de genel olarak demokrasi güçleri geriledi, her alanda
militarizmin ve şovenizmin borusu öter oldu.Kısacası,
bilanço Kürt halkı açısından tam bir felaket.
Aslında Türkiyenin emek ve demokrasi güçleri bakımından
da öyle. Kazanan yalnızca gericiler, şovenler, demokrasi
ve halk düşmanları, çeteler, soyguncular oldu.Şimdi
baştaki soruya, Özgür Politika’nın başlığına
gelelim: “Partiler niçin vardır?”PKK
bunun için mi vardı? Kürt örgütleriyle savaşmak
için, provokasyon için, 12 Eylül cuntasına darbe gerekçesi
hazırlamak için, Kürdistanı boşaltmak, Kürt
gençliğini bir çıkmaz sokakta, Papaz Gapon yöntemleriyle
telef etmek, Kürt devrimci potansiyelini heder etmek, bir
başka deyişle, devrime düşük yaptırmak
için mi?..Evet, tam da
öyle oldu. Herşey ortada.Peki
baylar-bayanlar, bu durumdan memnun musunuz? Ve bütün bunları
yaparken, size aldananların, sizi izleyenlerin birhayli
olması övünç duyulacak birşey mi? Yanlışı
izleyenler çoksa bizim de dönüp o yanlış kervanına
katılmamız, ya da sayıca az olduğumuz
için, bunca provokasyon ve ihanet karşısında
susmamız mı gerekir? Konuşma hakkımız
yok mu?.Ama PKK’nın
yaptıkları yalnızca bunlar mı?Apo
Şam’da iken Öcalan Suriye Kürtleri için ne diyordu: “Burada
Kürdistan’ın bir parçası yok. Bu Kürtler kuzeyden
gelmişler, biz yine onları kuzeye geri çevireceğiz!”Bu
sözler kimin içindi ve kime karşı?. Gerçekte Kürtler
Cezire ve Afrin’in, Kobani’nin binlerce yıllık yerlileri;
Şam’da, Mısır’da, Yemen’de bile Selahaddin
zamanından beri varlar. Ama varsayalım ki bu Kürtler
kuzeyden, Kürt köy ve kasabalarını bölen mayın
tarlası kuşağının, demiryolu hattının
öbür yanından geldiler; ama en azından onyıllar,
yüzyıllar önce. Onları evlerinden, tarlalarından,
yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan
çıkarıp tekrar kuzeye dönderme projesi kimindir,
Suriye’deki şoven güçlerin değil mi? Bunu, sözde
Kürdistan’ı ve Kürt ulusunu esaretten kurtarma adına
ortaya çıkmış biri nasıl söyleyebilir?.Ama
PKK bunları söylemekle kalmadı, Suriye’de kendisini
eleştiren Kürt yurtseverlerine karşı terör
estirdi.Ya PKK’nın
Güney Kürdistan’a yönelik politikası?Körfez
Savaşı sonrası ortaya çıkan olumlu koşullarda,
1991 yılında Güney Kürdistan’ın büyük bir parçası
özgürleşip burada bir Kürt parlamentosu ve hükümeti oluştu.
Parlamento, 1992 yılında Irak’la Federal bir statü
istediğini açıkladı ve bunu tek yanlı
ilan etti. Bu olay Irak’ın yanısıra, Kürdistan’ı
bölüşmüş öteki devletleri, Türkiye, İran ve
Suriye’yi de doğal olarak çok rahatsız etti ve bunlar
biraraya gelerek bu gelişmeyi önlemeye çalıştılar.
Türkiye’de Kürt düşmanlığını meslek
haline getirmiş şoven kemalist ve bazı şaşkın
sol kesimler de, “anti emperyalizm” yaftası altında
bu Kürt oluşumuna karşı çıktılar,
onu ikinci İsrail diye nitelediler. Tam da aynı
dönemde PKK ne yapsa iyidir? PKK da Apo’nun işaretiyle
sözkonusu federasyon girişimini gerici bir olay diye
niteledi ve saldırıya geçti. KDP ve YNK güçleriyle
savaştı ve ağır bir yenilgiye uğradı.
Yaptığı anlaşmada Güney’deki Kürt yönetimine
saygılı olacağına söz verdi. Ama daha
sonra sözünde durmadı ve çatışmayı sürdürdü.PKK’nın
güneyde bir Kürt federal oluşumuna karşı çıkması
kimin çıkarına idi? Kürt halkının mı,
ilericilerin mi? Buna ancak gözü bağlı müritler,
ahmaklar inanabilir. PKK’nın tavrı güdümlüydü. O
Kürdistan’ı bölüşmüş devletlerin yönlendirmesi
ile bu işe adeta “eli mahkum” biçimde atıldı.
Bunu yaparken de söyledikleri, yaptıklarına kılıf
biçme çabasıydı.Öcalan
o dönemde, Arap basınına verdiği demeçlerde
aynen şunu diyordu: “Güney Kürdistan’daki Kürt oluşumu
gericidir, Arapların sırtında bir kama gibidir.
Ben bunu önleyeceğim!” Buyrun,
bir Kürt lideri, hatta sıradan bir Kürt yurtseveri, Kürdistan’ın
bir parçası, yüzyıllar süren esaretten, durmak bilmez
bir mücadeleden, nice ağır bedellerden ve acılardan
sonra özgürleşmişse, orada bir ulusal yönetim kurulmuşsa,
Kürt halkı biraz soluk almışsa, bunun için
bayram etmez mi? Ama Öcalan ve partisi aynen Kürt halkının
düşmanlarıgibi davrandı. Çünkü Apo kendi kişisel
çıkarından, ikbalinden başka birşey düşünmedi.
Onun yönetimindeki PKK hiçbir zaman Kürt halkının
partisi olmadı, ipleri hep başkalarının
elinde idi. Böyle bir partinin güçlü ya da zayıf olması
neyi değiştirir? Hatta güçlü olması, arkasındaki
kitle desteğinin fazla olması, Kürt halkı bakımından
daha büyük bir talihsizlik değil mi?. Daha
sonra da PKK, KYB’nin de yanlış tutumundan, onun
PKK’yı rakibi KDP’ye karşı bir koz olarak kullanma
hevesinden yararlanıp yıllarca KDP ile savaşıp
durdu. 1995’te Türk devletine karşı tek yanlı
ateşkes ilan ederken KDP’ye karşı “yıldırım
savaşı” başlattı. Buna “Güneş Ülkesi
Hareketi” filan gibi şairane isimler taktı. Hergün
ne kadar peşmerge öldürdüğü ile övünür oldu.. Bunun
ilericilikle, Kürt halkının çıkarlarıyla
hiçbir ilgisi yoktu. Bu, Kürt halkının düşmanlarının,
Güney Kürdistan’daki Kürt ulusal yönetimini boğmak isteyenlerin
PKK’ya yaptırdığı bir savaştı.
Biz PSK olarak, ilişkilerimizin
bir dereceye kadar yumuşak olduğu o dönemde, PKK’yı
böylesine olumsuz tutumlardan uzak durması için etkilemeye
çalıştık. Ne var ki başkaları hep
ağır bastılar ve Apo, Kürdistan’da kardeş
kavgası tezgahlayanların dediklerini yaptı.
Böylesi durumlarda ise biz her zaman, hem yanlış
yapanı eleştirdik, hem de çatışmaların
durması için çaba gösterdik. Ben o günlerde PKK’nın
saldırısını bizzat Med-TV’de katıldığım
canlı yayında mahkum ettim. PKK
böylece bu parçanın istikrarının bozulmasına,
Türkiye’nin müdahalelerine yol açtı ve halkın yaralarını
sarmasını engelleyici bir rol oynadı. Şimdi
aynı şeyi bu kez KYB’ye karşı yapıyor..Şu
anda PKK’nın güneyde yaptıkları nedir?PKK
birkaç aydan beri bir komplo hikayesi tutturmuş gidiyor.
Sözde kendisine karşı başını ABD’nin
çektiği, içinde KDP ve KYB’nin hatta PSK’nın olduğu
bir komplo var. Sözde PKK barış istiyor, ama bu
güçler de PKK’yı yok etmek için bir plan yapmışlar!
KDP ve KYB saldırıya geçmek için hazırlanıyorlar!..PKK’nın
Medya TV, Özgür Politika gazetesi ve öteki araçlarla yaptığı
bu gürültü patırtının gerçeklerle hiç bir ilgisi
yoktu. PKK yalan söylüyordu ve aslında kendisi bir komplo
aracı olarak bazı şeyler tezgahlıyordu.
İşin içyüzü ise şu:Öcalan
yakalandıktan sonra yeniden rejimin hizmetine girdi ve
PKK da onu izledi. TC’ye karşı silahlı eylemi
tek yanlı durdurdu; geçmişte, sözde de olsa dile
getirdiği, Kürt halkının tüm temel istemlerinden
vazgeçti; rejimin ideolojisini, politikasını, üniter
devleti ve kemalizmi banimsedi. Öcalan şimdi, aynen Ecevit
ve ötekiler gibi, Kürtleri Türk ulusunun bir parçası
sayıyor. Geçmişteki Kürt mücadelesinin tümünü gericilikle
suçluyor. Bütün bunları da “barış ve demokratik
cumhuriyet projesi” adı altında bir masalla perdelemeye,
Kürt kamuoyunun gözünü bu kez de bununla boyamaya çalışıyor.
Öcalan PKK’nın silahlı
güçlerinin Türkiye sınırları dışına
çıkmasını istedi ve PKK bunu yaptı. Bir
genel af olmadıkça bu güçleri tümden teslim etmesi zordu.
Öcalan bunu istese, maskesi tümden düşer, silahlı
güçlere kabul ettiremiyebilirdi. Çünkü adamlar bile bile gelip
kündenin altına girmezler. Nitekim, “barış
heyeti” diye teslim olmaları için dağdakilere ve
Avrupa’dakilere yapılan çağrıya pek az kişi
uydu. Silahlı gücün bu aşamada tümüyle terhisi ve
örgütün tümden dağıtılması Öcalan’ın
da işine gelmezdi. Apo dağdakileri ve bir bütün
olarak örgütü, bu aşamada kendi canını kurtarmak
için güvence sayıyor ve pazarlık unsuru yapıyor.
Yarın da belki salt kendisinin serbest bırakılması
için yürütecekleri “mücadele” nedeniyle onlara gerek duyacaktır.
Türk devleti de elbet durumu
görüyor ve Apo’nun gücünün herşeye yetmediğinin
farkında. Ayrıca, onu çok zorlayıp itibarını
sıfıra indirmek de istemiyor. O zaman elindeki bu
değerli şeyhi kullanması güçleşecektir.
Oysa rejimin de hala Apo’ya ihtiyacı var. Rejim açısından,
PKK’nın silahlı güçlerinin sınır dışına
çıkması içerde olmasından daha iyidir. Hele
onları Güney Kürtlerine karşı kullanabilirse,
bir taşla iki kuş vurmuş olacak, Kürdü Kürde
kırdıracak. Böylece hem burdaki Kürt oluşumunu
daha da yıpratıp zayıflatacak, hem de PKK’nın
silahlı gücünden kurtulmuş olacak. Kürtler arasındaki
kan davalarını derinleştirecek.. İşte
Güney’e yönelik proje bu hesaba dayalı olarak yürüyor.
Rejim PKK’yı güneydekilerle çatıştırmak
istiyor. Öcalan bunu benimsiyor. Üstelik, her zamanki gibi
hayalleri de geniş veya kulağına fısıldananlarla
gözleri parlıyor.. Güneye hakim olabilirim, diyor; kuzeyde
gerçekleştiremediği krallığı güneyde
oluşturabileceğini hayal ediyor. Zaten kendi çıkarı
ve canı dışında hiçbir şey umurunda
değil!PKK böylece,
Genelkurmay’ın hazırladığı ve İmralı’daki
Apo kanalıyla eline tutuşturulan senaryoya uygun
hareket ediyor. 7. Kongrede bu plan karara dönüştü. Bu,
Güney Kürdistan’ın içişlerine karışma,
daha açıkçası, güneyli güçlere karşı savaş
kararı idi. PKK, 7. Kongresinin ardından bilinen
“komplo” öyküsünü piyasaya sürdü. Kamuoyunu aldatmak için
Medya TV ve Özgür politika bir borazan gibi kullanıldı,
Kürt halk kitleleri bir yalan bombardımanına tabi
tutuldu. Yapılan işe inandırıcılık
kazandırmak için, “Kürtler arası barış
projesi” diye yalancı bir kampanya ile de desteklendi.
Yani sözde PKK barış istiyor, ama “komplocular”
PKK’yı ortadan kaldırmaya kararlı, ne yapılsa
boşuna, PKK savaşa “isteği dışında”
sürüklenmiş oluyor…İşte
PKK bu görüntüyü vermeye çalışıyor. Doğrusu
ustaca düzenlenmiş bir senaryo. Belli ki hem PKK bu işte
uzmanlaşmış, hem de öğretmenleri zaten
uzman kişiler. Genelkurmay bu alanda bir dizi askeri
ve sivil uzman çalıştırıyor..Ama
Kürt örgütlerinin, Kürt aydınlarının da eli
armut toplamıyor. Öcalan’ın günü gününe avukatları
vasıtasıyla İmralı’dan gönderdiği
direktifler ortada. Güneydeki Kürt örgütlerini açıkça
ve haksızca suçluyor, PKK’yı güneydeki Kürt yönetimine
karşı kışkırtıyor. Yaptığının
Türk devletinin, hatta Bağdat’ın çıkarına
olduğunu gizlemiyor. Bütün bunların ne anlama geldiğini
bilmemek için aptal olmak gerekir. Bundan ötesi, bizzat PKK’nın
7. Kongresine katılıp da, orada alınan savaş
kararına tanıklık eden, yürekleri bu ihanet
planına razı olmayan, karşı çıkan
insanların yaptıkları açıklamalar.. Son
gelen bilgiler de önce KYB’nin değil, PKK’nın saldırdığını
ortaya koyuyor. PKK 7. Kongre’de aldığı karara
uygun olarak, kamuoyunu aldatmak ve kendi yanına çekmek
için yoğun bir propaganda yaptıktan sonra şimdi
de harekete geçmiştir. Bütün
bunlar PKK’nın şu anda yine Türkiye’nin ve ülkemizi
bölüşmüş öteki sömürgeci güçlerin hizmetinde ve
Kürt ulusal hareketine karşı kullanıldığını
açıkça gösteriyor. Bu PKK’nın yeni bir ihanetidir.
1970’li yıllarda başlayan ihanet zincirinin son
halkasıdır. PKK
işte böyle bir örgüttür ve bunun için vardır! PKK
bununla nereye gidebilirdi? Işte bugün geldiği yere..
Bütün bunlar Kürt ulusal hareketi
için elbette acı, ama gerçek. Kürt halkı büyük bir
oyuna geldi. PKK eliyle yanlış bir kanala saptırıldı
ve sonucu şu andaki kötü manzaradır. Bu gerçeği
kabul etmek, PKK’ya kanmış, ona umut bağlamış
ve bu nedenle yıllarca ardından koşturmuş,
bu uğurda önemli bedeller ödemiş insanlar için zor
olabilir. Ama onların, olan bitenin adını koyduğumuz,
gerçeği gözler önüne serdiğimiz için bize kızmaları
gerekmiyor. Gerçekten korkmanın ve kaçmanın bir
yararı yok.. Biz olanı
ve olacağı başından beri gördük ve söyledik.
Bunları söylemek yurtsever bir örgüt ve yurtsever insanlar
olarak görevimiz değil miydi? Ve şimdi yaptıklarını
söylemek de bir görev değil midir?Özgür
Politika’nın başyazarı bizi suçlayacağına
bütün bunları neden göremiyor veya görüyorsa neden dile
getirmiyor? Başyazarlık ne içindir? Eğer kendisi
bir aydınsa aydınlık ne içindir?.. Ya Özgür
Politika gazatesi? Kürtleri aydınlatmak için mi, yoksa
uyutmak, yalan dolanla kandırmak için mi çıkıyor?..Geçmişi
bir yana bırakalım, varsayalım ki Apo doğru
söylemiyor, PKK’yı Türk devleti kurmadı! Varsayalım
ki PKK Kürdistan’ı kurtarmak için yola çıktı,
yaptıklarının tümü de buna yönelikti ve belki
istemeyerek bazı yanlışlar yaptı ve bu
da tecrübesizliğin ürünü idi.. Bir an için öyle diyelim..
Ya da, PKK devlet tarafından kuruldu, ama sonradan, Apo’nun
eşi bulunmaz aklı, müthiş taktikleri sayesinde
TC’nin kontrolünden çıktı ve ona karşı
döndü. Bir an için de böyle düşünelim.. Peki şimdi
geldiği yer? Apo’nun daha yakalandığı
gün ve İmralı’da duruşmalar başladıktan
sonra televizyon kameraları önünde söyledikleri?. Örneğin
şu sözü bile tek başına, acı ve çıplak
gerçeği görmek isteyenler için yeterli değil mi:"Ben,
bir nefer gibi Türk devletinin hizmetindeyim ve bundan onur
duyuyorum!.."Ya avukatları
vasıtasıyla gönderdiği mesajlar ve bunu biri
iki etmeden tekrarlayan, Apo’nun her dediğini yapan PKK
Başkanlık Konseyi’nin tutumu?.. Bütün bunlar açık,
utanç verici bir teslimiyet değil mi? Eğer inandıkları
bir dava var idiyse, ona ihanet değil mi?.Ama
ne yazık ki kitleler olan biteni kavrayamadılar.
Bizim elimizde ise kitlelere ulaşacak güçlü aydınlatma
araçları yoktu. Üstelik, bizim dışımızdaki
diğer siyasi çevreler bu konuda gereği gibi uyanık
ve sorumlu davranmadılar. Siyaset sahnesine büyük iddialarla
çıkmış çokları bile olup biteni görüp
kavrayamadılar, uyarılarımıza aldırış
etmediler. Bazıları oportünistçe davrandı,
doğrunun ve haklının değil, güçlünün yanında
yer aldı. Özgür politikanın baş köşesinde
bu yazıyı yazan da işte bu türdendir. Gerçeği
gördüğüne kuşku yok, öylesine aptal birine benzemiyor;
ama gerçeği söyleyecek kadar dürüst değil. Ve ne
yazık ki bu işte o yalnız da değil. Sahnede
o kadar çok oportünist, o kadar çok kariyerist, ekran hastası,
köşe kapmacı, o kadar çok incir yaprağı
var ki… Son otuz kırk yılın, işkence çarklarının,
gurbetin, geçim kavgasının yıldırdığı,
bir posaya çevirdiği, köşesine ittiği, ilgisiz
ve umutsuz bir seyirciye dönüştürdüğü kesimleri
ise saymıyorum..Özgür
Politika’nın başyazarı bir aydın, bir
yurtsever olarak doğruları söyleyenlerin yanında
yer alacağına –besbelli o zaman başyazar olamazdı!-
yıllardır dönen bu dolapları sergilediğimiz
için bizi suçluyor. “PKK’yı eleştireceğinize
işinize bakın” diyor. Bir işimiz de Kürt halkını
aydınlatmak değil mi? İşimiz aynı
zamanda rejimin oyun ve planlarını ve yanlış
politikaları sergilemek, halka doğru yolu göstermek
değil mi?.Aslında
birazcık iyi niyetli olsa, PSK’nın 26 yıldır
izlediği politikaları, verdiği mücadeleyi görebilir
ve rejimle PKK’nın iki cepheden saldırısına,
yıllarca iki ateş arasında kalmasına rağmen
nasıl bugüne kadar ayakta kalabildiğini anlardı.
Geçmiş bir yana -biz bunun muhasebesini verdik ve veririz-
ama eğer sözkonusu gölgedeki “başyazar” iyi niyetli
olsaydı, PSK’nın son kongresinde de ortaya koyduğu
politik yaratıcılığı, uzak görüşlülüğü
ve Kürt hareketine gösterdiği gerçekçi hedefleri görebilirdi.Politikada
doğru bir durum değerlendirmesi herşeyin başıdır,
izlenecek sağlıklı politikaların saptanması
ise bir bakıma başarının yarısıdır.
PSK, 6. kongre öncesi, son iki yıl boyunca gelişmeleri
doğru değerlendirdiği ve bunu kongre kararları
ve sonuç bildirisiyle de vurgulayıp pekiştirdiği
inancındadır. PSK Öcalan’ın ve onu izleyen
PKK’nın teslimiyetini, yuvarlak sözlere, bulanık
söylemlere sapmadan açık seçik ortaya koydu. PSK rejimin
oyun ve planlarını gördü ve bunu boşa çıkarmak,
yeni dönemde Kürt yurtsever kamuoyunun düşkırıklığına
düşmesini önlemek, Kürt hareketini toparlayıp yönlendirmek
için gerçekçi politikalar belirledi. Bunlar anlaşılamıyacak
kadar muğlak öneriler değil. Açık ve sade öneriler: Birincisi,
koşullar değişmiştir, durumda olağanüstü
bir değişiklik olmadıkça, ne PKK’nın ne
de bir başkasının yeniden silaha sarılma
şansı yoktur. Olsa da bu kez hiç başarı
sansı yoktur. Olan bitenden düş kırıklığına
uğramak içinse bir sebep yoktur. Hatta PKK gibi bir örgütün
bu sonuca ulaşması şaşırtıcı
değil, doğaldır.Mücadele
sürdürülebilir ve bize düşen görev budur. Bunun için
yeni döneme uygun örgüt ve mücadele biçimlerine gerek var.Yurt
içinde, en başta bir kitlesel legal parti gerekir. Rejimin
oyunlarını gören, PKK’nın teslimiyet politikasını
benimsemeyen Kürt yurtsever kesimleri, sosyalist, liberal
ya da islami değerleri ağır bassın, böyle
bir örgütte biraraya gelmeli, güçlerini birleştirmeliler.
O zaman kitlelere güven verebilir, bir çekim merkezi olabilir
ve Kürt politikasına yolu açabilirler. Elbet yasal zorluklar
var; ama koşullara uygun mutedil bir programla yola çıkmak
ve baskıları göğüslemek gerekir. Bu alanda
örnekler ve birhayli deneyim var. Yurt
dışında ise önemli bir Kürt potansiyeli var.
Bu potansiyel, PKK’nın bugün Kürt hareketini çekmeye
çalıştığı teslimiyet çizgisinde değil,
Kürt halkının haklı istemleri doğrultusunda,
yani yurtsever bir çizgi üzerinde biraraya gelmeli. Mevcut
politik ve demokratik örgütler, aydınlar eğer bu
konuda sorumluluk duyup çaba gösterirlerse yurt dışındaki
bu güçlü potonsiyel de harekete geçirilebilir ve özellikle
Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde, dış kamuoyunda
Kürt halkının sesini duyurarak adil bir çözüm için
etkili olabilir.PSK bunları
söylemekle kalmıyor. Yurt içinde ve dışında
aynı görüşü paylaşan kesimlerle birlikte bunun
için çaba gösteriyor. Son bir yıl içinde yurt dışında
yapılan toplantılar bunun somut örneği.Demek
ki görmesini bilenler için PSK’nın, PKK’yı eleştirmek
dışında da yaptığı çok şey
var.İşte PSK
da bunun için vardır. Birilerinin gerçeği görmesi
ve yüksek sesle söylemesi gerekiyor. Birilerinin rejimin oyunlarını,
PKK’nın durumunu, olan bitenin içyüzünü ortaya sermesi
gerekiyor. Birilerinin Kürt halkına çıkaryolu göstermesi,
öne düşmesi gerekiyor. Biz elimizden geldiğince
bunları yapmaya çalıştık. PSK bunun için
26 yıldır ayakta kalmıştır. Kitle
desteğine gelince. Doğru ile yanlışın
tek ya da başlıca ölçüsü kitle desteği değildir.
Bu destek belli koşullarda doğru çizgiye de yanlışa
da yönelebilir. Eğer kitle desteği ölçü olsaydı
Humeyni’yi en doğruyu, İran için en iyisini savunan
lider saymamız gerekirdi. Oysa biliyoruz ki, acımasız
bir baskı rejimine karşı tepkinin, ama yanlış
kanallara yönelmiş bir tepkinin, öne çıkardığı
bir ortaçağ adamıydı ve arkasında ne kadar
büyük bir kitle desteği olursa olsun, onun görüşleriyle
İran’ın çağdaş bir ülke, özgür ve mutlu
insanların ülkesi olması mümkün değil.
Saddam’ın arkasında
da kitle desteği var. Ama bu da onun yaptıklarına
haklılık kazandırmıyor. Afganistan’da
kitlelerin büyük bölümü bugün Talibanların arkasından
gidiyor. Uzağa gitmeyelim, Türkiye’de kitlelerin desteği
şu anda en çok, ırkçı ve faşist hareketin
partisi MHP ile ondan farkı kalmayan DSP’yedir. Bizzat
Kürdistan’da öyle tarikatler var ki –örneğin nurcular-
bizden de PKK’dan çok daha geniş üye ve sempatizan ağına
sahipler.Eğer kitleler
doğru yolu kolayca bulsalardı, eğer çoğu
kez güçlüler, düzenbazlar tarafından aldatılıp
enerjileri yanlış kanallarda tüketilmeseydi, Ortadoğu’nun
ve dünyanın hali böyle mi olurdu?.Kaldı
ki, PKK da Kürdistan’ın geri koşullarına uyum
sağlamış bir tür siyasi tarikat, daha doğrusu
“tarikat, siyaset, mafya” üçlüsünün bir bileşenidir.
O liderini kutsal bir şeyhe, bir puta dönüştürmüş.
Gücünü taraftarlarının bilinçli desteğinden
almıyor, gözü kapalı mürit bağlılığından
alıyor. Gerek örgüt içi ilişkileri, gerekse kendi
dışındaki yurtsever örgütlerle ilişkileri
demokrasiye değil, şiddete ve zora dayalı.
Siyaset, yani ulusal söylemler ise bu yapının garnitürü;
taraftar kitleye coşku verme işlevini yapıyor.
Bu yapının çağdaş, modern, övünülecek
hiçbir yanı yok.Kaldı
ki gün geçtikçe azalan, düşen bu kitle desteğinin
ne kadar gönülden olduğu da tartışılır.
Bugün hala, şu ya da bu nedenle eylemlere katılan
insanların pekçoğu bile kendi başlarına
kalınca, sırtlarını birbirlerine dönünce
neler söylüyorlar? Herkesi herkesin muhbiri yapmış
olan PKK’nın şefleri, sözcüleri mutlaka, kendileri
için pek de iç açıcı olmayan bu durumdan da haberdardırlar..Özgür
politikanın yazarı Kürdistan Sosyalist Partisi’nin
gücünü alaya alıyor, ancak bin kişi olduğumuzu
söylüyor. Varsayalım ki öyle; ama rejimin bunca oyunu,
PKK’nın bunca gürültü patırtısı karşısında
ve güçlüden yana olmanın moda olduğu bir ortamda,
buna rağmen birliğini koruyan, doğru bildiği
yolda bunca yıl yürüyen aydın, bilinçli, namuslu,
ne yaptığını bilen bin kişi isek
ne mutlu bize; başaracağız demektir! Çünkü
bazan pusulayı şaşırmış bir
ülkede, böylesi bir toz-duman ortamında, adam gibi on
kişi bulmak bile zordur..Öte
yandan başaramasak, bu kötü gidişi değiştirmeye
gücümüz yetmese, zorbalığa, cehalete, binyılların
kötü mirasına yenik düşsek bile, en azından
namusumuzla yaşadık, onurumuzla mücadele ettik,
hiçbir güçlünün ve zorbanın önünde dize gelmedik; halka
ve tarihe karşı alnımız aktır.Yaşadığımız
günlerde aydın ve siyasetçi geçinen pekçok kişi
güce, niceliğe tapınıyor, güçlünün yanında
yer alıyor; ama bu güç ve nicelik neye, kime hizmet ediyor,
buna baktıkları yok. Böylece bu kişiler, isteyerek
ya da istemeyerek, Kürt halkının kurtuluş davasına
zarar veriyorlar. Bunların hesabı yanlıştır,
böyle bir gücün geleceği yoktur. Bunu anladıkları
zaman ise, yaptıklarından pişmanlık ve
utanç duysalar bile, verdikleri zararı telafi etmeleri
için artık çok geç olacak..
|