PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Bu Filmi Görmüştük

Kemal Burkay

Önce Kerkük’e bağlı Tuzhurmatu kasabasında şiilerin kutsal mekanlarından İmam Musa Ali Türbesi „bilinmeyen“ kişilerce bombalandı, ardından bu olay Kürtlere yüklendi ve yörenin Türkmen kökenli Şiileri kışkırtıldı, Kürtlere karşı harekete geçirildi. 22 Ağustos günü çıkan çatışmada Kürtlerden ve Türkmenlerden ölenler oldu.

Ertesi gün bu olay bahane edilerek kışkırtılan bir Türkmen grup „Kerkük Türktür, Türk kalacaktır!“ sloganları eşliğinde Kerkük’te Kürtlere karşı gösteriler yaptı; sokaklarda arabaları yaktı, evleri dükkanları taşladı, vilayet binasına ve polis karakoluna saldırdı, silah kullandı. Bu yüzden polis karşılık vermek zorunda kaldı ve üç kişi daha hayatını yitirdi.

Bunun ardından Türk basınında, siyasi çevrelerde Kürtleri suçlayan kampanya canlandırıldı, yeniden kazan kaynatılır oldu.

Bu film çok tanıdık.. Yıllar önce sahnelenen 6-7 Eylül olaylarının, 1979’daki Maraş komplosunun tıpkısı, Kıbrıs’ta yaşananların ise bir benzeri. Hatırlanacağı gibi, Selanik’teki „Atatürk’ün evi“ne bomba konmuş, bu olay Rumlara mal edilip 6-7 Eylül günü İstanbul’da ayak takımı Rumlara ve Ermenilere karşı harekete geçirilmişti. Atatürk’ün evine bomba koyma olayının Türk hükümetinin bilgisi ve yönlendirmesiyle, Türk ajanlarınca yapıldığı daha sonra itiraf edildi. Maraş’ta da yine ajan provokatörler tarafından cemiye bomba konup Alevilere mal edilmiş ve onlara yönelik saldırı ve kıyım düzenlenmişti. Maraş olayları sıkıyönetimin de gerekçesi yapıldı. Kıbrıs’ta ise benzer porovokasyonlarla iki toplumun ilişkileri zehirlenmiş ve Türk ordusunun müdahalesi için ortam hazırlanmıştı.

Oysa Kürtlerin Şiilerin bir kutsal mekanına saldırmaları için hiçbir neden yok. Güney Kürdistan’da, yıllardır, özellikle de Kürt yönetiminin geçerli olduğu son 12 yılda, hiçbir mezhep çatışması ve etnik çatışma, örneğin Kürt-Türkmen ya da Kürt-Arap çatışması yaşanmadı. Baas rejiminin zulmünden çok çekmiş olan Kürtler, diğer halklara karşı oldukça hoşgörülüler. Bu nedenle Kürdistan’da barışçı bir ortam var.

Son olaylarla ilgili olarak da Kürt yöneticiler, türbenin bombalanmasıyla Kürtlerin bir ilişkisinin olmadığını kamuoyuna duyurdular ve Şii liderlere ve halka da ilettiler. Şiilerle veya Türkmenlerle hiçbir sorunumuz yok, dediler. Türkmen halkının da aslında böyle bir sorunu yok. Ama Ankara’daki kimilerinin var. Onlar yıllardır Türkiye’de yaşıyan Türkmenler arasında, Denktaş türü kimi ırkçı ve şovenleri örgütleyerek bir Türkmen sorunu yaratmak, Demirel’in deyişiyle „olmayan bu sorunu yeşertmek“ için çırpınıyorlar.

Türk MİT’i yıllardır Güney Kürdistan’da bu yönde çalışma yürütüyor. Türk devleti Türkmenleri bu amaçla eğitiyor. Güney Kürdistan’da bulunan Türk özel timlerinin yaptığı işlerden biri Türkmenleri silahlandırmak ve bir iç çatışmaya hazırlamak, bu amaçla provokasyonlar düzenlemek. Bu timler Süleymaniye’de suçüstü yakalandılar. Ama belli ki niyetlerine ve çabalarına son vermiş değiller. Kerkük olaylarının ardında da Türk gizli servisine bağlı söz konusu ajan ve provokatörlerin, özel timlerin bulunduğuna kuşku yok. Bizce İmam Musa Ali türbesini bombalayanlar ya onlardır, ya da Baas ajanları. Belki ikisi birden... Böyle bir eylem, barışa ve hoşgörüye ihtiyacı olan Kürtlerin veya Türkmenlerin, hatta Şiisi ve Sünnisiyle Arapların değil, sadece Baas artıklarının ve Ankara’daki militarist, şoven, yayılmacı kesimlerin işine yarar.

Bunlar demokrasiye ve değişime karşılar. Türkiye’nin AB sürecinden, özellikle de ordunun hiçbir demokratik ülkede görülmeyen hükümranlığının sınırlandırılmasından ve yüzyıla yakın süredir, cezaevlerindeki tek tip elbise gibi topluma  dayatılan Kemalist ideolojinin dikişlerinin atmasından müthiş rahatsızlar. Bu süreci tersine çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu yüzden Kıbrıs’ta çözüme karşılar. Kürt sorununun demokratik çözümünün ise lafını bile duymak istemiyorlar. Sürekli olarak bir gerilim politikası izliyor, bulanık suyu tercih ediyorlar.

Aynı nedenlerle Irak’ta olan bitenlerden de müthiş rahatsızlar. Irak’ta Saddam yönetimini, bu acımasız diktatörlüğü sonuna kadar desteklediler. Şimdi ise rejim kalıntılarının hiçbir sınır tanımayan terörünü canu gönülden destekliyorlar, Irak’ta istikrarın kurulmaması için dua ediyorlar. Bununla da yetinmeyip ortalığı karıştırmak için ne lazımsa yapıyorlar, eylem halindeler.

MİT’le, orduyla, sivil faşist kesimlerle iç içe geçmiş Türk Kontrgerillası’nın, bir jandarma kuruluşu olan JİTEM’in, „Özel Tim“ lerin komplo ve provokasyon babında sicilleri zengindir. Bunlar, kitleleri kışkırtmak için Atatürk’ün evine bomba koyar, Marmara Araba Vapuru’nu  batırır, Kültür Sarayı’nı yakar, 1 Mayıs Alanı’nı kana boyar, Maraş’ta camiye bomba koyup sünni kitleleri Alevilere karşı kıyama yöneltir, kendi profesörlerini, gazetecilerini öldürüp şatafatlı törenler düzenlerken suçu İslamcılara yükler, Hizbullah ve benzeri terör örgütlerini kendi eliyle kurup yönetir, Kürt-Türkmen çatışması yaratmak için İmam Musa Ali Türbesi’ni de bombalarlar...

Bütün bunları herkesten çok da Amerikalılar iyi bilir.. Çünkü bunu yapanların çoğu CIA yetiştirmesidir. ABD geçmişte Türkiye’de sola ve Kürt hareketine karşı yüzlercesi sergilenen bu tür olaylardan hoşnuttu. Bu olaylar kullanılarak Türkiye’de askeri darbeler yapılır demokrasi güçleri kıyımdan geçirilirken, ABD’li yöneticiler de her keresinde birbirlerini „bizim çocuklar başardılar!“ diye kutladılar.

Düne kadar tüm Türkiye, özellikle Kuzey Kürdistan, devlet güdümlü bu terör çetelerinin özel av alanıydı. Bir dönem Güney Kürdistan da, PKK ile mücadele bahanesi altında buna katıldı. Eylemlerini Avrupa ülkelerine, Kafkaslara, Balkanlara uzattılar. Azerbaycan’da darbeler düzenlediler. Asya’dan Avrupa’ya uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığını örgütlediler.

Ama soğuk savaş dönemi sona erince o dönemin ürünü olan bu zehirli artıklar işsiz kaldılar ve denetimden çıkmaya başladılar. Bunlar yaptıkları işe koşullanmışlar ve yeni döneme uyum sağlamak onlar için kolay değil. 2. Dünya Savaşı sırasında Filipin ormanlarında birlikleriyle bağı kopmuş, savaşın sona erdiğinden habersiz, her an bir saldırı bekleyip yıllar sonra da savaş oyununu sürdüren kayıp ve üşütük Japon askerleri gibiler...

Böyle durumlarda şiddet örgütleri, işsiz kalan mafya elemanları gibi sorun olur, bizzat onları yaratıp kullananlar için de. Bu nedenledir ki, Taliban ve El Kaide olayında olduğu gibi, silah döndü dolaştı sahibine yöneldi. „Amerikanın çocukları“ şimdi ona ayak bağı olmaya başladılar..

İslami hareketi sosyalizme karşı kullanma amacıyla yürütülen „yeşil kuşak politikası“ İslamı siyasallaştırdı ve teröre alıştırdı. Bu tehlikeli bir oyundu ve bunun, sosyalizmin yanısıra dünyadaki her türden ilerici gelişmenin, uygarlığın başına bela olması kaçınılmazdı. Sosyalizm geri çekildikten sonra şimdi yaşanan budur.

Aynı şey, benzer amaçlarla yıllar yılı beslenen, kışkırtılan Türk militarizmi ve ırkçılığı için de söylenebilir. Biz geçmişten beri bu konuya çokça değindik. Palazlanan bu azgın militarizm, ırkçılık bir gün herkese zarar verebilir, dedik. Soğuk savaş döneminde onun zararı Türkiye’nin demokrasi güçlerine, sola ve Kürt halkına idi. Ama şimdi sınırlarını aşmış, tüm komşularını tehdit etmekte, dünyadaki hemen herkesi düşman gibi görmektedir. Irak olayında görüldüğü gibi eski efendisi ABD ile dahi cebelleşmeye yeltenmiştir. Bunu da „ulusal çıkarlar“ kılıfına büründürmektedir. Oysa söz konusu olan yalnızca, çoktandır bizzat Türk halkının da başına bela olup her türlü değişim ve yenilenme çabasının önüne dikilen azgın bir militarizmin, ırkçılığın ve şovenizmin kendi çıkarları, korkuları ve paranoyasıdır. Türk halkının da tüm bölge halklarının da çıkarı demokratik bir Irak’tadır.

Elbet Amerikalılar bu işleri iyi bildikleri ve „adamlarını“ iyi tanıdıkları için dolduruşa gelmiyorlar. Onları elleriyle koymuş gibi suçüstü yapıyorlar. Süleymaniye olayında böyle oldu... Kerkük olaylarında da durum aynı. ABD askerleri Türkmen Cephesi bürolarına baskın düzenlediler ve bunların gerçekte „cephe“ değil, cephanelik olduğunu ortaya koydular.

Evet, Irak’ta istikrarsızlığı hiç kimse -Kendisini Saddam sonrası topun ağzında hisseden İran ve Suriye, hatta belki Saddam yanlıları bile- Türkiye’nin söz konusu militarist, Kemalist, ırkçı-şoven kesimleri kadar istemiyor.. Bu adamlar daha önce Bağdat yolunda ve Süleymaniye’de suçüstü edilmelerine rağmen niyet ve çabalarından vazgeçmiş değiller. Bunu bir varlık yokluk meselesi yapmışlar...

Bunlar Kıbrıs’ta Türk halkının değil, şahin Denktaş’ın ardındalar. Kerkük’te ise Türkmenler içinden ayarladıkları birtakım kışkırtıcıları kullanıyor ve kendi tutkuları, hırsları, yayılmacı emelleri için bölge Türkmenlerini ateşin içine atmaktan kaçınmıyorlar. Güney Kürdistan’da etnik gruplar arasında var olan barışçı ortamı sabote ediyorlar.

Şu „Kerkük Türktür, Türk kalacaktır!“ sloganının anlamı ve amacı ne? Kerkük gerçekten Türk mü, yoksa Türkmenler Kerkük’te bile nüfusça  Kürtlerden çok az, hatta Araplardan sonra gelen üçüncü grup mu? Irak’ta ne kadar Türkmen var, söylendiği gibi üç milyon mu, yoksa topu topu 200-300 bin mi?.

Bunun kolayı var: bir nüfus sayımı ile her şey ortaya çıkar, herkesin saçı önüne dökülür. Irak’ı ve Güney Kürdistan’ı iyi bilenler, Türkmenlerin ne Kerkük’te, hatta ne de herhangi bir kasaba ve köyde çoğunluk oluşturmadığını biliyorlar.

Ama Türkmen nüfusu ister 2-3 milyon, ister 2-3 yüzbin osun, sorun bu değil. Önemli olan Irak’ta demokratik bir rejimin yerleşmesidir. Bu hem Arapların, hem Kürtlerin, hem de -belki herkesten çok- Türkmenlerin yararınadır. Eğer iddia edildiği gibi, çoğunluk oldukları yer varsa, yerel yönetimlerde ağırlıkları olur. Çoğunluk olmadıkları yerlerde temsilcilerini parlamentoya ve yerel yönetimlere seçerler. Diğer bir deyişle ağırlakları oranında temsil edilirler. Zaten şu andaki geçici Irak yönetimi de önümüzdeki yıl seçimleri amaçlıyor. Amerikalıların ve İngilizlerin bir an önce çekip gitmeleri isteniyorsa, o zaman terörü değil, barış ve istikrar yönündeki çabaları desteklemek gerekir. Eğer amaç Saddam rejimini geri getirmek ve Irak’taki demokratikleşme sürecini engellemek değilse elbet...

Ama besbelli, söz konusu provokasyonların amacı Irak’ın tek barış içindeki bölgesinde, Güney Kürdistan’da da istikrarı bozmaktır, bir Kürt-Türkmen çatışması yaratmaktır. Bölgeyi kana bulayıp Türk ordusunun bölgeye girmesi için bahaneler yaratmak ve buradaki Kürt baharını da boğmaktır. Bunu tasarlıyanlar aynı zamanda, Musul ve Kerkük’e el koymak gibi eski düşlerin de içinde yüzüyorlar.

Kıbrıs için oynanan oyun burada tekrarlanmak isteniyor. Türk devleti bir yandan Türkmenleri diğer yandan Arapları Kürtlere karşı kışkırtıyor. Son olarak Arap aşiretleriyle kurulmaya çalışılan ilişkilerden amaç budur. Bu baylardaki Kürt düşmanlığına sınır yok; kafaları sadece buna yönelik planlar ve tuzaklarla dolu.

Ancak bu çok tehlikeli bir oyundur. Böyle bir oyun yalnızca Irak’ı ve Güney Kürdistan’ı kana bulamakla kalmaz, Türkiye’yi de batağın, bir kanlı boğuşmanın içine çeker. Türkiye’deki şu güdük, göstermelik demokrasiyi de boğar ve meydanı bir kez daha savaş akbabalarına, işkencecilere, çetelere bırakır. Oyunun sonunun ne olacağını ise kimse kestiremez.

Tüm iyi niyetli insanlar, barış ve demokrasi yanlıları söz konusu tehlikeli oyun ve porovokasyonlar karşısında uyanık olmalı. Saldırgan, yayılmacı, maceracı çevrelerin bu oyunu bozulmalı, hevesleri kursaklarında bırakılmalı.

AKP hükümeti ise, söz konusu oyun bizzat kendi başını hedeflemiş olmasına rağmen, tutarsız bir tavır içindedir; iki derede bir arada kalmış ve adeta olaylar tarafından sürüklenmektedir. Ne Kıbrıs, ne de Irak olaylarında, geçmişten, militarist ve şoven çevrelerden farklı, net, tutarlı bir politikası yok. Kıbrıs’ta Denktaş’a teslim oldu. Irak politikasında da kendisiyle militarist, yayılmacı, maceracı eğilimler arasına net bir çizgi çekemiyor, provokasyona, komploya karşı açık tavır alamıyor. O da geçmişten beri süregelen Kürt düşmanı politikanın dümen suyunda gidiyor.

Ülkenin barış, demokrasi ve gelişim yoluna girmesi, bir başka deyişle tarihsel değişim ve dönüşüm tutarlı ve kararlı olmayı gerektiriyor.

 
PSK Bulten © 2003