PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Bu hamur daha çok su ister

Üzerinde çok tartışılan 7. Uyum Paketi de meclisten geçti. Türk basını ve kimi siyaset adamları buna bakarak yine demokratikleşme ve AB’ye uyum konusunda bir övgü kampanyası başlattılar. Kimi olup bitenleri bir sessiz devrim diye niteliyor. Kimi, son paketlerle birlikte Türkiye’nin artık Avrupa çapında bir demokrasiye dönüştüğünü söylüyor.

Bu tür abartmalar, demokratikleşme üzerine uçurulan balonlar Türkiye’de ilk değil. Ancak bir kez daha ciddiyetten yoksun.

Elbet 7. Nolu pakette olumlu unsurlar da var. Bunların başında ise MGK’nın, özellikle de yıllardır ülkenin gerçek iktidar gücünü elinde toplamış olan MGK Genel Sekreterliği’nin  olağanüstü yetkilerini sınırlayan değişiklikler var. Bunlar olumlu ve elbet monarşik bir ülkede her şeye egemen olan bir kralın yetkilerinden bazısına dokunmak kadar önemli.. Başka ufak tefek değişiklikler de var. Ama bununla Türkiye’nin Batı standartlarında bir demokrasiye, hatta onu bırakın, eli-yüzü biraz düzgün bir demokrasiye döndüğünü söylemenin gerçekle bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Ne yasal planda, ne uygulamada.

Demokrasinin önünde basın, siyasi partiler, ceza yasası, toplantı ve gösteri yasası ve benzer yasalardaki süregelen onlarca engel ve tuzak bir yana, bizzat 12 Eylül Anayasası bir Çin Seddi gibi duruyor. Türk Meclisi geçmişte bu anayasada bazı kozmetik değişikliklerle yetindi; ama bu faşist anayasanın özü, esası değişmedi. Ve en başta bu anayasa orada durdukça demokratikleşmeden söz etmek ikiyüzlülükten, koca bir yalandan başka bir şey değil.

Bu ülkede zaten eskiden de demokrasi yoktu. Ama 12 Eylül cuntası bir darbeyle olan hakları da rafa kaldırıp ülkeye faşist bir anayasa ve kurumlar dayattı. Onun iki-üç yıl içinde yaptıklarını siviller 20 yıldır düzeltemediler. Buna pek niyetleri de yok. Hak ve özgürlükler konusunda Türkiye’nin sivillerinin askerlerinden fazla bir anlayış farkı yok.

Sonuç olarak, en başta bu anayasa ortadan kaldırılıp yeni ve tümüyle demokratik bir anayasa yapılmadıkça ve diğer yasalar da buna uygun bir saha temizliğinden geçirilmedikçe, Türkiye’nin yasal sistemi demokratikleşemez.

Elbet sorun salt yasaların değişmesinden ibaret değil. Uygulama da bunun kadar önemli. Bu ise bir anlayış sorunudur. Salt yasal plandaki değişiklikler toplumların yenilenmesine ve demokratikleşmesine yetmiyor. İnsan unsuru da bilinci ve eylemiyle buna hazır olmalı. Bu olmadıkça yapılanlar kağıt üzerinde kalır ve işler eskisi gibi yürür. Türkiye’de olduğu gibi. Geçen yıl da sözde paketler çıkmıştı ve Türkçeden başka dillere de “öğrenim” ve yayın hakkı tanınmıştı? Ne oldu? O tarihten bu yana bir tek Kürtçe kurs var mı? Ya televizyon yayını?

Kürtler bunu istemiyor mu yoksa?

Oysa , bilindiği gibi, rejim bu kararları hayata geçirmek için hiç bir adım atmadı, atmaya niyeti de yok. Kürtçe kurs için başvuranlar eli boş döndüler. Kürtçe yayın yapmaya yeltenenler yine ağır baskılarla karşılaştılar.

Bir Türk atasözüdür: “alışmış kudurmuştan beterdir” derler. Bu ülkeyi yönetenler de demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine alışkın değiller. Ama baskı, işkence, zulüm hayatları olmuş, genlerine işlemiş.

Bakın sözde “OHAL” kaldırıldı. Ama asker ve polis, mülki yönetim yine dilediğini yapıyor. OHAL döneminin baskıları, yasakları sürüyor. Hatta JİTEM gibi illegal devlet örgütleri bildiğini okumaya devam ediyor. Baskıya koşullanmış devlet güçleri yasa masa dinlemiyor.

Sözde işkence yasak. İşkenceyi engellemeye, zorlaştırmaya yönelik yeni yasal düzenlemeler de yapıldı; ama işkence devam ediyor. Yargısız infazlar da.

Son günlerde hem basına hem de Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarına yansıdı, polis “iz bırakmayan” işkence yöntemlerine ağırlık veriyor. Kollarına ağırlık asma, çırılçıplak soyma, elle tecavüz, aç bırakma, tuvalete bırakmama, başına çuval geçirme gibi… Türk işi uyum demek ki böyle oluyor!

Görüldüğü gibi, başa çuval geçirme işi de salt Amerikalılara özgü değil.. Bu konuda ABD’den yakınanlar aynı şeyi kendi yurttaşlarına rahatça yapıyorlar..

“Eve dönüş yasası” diye yeni bir pişmanlık, itirafçılık ve teslimiyet yasası çıkarıldı. Ama toplumsal barış için bir genel af çabası yok. Kirli savaş döneminde köylerinden sürülen milyonlarca Kürdün köylerine dönüşü için de bir çaba yok; aksine bunu engellemek için öldürme dahil, ciddi engeller var.

Lafı uzatmaya gerek yok. Demokratikleşme üstüne söylenenler bir kez daha ciddiyetten yoksun. Kitleler değişim için harekete geçmedikçe, bu alanda güçlü bir kamuoyu isteği ve etkisi rejimi sıkıştırmadıkça, dış etkilerle gelen değişim ancak bu kadar olabiliyor. Gönülsüz rejim oyalama, sulandırma, makyaj yöntemlerine başvuruyor. Bazı iyi niyetli değişim çabaları bile statükocu güçlerin etkisiyle kuşa benzetiliyor.

İşin garibi bu kadarına bile karşı olan kafalar Türk basınında ve siyasal yaşamında az değil. Baykal bunlardan biri. Bazıları ise açık açık korku tüccarlığı ve cunta kışkırtıcılığı yapıyorlar. İlginçtir ki bunların en hızlıları bazı eski solcular… Onlar, kendi ahmakça önyargıları yüzünden ülkenin ırkçı ve faşist unsurlarıyla, nerdeyse fark edilmez biçimde yakınlaştılar. Ecevit’in Türkeşleşmesi gibi..

Kısacası bu hamur daha çok su ister. Ama karamsar olmak için de bir neden yok. İnişli çıkışlı ve uzun da olsa değişim süreci kaçınılmaz. Türkiye düşe kalka da olsa değişim yönünde yol alacak ve tutucu güçler eninde sonunda kaybedecekler.

 
PSK Bulten © 2003