Bu hamur daha çok su ister
Üzerinde çok tartışılan 7. Uyum Paketi de
meclisten geçti. Türk basını ve kimi siyaset adamları
buna bakarak yine demokratikleşme ve AB’ye uyum konusunda
bir övgü kampanyası başlattılar. Kimi olup
bitenleri bir sessiz devrim diye niteliyor. Kimi, son paketlerle
birlikte Türkiye’nin artık Avrupa çapında bir
demokrasiye dönüştüğünü söylüyor.
Bu tür abartmalar, demokratikleşme üzerine uçurulan
balonlar Türkiye’de ilk değil. Ancak bir kez daha ciddiyetten
yoksun.
Elbet 7. Nolu pakette olumlu unsurlar da var. Bunların
başında ise MGK’nın, özellikle de yıllardır
ülkenin gerçek iktidar gücünü elinde toplamış
olan MGK Genel Sekreterliği’nin olağanüstü yetkilerini
sınırlayan değişiklikler var. Bunlar
olumlu ve elbet monarşik bir ülkede her şeye egemen
olan bir kralın yetkilerinden bazısına dokunmak
kadar önemli.. Başka ufak tefek değişiklikler
de var. Ama bununla Türkiye’nin Batı standartlarında
bir demokrasiye, hatta onu bırakın, eli-yüzü biraz
düzgün bir demokrasiye döndüğünü söylemenin gerçekle
bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Ne yasal
planda, ne uygulamada.
Demokrasinin önünde basın, siyasi partiler, ceza yasası,
toplantı ve gösteri yasası ve benzer yasalardaki
süregelen onlarca engel ve tuzak bir yana, bizzat 12 Eylül
Anayasası bir Çin Seddi gibi duruyor. Türk Meclisi
geçmişte bu anayasada bazı kozmetik değişikliklerle
yetindi; ama bu faşist anayasanın özü, esası
değişmedi. Ve en başta bu anayasa orada durdukça
demokratikleşmeden söz etmek ikiyüzlülükten, koca bir
yalandan başka bir şey değil.
Bu ülkede zaten eskiden de demokrasi yoktu. Ama 12 Eylül
cuntası bir darbeyle olan hakları da rafa kaldırıp
ülkeye faşist bir anayasa ve kurumlar dayattı.
Onun iki-üç yıl içinde yaptıklarını
siviller 20 yıldır düzeltemediler. Buna pek niyetleri
de yok. Hak ve özgürlükler konusunda Türkiye’nin sivillerinin
askerlerinden fazla bir anlayış farkı yok.
Sonuç olarak, en başta bu anayasa ortadan kaldırılıp
yeni ve tümüyle demokratik bir anayasa yapılmadıkça
ve diğer yasalar da buna uygun bir saha temizliğinden
geçirilmedikçe, Türkiye’nin yasal sistemi demokratikleşemez.
Elbet sorun salt yasaların değişmesinden
ibaret değil. Uygulama da bunun kadar önemli. Bu ise
bir anlayış sorunudur. Salt yasal plandaki değişiklikler
toplumların yenilenmesine ve demokratikleşmesine
yetmiyor. İnsan unsuru da bilinci ve eylemiyle buna
hazır olmalı. Bu olmadıkça yapılanlar
kağıt üzerinde kalır ve işler eskisi
gibi yürür. Türkiye’de olduğu gibi. Geçen yıl
da sözde paketler çıkmıştı ve Türkçeden
başka dillere de “öğrenim” ve yayın hakkı
tanınmıştı? Ne oldu? O tarihten bu yana
bir tek Kürtçe kurs var mı? Ya televizyon yayını?
Kürtler bunu istemiyor mu yoksa?
Oysa , bilindiği gibi, rejim bu kararları hayata
geçirmek için hiç bir adım atmadı, atmaya niyeti
de yok. Kürtçe kurs için başvuranlar eli boş döndüler.
Kürtçe yayın yapmaya yeltenenler yine ağır
baskılarla karşılaştılar.
Bir Türk atasözüdür: “alışmış kudurmuştan
beterdir” derler. Bu ülkeyi yönetenler de demokrasiye, insan
hak ve özgürlüklerine alışkın değiller.
Ama baskı, işkence, zulüm hayatları olmuş,
genlerine işlemiş.
Bakın sözde “OHAL” kaldırıldı. Ama
asker ve polis, mülki yönetim yine dilediğini yapıyor.
OHAL döneminin baskıları, yasakları sürüyor.
Hatta JİTEM gibi illegal devlet örgütleri bildiğini
okumaya devam ediyor. Baskıya koşullanmış
devlet güçleri yasa masa dinlemiyor.
Sözde işkence yasak. İşkenceyi engellemeye,
zorlaştırmaya yönelik yeni yasal düzenlemeler
de yapıldı; ama işkence devam ediyor. Yargısız
infazlar da.
Son günlerde hem basına hem de Uluslararası Af
Örgütü’nün raporlarına yansıdı, polis “iz
bırakmayan” işkence yöntemlerine ağırlık
veriyor. Kollarına ağırlık asma, çırılçıplak
soyma, elle tecavüz, aç bırakma, tuvalete bırakmama,
başına çuval geçirme gibi… Türk işi uyum
demek ki böyle oluyor!
Görüldüğü gibi, başa çuval geçirme işi de
salt Amerikalılara özgü değil.. Bu konuda ABD’den
yakınanlar aynı şeyi kendi yurttaşlarına
rahatça yapıyorlar..
“Eve dönüş yasası” diye yeni bir pişmanlık,
itirafçılık ve teslimiyet yasası çıkarıldı.
Ama toplumsal barış için bir genel af çabası
yok. Kirli savaş döneminde köylerinden sürülen milyonlarca
Kürdün köylerine dönüşü için de bir çaba yok; aksine
bunu engellemek için öldürme dahil, ciddi engeller var.
Lafı uzatmaya gerek yok. Demokratikleşme üstüne
söylenenler bir kez daha ciddiyetten yoksun. Kitleler değişim
için harekete geçmedikçe, bu alanda güçlü bir kamuoyu isteği
ve etkisi rejimi sıkıştırmadıkça,
dış etkilerle gelen değişim ancak bu
kadar olabiliyor. Gönülsüz rejim oyalama, sulandırma,
makyaj yöntemlerine başvuruyor. Bazı iyi niyetli
değişim çabaları bile statükocu güçlerin
etkisiyle kuşa benzetiliyor.
İşin garibi bu kadarına bile karşı
olan kafalar Türk basınında ve siyasal yaşamında
az değil. Baykal bunlardan biri. Bazıları
ise açık açık korku tüccarlığı
ve cunta kışkırtıcılığı
yapıyorlar. İlginçtir ki bunların en hızlıları
bazı eski solcular… Onlar, kendi ahmakça önyargıları
yüzünden ülkenin ırkçı ve faşist unsurlarıyla,
nerdeyse fark edilmez biçimde yakınlaştılar.
Ecevit’in Türkeşleşmesi gibi..
Kısacası bu hamur daha çok su ister. Ama karamsar
olmak için de bir neden yok. İnişli çıkışlı
ve uzun da olsa değişim süreci kaçınılmaz.
Türkiye düşe kalka da olsa değişim yönünde
yol alacak ve tutucu güçler eninde sonunda kaybedecekler.