Bu
trajediye son vermenin zamanı gelmedi mi?
Cemil BARAN
F-tipi cezaevleriyle ilgili olarak
rejimin inadı ve zulmü ile tutuklu ve yakınlarının
direnişi devam ediyor. Cezaevlerinde süregelen ölüm oruçlarının,
açlık grevlerinin yanısıra, dışarda
dayanışma niteliğindeki benzer eylemler sürmekte.
Ölüm orucunda durumları çok ağırlaştığı,
ölüm sınırına dayandıkları için tahliye
edilenlerin bir bölümü de eylemlerini dışarda sürdürüyor.
İstanbul'da Küçük Armutlu semti bu merkezlerden biri.
Rejim zaman zaman ölüm orucu tutulan
evlere baskınlar düzenliyor. Bunlardan biri de 5 Kasım
günü gerçekleşti. Bin kadar polis semte adeta askari
harekat düzenledi, işgal etti. Saldırı sırasında
silah kullandı, gaz bombaları attı. İkisi
ölüm orucu tutanlar, ikisi de yakınları olmak üzere
dört kişi bu saldırılar sırasında
hayatını yitirdi, on kişi de yaralandı.
Polis ölümlerin kendi kendini yakma
sonucu olduğunu söyledi. Oysa bedenlerinde kurşun
yaraları olduğu saptandı. Polisin sözüne inanmak
için bir neden yok. Bunun da acımasız bir kıyım
olduğu belli.
13 Kasım günü polis bir kez daha
semte saldırdı ve bu kez dokuz kişi ağır
yaralandı.
Belli ki rejim, siyasi tutuklu ve hükümlüleri
F-tipindeki ölüm hücrelerine taşımasına, onları
dış dünyadan tümüyle soyutlamasına rağmen,
umduğu sessizliği hala sağlayabilmiş değil.
Bu operasyonlarla dışardaki dayanışmayı
da tümden kırmak istiyor.
Şimdiye kadar 74 kişi, ya
ölüm oruçları sonucu hayatını yitirdi, ya da
saldırılarda katledildi. Bu trajedi ne zamana kadar
sürecek?
İç ve dış kamuoyunun
ilgisi ise giderek azalıyor. Olup bitenler artık
basına bile pek yansımıyor, ya da bazan küçücük
haberler halinde yansıyor. Kamuoyu durumu adeta kanıksadı.
Özellikle içerde kitleleri bunaltan ekonomik Krizin ve dünyanın
odaklaştığı 11 Eylül olayları ve
yarattığı gerilimin ardından..
Besbelli Ecevit hükümeti de kendisinden
öncekiler gibi acımasız. Hatta daha da beter. Bu
rejimden merhamet beklenemez. Bu hükümetin sözde hukuk profesörü
olan adliye Bakanı ne hukuk tanıyor, ne vicdan.
Bir süre önce yaptığı bir açıklamada,
sözkonusu ölümlerle ilgili olarak şöyle dedi: "Teröristler
kendi kendilerini imha ediyorlar!" Yani bu "varsın
etsinler!" demek..
Bu koşullarda ölüm oruçlarını
düzenleyenlerin ve bu direnişi kendi canlarıyla
yürütenlerin bir kez daha düşünmeleri gerekir. Bu işi
inandıkları idealler uğruna yaptıklarına
ve bunun kolay olmadığına, büyük bir irade
ve inanç gücü istediğine kuşku yok. Ama acaba eylemlerin
getirip götürdükleri ne?
Bir davaya inanan insanların,
cezaevlerine düştükleri zaman da elbet başlarını
dik tutmaları, onurlarını korumaları gerekir.
İçerdeki güçlüklere katlanmayıp bir an önce dışarı
çıkmak, ya da baskı rejiminin gönlünü hoş etmek
için görüşlerinden taviz vermek ve teslimiyetçi bir tutum
ise küçültücüdür, bir dava adamının ölümüdür. Öte
yandan içerde, mümkün olduğunca moralini ve fiziğini
sağlıklı tutmak, buna çabalamak da onun görevidir.
Çünkü bir devrimcinin hayatı büyük değer taşır.
İyi ölçüp biçmeden, öfke ve duygusallıkla
girişilen bir eylem çoğu kez karşı tarafa
değil, size zarar verir. Baskı rejimleri, çoğu
zaman karşıtlarını, dışarda
olduğu gibi içerde de türlü yöntemlerle yanlışa
iter, kışkırtırlar. Yeterince uyanık
olmayanlar rejimin oyunları karşısında
kaybederler..
İnsanın sesini duyurmak için
hayatını feda etmeyi seçmesi, ancak çok istisnai
durumlarda başvurulacak birşeydir.
Kendini yakarak, ya da aç bırakarak
ölüme gitmek, bu tür bir protesto biçimi, pek sık olmasa
da insanlık tarihinde rastlanan bir şeydir. Ama
bunun ortamı olmalı, protesto gerçekten yankı
yapmalı ve davaya hizmet etmeli. Gandi'nin ölüm oruçları
bir halkı harekete geçirdi. Vietnam'da kendini yakan
rahip bir meşale gibi dünyanın ilgisini Vietnam'a
yöneltti ve bu halkın mücadelesine dayanışmayı
yükseltti. Ama her durumda böyle olmuyor. Herşey gibi
bu tür bir protesto biçimi de her durumda sonuç verici değildir.
Yıllardır Türkiye'de yaşananlar
buna örnektir. Cezaevlerinde, iç ve dış koşullar
hesaba katılmadan sık sık konan açlık
grevleri, ölüm oruçları artık ilgi yaratmaz oldu,
kanıksandı. İçerdekilerin hayatını
daha da zorlaştırmaktan ya da düpedüz telef olmalarına
yol açmaktan başka sonuç vermedi.
Genç yaşta ölüme giden, sakatlanan
bunca insan, bizzat uğruna mücadele edilen dava için
büyük bir kayıp değil mi? Mücadele başka araçlarla,
özellikle de örgütlü politik çalışmayla sürdürülemez
mi? Bu kadar genç insan, sağlıklarını
ve hayatlarını yitirmeden, el ele vererek kitle
çalışması yapsalar, kitlelerin davaya kazanılması
çok daha kolay ve yararlı olmaz mı?
O kanıdayım ki bunları
düşünmenin, açlık grevlerine ve ölüm oruçlarına
artık bir son vermenin zamanı geldi. Bu işte
çok geç bile kalındı. Bazıları böylesi
bir çağrıyı veya tutumu belki teslimiyet, ya
da rejim karşısında bir yenilgi gibi görmek,
göstermek isteyeceklerdir. Bize göre ise bu, sonuçta karşı
tarafın işine yarıyan yanlış bir
yöntemi terk etmektir.
|