PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Bu ülkede değişen ne?

Kemal Burkay

Bu ülkenin devlet ve siyaset adamlarını, aydın geçinenlerinin pek çoğunu izledikçe, kendilerini iyi tanıdığım halde, demagojinin, çarpıtmanın ölçüsü karşısında yine de şaşıp kalıyorum. Bu adamlar yıllardır halkı mı kandırmaya çalışıyorlar yoksa kendi kendilerini mi?

Bilerek mi bu kadar yalan söylüyor, gerçekleri çarpıtıyorlar, yoksa dediklerine kendileri de inanıyorlar mı?

Aptal olduklarını sanmıyorum. Hinoğluhin denecek derecede kurnaz olduklarından kuşkum yok. Ama akıl, hele hele bilgi, mantık, görme ve yorumlama yeteneği denen şey ya da şeyler, yalnızca kurnazlıkla, anasının gözü olmakla kazanılacak türden değil.

Üstelik başkalarını koşullandırmak için, işine öyle geldiği için bile bile yalan söyleyen, gerçeği çarpıtan kişi sonunda körleşebilir, oluşturduğu önyargıların tutsağı haline gelebilir de.

Bu bayların hele şu Kıbrıs’la ilgili bazı söylemlerine bakın:

“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti…” Ama öte yanda, “Kıbrıs Rum Kesimi!”

“Cumhurbaşkanı Denktaş…” Ama öte yanda, “Kıbrıs Rum Lideri Papadopulos!”

Peki gerçek durum ne? En azından bu bayların dışında dünyada insanlar Kıbrıs’la ilgili konuşurken ne diyorlar?

Bu “KKTC” denen ucubeyi kendilerinden başka tanıyan ve devlet sayan kimse yok. Bay Denktaş’ın kendinden menkul “cumhurbaşkanlığı”nı da.. TC dışında dünyadaki tüm devletler, BM, AB, AK dahil, tüm saygın uluslararası kurumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti denince, şu anda Güney’dekini, yani Rumlara ait olanını tanıyorlar. Oranın cumhurbaşkanı da Kıbrıs’ın Cumhurbaşkanı kabul ediliyor.

Üstelik bu kurumlar ve devletler, haklı olarak, Türkiye’yi orada işgalci görüyorlar. BM birçok kez Türkiye’yi bundan dolayı mahkum etti, birliklerini çekmesini istedi.

Ama dünya bir tarafa, bu baylar bir tarafa!

Bu tutumun, hukuk bir yana, akılla mantıkla bir ilgisi var mı?

Kimbilir, belki de “KKTC” ve “Kıbrıs Rum Kesimi” diye diye, dediklerine kendileri de inanır oldular, alıştı gittiler!

Daha böyle neler yok ki! Örneğin şu yıllardır Kürt ve Kürdistan adını yasaklamalarına bakın.. (Şimdi Kürt lafına çar naçar biraz alıştılar da, Kürdistan adı üzerindeki ambargo hala sürüyor.) Sanki bu TC’nin sınırları içindeki topraklar binlerce yıldan beri Türkiye ve sanki tarihte Kürdistan diye bir ülke hiç olmamış…

Oysa “Türkiye” adı TC’nin kuruluşu ile başlıyor, yani topu topu 80 yıldır. Daha önce böyle bir ülke ve böyle bir isim yok. Kürdistan ise, Kürtlerin ülkesi olarak binlerce yıldan beri var. Türkler, Orta Asya’dan çıkıp İran ve Azerbaycan üzeri bir süre oyalanıp buraya geldikleri zaman da burada Kürtler ve Kürdistan vardı.

İşin garibi, Kürtleri ve Kürdistan’ı yok sayıp herkesi bir kalem darbesiyle, emirle, sopanın ve süngünün gücüyle Türk saymaya kalkışanların çoğunluğunun soyunu sopunu araştırın, kendileri Türk filan değiller…

Şimdi de şu Güney Kürdistan sorunu… Irak’ta daha 1958 Anayasası Irak’ı, başlıca iki asli unsurdan, Kürtlerden ve Araplardan oluşan, iki uluslu bir ülke sayıyor, Kürtçeyi ise o zamandan beri resmi dil olarak kabul ediyordu.

1970’te ise, uzun bir gerilla savaşının ardından, Kürt liderliği ve Bağdat hükümeti arasında yapılan anlaşma ile Kürdistan’a otonomi tanındı. Erbil kenti Otonom Kürdistan’ın başkenti oldu. Burada, bizzat Irak merkezi hükümeti tarafından Kürdistan Hükümeti ve Parlamentosu için binalar yapıldı.

Son olarak, “Irak Geçici Yönetim Yasası” ile Kürdistan federal bir bölge oldu, Kürdistan’daki mevcut özerk yönetim, hükümet ve parlamento bir kez daha tanındı. Kürt dili, Arapça ile birlikte yine iki resmi dilden biri.

Ama Irak’ın Arap ve Kürt halklarının, bu ülkenin sahiplerinin bulduğu ve tüm uygar dünyanın da saygı gösterdiği bu çözümü Türk devleti, hükümeti, düzenin sözcüsü basın tanımıyor, tanımak istemiyor!

Habur Kapısı’nda gümrük vergisi alınmasını, “Kürtlerin haraç alması” olarak niteliyor.

Peki bayım, seninki sınır da ötekininki değil mi? Sen sınırında gümrük vergisi alabiliyorsun da ötekinin almaya hakkı yok mu?

Bu tutumun, hukuk bir yana, akılla mantıkla ilgisi var mı?

Üstelik senin sınırın, parçalanmış Kürdistan’ın tam ortasından geçiyor. Eğer haksız, eğer meşru olmayan bir sınır ve bir tutum varsa o da düpedüz seninki…

Ama sen bütün bunları hiç tartışmıyorsun tabi. Sen ne yapsan doğaldır! Sen Orta Asya’dan çıkar, İran’ı, Azerbaycan’ı, Kürdistan’ı, Arabistan’ı, Ermenistan’ı yağmalar, Rum ülkesini fetheder, Tuna Boylarına, Viyana kapılarına kadar gidersin. Bu senin hakkın! Bu son derece doğal… Bu şeref ve kahramanlık!..

Ama Bulgar’ın, Yunan’ın sana karşı çıkması çetecilik, bundan da öte kahpelik! Arapların Osmanlı boyunduruğundan kurtulma çabası ihanet, arkadan bıçaklama! Kürtlerin özgürlük çabası ise düpedüz vatan hainliği!

Bunun, hukuk bir yana, akılla mantıkla bir ilgisi var mı?

Ama besbelli, adamlar bu zırvaları tekrarlıya tekrarlıya inanmışlar; başka türlü düşünemez, konuşamaz, dinleyemez olmuşlar…

Üstelik de bunu böyle diyenlerin aslına bakın, çoğunun Türklükle, Orta Asya’dan gelmişlerle ilgisi alakası yoktur.

Kimi bu toprakların eski sahiplerinden biridir; Rumdur, Ermenidir, Kürttür, Araptır; Kimi Balkan halklarındandır; Arnavut, Bulgar, Boşnak, Pomak, yani Sılavdır; Kimi nordik yapılı Kafkas halklarından, Çerkez, Çeçen, Gürcü vs. dir.

Peki ya şu AB üyeliği ile ilgili olarak söylenenler, yapılanlar, oynanan tiyatro?..

Adamlar reform üstüne, değişim ve demokratikleşme üstüne mangalda kül bırakmıyorlar. Öylesine hızla ve öylesine reformlar yapmışlar ki, Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmişler ki, tüm dünya şaşıp kalmış! Artık bundan sonra da AB müzakere tarihi vermezse bu düşmanlıktan başka bir şey değil! Demek ki bizi istemiyorlar, demek orası bir Hıristiyan kulübü!..

Ama ne ilginç, bu dünyanın reformunu yapmış, bu çok demokratik, çok laik ülkede, hala televizyonun eli varıp da bir yarım saatlik Kürtçe yayın bile yapamıyor, hala Aleviler devlet katında yok sayılıyor, hala Hıristiyanların dini okullarına, vakıflarına binbir engel çıkarılıyor. Tabi vatan parçalanmasın diye!

Bu çok demokratik ülkede, meclisten alınıp, enselerinden tutulup Ankara Kapalı Cezaevine konan Kürt parlamenterler sekiz-on yıldır (sayısını unuttuk), AB makamlarının tüm “nazik ricalarına” rağmen hala zindanda!

Bu çok demokratik ülkede, daha dün, kongrelerinde üç-beş kelimeyle Kürtçeyi kullandılar diye HAK–PAR’ın yöneticileri yargıç önünde!

Bu çok demokratik ülkede ne gariptir ki işkenceciler bir türlü yargılanamıyor, yargılansa bile cazalandırılamıyor, cezalandırılsa bile bulunup hapse konamıyor; “fali meçhul” cinayetlerin aslında hiç de meçhul olmayan, ayan beyan katilleri bir türlü yakalanamıyor; onlarca kişinin katili faşistler, yargının bir kapısından girip ötekisinden çıkıyor; ama solcular, hasta-sakat halleriyle F-Tipi cezaevlerini şereflendirmeye devam ediyorlar…

Bu çok demokratik ülkede, köyleri kasabaları yakılıp yıkılmış, sürülmüş milyonlarca Kürdün evlerine barklarına dönmesine hala izin verilmiyor…

Bir de şu Newroz komedyası… Adamlar yıllarca Newrozu kutlamamızı engellemek için bize etmediklerini bırakmadılar, sokakları, alanları kan gölüne çevirdiler. Şimdi de Newrozu kendileri, iri kıyımları, valileri, generalleri, polisleri, televizyonları ile cümbür cemaat kutluyorlar…

Kürtlere karşı tavır değişti mi yani? Baylarımız artık uygar mı oldular, “yurttaşlarının” bayramına saygı mı göstermekteler?  Ne gezeer! Yine baştan sona hinoğluhinlik. Binbir yalan ve yakıştırma ile, Ergenekon masallarıyla, demir dövme gösterileriyle, Newrozu şovenist propagandanın hizmetindeki malum bayramlardan birine çevirme, içini boşaltma, Kürtlerle ilgili değerleri yok etme; kısacası, bayramı Kürtlerin elinden alma çabası…

Bazan ciddi ciddi kendime soruyorum: Bu ülkede ne değişti? Değişti de biz mi göremiyoruz?

Beki bütün bunlar ne? Ya şu son günlerde yaşanan fişleme komedyası? Türkiye böylesini 12 Eylül faşizmi döneminde bile görmemişti. 12 Eylül mason örgütlerine, “zengin çocuklarına”, “sosyeteye” kadar işi uzatmadı.

Bu ülkede gerçekten bir değişim var mı? O reform denen şeyler ne işe yarıyor ve sonuç ne? Bu ülkenin yürüyüşü ne türden: Mehter Marşı eşliğinde iki ileri bir geri mi, yoksa, “bir adım ileri iki adım geri” türünden mi? Yoksa bir “yerinde say!”ma olayı mı?.

Bu ülkenin yaşamında sanki her şey bir ironi, sanki her şey gerçeküstü…

Son fişleme olayı düzenin has medyasında bile şaşkınlığa ve yoğun tepkilere yol açtı. Nasıl açmasın ki; zengin çocukları, masonlar, sosyete bir yana, AB ve Amerikan yanlıları bile suçlanıyor! Ayrıca, yazar-çizer ve de “filoozof” takımı bir bütün olarak! (Adamlar herhalde “filozof”tan düşünen insanı kast ediyorlar!) Ve hatta şimdiye dek kraldan çok kralcılık yapan, “Türklüğü” kimseye bırakmayan etnik gruplar: Boşnaklar, Arnavutlar, Çerkezler, Çeçenler, Lazlar…

Demek ki işler iyice zıvanadan çıkmış… Artık herkes hedefte, herkes “şüpheli”, herkes “tehlikeli”, herkes potansiyel düşman!..

Bu ülkede, cumhurbaşkanları, başbakanlar dahil, kimse için artık güvence yok. Gerçi geçmişte de asılan başbakanlar, kim vurduya giden cumhurbaşkanları oldu. Ama daha da önemlisi, şimdiye kadar dokunulmaz, ilişilmez sanılan generaller ve polis şefleri için bile güvence yok! Düzenin ideologları, dalkavukları için bile! Çünkü asıllarını araştırsan aralarında Orta Asya’dan gelenini zor bulursun!..

Peki bu durum şaşırtıcı mı? Perşembenin gelişi çarşambadan belli değil miydi. Yıllardır bu ülkede insan hakları paspas gibi çiğnenirken, işkence, zulüm, haksızlık alabildiğine sürerken, demokrasi adı altında bir soytarılık sergilenirken, şimdi yakınan baylar nerede idiler? Düzene yağ çekmekte, ona incir yaprağı olmakta değiller miydi?

Kirli savaşın en büyük şakşakçıları onlar değil miydi?

Militarist güçlere onca yağ çekenler, şovenizm yangınına benzin dökenler onlar değil miydi?

Yıllarca kötülükler karşısında alçakça susmadılar mı? Keşke susmakla kalsalardı, ama kötülüğün görnüllü avukatlığını da yapmadılar mı, gerçekleri halktan gizlemediler mi, halkı bir aptallar yığını, güdülecek bir sürü gibi görüp alçakça propagandalarının nesnesi yapmadılar mı?

İşte şimdi yarattıkları canavar dönüp kendilerine dişlerini gösteriyor. Bu kendi eserleri. Burası çoktandır bir polis devleti. Burası çoktandır militarizmin ülkesi, krallığı!..

Ama bu baylar bugün bile, aynı ikiyüzlülükten, aynı pişkin tutumdan el etmiş değiller. İşte, bir yandan fişleme olayını, ucu kendilerine dokunduğu için gündeme getirip ortalığı velveleye verirken, öte yandan Özgür Gündem gazetesinde JİTEM’li ilgili müthiş açıklamaları görmezden duymazdan geliyorlar.

Çünkü JİTEM “kahraman ordumuzun” bir gizli örgütü… Kürt, hatta Türk aydınlarını, demokrat insanları vahşice katletmiş, yok etmiş, nice melanet işlemiş… Ama bütün bunları “vatan-millet için” yapmış! 

“İyi de etmiş!” değil mi?.. “Denizi kurutup balığı ele geçirmek gerekiyordu” değil mi?.. Hem de “aydınlanmanın piri” geçinen kimilerinin lafıyla, ”kahraman ordumuz savaşı kazandı,” değil mi?..

Aynı “aydınlanmanın piri” şu anda, kimi “Memetçik solcu”larla birlikte, en azgın ırkçı ve faşistlerle kolkola… Bir “aydınlanmacı” olarak özgür düşünceden medet umacağına, “özgürlük, eşitlik, adalet” ilkelerini savunacağına, şu seksen yaşında da, geçmişte yaptığı gibi askeri darbelerin yolunu gözlüyor…

Bu memlekette “aydınlanmacı” dediğin de böyle oluyar zaar, çelebi!

İşte süregelen çifte standart; aynı ikiyüzlülük, aynı riya, aynı yalan… Bu ülke yalana boğulmuş.

Bir ülkenin basını, yazarları bu kadar düşerse o ülkenin aydınlanması, uygarlaşması, çağdaşlaşması mümkün mü?

Değişmek için önce kafaların değişmesi gerek; oysa bu ülkede politikacılara, aydınlara, hatta, zaman tünelinin sanki öbür ucunda kalmış 19. Yüzyıl türü solculara bakın, kafalarda bir değişme yok. Aynı tas, aynı hamam!

 
 
PSK Bulten © 2004