Bu ülkede değişen
ne?
Kemal Burkay
Bu ülkenin devlet ve siyaset adamlarını, aydın
geçinenlerinin pek çoğunu izledikçe, kendilerini iyi
tanıdığım halde, demagojinin, çarpıtmanın
ölçüsü karşısında yine de şaşıp
kalıyorum. Bu adamlar yıllardır halkı
mı kandırmaya çalışıyorlar yoksa
kendi kendilerini mi?
Bilerek mi bu kadar yalan söylüyor, gerçekleri çarpıtıyorlar,
yoksa dediklerine kendileri de inanıyorlar mı?
Aptal olduklarını sanmıyorum. Hinoğluhin
denecek derecede kurnaz olduklarından kuşkum yok.
Ama akıl, hele hele bilgi, mantık, görme ve yorumlama
yeteneği denen şey ya da şeyler, yalnızca
kurnazlıkla, anasının gözü olmakla kazanılacak
türden değil.
Üstelik başkalarını koşullandırmak
için, işine öyle geldiği için bile bile yalan söyleyen,
gerçeği çarpıtan kişi sonunda körleşebilir,
oluşturduğu önyargıların tutsağı
haline gelebilir de.
Bu bayların hele şu Kıbrıs’la ilgili
bazı söylemlerine bakın:
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti…” Ama öte yanda,
“Kıbrıs Rum Kesimi!”
“Cumhurbaşkanı Denktaş…” Ama öte yanda, “Kıbrıs
Rum Lideri Papadopulos!”
Peki gerçek durum ne? En azından bu bayların dışında
dünyada insanlar Kıbrıs’la ilgili konuşurken
ne diyorlar?
Bu “KKTC” denen ucubeyi kendilerinden başka tanıyan
ve devlet sayan kimse yok. Bay Denktaş’ın kendinden
menkul “cumhurbaşkanlığı”nı da..
TC dışında dünyadaki tüm devletler, BM, AB,
AK dahil, tüm saygın uluslararası kurumlar, Kıbrıs
Cumhuriyeti denince, şu anda Güney’dekini, yani Rumlara
ait olanını tanıyorlar. Oranın cumhurbaşkanı
da Kıbrıs’ın Cumhurbaşkanı kabul
ediliyor.
Üstelik bu kurumlar ve devletler, haklı olarak, Türkiye’yi
orada işgalci görüyorlar. BM birçok kez Türkiye’yi bundan
dolayı mahkum etti, birliklerini çekmesini istedi.
Ama dünya bir tarafa, bu baylar bir tarafa!
Bu tutumun, hukuk bir yana, akılla mantıkla bir
ilgisi var mı?
Kimbilir, belki de “KKTC” ve “Kıbrıs Rum Kesimi”
diye diye, dediklerine kendileri de inanır oldular, alıştı
gittiler!
Daha böyle neler yok ki! Örneğin şu yıllardır
Kürt ve Kürdistan adını yasaklamalarına bakın..
(Şimdi Kürt lafına çar naçar biraz alıştılar
da, Kürdistan adı üzerindeki ambargo hala sürüyor.) Sanki
bu TC’nin sınırları içindeki topraklar binlerce
yıldan beri Türkiye ve sanki tarihte Kürdistan diye bir
ülke hiç olmamış…
Oysa “Türkiye” adı TC’nin kuruluşu ile başlıyor,
yani topu topu 80 yıldır. Daha önce böyle bir ülke
ve böyle bir isim yok. Kürdistan ise, Kürtlerin ülkesi olarak
binlerce yıldan beri var. Türkler, Orta Asya’dan çıkıp
İran ve Azerbaycan üzeri bir süre oyalanıp buraya
geldikleri zaman da burada Kürtler ve Kürdistan vardı.
İşin garibi, Kürtleri ve Kürdistan’ı yok sayıp
herkesi bir kalem darbesiyle, emirle, sopanın ve süngünün
gücüyle Türk saymaya kalkışanların çoğunluğunun
soyunu sopunu araştırın, kendileri Türk filan
değiller…
Şimdi de şu Güney Kürdistan sorunu… Irak’ta daha
1958 Anayasası Irak’ı, başlıca iki asli
unsurdan, Kürtlerden ve Araplardan oluşan, iki uluslu
bir ülke sayıyor, Kürtçeyi ise o zamandan beri resmi
dil olarak kabul ediyordu.
1970’te ise, uzun bir gerilla savaşının ardından,
Kürt liderliği ve Bağdat hükümeti arasında
yapılan anlaşma ile Kürdistan’a otonomi tanındı.
Erbil kenti Otonom Kürdistan’ın başkenti oldu. Burada,
bizzat Irak merkezi hükümeti tarafından Kürdistan Hükümeti
ve Parlamentosu için binalar yapıldı.
Son olarak, “Irak Geçici Yönetim Yasası” ile Kürdistan
federal bir bölge oldu, Kürdistan’daki mevcut özerk yönetim,
hükümet ve parlamento bir kez daha tanındı. Kürt
dili, Arapça ile birlikte yine iki resmi dilden biri.
Ama Irak’ın Arap ve Kürt halklarının, bu ülkenin
sahiplerinin bulduğu ve tüm uygar dünyanın da saygı
gösterdiği bu çözümü Türk devleti, hükümeti, düzenin
sözcüsü basın tanımıyor, tanımak istemiyor!
Habur Kapısı’nda gümrük vergisi alınmasını,
“Kürtlerin haraç alması” olarak niteliyor.
Peki bayım, seninki sınır da ötekininki değil
mi? Sen sınırında gümrük vergisi alabiliyorsun
da ötekinin almaya hakkı yok mu?
Bu tutumun, hukuk bir yana, akılla mantıkla ilgisi
var mı?
Üstelik senin sınırın, parçalanmış
Kürdistan’ın tam ortasından geçiyor. Eğer haksız,
eğer meşru olmayan bir sınır ve bir tutum
varsa o da düpedüz seninki…
Ama sen bütün bunları hiç tartışmıyorsun
tabi. Sen ne yapsan doğaldır! Sen Orta Asya’dan
çıkar, İran’ı, Azerbaycan’ı, Kürdistan’ı,
Arabistan’ı, Ermenistan’ı yağmalar, Rum ülkesini
fetheder, Tuna Boylarına, Viyana kapılarına
kadar gidersin. Bu senin hakkın! Bu son derece doğal…
Bu şeref ve kahramanlık!..
Ama Bulgar’ın, Yunan’ın sana karşı çıkması
çetecilik, bundan da öte kahpelik! Arapların Osmanlı
boyunduruğundan kurtulma çabası ihanet, arkadan
bıçaklama! Kürtlerin özgürlük çabası ise düpedüz
vatan hainliği!
Bunun, hukuk bir yana, akılla mantıkla bir ilgisi
var mı?
Ama besbelli, adamlar bu zırvaları tekrarlıya
tekrarlıya inanmışlar; başka türlü düşünemez,
konuşamaz, dinleyemez olmuşlar…
Üstelik de bunu böyle diyenlerin aslına bakın,
çoğunun Türklükle, Orta Asya’dan gelmişlerle ilgisi
alakası yoktur.
Kimi bu toprakların eski sahiplerinden biridir; Rumdur,
Ermenidir, Kürttür, Araptır; Kimi Balkan halklarındandır;
Arnavut, Bulgar, Boşnak, Pomak, yani Sılavdır;
Kimi nordik yapılı Kafkas halklarından, Çerkez,
Çeçen, Gürcü vs. dir.
Peki ya şu AB üyeliği ile ilgili olarak söylenenler,
yapılanlar, oynanan tiyatro?..
Adamlar reform üstüne, değişim ve demokratikleşme
üstüne mangalda kül bırakmıyorlar. Öylesine hızla
ve öylesine reformlar yapmışlar ki, Kopenhag Kriterleri’ni
yerine getirmişler ki, tüm dünya şaşıp
kalmış! Artık bundan sonra da AB müzakere tarihi
vermezse bu düşmanlıktan başka bir şey
değil! Demek ki bizi istemiyorlar, demek orası bir
Hıristiyan kulübü!..
Ama ne ilginç, bu dünyanın reformunu yapmış,
bu çok demokratik, çok laik ülkede, hala televizyonun eli
varıp da bir yarım saatlik Kürtçe yayın bile
yapamıyor, hala Aleviler devlet katında yok sayılıyor,
hala Hıristiyanların dini okullarına, vakıflarına
binbir engel çıkarılıyor. Tabi vatan parçalanmasın
diye!
Bu çok demokratik ülkede, meclisten alınıp, enselerinden
tutulup Ankara Kapalı Cezaevine konan Kürt parlamenterler
sekiz-on yıldır (sayısını unuttuk),
AB makamlarının tüm “nazik ricalarına” rağmen
hala zindanda!
Bu çok demokratik ülkede, daha dün, kongrelerinde üç-beş
kelimeyle Kürtçeyi kullandılar diye HAK–PAR’ın yöneticileri
yargıç önünde!
Bu çok demokratik ülkede ne gariptir ki işkenceciler
bir türlü yargılanamıyor, yargılansa bile cazalandırılamıyor,
cezalandırılsa bile bulunup hapse konamıyor;
“fali meçhul” cinayetlerin aslında hiç de meçhul olmayan,
ayan beyan katilleri bir türlü yakalanamıyor; onlarca
kişinin katili faşistler, yargının bir
kapısından girip ötekisinden çıkıyor;
ama solcular, hasta-sakat halleriyle F-Tipi cezaevlerini şereflendirmeye
devam ediyorlar…
Bu çok demokratik ülkede, köyleri kasabaları yakılıp
yıkılmış, sürülmüş milyonlarca Kürdün
evlerine barklarına dönmesine hala izin verilmiyor…
Bir de şu Newroz komedyası… Adamlar yıllarca
Newrozu kutlamamızı engellemek için bize etmediklerini
bırakmadılar, sokakları, alanları kan
gölüne çevirdiler. Şimdi de Newrozu kendileri, iri kıyımları,
valileri, generalleri, polisleri, televizyonları ile
cümbür cemaat kutluyorlar…
Kürtlere karşı tavır değişti mi
yani? Baylarımız artık uygar mı oldular,
“yurttaşlarının” bayramına saygı
mı göstermekteler? Ne gezeer! Yine baştan sona
hinoğluhinlik. Binbir yalan ve yakıştırma
ile, Ergenekon masallarıyla, demir dövme gösterileriyle,
Newrozu şovenist propagandanın hizmetindeki malum
bayramlardan birine çevirme, içini boşaltma, Kürtlerle
ilgili değerleri yok etme; kısacası, bayramı
Kürtlerin elinden alma çabası…
Bazan ciddi ciddi kendime soruyorum: Bu ülkede ne değişti?
Değişti de biz mi göremiyoruz?
Beki bütün bunlar ne? Ya şu son günlerde yaşanan
fişleme komedyası? Türkiye böylesini 12 Eylül faşizmi
döneminde bile görmemişti. 12 Eylül mason örgütlerine,
“zengin çocuklarına”, “sosyeteye” kadar işi uzatmadı.
Bu ülkede gerçekten bir değişim var mı? O
reform denen şeyler ne işe yarıyor ve sonuç
ne? Bu ülkenin yürüyüşü ne türden: Mehter Marşı
eşliğinde iki ileri bir geri mi, yoksa, “bir adım
ileri iki adım geri” türünden mi? Yoksa bir “yerinde
say!”ma olayı mı?.
Bu ülkenin yaşamında sanki her şey bir ironi,
sanki her şey gerçeküstü…
Son fişleme olayı düzenin has medyasında bile
şaşkınlığa ve yoğun tepkilere
yol açtı. Nasıl açmasın ki; zengin çocukları,
masonlar, sosyete bir yana, AB ve Amerikan yanlıları
bile suçlanıyor! Ayrıca, yazar-çizer ve de “filoozof”
takımı bir bütün olarak! (Adamlar herhalde “filozof”tan
düşünen insanı kast ediyorlar!) Ve hatta şimdiye
dek kraldan çok kralcılık yapan, “Türklüğü”
kimseye bırakmayan etnik gruplar: Boşnaklar, Arnavutlar,
Çerkezler, Çeçenler, Lazlar…
Demek ki işler iyice zıvanadan çıkmış…
Artık herkes hedefte, herkes “şüpheli”, herkes “tehlikeli”,
herkes potansiyel düşman!..
Bu ülkede, cumhurbaşkanları, başbakanlar dahil,
kimse için artık güvence yok. Gerçi geçmişte de
asılan başbakanlar, kim vurduya giden cumhurbaşkanları
oldu. Ama daha da önemlisi, şimdiye kadar dokunulmaz,
ilişilmez sanılan generaller ve polis şefleri
için bile güvence yok! Düzenin ideologları, dalkavukları
için bile! Çünkü asıllarını araştırsan
aralarında Orta Asya’dan gelenini zor bulursun!..
Peki bu durum şaşırtıcı mı?
Perşembenin gelişi çarşambadan belli değil
miydi. Yıllardır bu ülkede insan hakları paspas
gibi çiğnenirken, işkence, zulüm, haksızlık
alabildiğine sürerken, demokrasi adı altında
bir soytarılık sergilenirken, şimdi yakınan
baylar nerede idiler? Düzene yağ çekmekte, ona incir
yaprağı olmakta değiller miydi?
Kirli savaşın en büyük şakşakçıları
onlar değil miydi?
Militarist güçlere onca yağ çekenler, şovenizm
yangınına benzin dökenler onlar değil miydi?
Yıllarca kötülükler karşısında alçakça
susmadılar mı? Keşke susmakla kalsalardı,
ama kötülüğün görnüllü avukatlığını
da yapmadılar mı, gerçekleri halktan gizlemediler
mi, halkı bir aptallar yığını, güdülecek
bir sürü gibi görüp alçakça propagandalarının nesnesi
yapmadılar mı?
İşte şimdi yarattıkları canavar
dönüp kendilerine dişlerini gösteriyor. Bu kendi eserleri.
Burası çoktandır bir polis devleti. Burası
çoktandır militarizmin ülkesi, krallığı!..
Ama bu baylar bugün bile, aynı ikiyüzlülükten, aynı
pişkin tutumdan el etmiş değiller. İşte,
bir yandan fişleme olayını, ucu kendilerine
dokunduğu için gündeme getirip ortalığı
velveleye verirken, öte yandan Özgür Gündem gazetesinde JİTEM’li
ilgili müthiş açıklamaları görmezden duymazdan
geliyorlar.
Çünkü JİTEM “kahraman ordumuzun” bir gizli örgütü… Kürt,
hatta Türk aydınlarını, demokrat insanları
vahşice katletmiş, yok etmiş, nice melanet
işlemiş… Ama bütün bunları “vatan-millet için”
yapmış!
“İyi de etmiş!” değil mi?.. “Denizi kurutup
balığı ele geçirmek gerekiyordu” değil
mi?.. Hem de “aydınlanmanın piri” geçinen kimilerinin
lafıyla, ”kahraman ordumuz savaşı kazandı,”
değil mi?..
Aynı “aydınlanmanın piri” şu anda, kimi
“Memetçik solcu”larla birlikte, en azgın ırkçı
ve faşistlerle kolkola… Bir “aydınlanmacı”
olarak özgür düşünceden medet umacağına, “özgürlük,
eşitlik, adalet” ilkelerini savunacağına, şu
seksen yaşında da, geçmişte yaptığı
gibi askeri darbelerin yolunu gözlüyor…
Bu memlekette “aydınlanmacı” dediğin de böyle
oluyar zaar, çelebi!
İşte süregelen çifte standart; aynı ikiyüzlülük,
aynı riya, aynı yalan… Bu ülke yalana boğulmuş.
Bir ülkenin basını, yazarları bu kadar düşerse
o ülkenin aydınlanması, uygarlaşması,
çağdaşlaşması mümkün mü?
Değişmek için önce kafaların değişmesi
gerek; oysa bu ülkede politikacılara, aydınlara,
hatta, zaman tünelinin sanki öbür ucunda kalmış
19. Yüzyıl türü solculara bakın, kafalarda bir değişme
yok. Aynı tas, aynı hamam!
|