PSK PSK BultenKOMKARRoja NûWeşan / YayınLinkArşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Eskinin Yenisi ve Köleci Demokrasi! (*)

Kemal BURKAY

Türkiye frenleri patlamış bir kamyon gibi 3 Kasım erken seçimlerine gidiyor. Şoför -eğer direksiyonda şoför varsa- şaşkın! Yolcular arasında kaygı egemen, kamyonun nereye varacağından emin değiller..

Ecevit hükümeti aslında, bilinen nedenlerle (iyi saatte olsunlar tarafından alternatifi yok edildiği için!) tahminimizden de uzun sürdü. Ama o zoraki iktidar buraya kadardı. Sonuçta onca payanda da para etmedi ve koalisyon döküldü.

Sözde, belirsizliği aşmak için erken seçimler gündeme geldi. (Bu önerinin ilk kez Derviş tarafından gündeme getirildiği de malum). Ama 3 Kasım sonrası da belirsizliklerle dolu. Hangi partiler barajı aşacak, nasıl bir iktidar veya koalisyon oluşacak?.

Aslında halk oyunu kullanacak, birileri barajı aşacaklar ve 550 kişi seçilecek. Yani parlamento mebussuz kalmayacak! Ama dert o değil. İstenenler var, istenmeyenler var.. Oy verenler başka, oylara değer biçenler başka..

"Memleketin asıl sahipleri" hiç de köylüler, veya seçmenler değil. Sermayeyi ve büyük toprakları elde tutanlar, sivil ve asker bürokrasi (bilhassa asker bürokrasi), onların sözcüsü tekelci basın, dış destekleri IMF ve Dünya Bankası, ABD ve AB…

Bu ülkenin efendisi ve mühendisi böylesine bir iç ve dış ortaklıktır. Zaman zaman ortaklar arasında sorun çıksa da "çareler tükenmez", sonuçta bir uzlaşma yolu bulunur.

Bu ortaklık Türkiye'de kimin iktidar ve kimin muhalefet olacağına karar verir, kimin parlamentoya girmesi ve kimin girmemesi gerektiğine de.. Seçim arada bir yapılan ve kurallarını söz konusu efendilerin belirlediği bir oyundur. Bu oyunda vatandaşın rolü, üç-dört yılda bir önüne getirilen seçim sandığına oy atmak, efendilerin kendisine sunduğu listelerde birilerini beğenmektir..

Yine de her şey toplum mühendislerinin planladığı gibi yürümez. Bazan oy verenlerin oyunu bozduğu olur, sandıktan istenmeyenler çıkar. Böyle durumlarda bu istenmeyenler, türlü biçimlerde uyarılıp bazan sözle, bazan gözdağı ya da kötekle hizaya getirilir. Eğer gelmezlerse kahraman ordumuz ve şerefli polisimiz işin içine karışır ve pirincin taşını ayıklar..

Toplum mühendisleri yeni tedbirlerini alırlar, kumaşı yeniden keser biçerler. Ama kumaş kesilip biçildikçe küçülür. Göbek üstünde düğmeler iliklenemez olur, kollar, paçalar kısaldıkça kısalır, Şarlovari manzaralar çıkar ortaya!

Evet, yıllar geçtikçe Türk demokrasisi, gelişmek, olgunlaşmak şurda kalsın, biçimsiz gövdeye uydurulmak için kesilip biçilen söz konusu eski elbise gibi, gülünç durumlar aldı. Toplum mühendisleri de freni patlamış, direksiyonu kilitlenmiş arabada çareler arıyorlar.. Doğrusu, işleri bu kez oldukça zor..

3 Kasım seçimlerinde AKP en şanslı görünüyor. Öyle ki, öteki partilerin nerdeyse topluca iflas durumu yaşadıkları bir ortamda tek başına iktidara gelecek gibi..

Oysa İslami değerlere ağırlık veren ve temsil ettiği taban pek de burjuva olmayan bu parti, efendilerin istediği türden değil. İslami hareket geçmişte bir yedek güç olarak elde tutuldu; ama onu direksiyona oturtmayı hiç düşünmemişlerdi. Nitekim bir ara, beklenmedik biçimde, şu oyunbozan vatandaşlar tarafından getirilip oturtuldular; ama sonra, bir postmodern darbe ile apar topar oradan uzaklaştırıldılar.

İslami hareket Kemalistlere göre değil! Her yıl saflarından, bit temizler gibi "mürteci" temizleyen kahraman ordumuza göre de değil. Lüküs hayata alışkın İstanbul sermayesine göre hiç değil. Dün müslümanları komünizme karşı örgütlerken bugün onlarla başı belaya giren ABD'ye göre de değil. İnsan haklarına işleri düştüğü için son zamanlarda AB ile barışır görünseler de, gönülleri ve kafaları asıl olarak Şark'a dönük olduğu için, AB'ye de uygun değiller..

MHP de evelsi gün komünizmle savaşırken iyiydi. Dün milliyetçi rüzgar estiği zaman DSP ile birlikte çifte koşulmaması için bir neden yoktu.. Onun ırkçılığı, şovenizmi, kendisi de bu tür değerler üzerine oturan milli güvenlik politikası için bir tehlike değildi.. Ama şimdi hem IMF politikalarına ters düştüğü, hem de AB yoluna taş koyduğu için artık istenmeyen partidir. O da Bay Perinçek kadar antiemperyalist sayılır!

Ya maazallah, MHP de barajı aşar -ki aşacak gibi görünüyor- bu iki parti, AKP ile MHP yeni hükümeti kurarlarsa?. Yandı gülüm keten helva!

IMF politikaları suya düşer, artık ekonomiyi iki Derviş bile kurtaramaz.. Böyle bir koalisyonu denetlemek veya direksiyondan kovmak için bir MGK yetmez!

İşte bu nedenle toplum mühendislerimiz adeta panik içinde harıl harıl çalışıyorlar. "Merkez sağı" ve "merkez solu" birleştirmek için telaşlı bir çaba içindeler. Yapılacak iş çok, zaman dar. Ama acele işe şeytan karıştığı için, hızla üretilen projeler aynı hızla eskiyor. Bu telaşla DSP'ye erken doğum yaptırdılar.

Medya gücüyle bir traş bıçağı veya temizlik tozu gibi ünlendirilip umut diye politika sahnesine sürülenlerin başında Derviş geliyor. Derviş, istenen "merkezi" oluşturmak için, şu neresinin sol olduğunu bir türlü anlıyamadığımız "sol" ve sağ partiler arasında bir derviş gibi gidip geldi. Ama Ecevit'in bilinen inadı, Baykal'ın bilinen huyları, İsmail Cem'in ise henüz taze ve büyük olan düş ve hayalleri nedeniyle başarısız kaldı. YTP'ye katılmayınca "Yeni Oluşum" ofsaite düştü.

Derviş, bir yandan Ecevit'e övgüler yağdırırken, öte yandan CHP'ye katıldı ve katıldığı gün, "CHP iktidara gelirse ülkenin tüm sorunlarını çözecek," dedi.

Ne güzel!

Ya Derviş'te sihirli bir değnek var, ya CHP'de bilmediğimiz bir hazine..

Bu durumda ne olacak? Efendilerin seçenekleri giderek azalıyor. Bu saatten sonra, eğer mucizeler olmazsa, seçime bu manzarayla girilecek demektir. İstanbul sermayesi, tekelci basın, IMF ve Dünya Bankası, AKP'ye alternatif olarak mecburen CHP'yi destekliyecek..

Peki Kemalistler ne yapacak? Onlar Atatürkçü CHP'ye mi, IMF'ci Derviş'e mi oy verecekler? Bu da herhalde liberal-kemalist sentez… Eğer çok sıkıntı çekerlerse ya MHP'ye, ya Perinçek'e oy versinler. Onlar safkan milliyetçi ve de kuvayı milliyeci!..

İşte 3 Kasım seçimleri öncesi Türkiye'de politikanın durumu..

Marksist sol mu? Onun hesabı yapılmıyor.. Kürt hareketi mi? O da HADEP'le sahnede ve HADEP'in geldiği noktada herhangi bir düzen partisinden farkı yok. Üniter devletçi, "demokratik cumhuriyet"çi ve anadilde kursçu.. Ne diye hala bazıları onu tehlike gibi görüp gösteriyor, anlamak mümkün değil!

Böylece Türkiye politikası, ünlü şeytan dairesinin içine düşmüş gibi, biri daireyi bozmadıkça oradan çıkamıyor.

Peki sorun ne, ya da bu daire nasıl bir şey? Nasıl oluyor da AKP yüzde 20-25 oyla milletvekilliklerinin yüzde 50'den fazlasını çıkarabilirmiş? Bu nasıl sistem ve bunu kim yaptı?

Bu sistem Turgut Özal'ın cingözlüğünün bir eseri. O zaman bu sistem sayesinde % 36 oyla parlamentoda kendisini tek başına iktidara getiren bir çoğunluk sağlamıştı ve buna dayanarak cumhurbaşkanı da oldu. Şimdi ise aynı sistem yüzünden partisi ANAP baraja takılma riskiyle yüz yüze..

Yani kuyu kazan kendi düştü..

Ya daha önce baraja takılan CHP ve şu anda aynı riskle yüz yüze olan öteki partiler; DSP, DYP ve başkaları?.. Onlar da Özal'dan sonra iktidara geldiler ve Evren Anayasası'na dokunmadıkları gibi bu sisteme de dokunmadılar. Çünkü yüzde 10 baraj solu ve Kürtleri, hatta İslamcıları, yani efendilere göre radikal olan "marjinalleri" parlamento dışında tutmak içindi.. Bu adeta bir ulusal politika idi. Öyle olduğu için kimse dokunamadı ve bugün bile, kendileri baraja takılma riskiyle yüzyüze iken bile dokunamıyorlar.. Acaba çarpılırlar mı?.

Şu "demokratik" sisteme ve şu "demokratlara" bakın hele! Vatandaşın bir bölümünün sesinin parlamentoya yansımaması için nasıl çırpınıyorlar, ne engeller, ne tuzaklar koyuyorlar!. Hatta, bu uğurda, eğer baraj da işe yaramazsa, Anayasa Mahkemesi'ni ve DGM'leri imdada çağırıyorlar. Çatlak seslerin dokunulmazlıklarını kaldırıp bir çırpıda zindana yolluyorlar..

Oysa AK Parti'nin eğer yüzde 20 ile tek başına veya bir koalisyon biçiminde iktidar olmasını istemiyorlarsa, kendi partileri de dahil, büyük bir oy yüzdesinin parlamento dışı kalıp bir temsil ve meşruiyet sorununun yaşanmasını istemiyorlarsa, yapacakları şey barajı indirmek, hatta tümüyle kaldırmaktır. Bu durumda en az 8-10 parti parlamentoya girer ve onlar arasında bir değil, birkaç koalisyon şansı doğar.

Neden 1965 seçimlerinde olduğu gibi nisbi temsil ve milli bakiye sistemi olmasın? Türkiye İşçi Partisi o dönemde yüzde 3 oy almıştı ve 15 milletvekili çıkarmıştı. Neden bugün de herkes aldığı oya uygun biçimde parlamentoda temsil edilmesin?

Ama sola ve Kürt hareketine tuzak hazırlıyanlar şimdi o tuzaklara kendileri takılmaktalar. Toplum terzilerinin ördüğü düğümler şimdi kendi boğazlarına geçmekte.. Ne güzel! Bu da bir "suç ve ceza"dır..

Bu durumda ne değişecek? 3 Kasım seçimleri politik krize, belirsizliğe son verebilir mi? Besbelli hayır. Eğer frenleri patlamış kamyon bu gidişle daha da dağıtmazsa..

Türkiye'nin ekonomik ve politik krizlerle sarsıldığı son iki yıl içinde en çok duyduğumuz sözlerden biri politikada yenilenme, yeni yüzler, gençler, falan filan… Yakın dönem için böyle bir yenilik şansı var mı?

Demirel'in gitmiş, Ecevit'in de gidecek olması acaba bir yenilik mi? Onların yerine başkalarının gelmiş ve gelecek olması politika bakımından bir gençleşme mi olur?

Ya Baykal, İsmail Cem, Çiller, hatta Derviş ne kadar yeni?

Yenilik yaşa göre ölçülen bir şey mi? Yoksa eskimiş ve yanlış olduğu onlarca kez denenip kanıtlanmış eski politikaların yerine yeni politikalar ve yeni görüşler mi?

Bir genç ortaçağ kafalı, tutucu, ırkçı, softa ve bir ihtiyar çağdaş, aydınlık, pırıl pırıl görüşlerin sahibi olamaz mı?.

Örneğin Demirel ve Ecevit bu ülke bakımından ne zaman yeni idiler? Onlar, bazı nüans farklarıyla, kırk yıl önce de aynı politikaları izlemediler mi? Onlar kırk yıl önce de demokrat değillerdi. Kırk yıl önce de şoven ve baskıcı idiler.

İsmail Cem "Ben yeniyim, iyi başbakan olurum" diyor. Neden? Daha dün Ecevit'ten ayrıldığı için mi?

Ya Çiller? Dün, militarizmin bir maşası gibi yönetirken yeni mi idi? Şimdi de "Irak savaşı öncesi ben başbakan olmalıyım!" diyor. Dün "General Tansu" idi, anlaşılan şimdi "Mareşal Çiller" olmak istiyor.. Ne kadar demokrat ve çağdaş bir kadın!..

Mesele gençlikse, AKP lideri Erdoğan ve arkadaşları oldukça gençler. Erbakan ve Fazilet dönemini saymazsak iktidarın da taze adayları. Ama projeleri ne? Kürt sorunu konusunda farklı düşünüyorlar mı? Kıbrıs'la ilgili tavırları farklı mı? Demokrasi konusundaki projeleri ne? MGK'ya dokunabilecekler mi, askeri harcamaları kısabilecekler mi? Tüm bunlara dair olumlu bir işaret yok. Tersine, fincancı katırlarını ürkütecek en ufak bir söz ve davranıştan dikkatle kaçınıyorlar. Üstelik kendilerini kanıtlamak için söz konusu bayat, şoven, "ulusal" tekerlemelere zaman zaman vurgu da yapıyorlar. İktidara gelince durum farklı mı olacak? Hiç sanmam.

Ya Derviş, o ne kadar yeni? Bir buçuk yıldır yaptığı iş IMF politikalarını kararlılıkla uygulamaktı. Birinci adam olmaya bile cesareti yok. Bu arada kendisini bu göreve çağırıp yıldızının parlamasına yol açan, pili bitmiş, aslında geçmişte de hiçbir zaman sol ve çağdaş olamamış Ecevit'i övüp övüp göklere çıkardı. Şimdi de, artık CHP'li ve "CHP iktidara gelirse tüm sorunlar çözülecek!" diyor.

Sakın kastedilen yenilik Baykal olmasın?!.

Yurttaşın önüne sürülen mallar işte bunlar. Hepsi de eski elbiseler gibi. Birisi kirlenip eskiyince yurttaş dolaptan ötekini çıkarıyor. O kirlenip eskiyince de ötekini çamaşır sepetinden alıp sırtına geçiriyor. Anlaşılan bunlar eskinin yenisi…

Mübarek politika sahnesi değil, sanki bit pazarı.. Aklımıza ister istemez sokaklardaki eskicilerin çağrıları geliyor:

"Eskiler alırım, eskiler satarım!"

Bunu şöyle de değiştirmek mümkün: "Eskiler alırım, boyar, parlatır, yeniler satarım!.."

Bu ülkede yenilenme işte bu türlü oluyor. Daha doğrusu olmuyor, olamaz. Çünkü bu ülkede politikanın yolu tıkalı. Çünkü siyasetin nasıl olması gerektiğine efendiler karar veriyor.

Kimin iktidar, kimin muhalefet olması gerektiğine..

Kimin parlamentoya girip kimin girmemesi gerektiğine..

Kimin konuşma hakkı olup kimin olmaması gerektiğine..

Yani bu bir tür köleci demokrasi!

Ama hiç değilse ilk çağın köleci demokrasilerinde -efendi sınıflara özgü de olsa- özgür bir tartışma ortamı, parlak bir fikir ve sanat hayatı vardı. Bunda o da yok.

(*) Dema Nû gazetesinin 36. sayısından alınmıştır.

 
PSK Bulten © 2002