"Kürdistan" adını yasaklamaya kalkışan
utanmazlara:
Türkiye adı ne zaman
ortaya çıktı?
Kürdistan adı ne zaman?
Cemil BARAN
Hani, sık sık, Türk devleti Kürt sorununu inkar
ediyor, çözümü için hiçbir adım atmıyor diyoruz
ya, galiba haksızlık ediyoruz!
Yani o kadar da değil..
Türkiye’yi yönetenler, adını söylemeseler de Kürt
sorununun varlığını pek iyi biliyorlar.
Aslında bu işi onlardan iyi bilen yok! Hatta çözüm
için de bayağı çaba harcıyorlar!.
Nasıl mı? Örneğin Kürtleri arasıra kırımdan
geçirerek, kitleler halinde sürerek..
Eğer bu uygulamalarla 20 milyon Kuzey Kürdünü yok etmek,
Kürdistan’ı tümden boşaltmak mümkün olmuyorsa, geriye
kalanın da dilini yasaklayarak.. Dilini yitiren bir halk
zaten kimliğini de yitirir.
Demek ki Türk devleti hiç de sorunu çözmek istemiyor, diyemeyiz!
O kendince çözümleri deneyip durmakta...
Bu "çözüm" çabalarının ilginç örneklerinden
birini de son günlerde yaşadık.
Bu amaçla "Bölücü Örgüt"e yönelik 12 maddelik bir
çözüm paketi sunuldu.
"Bölücü Örgüt" dedikleri malum..
Ya önerici hangi kurum? Hükümet mi, Genelkurmay mı,
MİT mi? Yoksa bir uzatmalı çavuş mu?. O tam
belli değil.
"Devletin güvenlik güçleri" deniyor. Yani devlet..
Demek ki "yüce ve kutsal" Türk devleti, "bölücü"
ve de "terörist" dediği "örgütü"
basbayağı muhatap alıyor.. Alsın alsın..
Peki öneriler ne? Şöyle şeyler:
* Kürdistan adını kullanma! Doğu ve Güneydoğu
Bölgemize "Kürdistan" deme! Bunu parti adından
çıkar.. Bu ismi MED TV'de ve öteki yayınlarında
kullanma..
* Kürdistan haritasını yayınlarında kullanma!
* ”Kürdistan Ulusal Kongresi” denen kuruluşu dağıt!
* Silahlı güçlerini dağıt! Dağdakiler
silahlarıyla birlikte gelip toptan teslim olsunlar.
* Bu da yetmez; Kürtçe eğitim, hatta Kürtçe konuşma
ve benzeri istemlerden vazgeç!
* Türk kimliğini üst kimlik olarak kabul et, yani kendini
Türk say!
İstekler, ya da buyruklar, bu minval üzere devam ediyor.
Ve devletin ne idüğü belirsiz sözcüsü ya da kurumu şunları
da ekliyor:
"Madem ki Kürt devletinden vazgeçtin, Türkiye`nin bölünmesine
karşı olduğunu, üniter devlete bağlı
olduğunu söylüyorsun, mademki barış ve demokrasi
istiyorsun, o zaman bunları yaparak samimiyetini göster.
Bunlar olursa biz de düşünürüz...
Ne hoş öneriler değil mi? Bunlar olduktan sonra
elbette sorun temelinden çözülür. Ortada ne Kürt sorunu kalır,
hatta, ne de Kürt!
Peki örgüt buna ne cevap veriyor? PKK Başkanlık
Konseyi sözcüsü olarak Osman Öcalan, "muhatap alınmış
olmaktan" pek memnun, adeta ağzı kulaklarında,
şöyle diyor:
"Elbet bunlar olabilir!.."
Sonra ekliyor:
* Ama başkanımızın sağlığına
özen gösterilmeli.. (Elbet onun sağlığı
her şeyin başı!)
* Kürdistan coğrafi bir isimdir. Onu kullanırken
kötü bir niyetimiz yok..
* Anadilde eğitim için dilekçe vermek anayasal bir haktır..
* Silahlarımızla birlikte gelip teslim oluruz ama,
bir genel af çıksın. Kimse dağdan inip hapse
girmek istemez..."
Demek ki ayrılık noktaları oldukça azdır
ve bir uzlaşma ihtimali yüksektir!.. En önemli ayrılık
noktaları da, kuşkunuz olmasın, "Başkan’ın
sağlığı" ve genel aftır...
Bu ikisi olursa iş kolay!
Tabi Apo da İmralı’dan devreye giriyor ve şöyle
diyor:
”Kürtçe eğitim ve kimlik konularında devletin
bize izin vermesinden ziyade, mahallelerde, köylerde özel
öğrenme evlerinin kurulması daha iyi olur.”
(Özgür Politika, 19 Ocak 2002).
Bu sözler açık. Yine de daha açık bir Türkçeye
tercüme edelim: Apo, Kürtçe eğitim ve kimliğin tanınması
istemini devlet kabul etmese de olur; böyle şeylere boş
verin, mahalle ve köylerde ”özel öğrenme evleri” ile
yetinin, diyor.
Tabi yüce Türk devleti buna da izin verirse!.
Daha sonraki bir ”mesajında” ise Öcalan (Apo), bu işe
daha da açıklık kazandırıyor:
”Gençler kendi kültürlerini, dilini, tarihi öğrensinler.
Bu resmen de olabilir, kendi imkanlarıyla da olabilir.
Ne devlete isyan ne de yalvarma şeklinde dil sorunu öne
çıkarılmamalı. Bu devletle çatışmaya
dönüştürülmeden mutlaka demokratikleşmeye hizmet
eden bir biçim kazanmalı. Sivil ekonomi, sivil siyaset,
sivil kültürel oluşumlar yaratarak çözüme gitmeliyiz.”
(Özgür Politika, 25 Ocak 2002).
Arif olan için bu sözler şu demektir: Şu andaki
dilekçe kampanyası devlete bir ”isyan ve yalvarma” (bu
ikisi nasıl birarada oluyorsa?.) gibidir, vazgeçin!.
Dilinizi, tarihinizi öğreninin; ama bu resmen, okullarda
olmadan da olur. ”Resmi değil, sevil” olsun.. Demokrasiye
hizmet için devletle çatışmayın!”
Demek ki Kürt sorununa ilişkin olarak devletle Apo arasında
hiçbir görüş farkı yoktur. Bu sorun hallolmuş
bile!
Evet sevgili okurlar, "yüce Türk devleti" ve PKK
açısından, Kürt sorununun çözümüne yönelik ”müzakereler”
-masa başında olmasa da- bu şekilde (”güvenlik
birimleri”nden, dağdan ve İmralı’dan gelen
karşılıklı ve dostane mesajlar yoluyla
cereyan etmektedir!
Onlara kolay gelsin!
Ancak bizim de, PKK'ya değilse bile, "Yüce Türk
Devleti"ne ve onun uzatmalı-uzatmasız çavuşlarına
bir çift sözümüz var:
Türk adı ne zaman ortaya çıktı biliyor musunuz?
Dediğinize göre, Orhun Yazıtları'yla. Kesin
değil ama, varsayalım ki öyle. Bu bin yıldan
biraz fazla bir zaman dilimidir. Oysa Kürt adı Milattan
çok önceden beri bilinmektedir (Sumer ve Asur yazıtlarında,
Roma ve Arap kaynaklarında). Kürtlerin, tarihsel olarak
bilinen 3-4 bin yıllık bir geçmişi var.
Bu coğrafya'da, yani Anadolu ve Trakya'da "Türkiye"
diye bir yer geçmişte var mıydı? Yoktu. "Türkiye"
adı, Cumhuriyetle birlikte ortaya çıktı ve
topu topu 78 yıldır!
Ama Kürtlerin yurdu anlamında ”Kardaka” olarak 4 bin
yıl önceki Sumer yazıtlarında, yine aynı
anlamda ”Korduene” olarak Urartulardan bu yana tarihi kaynaklarda
adı geçiyor. ”Kürdistan” olarak ise Büyük Selçuklular
döneminden, yani bin yıla yakın süreden beri var;
hatta tarihler, bu ismi sözkonusu eyalete bizzat Sultan Sancar’ın
verdiğini yazar. Osmanlılar da bu adı kullandılar.
Örneğin Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman..
Türkler Kürdistan'a ve Anadoluya ayak basalı 1000 yıl
kadar oldu. Geldikleri zaman burada bir "Türkiye"
veya "Türkistan" yoktu. Ama Kürdistan
vardı. Kuzeye doğru Ermenistan, Batıya
doğru Bizans, yani Rumistan, güneye doğru
Arabistan, kuzeyde Karadeniz kıyısında
ise Lazistan vardı.
Osmanlı Meclisi Mebusanı'nda ve Ankarada toplanan
ilk Millet Meclisi'nde bile, bu bölgenin temsilcileri resmen
"Kürdistan Mebusu", "Lazistan Mebusu"
gibi sıfatlar taşıyorlardı.
Ve baylar, siz, Ermenileri kırımdan geçirip, kitleler
halinde sürüp varlıklarını bu topraklarda yok
ettiniz.
Rumları, bir bölümünü kırıp, gerisini kitleler
halinde sürüp bu topraklarda yok ettiniz.
Türkiye sınırları içindeki Lazları, Çerkezleri,
Çeçenleri, abazaları, Arapları, Arnavut ve Bulgarları,
levantenleri ve başkalarını büyük ölçüde asimile
edip Türkleştirdiniz.
Hatta Kürtlerin bir bölümünü bile, Batıda ve kent merkezlerinde
kendinize benzettiniz.
Bugün Türk dediğinizin yüzde 95'i, belki de 98’i, Tanrı
bilir ki Türk değildir! Yani "yüce Türk soyu, kanı,
bilmem nesi" üstüne söyledikleriniz tümüyle bir safsatadır.
Ama hala bu ülkede "Doğu ve Güneydoğu"
dediğiniz bölgenin, yani tarihi Kürdistan'ın Kuzey
Parçası'nın halkı, yüzde 90 gibi ezici bir
çoğunlukla Kürttür. Ve Batıdaki Kürt nüfusuyla birlikte,
Türkiye sınırları içindeki toplam Kürt nüfusu
20 milyonu aşmaktadır. (Ortadoğu'da bir bütün
olarak ise 40 milyonu..)
Ve siz kalkmışsınız, bize "Kürdistan
adını kullanmayın, Kürtçe eğitim ve Kürtçe
konuşma istemlerinden vazgeçin” diyorsunuz!
Siz de hiç utanma yok mu?
Dağdaki gelir bağdakini kovar diye işte tam
buna derler!
Ama şunu iyi bilin, bizi ne kovmakla, ne kırmakla
bitiremezsiniz. Siz ne Kürt ulusunu, ne Kürdistan’ı yok
edemezsiniz.
Kürdistan büyük lokmadır, boğazınızdan
geçmez; özellikle de bu çağda, böylesi bir dünyada..
Yapacağınız en akıllaca şey, Kürtlerle
iyilikle uzlaşıp bu soruna eşitlik temelinde
adil bir çözüm bulmaktır. Bu ise federasyondan başkası
değil.
Yoksa, bir gün Kürdistan adını Ankara'daki bir
büyük elçiliğin kapısına kendi elinizle yazmak
zorunda kalabilirsiniz..
Ama, öyle yapın ki, öylesi bir durumda bile yüz yüze
bakacak halimiz olsun. Sizin bu tavrınız, bu zulmünüz,
bu aşağılayıcı tutumunuz korkunç
derecede tiksinti ve nefret verici...
|