Teşbihte Hata Olmasın
Diye...
Casım Rênas
Atasözleri, görüşlerimizi ya da herhangi bir konudaki
fikirlerimizi kısa yoldan dile getirmemize yardımcı
olurlar.
Konuşurken sohbet ederken sık sık atasözlerine
başvurururuz, muhatabımız kırılmasın,
alınmasın diye de “sözüm meclisten dışarı”
ya da “teşbihte hata olmaz” deriz.
Ben bir kısım Kürt aydınının “Kral”dan,
gelen haksız eleştiri ve hatta hakaretlere sessiz
kaldıklarını, “Kral haklı biz bunu hakediyoruz,
kendimize çeki düzen vermemiz gerekir” dediklerini, “Uluları
böyle diyorsa mutlaka bir bildiği vardır” diye düşündüklerini
biliyorum. Aynı kesimin “ötekilerin”, “tükürükle boğulasıcaların”
haklı eleştirileri karşısında alıngan
olduklarının, celallendiklerinin, ellerinden gelse
onları bir kaşık suda boğmak istediklerinin
farkındayım.
Bu alıngan aydınlarımızla gereksiz tartışmalar
girmek istemiyorum. Bunun ne yeri ne de zamanı. Bu nedenle
kimse alınmasın istiyorum. Gereksiz polemiklere
yol açmasın diye, hoşgörünüzü de sığınarak
bu yazıdaki atasözünü değiştireceğim.
Atasözün orijinalini merak edenler, e-mail adreslerini bana
bildirirlerse kendilerine söylerim.
Son günlerde, Kürtlere ait bazı internet sitelerinde
yer alan yazılar bana, Türkçeye “Ağaya Bir Şey
Söylemeye Cesareti Yok, Uşağına saldırıyor”
diye çevirebileceğimiz bir Kürt atasözünü hatırlattı.
Söz konusu yazılarda PKK basın-yayın organlarında
köşesi olan, televizyona çıkan solcu Türk yazar
ve aydınlar eleştiriliyor. Eleştiriler haklı
mı haksız mı? Yazımın konusu bu değil.
Ama eleştirilerde sözkonusu Türklere haksızlık
ediliyor. Çünkü o insanlar gazete köşelerini zorla işgal
etmediler, televizyona çıkmak uğruna silahlı
mücadele yürütmediler. Onlar o postlara eski adı “ulusal
Önder” yeni adı “Halk önderi” olan Kral tarafından
atandılar. Elhak onlar da görevlerini yerine getirmek
için canla başla çalışıyorlar!...
Bunun böyle olduğunu görmek için, tekrar da olsa, gelin
eleştirileri kaleme alanların da bildiği bazı
avukat görüşmelerine birlikte bakalım.
Öcalan, aynı zamanda Sosyalist Demokrasi Partisi yönetisi
olan bir avukatına yönelik “Türk solunun reel sosyalist
yaklaşımlarla devleti yadsıma anlayışları
yanlış ve kendi kendini kandırmadır. Bunları
siz televizyonlarda, panellerde bol bol işleyebilirsiniz.
Buralar size açıktır. (...) Sizinkiler televizyona
çıksınlar, gazetede yazsınlar (...) Gazete
ve televizyon emrinizde” diyor. (04.08.2004 tarihli görüşme)
Şunlar da Öcalan’ın avukatları vasıtasıyla
gönderdiği talimatlardan: “Demir Küçükaydın TV’de,
gazetede benim demokrasi ve sosyalizm anlayışımı
açıklayabilir. Çalışır, kendisi önerdi,
ben de evet dedim. Gazeteye yazıyor değil mi? (Evet.)
“ (09.06.04 tarihli görüşme)
“Ne demek. Remzi derhal televizyonun başına geçecek.
Özgür Politika için de dürüst bağlı biri gerekiyor.
Bu konuda öneriniz var mi? (Gazeteyi de Remzi yapabilir.)
Yok. Özgür Politika’nın başına Remzi, uygun
bulduğu birini düşünsün. Önerisini bana getirirsiniz.
Buradaki gazeteyi de düzenlemek lazım. (...) Pınar
Selek olabilir mi? (Olabilir.) Kafası çalışan
bir kadın. Pınar buradaki gazetenin genel yayın
koordinatörü olsun. Kendi ekibini oluştursun.” (19.05.04
tarihli görüşme)
Bunlara bir de Öcalan’ın avukatları vasıtasıyla
sözkonusu eleştiri oklarına hedef olanlardan Metin
Ayçiçek, İrfan Cüre ve benzerleriyle haberleşip
selamlaştığını da eklersek tablo
tüm çıplaklığıyla açığa çıkar.
Bu tablo, eleştiriler için hedef tahtasına kimin
konulması gerektiğini açıkca ortaya koyuyor.
İmralı’dan gönderdiği emirlerle gazete ve televizyona
“bağlı” kişileri atayan ve onlara kendi ekiplerini
oluşturmaları talimatını veren Öcalan’ı
ve O’nun görüşlerini eleştirme cüretini gösteremeyenler,
atasözünde olduğu gibi, krala bir şey söyleme cesareti
olmayanlar, “ağanın uşaklarını” eleştiriyorlar.
.
İnternet sitelerinde sözkonusu yazıları kaleme
alan aydınlar, sadece “uşakları” değil,
başkalarını da eleştirilebilirler elbet.
Ama bu biçimiyle inandırıcı olurlar mı?
Hiç zannetmiyorum.
Aydın olmak, pahallıya mal olsa bile doğru
bildiğini söylemektir; halkın desteğini kazanmış
olsa da yanlıştan, güçlüden yana olmamaktır.
Aydın tabulara dokunan, “Kral Çıplak” deme cesaretini
gösterendir.
Bugün Kürtlere gerekli olan, duymak istediklerimizi kulağımıza
fısıldayan, bizlere hoş şeyler anlatan,
seroklarımızın söylediklerine kılıf
bulmayı kendine görev edinen aydınlar değil,
doğruları söyleyen, gerçeği bulmamıza
yardımcı olan ve bu amaçla bizi kışkırtanlardır.
Düne göre daha iyi bir noktada olmamıza karşın,
sadece sömürgecilerin değil kendi krallarımızın
da çıplak olduğunu söyleme cesaretini gösteren aydınlarımızın
sayısı hem fazla değil, hem de onlar hayatlarını
idame ettirme de dahil, birçok zorlukla boğuşmak
zorundalar.
Kralı bir yana bırakıp hizmetkarlarıyla
uğraşanlar aydın olmanın gereklerini yerine
getirmiş olmuyorlar.
Böylelerinden ziyade bizleri kendi seroklarımıza
da karşı kışkırtanlara ihtiyacımız
var. Böylesi aydınlarımızın çoğalması
için, kendilerine sahip çıkmak gibi bir görevimiz de...
casimrenas@demanu.com.tr
|