Bir 8 Mart daha geleneğe
uygun geçti…
CEMALİ
Bu ülkede iki türlü bayram ve anma günü vardır: Biri
ezenlerin, biri de ezilenlerin.
Birinciler devlet tarafından ilan edilmiş, benimsenmiş
resmi günlerdir ve devlet koruma ve kollamasında, bayraklarla,
marşlarla, mehter yürüyüşleriyle, alayı vala
ile kutlanır. Bir sakıncası yoktur. Cumhuriyet
Bayramı, 19 Mayıs, 30 Ağustos, İstanbul’un
Fethi, İzmir’in “Kurtuluşu” ve benzeleri…
İkinciler ise ezilenlerin kutladığı ya
da andığı günlerdir. 1 Mayıs (İşçi
Bayramı), 21 Mart (Newroz), 1 Eylül (Dünya Barış
Günü) ve 8 Mart (Dünya Kadınlar Günü) gibi…
Bu ikincileri kutlamak son derece güç, sakıncalı
bir iştir: Sokağa çıkmayı, polis copu
ve tekmesi yemeyi, yerlerde sürünmeyi bazen de kurşunlanmayı
ve hapse girmeyi göze almayı gerektirir… Böyle günlerde
sokak ve alanlarda tam bir meydan muharebesi verilir; polis
ve asker, bayramı ve anma gününü engellemek için, bu
günleri kutlamak isteyen kötü yurttaşlara kahramanca
saldırır ve onlara gereken dersi verir…
Ayrıca, bir tür bayram ve anma günleri daha var ki,
bunları, ezenler gibi ezilenler de herhangi bir kazaya
ve belaya uğramadan kutlayabilirler. Bunlar Ramazan ve
Kurban Bayramı gibi dini bayramlardır. Yoksullar,
emekçiler inandıkları, yönetenlerin ise işine
geldiği için… Halkın bu dünyanın işleri
ile ilgileneceğine öbür dünyaya umut bağlaması
devletin işine gelir..
8 Mart bu yıl da, geleneğe uygun biçimde kutlandı:
yani tam bir meydan muharebesi veren polisin cop ve tekme
darbeleri altında… Yere düşen, artık yürüyemez
ve konuşamaz hale gelen, yani “suç işleyemez” durumdaki
kadınlar bile tekme ve coplarla tam anlamıyla ezilerek,
yerlerde sürüklenerek…
Tanrım, yanı başında insanlar bıçaklarla
doğranırken kılını bile kıpırdatmayan
kahraman polisimizde o ne kahramanlık duygusu, o ne heyecan,
o ne enerjiydi! İzinsiz olarak toplanan, izinsiz olarak
Pankart açan, bildiri okuyan, izinsiz olarak kadın haklarını
savunan, kadınlara dayak atılmamasını
isteyen 50-60 kişilik gruplar, işledikleri suça
bin pişman edildiler!..
Eşi menendi olmayan delikanlı başbakanımız,
İçişleri, Dışişleri ve Adalet bakanlarımız
da, sö konusu “provokatörlere” karşı haklı
olarak polisimizi savundular. Polisi eleştirenlerin kötü
niyetini ortaya koydular. Adeta, hani şu bıçkın
jilet satıcısının üslubuyla:
“Burası Türkiye, yok öylee!..” dediler.
Evet, AB yolu MB yolu da durumu değiştirmedi, değiştiremez!
Huylu huyundan vazgeçemez!
Polisimiz eski polis, yöneticilerimiz eski yönetici… kafa
eski kafa, cop eski cop, tekme eski tekme!..
Eski hamam, eski tas!..
Kimse bu asil milletin asli özelliklerini değiştiremez!
Belki değişen bir tek şey var: o da dün okuduğu
bir şiir yüzünden hapse atılan, ezilenlerin ve “zencilerin”
safında gibi görünen delikanlının, başbakan
olduktan sonra ezenleşmesi ve beyazlaşması…
Irak Parlamentosu’nda 85 kadın mebus…
Türkiye’yi yönetenler Irak seçimlerini küçümsediler, demokratik
değil, dediler.
Oysa terör bir bölüm yurttaşın oy vermesini engellese
bile, bu seçimi düzenleyenlerin ve hayata geçirenlerin suçu
değildi.
Bu seçime, komünistinden İslamcısına kadar
tüm siyasal partilerin yanı sıra, Türkmen ve Asuri
partileri de serbestçe katıldılar. Türkiye’deki
gibi yüzde 10 barajları olmadığı, nisbi
temsil uygulandığı için, düşük oy alan
partiler bile parlamentoya ve yerel yönetim organlarına
temsilci gönderebildiler. Örneğin yüzde birin altında
oy alan Türkmen Cephesi, 275 kişilik parlamentoya 3 milletvekili
gönderdi.
Daha da önemlisi, kadınlara tanınmış
olan üçte bir oranındaki kadın kotasıydı.
Bu yüzden bu seçimlerde Irak parlamentosuna 85 kadın
seçildi, yani üçte bir oranında…
Peki, 500 kişilik Türk parlamentosunda kaç kadın
üye var? 24. Yani yüzde 5 bile değil…
Kadınlar 8 Martı da Irak’ta, özellikle de Güney
Kürdistan’da özgürce, bir bayram havasında kutladılar.
Polis ve asker onlara sadece yardımcı oldu.
Kadınların sayısı Türk parlamentosunda
ne zaman yüzlere ulaşacak?
Peki Kürt adını taşıyan bir parti bu
ülkede ne zaman olacak, ne zaman özgürce seçimlere girebilecek?
Türkiye ne zaman bu yüksek barajı, hadi nisbi temsil
şurda kalsın, yüzde 2’ye-3’e indirecek?
Kürtler ne zaman kendi dillerini –Türkmenlerin Irak’ta ve
Güney Kürdistan’da yaptığı gibi- seçim propagandasında,
TV’de serbestçe kullanacaklar?
Ne zaman –Güney Kürdistan’daki Türkmen okulları, kolejleri
gibi- Kuzey Kürdistan’da da Kürt ilkokulları, liseleri,
kolejleri, üniversiteleri olacak? (Güney Kürdistan’daki Türkmenler,
sayıları 50 bin, kıyamet kopsa 100 bin kişilik,
yani yüzde 1-2 dolayında küçük bir azınlık.
Kürtler ise Kuzey Kürdistan’da, yani kendi ülkelerinde nüfusun
yüzde 90’ını oluşturan bir ezici çoğunluk,
tüm Türkiye’de ise nüfusun üçte biri, yaklaşık 20-25
milyon…)
Ne zaman 8 Martlar, Newrozlar, 1 Eylül Barış Günleri
ve 1 Mayıslar özgürce kutlanacak?
Son bir haber: Türkmen Cephesi’nden biri Kerkük Vali Yardımcılığına
seçilecekmiş. Öneriyi ise il meclisinde çoğunluğu
oluşturan Kürtler yapmış…
Peki Türkiye’de ne zaman bir Kürt, kendi kimliği ile
vali ya da vali yardımcısı olabilecek?.. Bunun
için lütfe de gerek yok, Kürtlerin oyları böylesine onlarca
vali ve vali yardımcısı seçmeye yeter…
Demokrasi lafla değil, işte bunlarla olur.
Hitler’in kitabı…
Hitler’in “Kavgam” adlı kitabı Türkiye’de iyi satıyormuş
ve bu iş Almanları hem şaşırtmış,
hem de endişeye sevk etmiş…
Oysa bunda, endişeyi bilmem ama, şaşıracak
bir şey yok. Burası tam da Hitler’in çok okunacağı
bir ülkedir. Burada Hitler’in yığınla öğrencisi,
hayranı var. Irkçı ve faşist örgütler, dernekler,
yayınlar gırla gidiyor…
Irkçı ve faşist parti, MHP, dün parlamentoda, hatta
hükümette idi; yarın yine olur.
Yalnızca o omu? “Demokratik sol” geçinen DSP’nin, “sosyal
demokrat” geçinen CHP’nin MHP’den bir farkı mı var?.
DYP’nin başında da, kendi deyişiyle, binlerce
gizli operasyona, cinayete, komploya imza atmış
bir kontrgerilla adamı, bir faşist var.
Ya öteki düzen partileri, liderleri, piyasadaki çoğu
yazar-çizer?..
Bu ülkede ırkçılık ve faşizm toplumun
ve devletin tüm gözeneklerine işlemiş, kurumlaşmış.
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbeleri neyin
nesiydi; devletin daha da faşistleşmesi, ırkçılığın
daha da boylanması değil mi?..
Bu ülkenin temelinde ırkçı bir hars var. Hitler’in
örnek aldığı soykırımlar var…
Bu ülkenin anayasası, AB adaylığı hatırına
yapılan tüm göstermelik değişikliklere rağmen
hala ırkçı bir dibaceyle başlar.
Bu ülkenin Siyasi Partiler Kanunu, Türk kültüründen başka
bir dil ve kültürün varlığından söz etmeyi
siyasi partileri kapama nedeni sayar.
Bu ülkede ülke nüfusunun üçte birini oluşturan Kürt
halkı hala zincire vuruludur ve rejim, sınırın
öbür yanındaki Kürtleri de ezip susturmak için can atıyor.
Almanlar neden şaşırıyorlar. Onlar, İngilizler,
Fransızlar ve tüm ötekiler bunun öteden beri böyle olduğunu
bilmezler mi?..
Bu ülkede doğaldır ki Hitler’in “Kavgam” adlı
kitabı çok okunacak.
Buna şaşanlara şaşarım!
Ben Türk karşıtı mıyım?
Türk basınında yine ilginç bir haber: “Türk karşıtı
senatör siyaseti bıraktı…”
Amerikalı, Demokrat Partili bir senatörden söz ediliyor.
Adı Paul Sarbanes, Rum kökenli…
Rum kökenli olunca Türk basınına göre, “doğal
olarak” Türk karşıtı…
Yazıyı okuyorum. Aslında Sarbanes iç politikada
son derece liberal, demokrat bir kişiymiş. Ama Senatoda
“Ermeni ve Rum yanlısı kimi önerileri” desteklemiş…
Bu “Rum ve Ermeni yanlısı” önerilerin ne olduğunu
anlamak zor değil. Örneğin Ermeni soykırımının
bir gerçelik olduğunu söylüyor ve Türkiye’nin bu gerçeği
kabul etmesini istiyorsanız, ya da Kıbrıs’ta
Türk işgaline karşıysanız, Türk yönetici
sınıfı ve basını sizi Türk düşmanı
sayacaktır.
Oysa bu Türk düşmanlığı değildir.
Ben de her iki konuda aynen Bay Sarbanes gibi düşünüyorum.
Türk rejiminin Kürtleri de birçok kez soykırımdan
geçirdiği görüşündeyim. Türkiye’nin Kürdistan’daki
varlığını da işgal olarak görüyorum.
Kürt halkının hak ve özgürlüğünün gasp edildiği
görüşündeyim. Gerçek de budur.
Ama bütün bunları söylemek Türk düşmanlığı,
ya da karşıtlığı değildir. Ben,
bu kötü şeyleri yapan, Ermenileri kıran, Rumları
göçerten, Kürdistanı yakıp yıkan ve benim halkımı
kaç kez kırımdan geçiren, bizi göçmen durumuna düşüren
rejime, yönetici sınıfa, bu işte sorumluluğu
olanlara, bu durumu savunan ırkçı ve faşistlere,
sömürgecilere düşmanım.
Buna karşılık Türkler arasında bu tür
zulümleri, suçları, baskıları onaylamayan,
aydın ve demokrat, vicdan sahibi pek çok candan arkadaşlarım,
dostlarım var.
Ben, büyük çoğunluğuyla emekçi, yönetilen Türk
halkının kendisinin de bu zorba rejimin kurbanı
olduğu, ezildiği, sömürüldüğü, aldatıldığı
kanısındayım ve onlara dostum.
Kısacası ben, zulüm rejimiyle halk, zalimle mazlum
arasına kalın bir hat çekiyorum. Kanımca zulmün,
haksızlığın faili ve sorumlusu olmayan
her Türkün de bu hattı çekmesi gerekir.
Diğer bir deyişle Türk var Türk var… Kötü ve zalim
Türklere karşı olmak tüm Türklere karşı
olmak değildir. Kötü ve zalimler ise, her toplumda şu
veya bu oranda vardır.
Günahsız insanlar kendileriyle zulüm rejimi arasına
bir hat çekmesini bilirlerse sorun yok; ama zulüm rejiminin
yaptıklarına körü körüne sahip çıkarlarsa var.
Günahsız Türklerin kendileri bu işin ne kadar bilincinde,
o da ayrı mesele…
|