* Hortlak
* Ecevit Sezer’le ne konuştu?
* AKP ne yapmak istiyor?
C E M A L İ
H O R T L A K
Bay Ecevit’in siyasetteki son dönemi tam bir komedi idi.
Dile düşmüş, alay konusu olmuştu. Ben bunun
dört perdelik piyesini de (Telefon) yazdım. Ama o, neler
yaptığının farkında olmayan bir ihtiyarın
(hadi bunak demeyelim, ayıp olur!) inadıyla, bir
yandan başbakanlık, diğer yandan parti başkanlığı
postuna yapışmış, bir türlü bırakmıyordu.
Sonunda çarnaçar bırakmak zorunda kaldı; ama başbakanlık
işlerini de kendi partisini de perişan ettikten
sonra…
Bay Ecevit’in bir ayağı çukurda. Kendisini artık,
hayata değilse bile, siyasete veda etmiş sanıyorduk.
Ama hiç de öyle değil. Arada bir gazete sayfalarına,
televizyon ekranlarına arzı endam ediyor, bulunmaz
Hint kumaşı “fikirler”ini açıklıyor…
Ecevit arada bir hortluyor!
Birkaç gün önce de, Türk özel timlerinin Iraklı “direnişçiler”
tarafından Musul yöresinde tuzağa düşürülüp
öldürülmesi nedeniyle kopan karmakarışık gürültünün,
kendisine düşman arayan dizginsiz bir öfkenin ardından,
Ecevit de mezarından doğrulup “Ordumuz Kuzey Irak’a
girmeli!” diye emir ve hikmet buyurdular…
Aslında düşman belli: ABD ve özellikle de Güneyli
Kürtler! Özel timleri, Türk medyasının, Türk sağ
ve solunun ağızbirliği halinde “direnişçi”
deyip göklere çıkardıkları, el altından-el
üstünden tüm güçleriyle destekledikleri kelle avcısı
teröristler öldürdü; ama öfkeler, suçlamalar, tehditler, her
zamanki gibi Kürtlere yöneldi..
Ecevit bununla da kalmadı, Cumhurbaşkanı Sezer’i
ziyaret ederek ordunun bir an önce “Kuzey Irak’a” girmesi
gerektiğine dair akıl verdi. Adamda maşallah
akıl çok… “Biz girmesek onlar (Kürtler) buraya girecek!”
dedi…
Vay Davay’lı “Kürt Mustafa Bey”in veledi Ecevit, vayy!”
Ya bu adamın Kürtlüğünde bir yanlışlık
var, ya da bu adamda korkunç bir aşağılık
duygusu. Kendi aslının bilinmesinden duyduğu
büyük korku ve tedirginlikle, efendilerine yaranmak için akıl
almaz şeyler yapıyor. Kürtleri yıllar yılı
ezen, onları aşağılayan Türk rejimi, Kürtler
arasında işte böylesine aşağılık
türler yarattı.. Ecevit tek örnek değil.
Dedesi bir Kürt isyanı sırasında idam edilmiş
olan Şeyh Kamran İnan da bunlardan biridir. Daha
birkaç gün önce AB karşıtlarının korosuna
katılıp “AB adım adım Sevr’i hayata geçiriyor,”
dedi…
Türk devleti de, ta Osmanlı’dan beri süregelen bir kurnazca
siyasetle, aslını inkar edip kendisine iyi hizmet
edenlere dolgun keseler ve iyi postlar sunuyor. Baksanıza,
Türkçeyi bile ancak kaşını gözünü yarıp
konuşabilen Abdülkadir Aksu’yu, Kürtlüğüne bakmadan
bekçibaşı yaptılar…
Ecevit Sezer’le ne konuştu?
Sevgili okurlar, Hint kumaşı Ecevit’in Cumhurbaşkanı
Sezer’e nasıl bir akıl verdiğini, neler konuştuğunu
biliyor musunuz? Basına fazla bir şey yansımadı.
Ama benim de kargalarım vardır… Onlar “Ecoyê Qırok”un
neler söylediğini, Çankaya Köşkü’ndeki diyalogu
bana bir bir ilettiler. Her şey aşağıdaki
gibi cereyan etti:
Ecevit: Sayın cumhurbaşım!
Sezer (“cumhurbaşı” lafına başını
sallayıp gülümseyerek): Buyrun Sayın Ecevit…
Ecevit: Bana zaman ayırdığınız için
çok teşekkür ederim.
Sezer: Çankaya’nın kapısı size her zaman açıktır…
Ecevit: Ne yazık ki hiç açık olmadı!
Sezer (hayretle): Nasıl yani?
Ecevit: Yani efendim, üniversite diplomam olmadığı
için…
Sezer: Haa, şu mesele…
Ecevit: Olsa, sizin yerinizde şimdi herhalde ben olurdum…
Sezer (bozulmuş ve başını sallayarak
mırıltı halinde konuşur): Tövbe tövbe!..
İnşallah muradın başka sefere olur!
Ecevit: Anlamadım?
Sezer: Buyrun Sayın Ecevit, sizi dinliyorum!
Ecevit: Efendim, şu Güney Kürdistan’dan, pardon, yani
Kuzey Osetya’dan söz edecektim…
Sezer: Kuzey Osetya mı dediniz? Ne olmuş oraya?
Ecevit: Osetya mı dedim? Yaşlılık işte,
hoş görün! Aslında Samatya diyecektim. Yani Irak’ın
şeysi, efendim…Oraya ordumuz derhal giriş yapmalı!
Sezer: Neden?
Ecevit: Orada bir Kürt devleti kuruluyor, bunu önlemeliyiz.
Biz girmesek onlar ilerde buraya girer. Sebep bulmak ise mesele
değil. Baksanıza beş değerli özel timimizi
öldürdüler…
Sezer: Ama öldürenler onlar değil, Arap direnişçiler.
Ecevit: Amerikalılar ve Kürtler onları korumadı…
Sezer: Kendilerini de koruyamıyorlar. Baksanıza,
ardından Musul’da Amerikan üssünü vurdular, 24 asker
öldürdüler…
Ecevit: Onu biz yapmadık mı, sayın Sezer?
Sezer(şaşkın): Biz mi, o nasıl şey?
Ecevit: Ben de sanmıştım ki, bizim özel timler
karşılıkta bulundular, öç aldılar…
Sezer: Hayır efendim, kim söylüyor onu? Yok öyle bir
şey.
Ecevit: Yaa… Her neyse, ama Kuzey Irak’a mutlaka girmemiz
lazım!
Sezer: kolay mı, sayın Ecevit? Siz tecrübeli bir
devlet adamısınız. Dünya ne der? Hem Amarika
bırakır mı?
Ecevit: Dünyaya boş verin! Biz girelim, Amerika da bir
şey yapamaz. Tecrübeli olduğum için söylüyorum zaten.
Biz Karpuz adasını nasıl fethettik, nasıl
böldük? Amerika söylendi möylendi ama bir şey yapamadı…
Sezer: Herhalde Kıbrıs demek istiyorsunuz…
Ecevit: Ben de onu diyordum zaten, Karpuz adası…
Sezer: Ama Kıbrıs ülkemiz için büyük sorun oldu,
büyük bedel ödedik, hala da ödüyoruz. Üstelik şimdi AB
adaylığı da var. Kuzey Irak’a girersek müzakereleri
bile başlatmazlar.
Ecevit: İyi ya! Böylece, bir taşla iki kuş
vurur, hem Irak uzağından, hem AB tuzağından
kurtulmuş oluruz, sayın Sezar.
Sezer: (bozulmuş): Sezer demek istediniz her halde.
Ecevit: Ben ne dedim?
Sezer: Sezar dediniz…
Ecevit: Hoş görün, bilinçaltı işte… Ama nerde,
sayın Cumhurbaşım!.. Bir Romamız olsa,
bir Mısır seferi yapsak!.. Bir Kleopatramız
olsa, bir Sezar olsak!.. Ben olamadım, siz de zor olursunuz…
Sezer: Benim öyle bir tutkum yok, ben hukukçuyum…
Ecevit: değişir değişir, siz de değişirsiniz…
Mesela ben şairdim, şerir oldum… Zaten siz de epey
değiştiniz, değil mi? Generaller şimdi
sizden pek memnun…
Sezer (canı sıkkın): Konuya gelelim Sayın
Ecevit. Söyleyecekleriniz bitti mi?
Ecevit (düşkırıklığına uğramış
gibi): Demek beni dinlemek istemiyorsunuz, demek görüşlerim
artık önem taşımıyor…
Sezer: Nerden çıkarıyorsunuz bunu, canım!
Dinliyorum ya… Ama lütfen konudan ayrılmayın.
Ecevit (alınmış): Pekala pekala, ben kalkıyorum…
Sezer: Siz bilirsiniz…
Ecevit (kalkarken): dışarda basın açıklaması
yapmamda sizce bir sakınca var mı?
Sezer: Neden olsun, yapın tabi. Ama borsayı düşürecek
biçimde olmasın…
Ecevit: (heyecanlanır): Ne yani Çanakkale düşmüş
mü?
Sezer: Anlamadım. Ne Çanakkalesi, ne düşmesi?..
Ecevit: “Bursa düşmesin” dediniz de. Demek ki Çanakkale
düşmüş ve Yunanlılar Bursa önlerine kadar gelmişler…
Sezer (göstermemeye çalışarak güler): Hayır,
sayın Ecevit, Bursa demedim, borsa dedim, borsa! Hani
bir zamanlar buradan çıkınca basın açıklaması
yapıp borsayı düşürmüştünüz de…
Ecevit (kızarak): Ona siz neden olmuştunuz ama,
kitabı fırlatınca...
Sezer: Geçmiş kavgaları tazelemeyelim, lütfen.
Şu Laz fıkrasındaki gibi “değdi-değmedi”
meselesi yapmayalım…
Ecevit: Ben Laz değilim!
Sezer: Size Laz demedim ki…
Ecevit: Yani Kürt demek istediniz…
Sezer: Hayır, öyle de demedim, bunları nerden çıkarıyorsunuz?..
Yani demek istedim ki…
Ecevit:(ağlamaklı bir sesle): Bu bana yapılır
mı? Bu devlete, bu millete bu kadar hizmet ettim, Türkten
çok Türk, kraldan çok kralcı oldum… Nerdeyse Maykıl
Ceksın gibi derimi bile değiştirip kendime
Moğolvari bir burun yapacaktım… Yine de yaranamadım
işte, hih hiii!…
Sezer (adeta şaşırmış): Yanlış
anladınız sayın Ecevit, öyle bir şey demek
istemedim…(Ecevit uzaklaşırken Sezer kendi kendine
söylenir): Tam dağıtmış!
(Ecevit kapıya yönelir, penceredeki muhbir karga da
bizim tarafa doğru havalanır…)
AKP ne yapmak istiyor?
Dışişleri Bakanı Gül, 17 Aralık’ın
hemen ardından yaptığı konuşmada,
müjde verir gibi, Türkiye’de ara rejim dönemlerinin sona erdiğini,
demokrasinin bundan böyle istikrar kazanacağını
söylemişti. Başbakan Erdoğan ise son ulusa
sesleniş konuşmasında aynı mealde şeyler
söyledi, artık kimse halkın iradesine karşı
çıkamıyacak, filan dedi.
Bu ne demektir? Yani ordu artık darbe yapamıyacak
mı?
Bize kalırsa bu, “halkın iradesi”, “demokrasi”
filan perdesi altında düpedüz Türk ordusunun yetkilerini
kısmak, gücünü azaltmaktır; bu çok haince bir plandır!
Malum, kahraman ordumuz her keresinde “Atatürk ilke ve inkılaplarını
korumak”, “vatanı ve milleti bölünmekten kurtarmak”,
“iç ve dış düşmanları”, özellikle de içerdekileri
ezmek için darbeler yapmış, kesip biçtikten sonra
da yine demokrasiye dönmüştür…
Tabi her dönüşünde sefer kazanımlarıyla, göksü
gibi, ceplerini de biraz daha şişirmiş olarak…
Bunlar, 27 Mayıs’ta bu halkın bütçe için bağışladığı
alyanslar, bilezikler, altın-gümüşlerdi ki sonradan
yüklüce bir bölümü Bay Türkeş’in yabancı banka kasalarındaki
terekesinde bulundu…
Daha sonraları bunlara daha lüks orduevleri, Oyaklar,
kâr hisseleri, değerli komutanlarımız için
emeklilik sonrası şirketlerin yağlı ballı
yönetim kurulu üyelikleri; validenin, hanımın, mahdum
ve kerimelerin yüklü banka hesapları; büyük kentlerin
göbeğinde ya da Marmaris, Bodrum gibi tatil beldelerinde
havuzlu villalar, falan filan eklendi…
Vatanı kurtarınca bütün bunlar elbet olacak. Çek-senet
tahsilatı yapanlar bile paylarını dolu dolu
alırken, vatanı kurtaranların payına bir
şey düşmeyecek mi yani?.
Peki bundan sonra ne olacak, kahraman ordumuz artık
vatanı ve milleti kurtaramıyacak mı? Bu ne
demek oluyor?..
Malum, Türk milleti asker millettir, yönetimi de askeri yönetim
olacak elbet…
Türk ordusunda en yükset rütbe, orgenerallik veya mareşallık
değil, cumhurbaşkanlığıdır!
İlk defa 1950 yılında bir sivil, Celal Bayar,
bu rütbeye el attı, az daha hayatıyla ödüyordu.
Dönemin başbakanı, Menderes, ödedi de…
İkinci kez şu anasının gözü, hacıyatmaz
Demirel bu işi başardı; ama o da generallerin
bir katibi, bir emir eri gibi yaptı bu işi…
Şimdi de durum farklı değil; Sezer hızla
uyum sağladı…
Erdoğan’ın başbakanlığı bile,
birçok konuda “Hazır ol! Rahat! Sağa dön, marş!..”
komutlarıyla yürür gibidir…
Yani bu ülkede cumhurbaşkanıyla, hükümetiyle, muhalefetiyle,
yargısıyla, üniversitesiyle sivil kıyafet giymiş
birtakım astlar, eratlar kamu işlerini yürütüyor…
Vatan millet güven içinde!
Şimdi bu durum değişecek mi?
Yani siviller ve de bu kurumlar ordunun emir ve kumanda hiyerarşisi
içinde olmadan mı ülkeyi yönetecekler?
Hele hele yarın, öbür gün, Erdoğan gibi bir imam,
başbakan olmakla yetinmeyip, haddini aşıp cumhurbaşkanı
olmaya kalkar; yani ordunun hakkına, yetki alanına
el uzıtırsa dahi ordu müdahale edemiyecek mi?
Yani genç kızlar okullarda başörtüsü giymeye kalktıkları
zaman dahi, ordumuz müdahale edip vatanı kurtaramıyacak
mı?
Ve de Kürtler açık açık, Kürt olduklarını
söylemekle kalmayıp okul, otonomi, federasyon bile isterlerse?..
Ne günlere kaldık! Bir zamanların Sivas valisinin
ağlayarak, “devletin bir valisi artık kimseyi idam
bile edemiyor!” dediği günlerdeki gibi her şey…
Kemalistler, ne kadar göz yaşı dökseniz yeridir;
biraz daha heykel dikin, biraz daha!..
Bu heykeller Baasistlerin derdine çare olamadı, belki
sizinkine olur..
|