Apo sizin Aponuzdur!
CEMALİ
Emin Çölaşan 10 Nisan tarihli Hürriyet’teki yazısında
bir İsviçre gazetesinde çıkan Kürtlerle ilgili habere
fena bozuluyor. Haberde İsviçre Dışişleri
Bakanı’nın Türkiye gezisinden söz ediliyor.
Bakan gazeteciye “Kürdistan’ın başkenti Diyarbakır’a
gittim” demiş… İşte bu Bay Çölaşan’ı
deli etmeye yetiyor!
Böyledir Bay Çölaşan, Diyarbakır, Kürt halk türkülerine
de geçtiği biçimiyle “Payitextê Kurdistanê”dir.
Sen bunu yok saysan da, bilmezden gelsen de tüm dünya oranın
bizim ülkemiz, yani Kürdistan olduğunu ve Diyarbakır’ın
da şimdilik resmi olmasa bile gönüllerdeki payitaht olduğunu
bilir.
Malum, İsviçre AB üyesi değil, Ama Çölaşan
bu haberin günahını da AB’ye yüklemekten geri kalmıyor,
şöyle diyor: “PKK ABD ve Avrupa’nın koruması
altında…”
İşte bunda, her zamanki gibi ve böyle diyen herkes
gibi saçmalıyor. PKK hiçbir zaman ne AB’nin, ne ABD’nin
koruması altında olmadı. Aksine, AB de, ABD
de PKK’yı terörist bir örgüt olarak nitelediler, kendisine
engel çıkardılar, üzerine gittiler. Apo’yu yakalayıp
Türkiye’ye teslim edenin Amerikalılar olduğunu bile
unutuyorsunuz, Bay Çölaşan, insaf yani!
PKK’nın kimin koruması altında olduğu
ortada: PKK -yalnızca ve yalnızca- devleti alinizin,
yani TC’nin koruması altında. (Uzunca bir dönem
de şimdiki aziz dostunuz Suriye’nin koruması altında
idi, unuttunuz mu?.) Bakın, Çölaşan’ın kendisi
bile aynı yazıda ne diyor:
“Abdullah Öcalan’ın ise tek sıkıntısı
İmralı’da olması. Onun dışında
örgütünü yönetecek kadar özgür. Helal olsun göz yumanlara!”
Çok doğru! Peki “göz yumanlar” kim, Amerikalılar
ve Avrupalılar mı? İmralı onların
adası mıdır? Apo’nun gardiyanları kim?..
Buna da şöyle bir gerekçe getiriyor Bay Çölaşan:
“Biz kendisine bu inanılmaz özgürlüğü –sadece
ve sadece AB korkusu ve onların baskısı nedeniyle
sağlamış durumda değil miyiz?”
Eh, insaf be, Bay Çölaşan! Eğer Apo’ya “bu inanılmaz
özgürlüğü sağlayanlar”la hükümeti kastediyorsan,
sen de çok iyi bilirsin ki hükümet, pek çok konuda olduğu
gibi bunda da iktidarsızdır; ona metelik veren yok.
İmralı Genelkurmay’ın denetiminde. Genelkurmay
ise Apo konusunda kimseye aldırmaz, AB’ye hiç aldırmaz.
Eğer Öcalan’a kötü davranmanın AB ile ilişkileri
bozacağını bilse, bunu özellikle yapar. Bu
ilişkilerin bozulmasını generaller kadar isteyen
yoktur.
Seninkiler Apo’nun “örgütünü yönetmesine” göz yumuyorlar,
çünkü bu işlerine geliyor. Aslında Apo eliyle kendileri
yönetiyorlar. Ne demişti Ecevit, Apo için:
“Herkes kullanıyor, biraz da biz kullanalım!..”
Apo hizmette kusur etmiyor, kendisinden her isteneni yapıyor,
PKK de onun her dediğini… Bundan iyisi can sağlığı!
Bay Çölaşan, sen de bu dümenin çok iyi farkındasın,
ama bilmezden geliyorsun. Oyun öyle gerektiriyor.. AB’ye çatmak
için size bahaneler lazım. Bu nedenle kendi suçunuzu
da başkalarına yüklüyorsunuz.
Evet, PKK gerçekten de birilerinin koruması altında,
ama bu ne ABD ne de AB, bu sadece TC devletidir. Apo’nun ve
PKK’nın eylemlerinden sorumlu olan da ne Kürt halkıdır,
ne Kürt ulusal hareketi ne de yabancılar. Sorumlu bu
devletin ta kendisidir.
Bu devlet vakti zamanında, 30-35 yıl öncesi Apo’yu
hizmetine almış, ona PKK’yı kurdurmuştu,
Kürt ulusal hareketine karşı kullanmak için. Bir
ara Apo Suriye’ye geçince veya geçirilince işler karıştı,
sahipler değişir gibi oldu. O arada, kime yaradığı
belli olmayan, ama kime yaramadığı pek belli
-Kürt halkına yaramadı- bir savaş da yaşandı.
Şimdi, hem de ABD sayesinde, işler tekrar düzelmiş
durumda. TC bugün de Apo’yu yeniden “kafesine” koyup onunla
aynı işe devam ediyor…
Apo sizin Aponuzdur, başkasını suçlamayın,
ayıp oluyor!
“Zeki, birikimli ve olgun!..”
Mersin’deki, iki çocuk eliyle sahneye konan şu sözde
bayrak yırtma ya da çiğneme provokasyonunun ardından,
malum ırkçı ve şoven çevreler gibi Türk medyasında
da, Kürtlere ve Kürt ulusal hareketine, Kürt aydınlarına
karşı bir kampanya açıldı. Açıktan
suçlamalar, tehditler, küçümsemeler…
Elbet biz Apo’yu ve adamlarını savunmuyoruz. Onlar
başından beri Kürt hareketi için bir tuzak, bir
bela, bir utanç vesilesi oldular. Ama Türk basını
her keresinde, oyun içindeki oyunu bilmezden gelip, onların
marifetleri nedeniyle Kürt hareketini toptan suçlamayı
seçti. Bu, sömürgeci, ırkçı, şoven bir tavırdı
ve çoğu kez de bile bile yapıldı.
PKK’nın kötülüklerini tüm Kürt hareketine mal etmek,
Kürt örgütlerini, Kürt aydınlarını bir bütün
olarak siyaset bilmemekle suçlamak, herkesi aynı sepete
koymak, Kürtlere ders ve öğüt vermek, onları küçümsemek,
hatta aşağılamak bu ülkede bir modadır.
Bu moda son bayrak olayının ardından ise doruğa
çıktı. Sağcısıyla solcusuyla, liberali
ve İslamcısıyla pek çok Türk aydını
bu rüzgara kendini kaptırdı.
Bu olumsuz tavır Iraklı Kürtlere ve onların
liderlerine karşı da sık sık görüldü.
Onlar hep “aşiret reisi”, “feodal” filan diye küçümsendiler.
Celal Talabani’nin Irak’ta devlet başkanı seçilmesinden
sonra da, bazılarının ağızlarını
toplamasına rağmen, benzer bir tavır Türk basınında
yer yer yine sergilendi. Bunlardan biri Cumhuriyet gazetesi
yazarlarından Ali Sirmen. Bay Sirmen 9 Nisan tarihli
yazısında şöyle diyor:
“Tecrübeler göstermiştir ki, bir siyasetçinin olgunluk
derecesi, temsil ettiği veya adına politika yaptığını
söylediği kitlenin zeka, birikim ve olgunluk düzeyi ile
doğru orantılıdır. Talabani’nin
temsilcisi olduğu ya da adına politika yaptığını
ileri sürdüğü tabanın zeka, birikim, olgunluk düzeyi
acaba nedir ki?..”
İşte bayımızın Kürt halkına
ilişkin değer yargıları, ya da önyargıları…
Böyle birine ne dersiniz sevgili okurlar? Bu zat neye dayanarak
kendisini, kendi toplumunu “zeki, olgun, birikimli” sayıyor
da Kürtleri böylesine küçümsüyor?
Yoksa Aziz Nesin’e dayanarak mı?!.
Bu bay, belli ki kendi toplumunu zeki, Kürtleri Aptal sayıyor.
Bu, boş zırvanın ötesinde tipik bir ırkçılık
değil mi? Bu bay Kürtler ve Türkler arasında zeka
testleri mi yapmış?..
Ya “birikim ve olgunluk” üzerine yaveleri?.. Kürtler, devlet
yönetemez mi? Kendilerinin şu ünlü, ırkçı “atasözü”
ile, “ağaçtan maşa, Kürtten paşa olmaz” mı?..
Atalarımız tarihte, hem Türklerden çok önce hem
de onlarla aynı dönemlerde, küçüklü-büyüklü bir dizi
devlet kurdular. Medleri, Eyubi devletini ve Büyük
Selahaddin’i hatırlamak yeter. Süleymaniye kentini
kurmuş olan Baban Beyleri, yani Celal Talabani’nin
hemşehrileri de, Osmanlılar döneminde yüzlerce yıl
yarı özerk, kendi sarayları, hükümetleri, askerleri
olan bir beyliktiler.
Son yüzyıllarda, ülkeleri önce iki büyük imparatorluk
(Osmanlı ve İran), sonra da emperyalistlerin himayesi
altında veya onlarla işbirliği içindeki dört
bölge devleti tarafından bölündüğü için, kendi deletlerini
kurma şansı bulamasalar bile, bu dönemde de Kürtler
arasından, en azından söz konusu Türk ve Arap devletlerini,
Türkiye, Irak ve Suriye’yi yöneten devlet başkanları
ve başbakanlar yetişti. Türkiye’de İsmet
Paşa bunlardan biriydi, Özal da… Hatta şu
Kürt kökenini daha yeni yeni itiraf eden, Kürt düşmanı
Bay Ecevit de… Irak’ta Nuri Sait yine öyle.
Suriye’de Albay Çiçekli ve daha başkaları…
Azerbaycan’da İskenderof ve son olarak Aliyef
ailesi…
Demek ki Kürtlerin devlet yönetmesi olayı ilk değil.
Öte yandan, başka devletleri yönetebilen Kürtlerin,
kendi devletlerini yönetememeleri için bir neden yok. Demek
böyle bir birikimleri var.
Olgunluğa gelince… Bay Sirmen, geçmişteki demir
çivili sopalarla tiyatro baskınları, Maraş
olayları, Sivas Madımak Oteli kıyımı
ve daha niceleri bir yana, şu günlerde Türkiye toplumunda
olup bitenlere bir baksa ne düşünür? Örneğin, eşi
menendi bulunmaz devlet adamı “Çoban Sülü”nün
memleketi Isparta’nın Sütçüler kasabasında,
ya da Trabzon kentinde olup bitenleri bir göz önüne
alsa?..
Vatandaşı bir yana bırak, sözde üniversite
bitirmiş kaymakamın, ülkenin ünlü bir romancısının
kitaplarını toplama ve yakma kararı vermesi,
ilçenin emniyet müdürünün, “3000 nüfuslu ilçemizde Orhan
Pamuk kitabı okuyana rastlamadık, böyle birisi
olamaz!” diye övünmesi… Aynı ilçenin, hatta Isparta’nın
ve de başka yerlerin, kitap toplama ve imha işine
teşne ve seferber olması?..
Başkent Ankara’da bir başka kaymakamın
sirk ve tiyatro gibi eğelenceleri yasaklaması?..
İki çocuk bayrağı yere düşürdü diye Genelkurmay’ın
kükremesi ve tehditler savurması?.. Trabzon’da bildiri
dağıtan beş gence karşı, “bayrak
yakıyorlar!” çığlığı üzerine
binlerin gözü dönmüş biçimde harekete geçmesi, linç ayinleri
düzenlemesi?.. Ülkenin başbakanının bunlara
karşı tavır alacağına, “halkın
hassasiyetleri ile oynuyorlar” mazeretini ileri sürmesi?..
Ve Bay Sirmen’in kendisinin, gazetesinin, o gazetinin pek
“aydınlanmacı” seksenlik şefinin bu
olaylar karşısındaki -içten içe de değil-
açıktan oh çeken tavırları?..
Bunlar hangi zeka, olgunluk ve birikimin işaretleridir?..
Biz Kürtler kendi kusurlarımızı görüp söylemekten
utanmıyoruz, ürkmüyoruz, kompleks duymuyoruz. Bu siteye
göz gezdiren biri bunu pek güzel anlar.
Bayım, siz kendiniz, Kürtlere laf etmeden önce gidip
bir aynaya bakın!
Demokrasiye hizmet için Kürtler ne yapmalı?
Son dönemde Kürtleri eleştirenlerin bir bölümü de onları,
federasyon veya benzeri “maksimal istemler” nedeniyle fanatik
milliyetçilik yapmakla, ve karşıt ırkçı-milliyetçi
dalganın yükselmesine neden olmakla suçluyorlar.
Mehmet Ali Birand’ın son yazılarından
biri de bu nitelikte. Birand, Kürtlerin bu tür “kışkırtıcı
tutumlardan” uzak durmalarını istiyor…
Bu anlayışa göre herkes bağımsız
devlet isteyebilir, herkes federasyon isteyebilir; ama Kürtler
isteyemez. Yüz bin Kıbrıs Türkü için, federasyonu
bile az bulup konfederasyon, hatta bağımsız
devlet istemek çok doğal, ama 20 milyon Kürt için federasyon
istemek “fanatik milliyetçilik”, hatta “bölücülük” ve de “ırkçılık”…
Kürtler özgürlük isterlerse bu kışkırtmadır.
“İyi Kürt” ya da “aydın ve sorumlu bir Kürt”
olmak için bir şey istememeli… Yoksa ordu kızar,
ırkçılar azar, “Türk milleti’nin hassasiyetleri
kaşınmış”, AB yolu tehlikeye girmiş
olur…
Evet, bu da bir çözüm elbet. Bu durumda bizim için iki yol
kalıyor: Ya Türkiye’nin ırkçı, militarist,
faşist şer güçlerinin ayranının kabarmaması
için kaderimize, yani zulme, baskıya, eşitsizliğe
boyun eğip sesimizi çıkarmayacağız, ya
da “nerden inceyse ordan kopsun!” diyeceğiz.
Birinci tavrı seçersek bir şey kazanmış
olmayız. İkincisini seçersek de bir şey kaybetmiş
olmayız… Kürtlerin kaybedecek nesi var?.
Kaldı ki, biz sesimizi çıkarmasak bile Türkiye’nin
şer güçleri AB yolunu kapamak için yine de bir şeyler
bulurlar. Onlar için bahaneler ve de “düşmazlar” tükenmez…
Bu nedenle, pek demokrat ve pek bilgiç geçinen söz konusu
Türk aydınlarına diyeceğimiz şudur: Ortalığın
sakin olması için Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerinden
vazgeçmesine ilişkin aptalca –ya da bizi aptal yerine
koyan- öğütleri bir yana bırakın da adam gibi
demokrasi mücadelesini göğüsleyin. Bu mücadelede Kürtleri
önemli bir güç ve en büyük yandaşınız olarak
görün; gerçek de böyledir.
|