Chomsky ve Kırk Haramiler..
Adam Diyarbakır’da yapılan halka açık
toplantıda konuştu ve Kürdistan’a özerklik istedi.
Polisler, Jitem kameraları, istihbaratçılar ordaydı.
Hiçbir olay çıkmadı!
Başına coplar inmedi. Ensesinden tutup sürüklemediler.
Başından uzun “gözaltılar”, yani 40 günlük
işkence seansları geçmedi..
Halk ise kendisini sadece alkışladı,
çiçek sundu..
Gördünüz mü sevgili okurlar, Türkiye artık çağdaş,
demokratik bir ülke! Avrupa Birliği’ne hemen alınmalı!
Açıl susam, açıl!..
Neden, kimden söz ettiğimi elbet bildiniz, sevgili
okurlar. Eminim, siz de kıs kıs gülmektesiniz şimdi...
Sözkonsu adam ben değildim, siz değildiniz.
Hiçbir Kürt, hiçbir Türk değildi.. Ülkemizin bir aydını,
yazarı da değildi. Diyarbakır’da bu konuşmayı
yapan kişi, dünyaca ünlü Amerikalı dilbilimci, filozof
ve yazar Noam Chomsky idi. Çağımızın en
büyük düşünürlerinden biri.
Chmosky’nin en acımasızca eleştirdiği
ise Amerikan sistemidir; yani kutsal kapitalizm ve emperyalizm..
11 Eylül’den sonra da bunu cesaretle sürdürdü.
Chomsky, ayrıca dünyanın neresinde olursa olsun
haksızlığa, kötülüğe karşı sesini
yükseltti. Vietnamlılar için de, Filistinliler ve Kürtler
için de yazdı.
Kürtlerle ilgili bir makelesi Türkçe’ye çevrilip bir
kitapta yayınlanınca, yayıncı hakkında
dava açıldı. Bunu duyan Chomsky Türkiye’ye koştu,
ayağının tozuyla DGM’ye gitti, savcıya
kendini ihbar etti ve mahkemeye girdi.
Ama hakkında dava açılmadı elbet. Yayıncı
ise hemen o gün beraat etti!
Ne hız, ne hız! Ne adalet, ne adalet!..
Sansasyonel haber avcıları peşinden koşturup
sordular:
“Türkiye’ye ilk defa geldiniz. Diyarbakır’a daha
gitmediniz, nasıl oluyor da Kürtler hakkında bir
sürü yazı yazdınız?”
“Nazilere karşı çıkmak için Musevi olmak
şart değidir!”
Kimin Nazi, kimin kurban olduğu da açık değil
mi?..
Chomsky İstanbul’da bir konferans verdi. Sonra
da, Demokrasi Platformu’nun davetlisi olarak çıkıp
Diyarbakır’a gitti.
Çocuklarımız onu sarı-kırmızı-yeşilli
giysileri ve çiçeklerle karşıladılar...
Chomsky 14 Şubat’ta, Büyükşehir Belediyesi
Tiyatro Salonu’nunda, halka açık bir toplantıda
konuştu.
“Ümit ederim ki Kürdistan özerk olur,” dedi.
“Kültürel haklar tartışılamıyacak
haklardır,” dedi.
“Baskıya karşı cesaretle seslerini yükseltenleri
takdir ediyorum,” dedi.
Bunları dediğinde Türk gazeteleri ordaydılar
ve bazısı yazdı. Polisler, Jitem kameraları,
istihbaratçılar da ordaydılar. Ama kimse ona dokunmadı.
Dönüp İstanbul’a geldi, oradan geçip memleketine gitti...
Sıkı mı dokunsunlar, dünya ayağa
kalkar!.
Baylarımızın gücü bize yetiyor. Onların
işkencesi, zulmü bize..
Tam da Chomsky´nin Diyarbakır’a uğrayıp
bu sözleri söylediği günlerde bir televizyon kanalı
(Gün TV) Kürtçe şarkılar yayınladığı
için bir yıl süreyle susturuldu.
Tam da aynı günlerde, Diyarbakır İnsan
Hakları Derneği´nin açtığı resim
ve kompozisyon yarışına katılan 7-12 yaş
arasındaki onlarca çocuk ve 40 öğretmen hakkında
soruşturma açıldı. Bebeler, içinde güneş
olan renkli resimler yaptıkları ve barıştan
söz ettikleri için, onlar ve öğretmenleri karakola çekilip
ülkeyi bölme suçundan sorgulandılar!..
Burası böyle bir ülke işte... Yöneticileri
böylesine iki yüzlü, böylesine utanmaz...
Tam da AB’ye girmeyi hak ediyorlar değil mi?
AB, aç kapıları, Kırk Haramiler girsinler!
Açıl susam, açıl!..
|